Öykü

Âlem İçinden

Bu Âlem’de nice keşifler yaptım, nice yerler gezdim ve diyarlar gördüm. Hepsinin de bir hikâyesi vardı. Tıpkı şimdi anlatacağım daktilo ve onun anlatıcısı olan benim hikâyem gibi.

Evden çok çok uzakta seyyahlık hayallerimi gerçekleştirmek üzere, Âlem’in en eski yerleşim yerlerinden olan devlerin topraklarında ilk maceralarımı yaşadım. Devlerin nesilleri tükeneli çok oldu. Onlardan kalanları kimse merak etmedi. Onlarla ilgili hikâyeleri kimse anlatmadı. Devler, Âlem’in insanları için, uzak bir geçmişte yaşamış, uzak bir ırktan başka bir şey değildiler.

Ben, tüm merakımla şimdi buradayım. Adım Efsun’dur. Belki de Âlem’in ilk kadın seyyahı ve araştırmacısıyım. Beni diğer insanlardan ayıran ve devlerin peşine bu topraklara getiren şey ölülerle iletişime geçebilmem ve birebir onların cesetleriyle konuşabilme yetimdir. Kendilerini bu özelliğimin yanında, altın vaadiyle ikna ettiğim bir grup mezar soyguncusuyla bu topraklarda geziniyorum.

Uçsuz bucaksız bu yemyeşil bozkırda, daha ilk günümde bir evin izlerini keşfettim. Hemen adamlarıma bölgenin sınırlarını çizdim, çadırları kurduktan ve hayvanları besledikten sonra zaman kaybetmeden kazmaya başlamalarını emrettim. Kazı sürdükçe değişik türde asalar, kazanlar, kimisi tunç kimisi kurşun olan çeşitli madenler ve ahşap yemek kapları ile kaşıklar çıkıyordu. Bu buluntuların boyutu, bizim kullandıklarımıza oranla biraz daha büyüktü. Bunun nedeni de devlerin boylarının bizim iki katımız kadar olduğudur.

Bugünlük kazının sonuna doğru yaklaşmışken, kazı notlarımı gözden geçiriyordum ki adamlarım ellerinde bir sandıkla heyecan içinde bana geldiler. Bu heyecanlarının nedeni sandığın içinden değerli maden veya madenler çıkmasını beklemelerinden başka bir şey değildi. Sandığı dört adamım zorla getirmişti ve sandık basit ama sağlam bir kilitle kapalıydı. Ama bu kilidi açmak adamlarım için çocuk oyuncağıydı. Sandığın kapağını yavaşça kaldırdım ve açtım. İçinden adamlarımı hayal kırıklığına uğratan bir daktilo ile yeşil bir defter çıktı. Merakım gittikçe arttı ve gülümseyerek,

“Bugünlük bu kadar yeter. Gidin ve dinlenin, çünkü yarın daha çok çalışacaksınız,” dedim.

Bu dev gibi adamlar birer çocuk gibi üzülerek çadırlarına doğru yol aldılar. Hemen defter ve daktiloyu incelemeye başladım. Tahminen yedi-sekiz yüzyıllık olan bu defter ve daktilo yaşlarına rağmen sağlamlıklarını korumuşlardı. Defteri aldım ve okumaya başladım, bu defterde yazanlar tahmin ettiğim çoğu şeyi doğruluyor ve beni daha da derin bir merak kuyusunun içine atıyordu. Âlem’in ortak dilinde yazılan bu yeşil defter benim ilk ciddi dönem kaynağımdı. Bir büyücüye aitti ve bu daktilonun tüm gizlerini açıklıyordu. Bu büyücünün cesedini bulup onunla konuşmak için can atıyorum.

Defterde yazan şeyleri anlatmaya çalışmayacağım olduğu gibi sizinle paylaşacağım ki okurken benim hissettiklerimi hissedin.

“Benim adım, Ehran. Zamanın sıradan büyücülerindendim, bir kuşak önceki ustam olan Rahn-i’yi kılıcımla doğradım. Ustam biz büyücüler ve hatta Âlem içindeki en hünerli büyücülerdendi. Ama kılıcım ustamın kanı ile yıkanırken ve ihanetin keskinliği onun zihnini paramparça etmişken onun o kadim büyüsü hiçbir işe yaramadı.

