Öykü

Olmirya

Önceki Bölüm

Yıldız Tozu – Bölüm 3

Karanlığın Çağrısı

………………………………………………………

Yıldız Tozu – Bölüm 3

…Olmirya…

Şaşkınlıktan küçük dilini yutmak üzere olan Hakan laboratuarda, ne yapacağını bilmez halde sandalyeye oturmuş mikroskobun üstündeki, arka kapağı açılmış, dede yadigârına bakıyordu.

Masaya uzanarak yavaşça saati alıp kapağını kapattı ve başına gelen olayları düşündü. Şimdi anlam vermeye başlıyordu artık. Bu canlı her ne ise çok acı çektiği belliydi ve kendisinden yardım bekliyordu. Bu amaçla da onunla iletişime geçmek için ustayı ona göstermişti. Gördüğü şeyler hayal ürünü değildi ama aynı zamanda yaşanmamıştı da. Bu, tamamen bu canlının ona göstermek istediklerinden ibaretti. Bu canlı daha önce ustayla da bağlantıya geçmiş ama usta ona yardım edememişti. Şimdi ise kendisiyle bağlantıya geçmişti.

“Peki, ama neden ben?” demekten kendini alamıyordu Hakan.

Belki saatin onda olmasındandı sadece veya sevdiği birini kaybetmenin ne olduğunu bildiği için o seçilmişti. Belki de ona yardım edebilecek yetenekte olan tek kişi kendisiydi. Usta başaramamıştı. Deneme sırası ondaydı.

Düşüncelerinin onu yine boğmaya başladığını hissederek elindeki saati avucunda sıkıca tutup, gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. O an başı dönmeye başladı. Kendini bir boşlukta hissediyor ve hızla düşüyordu. Gözlerini açmasıyla düşüşü bir anda durdu. Gördüğü manzara muhteşemdi.

Hızla etrafında hareket eden rengârenk astroidler büyük bir ahenkle geziniyor ve birbirlerine çarpmadan dans ediyordu sanki uçsuz bucaksız uzay boşluğunda. Biraz ileride, etrafında sisli bir bulut tabakasıyla kaplanmış pembe bir gezegen görüyordu.

Muhteşem galakside hızla gezinen kayaların bıraktığı izler göz kamaştırıyordu ve Hakan bu hareketliliğin arasında, astroidlerin merkezinde duran büyük pembe gezegene doğru hızla ilerleyen gümüş bir cisim fark etmişti. Sanki üzerine gelen her kayanın hareketini bilirmişçesine ustalıkla onlardan sıyrılıyor ve hızla gezegene doğru gidiyordu bu cisim. Bir an olsun nerede olduğunu düşünen Hakan karşılaştığı canlının kim veya ne olduğunu ve başlarına neler geldiğini anlayacaktı kısa zamanda.

Küçük uzay gemisinin hızla pembe atmosfere doğru girdiğini gördü uzaktan. Sonrasında ise kendisini gezegenin üzerinde bulmuştu. Yer, kızıl, nemli bir toprak örtüsüyle kaplıydı. Gezegenin zemininde, hemen beş metre uzağında ayakta duran Siravin ve gemisinin haricinde hiçbir yükselti yoktu. Sanki uçsuz bucaksız bir pembe kum denizinin ortasındaydılar.

Siravin, siyah kıyafetlerinin içinde sırtında yaşam ünitesi ve kaskıyla tam bir astronotu andırıyordu. Etrafa yılan gözü misali koyu yeşil, kırmızı karışımı gözleriyle tarayan Ari lideri, yere eğilerek kumu avuçlayıp bakmaya devam ederken, kızıl kumun ellerinden yavaşça yere kaymasına izin verdi ve doğrularak hemen yanında yatay olarak duran küçük tek kişilik gemisinin üstündeki şeffaf kapıyı yukarı doğru açtı.

Hakan onu izlerken, bir şeyler aradığını ve ortamı incelediğini fark etmiş ama ne olduğunu anlamamıştı. Siravin, dört parmaklı, eldivenli elini geminin kenarına sokarak oradan bir metre uzunluğunda tüp şeklinde, gümüş, bir ucu sivri bir alet çıkardı ve onu zemine koyarak, kafasını yere dikip ayakta bir süre hareketsiz kaldı. Sonrasında kaskını çıkararak geminin içine bıraktı. Hakan duraksadığında onun bir şeylere odaklandığını düşünmüş ve kaskını çıkardığında onun bu ortamda nefes alıp alamayacağını araştırdığını hissetmişti. Gözlükten olmalıydı.

İki metre boyundaki, kel ve kafasında yeşil, geniş gözlükleri kafasının arkasından bağlanmış olan lider ne yapacağını biliyordu artık. Önce yerdeki kumu incelemiş ama herhangi bir canlı organizmaya rastlamamıştı. Gözlük ona çevredeki tüm verileri sağlıyordu. Sonrasında gözünü zemine dikmiş ve gözleri önce kırmızıya, sonrasında siyaha dönüştüğü halde zemini gözlüklerinin de yardımıyla incelemiş ve zeminin on beş metre altında hareketlilik olabileceğini fark etmişti. Gözlüklerinde ki verilerde bunu doğruluyor ve canlı yaşama olasılığının yüzde seksenin üzerinde olabileceğini, ayrıca atmosferin nefes alabilecek düzeyde olduğunu kendisine aktarıyordu.

