1
Kendimi tanıtamayacağım için üzgünüm. Edebiyatşünas bir internet sayfası için yazılan ve konusu önceden belirlenen, yazarında emrivakiliğe karşı duruş gösteremediğinden, ben de emrivaki bir karakter olarak mevcudum, bu sebeple de kişilik sahibi olamıyorum. Benle az çok tanıştığınız kanısındayım. Bunda dolayı hikayenin olayına geçmek istiyorum.
Aslına bakarsınız, bu konuyla ilgili herhangi garip bir olay söz konusu değil. Ama bu bir şeyler uydurmak mümkündür. Küçük bir giriş yapalım. Pikseller hayatımıza öncelikle fotoğraflarla girdi diyebiliriz. Her neyse çok baygın bir giriş oldu. Daha ilgi çekici bir giriş yapmak istiyorum.
Pikseller hayatımıza teknolojiyle beraber girdiğine göre, bilim kurguya meyledeceğim.
2
Fotoğrafçımız –bu karakteri ben uydurmuş bulunmaktayım- garip huylara sahipti. Misal fotoğraf çekerdi ve eve gider fizyolojik ihtiyaçlarını karşılardı. Fakat daha garip olan bir şey ise, onun fotoğraf çektiği insanlar tek tek kayboluyordu. Onun iş yerine giren insanlar çıkmıyordu. Tüm istintaklara rağmense suçlu da çıkmıyor, iddianameler hazırlansa da yetersiz kanıt sebebiyle kapanıyordu. Uzun müddet böyle geçti. Fotoğrafçımız da olan bitene anlam veremiyordu. Fotoğraf çekiliyor, müşteri kapıdan çıkıyor, geri dönmüyordu ve çekilen fotoğraflar elinde kalıyor, para kazanamıyordu. Ancak bu işe devam da ediyordu. Çünkü işini seviyordu. (Burada büyük bir çelişki bulunmaktadır. Fotoğrafçımızın iş yerinden müşterisi çıkmadığı yazılmasına rağmen, kahramanımız, müşterinin iş yerinden çıktığını görüyor. Ben de anlam veremedim. )Mamafih aklına fikir geldi. İnsanların, fotoğrafın içine hapsolduğunu düşünmekteydi. Ne şekilde olduğunu anlamasa da böyle olduğuna tüm vücuduyla kanaat getirmişti. Fotoğrafları tek tek incelemeye başladı. Fotoğraflar alalede fotoğraflardı, hiçbir farkları yoktu. İncelemelerle bu işin neticesine varmayacağını kanısına vardı. Kendi resmini çekecekti. Bunu ikrar etti. Hazırlıklarını beş dakikada tamamladı. Fotoğraf makinesinin zamanlayıcısını düzenledi ve fotoğraf makinesinin tam karşısında oturdu. Flaş patlamıştı. Bumçuki bamb. (Bu sesleme nedir, bilmiyoruz. )
Fotoğrafçımız kendisini bir karanlığın içinde düşerken buldu. Öylece düşüyordu. Ardından bir mekana sığdığını gördü. Kare bir mekan, tek bir renge sahip küçük bir mekan. Ellerine baktı. Ellerinin piksellerden oluştuğu belliydi ve bu sadece elleri için geçerli değildi. Sağına soluna baktı. Her şey piksellerden ibaretti. Bir müddet bunun şokuyla beraber, öylece kalakaldı. Uzun bir müddet geçti. Sesler işitmeye başladı. Kulak kesildi. Dinledi ve dinledi. Bunlar başka insanların konuşmalarıydı. Bir ümit doğdu içine. Pikselin duvarına vurdu. ’Orada kimse var mı?’ dedi. Binaen cevap gecikmedi. Evet, şeklinde cevap geldi. Böylece diyalog başlamıştı.
-Biz neredeyiz?
-Kimse bilmiyor, ancak herkes bir fotoğrafçıda fotoğraf çekildikten sonraya buraya düştüğünü söylüyor. Ben de aynı şekilde buraya kısıldım. Olanlara kimse anlam veremiyor.