Bu ihanetin sebebi sonunda sizin de bana hak vereceğinizi düşündüğüm, hak vermezseniz de umurumda olmayan, bu sandığın içine koyduğum büyülü daktiloydu. Bu daktilonun zihinlere durgunluk veren alametifarikası ise yaratma meziyetine sahip olması idi.

Daktilo öylesine bir aletti ki onunla yeni canlılar yaratabiliyordun. Devler, insanlar, hayvanlar, garibeler ve Âlem’de ne kadar canlı varsa bu daktiloya yazarak yaratabiliyordun. Ama en nihayetinde bu canlılar, daktiloya yazıldığı kadar canlılardı. Asla gerçek bir bilincin yerini tutamazlardı.

Daktiloyu aldığım gibi biz devlerin yaşadığı topraklardan çok çok uzağa, bu kulübeye yerleştim ve kendime yeni bir âlem yarattım. Cariyelerden, kölelerden, hizmetçilerden, savaşçılardan ve kendi zihnimden çıkmış karanlık canlılardan oluşan bir zevk diyarıydı bu. Kendi krallığımda bir kraldım ve yaratıcılığım geliştikçe krallığımın sınırları da gelişti.

Doksan yıl bu dünya benim için gerçeğin yerini tuttu. Sonra yaşlandım, yaratıcılığım söndü ve yarattığım her canlıyı infaz ederek topraklarıma gömdüm. Bu topraklar benim kullarımın, yaşarken de ruhsuz olan ölü bedenleri ile dolu. Ey gezgin kişi, bu topraklarda bulabileceğin tek şey budur!

Ve ben şimdi ölümü beklerken, bunları yazıyorum çünkü yalnızım yaptıklarımın ve ismimin devler tarafından ya da o küçük insanlar tarafından bilinmesini istiyorum. Daktiloyu da büyüsünü kırıp buraya gömüyorum ki hem benim yaşadığım zevki kimseler yaşamasın hem de benden bir parça geleceğe ulaşsın.

Adım, Ehran. Âlemlerin tüm tanrıları ve canlıları şahit olsun ki yaptığım her şeyden, ustamı öldürmekten, yaratmaktan, yalnızlıktan ve tanrı gibi hissetmekten daimi bir zevk duydum ve bundan hiçbir zaman pişmanlık duymadım.”

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Avatar for hilay hilay says:

    Farklı bir konuyu oldukça farklı kelimelerle anlatmışsın. Sonunda karakterin de daktiloyu kullanacağını düşünmüştüm büyüyü kırma kısmını okumadan once. Ama sonradan fark ettim ki böyle olması hikayeye çok farklı bir tat katmis. Ben çok begendim. Eline sağlık :blush:

  2. Teşekkür ederim, beğendiğinize sevindim.

  3. Anlatımı çok beğendim, garip bir şekilde o işçi kadrosunun içinde buldum kendimi. Güzel sürüklendim. Yeni hikayelerde buluşma ümidiyle :raised_back_of_hand:t2:

  4. Teşkkür ederim Yezdancım :metal:t2:

  5. Öncelikle yazdıklarınız için elinize sağlık demek istiyorum ki bu sayede aşağıda anlatacaklarımı biraz olsun bağışlamanızı bekliyorum… Bence öykü yarım kalmış gibi görünüyor ya da kahramanımızın yazmaktan vaz geçtiğini belirtmeliydi-Kimseye ne yapması gerektiğini söylemek haddim değil ve haddimi aşmadığımı umuyorum- büyücünün cesedini aramaktan vaz mı geçti yoksa okuduklarından mı ürktü… Bir başka konu da böyle bir aleme daktilo ne kadar gereklidir. Üstelik dört adamın zorlukla taşıdığı bir sandıktan çıkan daktiloyu hayal etmekte zorlanıyorum. Bence bir hokka ve bir tüy daha kolay olurmuş yazmak için. Neyse saatin gece yarısını geçtiği bir vakitte yazılan eleştiri kırıcı olmamıştır umarım. Nasıl derler bilirsiniz "her ne kadar sürçi lisan ettikse affola

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

Yorum Yapanlar

Avatar for OykuSeckisi Avatar for azizhayri Avatar for gundoanince Avatar for hilay Avatar for yezdanresberoglu

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *