Altındip’te sıradan bir sonbahar öğleden sonrası yaşanıyordu; üzerindeki insan kitlesinin büyüklüğünden içten içe çürümeye yüz tutmuş şehre sağanak yağışlar kederli bir hava katıyordu. Ahmet kazandığı iyi para sayesinde zevkle döşediği evinin konforunda günlük işlerine başlamıştı. İnsan-Makine Arayüzüne Yasadışı Müdahaleyle Mücadele Birimi’nde çalışıyordu. Bilirsiniz işte; sanal gerçeklik cihazlarınızı hackleyip size tuhaf şeyler göstermeye, sübliminal mesajlar ile zihninizi bulandırmaya çalışanlardan sizi korumak için emniyet çatısı altında kurulmuş elli küsür yıllık bir birimdi. Memurları genelde iyi kazanırlardı; hâlâ havalı bir meslek sayılırdı.
İnsanlar tüm işlerini oturdukları yerden sanal gerçeklik arayüzleri ile halletmeye başlayınca ofis ihtiyacı da hemen hemen aynı dönemde ortadan kalkmıştı. Fiziki bir çalışma ortamına ihtiyaç yoktu, kas emeği gerektirmeyen hemen hemen tüm işlerde evden çalışmak mümkün hale gelmişti. İş arkadaşlarıyla sanal bir ofiste bir araya gelip toplantı yapmak, birlikte çalışmak çok kolaydı.
Ahmet çayı demledikten sonra sol şakağına sanal gerçeklik çipini yapıştırdı. Bunu yapar yapmaz bir sürü mesaj gözünün önünde akmaya başladı; işle ilgili mesajlar, reklamlar, abone olduğu SG kanallarından gelen haberler bir süre mutfağının aydınlık görüntüsünü kapladı. Ahmet, biriminden gelenler haricindeki tüm mesajları filtreledi. Şu sıralar insanların ‘mahrem’ anlarını çalmak için çiplere bulaşan yeni bir virüsle uğraşıyorlardı. Dönem dönem başlarına bela oluyordu bu virüsler ama öyle ya da böyle kodlayıcıları saptanıp yakalanıyordu. Yine de oralarda bir yerde manyağın teki, bu iş için yeni bir virüs yazmaktan kendini alamıyordu. Bunun yanında GULYABANI adında başka bir virüs dalgasının SG çiplerine bulaştığı bildiriliyordu. Şu ana kadar virüsün ne yaptığı tam olarak tespit edilememişti ancak aktif bir biçimde insanların gördüğü her şeyi takip ediyor gibiydi. Anti-virüs firmaları mücadele etmek için bir sürü yama çıkardı ancak virüs kendi kendini değiştirip etrafa bulaşmaya devam ediyordu. Virüsün ikinci bir özelliği ise ağda herhangi bir yere veri yollamıyor oluşuydu. Sadece ve sadece kişinin günlük hayatını sessizce izliyordu.
Bunun haricinde bir sürü başka önemsiz mesaj gelmişti. Kahvaltısını bitirene kadar süren, mesajları okuma işinin sonunda bir sigara yakıp üç gündür yazmayı sürdürdüğü raporunu hazırlamaya başladı. Öğlen yemeğine doğru büyük anti-virüs şirketlerinden birinin teknoloji müdürü, Ahmet’i öğlen yemeğine davet etti. Sıradışı bir davetti bu ve Ahmet çekiciliğine dayanamayıp kabul etti. Evine yirmi dakika mesafede şık bir restorana çağırıyordu. Raporunu yine bitirememenin burukluğuyla oturduğu yerden kalkıp hazırlandı ve bir süre sonra apartmanın önünde taksi beklemeye başlamıştı.
* * *
Sürücüsüz taksiye, gitmek istediği yerin adresini SG arayüzü ile bildirdi Ahmet ve SG çipini sessiz moda alıp çılgınca yağan yağmurun altındaki Altındip sokaklarını izlemeye başladı. Ara sokaklardan çıkıp işlek caddelere girince yüzlerce insanın bitmek bilmez bir sirkülasyon ile gezindikleri bir çeşit buhran manzarası ortaya çıkıyordu. Onların üzerinde ise betonarme ve çeliğin kardeşliğinden doğan gri binalar yükseliyordu. Binaların boş duran cepheleri eskiden reklam tabelalarıyla doluymuş ancak artık SG yüzünden reklamlar doğrudan baktığınız yerde belirir hale gelmişti. Bundan kurtulmanın tek yolu SG çiplerinizi sessize almaktı ancak siber hayatı susturmak pek tercih edilen bir yöntem değildi.
Yapay zeka tarafından kullanılan sürücüsüz araçlara rağmen hala trafik sıkışabiliyordu. Araçların yavaşladığı bir anda Ahmet koşuşturan kalabalığın içinde ileride çok tuhaf bir şey gördü. En az iki buçuk metre yüksekliğinde, saçsız başının aksine uzun gri sakalları dizlerine kadar inen, derisi çoktan çürümüş bir ceset gibi morarmış yaşlı bir adam duruyordu. Göz bebekleri olmayan gri gözlerini Ahmet’in taksisine sabitlemişti. Üzerindeki yeşil cübbesi yağmurdan ıslanmış görünüyordu. Ahmet hızlıca SG çipinin sessiz modda olduğunu teyit etti. Ardından şaşkınlıkla başını kaldırdı yine. Korkunç görünümlü adam kımıldamadan kendisini fark etmiyor gibi görünen kalabalığın ortasında onu izlemeye devam ediyordu. Ahmet taksiyi durdurdu ve SG çipinin kayıt modunu başlatarak gördüğü görüntüyü kaydetmeye başladı. Ardından araçtan inip yaşlı devin yanına gitmek için kalabalığı yararak ilerlemeye başladı. Ancak kolay bir iş değildi bu, bir noktada aşırı şişman bir adamla çarpıştı ve “napıyorsun lan sen” şeklindeki çıkışına münasip bir cevap vermek için durakladı. Kafasını tekrar yaşlı deve çevirdiğindeyse artık orada olmadığını gördü. Sağa sola dikkatlice bakan Ahmet maalesef aradığını bulamadı. Ardından az önce başlattığı kaydı izledi ve yaşlı devin kayıtta yer aldığını görerek rahatladı. En azından deli olmadığına dair bir delili olmuştu elinde.
Taksiye geri döndü ve restorana on dakika gecikmeli de olsa ulaştı. Neyse ki trafik sıkışıklığını bahane edebilecekti.
* * *
Refik Bey, naif görünümlü yaşlı bir adamdı; sanal gerçeklik buluşmaları yerine eski usul toplantıları seviyordu. Ahmet’in sohbet etmeyi sevdiği bir adamdı, davete icabet etmesinin sebeplerinden biri de buydu. Milyonlarca liralık bir şirketin teknoloji müdürü olarak alçakgönüllü bir tavırla yerinden kalkıp Ahmet ile el sıkıştı. Ardından sofraya oturup menüyü inceleyip sipariş verdiler. Refik Bey hafif bir sebze yemeği sipariş etmişti, misafiri ise tercihini çok pişmiş bir biftekten yana kullandı. Kısa bir hoşbeşin ardından merakına dayanamayan Ahmet konuya girdi.
“Refik Bey, beni heralde insanların özel hayatına saldıran yeni virüs için çağırmış olmalısınız. Merak etmeyin, yazarını yakalamak üzereyiz, potansiyel çıkış kaynaklarının sayısını birkaç bine indirdik. Hackerlar teknolojinin kendilerini gizlediğine bağnaz bir biçimde inanıyorlar ama bir haftaya adamımızı yakalamış oluruz,” dedi Ahmet. Refik Bey ise gülümseyerek cevap verdi.
“Bunu duyduğuma çok sevindim. Biz müşterilerimizi bu virüse karşı koruma altına aldık zaten. Yine de bunu yazan kişinin aynı şeyi tekrarlamaması için yakalanması gerekir. Gerçi tüm hackerlar yakalanacak olsa şirketim işsiz kalırdı,” diyerek sık sık yaptığı bayat şakayı tekrarladı Refik Bey. ‘Herkesin bir kusuru olur,’ diye kendi kendine telkinde bulunan Ahmet nezaketen gülümsedi. Tam konuşacakken Refik Bey sözlerine devam etti.
“Ancak sizi bu yüzden çağırmadım. Gulyabani dosya adını taşıyan virüs hakkında yeni bir saptamamız var. Şu anda zararsız görünen virüs bildiğiniz üzere büyük bir data hacmine sahip. Şifrelenmiş olması sebebiyle içeriğini henüz çözemedik. Yine de deşifre ekibimiz ufak bir ilerleme kaydetti. Datanın bir davranış örüntüsü içerdiğine inanıyoruz. Yani eğitilmiş bir yapay zeka. Maalesef hangi konuda eğitildiğini çözemedik.”
“Bizim birimden daha hızlı çalışıyorsunuz, eh bizim ödeneklerimizle sizin sermayeniz zaten baş edemez ama bu bana bazen haksızlık gibi geliyor.”
“Ahmet Bey, işbirliğine her zaman açığız biliyorsunuz,” diyip yemeğinden bir lokma daha yedi Refik Bey. Yeterince çiğnedikten sonra lokmasını yutup devam etti. “Ayrıca daha ilginç bir saptamamız var. Gerçi sosyal medya bizden daha hızlı çözdü aslında”
“Ne demek istiyorsunuz?”
“Son zamanlarda Gulyabani gördünüz mü hiç?”
“Aslına bakarsanız ne demek olduğunu bile bilmiyorum.”
“Ah, mitolojik bir yaratık. Ölümle beslenen çürümüş yaşlı bir adam. Gezginlerin yolunu kesip onlarla güreşirmiş, kaybedenleri de öldürürmüş. Bilirsiniz, halk hikayeleri işte. Neyse, virüsün neden bu adı taşıdığını tespit ettik. Virüs bulaşmış SG çipleri, kullanıcılarına rasgele yerlerde ve zamanlarda gulyabani gösteriyor. Virüs bulaşan bütün çiplerde yok bu durum ancak gerçekleşen vakalarda çip faaliyetlerini incelediğimiz zaman virüs kaynaklı olduğunu tespit ettik. Kısaca bir sebepten Gulyabani gösteren bir virüs,” diyip gülümsedi Refik Bey. Ahmet’in kafasında yeni sorular oluşmuştu.
“Evet, aslında buraya gelirken bir tane de ben gördüm. Peki neden bazı insanlara gösteriyor dersiniz? Rastgele mi gerçekleşiyor?”
“Yapay zeka az önce bahsettiğim davranış örüntüsüne göre eğitilmiş olmalı. Belli ki gulyabani gören insanlarda, bu davranış motifini görünce bu kötü şakayı yapıyor. Mesela ayak serçe parmağını çok sık kanepe köşesine vuran insanlara görünüyor olabilir veya içine kapanık depresiflere… Bu manyakların neyi amaçladığını kim bilir? Ama bu şaka sayesinde internette de olay oldu. İnsanlar gulyabani görüntülerini paylaşıyorlar. Bununla ilgili sosyal ağlarda paylaşılan bir anahtar kelime bile var “#GulyabaniGördünMü”. Görenler ve görmeyenler konu üstüne bir sürü komplo teorileri üretiyorlar. Binlerce atıf var. Virüsü yazan kişi bir çeşit ünlü sayılır artık. Heh, tabi yakalanıp içeri tıkılırsa bu şöhret kendisine pek katkı sağlamayacaktır.”
“Buna şüpheniz olmasın,” dedi Ahmet kendinden emin bir biçimde.
* * *
Aradan bir ay geçmişti, anti-virüs şirketi deşifre konusunda çok ilerleyemişti. ve Gulyabani olayı gittikçe büyüyordu. Ahmet iki kez daha gördü iğrenç yaratığı. İnternette paylaşılan videolarda görülen ile birebir aynıydı. Kolektif bilgi birikimine katkı olsun diye kendi deneyimlediği görüntüleri de internette paylaştı. Gulyabani görmek bir çeşit havalı bir şey gibi görünmeye başlamıştı. Kimisi de virüsün yakında ölecek insanlara gulyabani gösterdiğine dair paranoyak bir teori geliştirmişti. Öyle ya da böyle virüs fenomen olmuştu. İnternette en çok aranan kelime gulyabani çıkmaya başlamıştı. Virüs dünyadaki SG çiplerinin üçte ikisine bulaşma becerisi göstermişti. Ama Gulyabani görenlerin sayısı bulaşma sayısına göre çok azdı. Yine de yazarı eseriyle gurur duyuyor olmalıydı.
* * *
Bir akşam Ahmet raporlarından birine gömülmüşken Refik Bey’den bir telefon geldi. Gulyabani adında bir videonun internette paylaşılmaya başladığını ve hemen izlemesini söyledi. Ardından telefonu kapattı.
Ahmet merakla video paylaşım sitesine girip videoyu arattı. Altı saat önce yüklenmişti ama şimdiden beş yüz milyon kişi tarafından izlenmişti. Elektronik olarak oluşturulmuş bir ses kısa bir mesaj iletiyordu.
“Gulyabani görüyor musun? Eğer gulyabani gördüysen davranış modelin bir pedofili ile aynı. İnanmıyor musun? Virüse yüklü olan davranış motifini herkes tarafından incelebilir şekilde açık olarak paylaştım.”
Videonun altında davranış motfinin içeren data dosyasının şifrelenmemiş halini içeren bir link paylaşılmıştı.
Ahmet balkona çıkıp bir sigara yaktı. Bulunduğu kat yeterince yüksek görünüyordu.
Çok başarılı buldum, tebrik ederim. Öykünün teknoloji, gelecek ve bilişim teknolojisine hakimliği kadar edebi yönü de başarılıydı. Verdiği mesaj da biraz sert olsa da toplumda kanayan bir yaraya işaret etmesi bakımından çarpıcıydı. Ben yine de tedaviye inananlardanım bu arada.
Bu seçkideki ilk öykünüz ama ilk öykünüz değil anladığım kadarıyla, kaleminiz gayet sağlam. Seçkiye hoşgeldiniz ve diğer seçkilere görüşmek dileğiyle…
Yüreklendirici sözleriniz için çok teşekkür ederim, farkettiğiniz gibi daha önce de öyküler yazmıştım. İlk defa seçkiye öyküye gönderdim ama gelecekte göndermeye devam etmeyi arzuluyorum. Sağolun.
Öykü başarılıydı. Üslubunuzu beğendim. Konu da güzeldi, sona yaklaştığımda sana bağlayacağınızı merak ettim. Beklenmedik ve yerinde bir son olmuş. İnsanın hatalarının bu şekilde yüzlerine vurulması etkileyici olmuş. Diğer seçkilerde görüşmek üzere.
Güzel sözleriniz için teşekkür ederim.
Aaa! Ne ara bitti?
Tam olarak bu tepkiyi verdim az önce. Tam da işler karışırken ve muhteşem bir kurguyla karşı karşıya iken bitiverdi Keşke biraz daha uzun olsaydı öykünüz.
Hikayenin bilimsel kısmını ustalıkla anlatmışsınız. Sade ve temiz, net anlaşılır bir dil kullanmışsınız. Bu da çok hoşuma gitti.
İşinize karışmak gibi olmasın, ama keşke biraz daha uzasaydı kurgu ve Ahmet ulaşsaydı bu sonuca. Mesela Gulyabaniyi görenlerin geçmişlerini falan inceleyerek. Murat Beyin aksine, pedofilide tedavi olduğuna inanmıyorum. Bu yüzden öykünün sonu beni rahatsız etmedi. İnsana, ‘Benim başıma gelse ne yapardım?’ dedirten bir son olmuş. Çünkü ben bir çoğumuzda, bu ya da buna benzer kötü eğilimler olduğuna inanıyorum. Fakat henüz farkında değiliz ya da bilinç altımızda saklılar. Acaba bir gün biz de içimizdeki kötü eğilimleri fark etsek ne yapardık diye düşünmeden edemedim.
Genel olarak kısıtlı bir beğeni kitlesine hitap etmeyen, herkesin zevk alarak okuyabileceği bir öykü olmuş.
Kaleminize sağlık