Suçlu olarak, kendinin kim olduğunu söylemedi. Öylece sustu. Artık hayatları bundan ibaretti. Pikseller içerisinde yaşamak. Tüm bu garabetin içinde yıllar geçse de hiçbir şey değişmiyordu. Ne ölen vardı, ne de kurtulan. Birkaç dedikodu ortaya çıkıyor, herkes bir anda heyacanlanıyor, lakin bunun yalan olduğu farkına varılınca tüm hayaller yıkılıyordu. Her şey, hiçbir istisna kabul etmeden aynıydı. Dış dünyada neler olduğuna dair hiçbir malumat alınamıyordu.
3
Ancak birileri fotoğrafçımız gibi düşünmüştü. O da insanların foroğraflara hapsolduğu kanısına varmıştı. Bu işin peşine düşmek kararını vermişti. Uzun bir müddet bu iş üzerinde uğraştı, çalıştı ve didindi. Ortaya garip bir varsayım koydu. Nereden nereye geldik, diyeceksiniz. Fakat burada benim hiçbir suçum yoktur. Her neyse bu iki numaralı kahramanımız, ortaya attığı iddiaya alude olmuştu. Gelin bunu biraz izah edelim. Yazdığı yazıları ya da tuttuğu notları gözden geçirdim. Gerçekten de hayret ediciydi. Anlatıveriyim hemen.
4
Bu varsayım, simülatif paralel evren kavramıyla üst üste düşüyor. Küçük bir benzetme devam edeyim. Görüntülerin milyonlarca pikselin bir araya gelmesinden meydana geldiğini biliyoruz. Bu, evrenimizi oluşturan atomlarla aynı çerçeveye koyuluyor. Maddeyi oluşturan her şey, atomlardan meydana geliyor. Pikseller de görüntülerde aynı rolü üstleniyor. Böyle bir varsayım, güzel bir benzetmedir. Tamamiyle doğrudur, diyebilirim. Ama çılgın kahramanımız bununla kalmıyor. İşi daha da ileriye götürüyor. Şöyle diyor, evrenimiz tam anlamıyla enerji ve maddenin hakimiyetinde değildir. Onun epistomolojik bir kökeni vardır. Varlığına tam olarak kabul ettiğimiz enerji ve maddenin, daha derinlerine indiğimiz vakit büyük bir boşlukla karşılaşıyoruz. Enerji ve maddenin davranışı belirli kurallar çerçevesindedir ve bu kurallar haricinde hiçbir şekilde haraket etmez. Bunun altında yatan kurallar tamamiyle bir bilgi dağarcığına ait olduğu kanısına varmamıza sebep oluyor. Bilgi tamamiyle her yerdedir ve onun gerçekleşmesi bildiğimiz evreni yaratmaktadır. İşte bu noktada pikseller de az çok aynı işi görür. Pikseller ona gelen dijital bilgiyi gerçekleştirir ve spotlar olarak karşımıza çıkar. Bu spotların ümumi birlikteliği görüntüyü oluşturur. Dijital bilginin bütünlüğü böylece kendince bir evren yaratır.
Bu noktaya kadar ontolojik ve epistomolojik felsefeden yararlanarak basit bir şekilde anlatmaya çalıştım. Edepteki bu fotoğrafçımızın başına gelen olayla ne alakası vardır, derseniz, merak etmeyin devam edip sizin sorularınızı cevaplayacağım.
Evet, gariptir. Başka bir evrenin oluşmasını sağlayacak bilgi, çekimler sayesinde ortaya çıkan bilgilerdir. Bunu açarsak, şu şekilde izah edebilirim. Bu kamera sayesinde bizim evrenimizde bulunan bilgi dijital bir komuta dönüşerek pikseller sayesinde, bir görüntüye dönüşür. Fakat, tam olarak fotoğrafçımızın başına gelen şey, onun kamerasının başka bir evrenin kapısını açtığıdır. Çektiği her fotoğraf bir karadeliğe düşer gibi yok olur, ancak karadeliğin öbür tarafından diğer bir evrene varır. Bu evren tamamiyle simülatif bir evrendir. Her görüntü piksellere sıkışır ve saydam bir fotoğraf gibi öylece kalakalır. Bu saydam fotoğraf arkasından verilen ışıkla beraber bir yansımaya dönüşür ve birkaç boyuta sahip olmaya başlar. Bu evren an itibariyle spot, piksellerden oluşan görünümünden kurtulur. Bu enerjinin maddeye dönmesine benzer bir şeydir.
İşte böylelikle, fotoğrafçımız ve onun kamerasıyla çekilen onca insan pikseller içinde yaşasa da bir ışık sayesinde hologramik bir varlığa dönüşmüştür. Buradaki tek boşluk bu simülatif dünyanın, dijital bilgiyi ortaya çıkaracak, kısacası bir mekana sahip olması gereğidir ve sanırım bu kameranın ta kendisidir. Bu kamera başka bir evrene kapı açmaktan ziyade kendisi bir evren yaratmıştır. Buradaki ışıksa sanırım, elektriksel devreden kaynaklanıyor. Bu evren, elektriksiz yoktur. Paralel evrenimiz, bizim dünyamızın gerçekliğiyle yaşamını sürdürebilmekte. Bundan daha fazlasını ortaya koymak henüz mümkün değildir. İzahatımız şimdilik bundan ibarettir.
5
Peki şimdi ne olacak? Çılgın dahimiz henüz bu konu üzerinde çalışmalar yapıyor. Umarım en kısa zamanda bu iş çözülecek ve diğer evrene transfer olmuş insanlar geri dönecektir…
Samimi bir diliniz var. Kaleminize sağlık.
Merhaba, naçizane yorumum anlatılmak istenen güzel, anlatım ? Neden “?” açıklayayım: Anlatım o kadar teknik bilgi veriyor ki okura, açıklayıcı hani okur da edebi bir tür olan öykü mü okuyor yoksa ansiklopedide bir madde mi okuyor muallakta kalıyor, en azından benim düşüncem. Açıklamaları azaltıp ve fazla teknikten arındırıp ifade çeşitliliğini artırırsanız daha doyurucu bir öykü çıkabilir bu fikirden.
Öncelikle eleştirileriniz için teşekkür ederim.Evet,ben de son kısmın açıkçası can sıkıcı olduğunun farkındayım.Hatta fazlaca abartılı şekilde.Ancak bu yazının hikayeye dahil olacağını pek tahmin etmemiştim.Ne var ki dahil oldu ve ben okuyucuların böyle bir sıkıcı metni okumalarının mahcubiyetini yaşıyorum.Ama hikayenin devamını yazmayı ikrar ettim,zaten hikayenin bir sonuç kısmı yok,devamını getireceğim.Forumda paylaşacağım en tez vakitte.Umarım böylece kendimi tabiri caizse affettirmiş olurum saygılarımla.
http://www.kayiprihtim.org/forum/talaty-cayhan-t17869.0.html
Hikayenin devamını yazmış bulunmaktayım.Yukarıdaki linkten okuyabilirsiniz.İyi okumalar.
Merhaba;
Öykünün devamı kesinlikle birinci bölümü tamamlamış. Yazarın ara konuşmalarına ve Çayhan’a bayıldım. Sona doğru dağ küçük taş olarak çıktıktan sonra onun öncesinde çıkan insanları dağ ve insan oranına göre küçücük bekledim. Madem taşı dağ olarak görüyor, insanlar öyle ufacık çıkar diye düşündüm. Hatta cebine atıp gelebilirdi bu diyarlara. Siz farklı kurgulamışsınız. Ben yazı dilini çok samimi buldum. Bu araya girmeli, öykünün içinde konuşarak konum almalarını çok sevdim. Bu akışın önündeki küçük engeller teknik konusunda gereksiz detay bilgiler olabilir belki. Ellerinize, yüreğinize sağlık.
Esenlikler
Öncelikle yaptığınız eleştiri için teşekkür ederim Nurdan hanım.Bizim gibi amatör yazarlar için eleştiriler çok mühim oluyor.Hikayenin sonu her türlü bitebilirdi.Ben piksel hapishanesinden çıkmış insanların tekrar hapishaneye düşmüş intibası yaratmak istedim.Ancak sanırım taş konusunu tam işleyememişim.Amatör bir yazar olarak özgün üslup hususunda denemeler yapıyorum.Üslup sebebiyle birçok aksaklık meydana geliyor.Ama umarım bunları aşıp daha iyi hikayeler yazabilirim.Tekrar çok teşekkür ederim.Yorumlarınız benim için altın mahiyetindedir.
İlginç bir anlatım tarzı. İlginç bir konu seçimi. Bende ilgi uyandırdı. Ayrıca üslup bana göre okuyanın ağzında güzel bir tat bırakıyor. Tebrikler.