Yerdeki gümüş boruyu alıp sivri ucunu yere dayayarak, kenarlarındaki düğmeye basıp iki kolun yavaşça açılmasını sağladı ve iki eliyle aleti sabitleyerek en üstündeki kırmızı tuşa bastı. Aletin ortasından çıkan üç gümüş çubuk hızla yere saplandı, aleti sabitledi ve titremeye başlayarak harekete geçti. Bu bir sondaydı ve zemini delerek aşağı doğru açılan delikten gözlemleme halatı gönderiyor, ucundaki kamerayla da yukarı veri iletip aşağıda ne olduğunun görülmesini sağlıyordu.

Hakan, Siravin’i ve ne yaptığını izlerken, yavaş yavaş aşağı doğru kaydığını fark etti. Önce paniklemiş ama sonrasında bunun sadece üç boyutlu bir film misali sadece görüntüden ibaret olduğunu hatırlayarak sakinleşmişti. Zeminin içinden geçerek gözden kayboldu. Bir süre ortalık kapkaranlık olduktan sonra geçişini tamamladı ve evrenin en gizemli sırlarını taşıyan canlıların, Olmiryalıların yaşadığı yere tanıklık yapmaya başladı.

Havada asılı durduğu halde, tavanda, milyonlarca turuncu küre birbirlerine yapışık halde gezegenin iç yüzeyini kaplamıştı. Biraz daha dikkatle bakınca, her birinin içinde onarlı gruplar halinde duran Olmiryalıların pembe yuvarlak şekillerini gördü. İki çizgi halinde kapanmış gözlerinden onların uykuda ya da bir çeşit trans halinde olduğunu anlayabiliyordu.

Arkasını döndüğünde ortada, uzun, kızılımsı, devasa bir kordona benzeyen ışınlar haleler halinde dönerek, gezegenin bir ucundan diğer ucuna kadar uzanıyordu. Önündeki turuncu saydam toplardan biri açıldı ve içindekiler süzülerek kızıl kordona doğru uçmaya başladılar. Bir çeşit çekim kuvveti olmalıydı bu. Gözlerini açan yaratıklar etrafa mutlu ve huzurlu bakışlar fırlatıyor ve görevlerini yapmak üzere yola çıkmaya hazırlanıyorlardı. Hakan’ın da kalbi onları görünce mutluluk ve heyecanla atmaya başlamış, onların birbirlerine ve yaşadıkları yere olan sevgisini hissetmesine neden olmuştu bu. Ortadaki geniş halkaya girenler oradan doğruca aşağıya gezgenin merkezine doğru gidiyor, sonra gözden kayboluyordu.

Her yer turuncu, sarı ve beyazdı ortamda. Her şey yolundaydı şimdiye kadar, ta ki Siravin’in yolladığı sondanın ucu zemini delene kadar. Delinen yerdeki turuncu küre yerinden çıkarak hızla aşağı düşmeye başladı. Havada kapağı açılan küreden çıkan pembe canlılar, uyanmış ve korkuyla birbirlerine bakıp hızla aşağı düşmeye başlamışlardı. Neyse ki bir yanlış olduğunu anlayan kızıl kordon, gönderdiği turuncu ışınla onları havada yakalamış ve kendine çekmeyi başarmıştı. Her şeyi çok iyi görme yeteneği olan Siravin için bu gördükleri yeterliydi. Hemen sondanın diğer kolunu aşağı indirdi ve aşağı hızla uzanan bir kanca, kordon onu kurtaramadan Olmiryalının birini yakalayıp kendine doğru çekti.

Yakalanan canlının gözlerindeki acı, Hakan’a her şeyi ifade ediyordu. O bakışı hiçbir zaman unutamazdı. Bu, annesinin babasını kaybettiğinde mezarına bakarken ki bakışın aynısıydı. Sevdiklerinden koparılmanın verdiği acı ve kederi anlatıyordu.

Birden küre titremeye başladı. Yakalanan kardeşlerinin telepatik olarak diğerlerini uyarması, onları harekete geçirmişti. Siravin titremeyi hissederek hızla sondasını toplamış gemisine biniyordu. Sonra aniden çok garip bir şey gördü Hakan. Koca gezegen bir anda yok olmuş, etraflarında sadece uçuşan astroidler kalmıştı. Yalnız bir farkla, artık onları düzene sokacak canlılar yoktu etrafta. Arilerin lideri sanki olacakları önceden kestirircesine hızla oradan uzaklaşmaya başlamıştı bile. Havada uçuşan irili ufaklı kayalar birbirine çarpıyor ve parçalanıyordu. Ortalık savaş alanına dönmüş gibiydi. Bazı çarpışmalarda korkunç patlamalar oluyor ve hepsi parçalanıyordu. Kendini bir anda çok daha geride bulan Hakan, o muhteşem ahengi olan galaksinin yok oluşunu üzüntüyle izliyordu. Astroidler, sanki güz rüzgârlarının, kurumuş yaprakları hızla oradan oraya savurması gibi amaçsızca hareket ediyor ve un ufak oluyordu.

Hakan, onların nasıl canlılar olduğunu, amaçlarını ve başlarına neler geldiğini anlamaya başlamıştı. Tıpkı kaybettiği babası gibi, yanındaki saatte sıkışıp kalan canlı da sevdiklerini kaybetmiş, ondan yardım istiyordu. Yapacak, ona yardım edecekti. Bu belki acısını hafifletmeyecekti ama kendini iyi hissetmesine neden olacağı kesindi.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *