Öykü

Terapi

Gözlerini açtı. Kafasında canlanan ufak kesitlerden hareketle yine öncekilerine benzer bir rüya gördüğünü anlayabiliyordu. Gözlerini odanın kapısına yöneltmesiyle kafasında rüyaya ait bambaşka bir kesitin ortaya çıkması bir oldu. Kapının önünde ağlayan bir çocuk duruyordu. Alevler odayı kaplıyor, çocuğun ‘Anne’ çığlıkları alev çatırtılarını bile bastırıyordu. Bu kesit, rüyayı tamamen farklı bir boyuta taşımıştı. Alevler, duman kokuları ve yanan ev gecelerini daima dolduran bazı rüya parçalarıydı ama bir insan ilk kez bu rüyalara dahil olmuştu. O kişi, kendi çocukluğuydu.

Gerçek miydi bu? Bir yangın olduğunu hatırlıyordu ama gerçekten bir odada yalnız başına böylece ağlamış mıydı, yoksa bunları sadece kafasında mı canlandırıyordu? Tüm bu soru işaretleri zihnini saniyeler içerisinde o kadar büyük bir hızla kaplamıştı ki, bir süredir hissetmediği üzüntü ve panik tekrar içini doldurdu. Gözleri tamamen kapıya odaklanmış halde ağlamaya başladı. Birkaç dakika sonra ağlamayı bıraktı ve kulağında o sesi duydu: “Rüyalarının her biri bambaşka anlamlar taşıyor. Şimdi lütfen yatağından kalk, bir masaya geç ve konuşalım.”

Kalktı, yüzünü yıkayıp mutfaktaki masaya oturdu. Ardından boşluğa bakarak “Hazırım” diye seslendi. “Öyleyse, öncelikle senden gözlerini kapatıp matruşkaları canlandırmanı istiyorum.” cevabını duydu. Gözlerini kapadı. İlk başta sadece karanlık vardı. Sonra karanlıkta dev matruşka bebeği belirdi, ama bu en büyüğü değildi. Bu, ondan bir öncesiydi. Matruşka açıldı ve bir küçüğü çıktı, ardından bir küçüğü daha diğerinin içinden çıktı. Sonra, bir anda küçük matruşka gözlerinin önünden kayboluverdi ve yerini anı kesitlerine bıraktı. Annesinin gözlerine bakıyordu. Onun kucağındaki minicik bedenine yeniden girmiş gibi hissetti bir anlığına. Evlerinin yanındaydılar. Annesi bahçedeki çiçekleri ona tanıtıyor, ne kadar güzel olduklarından bahsediyordu. Sonra birlikte çimenlere oturup çiçekleri kokladılar. Çocuk kokuya bayılmış olsa gerek, burnunu üzerlerinden alamıyordu. Anne, çocuğa bakıp neşeyle gülmeye başladı.

Onun yüzünde de kocaman bir gülümseme belirdi. Gözlerini açtığında hâlâ mutfakta duruyordu. Böylesine güzel anıları hatırlayabilmek, kötü rüyaların ardından hissettiği üzüntüyü dindirebilen tek şeydi. Yalnızca kötü olaylar yaşamadığını, hatırlayamadığı birçok güzel olayın da var olduğunu ve hatta, belki de kötü olaylardan çok daha fazla olduklarını fark etmek iyi hissettiriyordu. Öyleyse niye geceleri yalnızca kâbus görüyordu? Neden iyi anıların simgelediği rüyalardan da göremiyordu ki?

Hatırladığı güzel anının onda bıraktığı iyi hisler de o an kayboldu. Boşluğa bağırdı: “Geçmişe dönmeme yardımcı olabiliyorsan niye kötü anılarımın ne anlama geldiğini de bana hatırlatamıyorsun ki?”

Ses: “Anılarını sana hatırlatan ben değilim, ben yalnızca bir aracıyım. Bu kâbusları ilk görmeye başladığın zamanlardan beri seninle beraberim. Sen fark etmiyor olsan da, ben büyük bir ilerleme kaydettiğini düşünüyorum. O günlerde bu kâbuslar değil, yakın bir gelecek kötü hissetmene sebep oluyordu. Hatırlıyor musun?

“Hatırlıyorum” dedi. Üç yıl önce bir yangında ailesini kaybettiği için duyduğu üzüntü, şimdi yerini bir kabullenişe bırakmıştı. Artık her geçen gün kendi zihninde daha da geriye gidip tüm kötü anılarının bıraktığı izlerle mücadele ediyordu. Bu sefer bağırmadan, hatta fısıldarcasına söylendi: “Yeni terapi yöntemi derler bir de! Güya beynimden sinyal alan bir mekanizma ile çalışıyor ama bir yıldır çözemedi derdimi…”

Kulağındaki minik çipten çıkan ses de ona fısıldayarak “Ne kadar sessiz de konuşsan, hatta hiç konuşmasan bile seni duyabildiğimi biliyorsun.”

“Evet, biliyorum.”

Kahvaltısını yaptı, işe gitmek üzere evden çıktı. Yolda yürürken çipi ilk edindiği zamanları düşünmeye koyuldu.

İki buçuk yıl önce kendisine travma sonrası stres bozukluğu tanısı konulmuştu. İlk başlarda en belirgin tanısı bu gibi gözüküyor olsa da ilerleyen zamanlarda komorbidite, yani eş tanıların da travma sonrası stres bozukluğuna eşlik ettiği görüldü. Depresif semptomlar gösteriyor, bazı işitsel halüsinasyonlara tanıklık ettiğinden bahsediyordu. Bir ameliyat odasında, kafasına bir iğne ucu büyüklüğünde elektrotlar yerleştirilip kulağına da bu elektrotlara bağlı bir çip takıldığından beri bu ses hayatının her noktasında onunla birlikteydi. Dışarıdaki kimse onun kulağındaki çipi umursamıyordu, çünkü çoğu insan bunlara bağlı yaşamaktaydı. Bir anlığına son kurduğu cümleyi düşündü: “Bu minik çip onlara mı bağlıydı, yoksa onlar mı bu çipe bağlanmışlardı? Emin olamadı. Minicik bir çipin insanlara terapi adı altında neler yaptığına şaşırdı. Etrafına baktı. Yanından geçen, bir bankta oturan, koşan her bir insanın kulaklarına baktı. Birkaç kişi dışında herkesin kulağında o çiplerden vardı. Eğer üç yıl önce ona kendi isteği dışında bu çip takılmamış olsaydı acaba o da bunlardan bir tane edinir miydi? “Sanırım edinirdim.” deyiverdi kendi kendine. Sonuçta terapi işlevinin böyle bir araca indirgenmesi insanlara cazip geliyordu. Bilişsel-davranışçı terapi, psikanaliz, metakognitif terapi, farkındalık terapisi, emdr… Artık her bir terapi yaklaşımı bir çipteydi. Çip, beyin dalgaları yoluyla insanın düşüncelerini işlemleyip en uygun yaklaşımı kullanmaya çalışırdı. Kendisini düşündü. Son birkaç aydır galiba psikanalizden geçiyordu. Matruşka bebeklerini kafasında canlandırıp durmadan geçmişe inmesini ve çipteki sesin sürekli ona rüyaların sembolize ettiği şeylerden söz etmesini hatırlayınca bu gayet mantıklı gözüktü. Bugün ona hatırlattığı anıyı tekrar düşündü, gülümsedi. Annesiyle beraber evlerinin çiçekli bahçesinde dolaştığı günlere geri dönebilmeyi diledi. Sonra, beyninde bir şimşek çaktı: “Çiçekli bir bahçe mi?” dedi. Birkaç gün önce, yine annesiyle beraber evden pencerenin dışına baktıkları o hatırayı düşündü. Evlerinin önünde bir bahçe yoktu ki o zaman. Sonra, defalarca kez hatırladığı o anılardaki anneyi aklına getirdi. Gördüğü gözleri düşündü. Yeşil gözler. Önceki hatıralarında gördüğü gözleri hatırlamaya çalıştı ama kafasında büyük bir acı hissetti. Sanki bir şey onu engelliyor gibiydi, ama direndi. Tek bir anı kesiti de olsa hatırlayabilmek için zorladı kendisini. Etraf renklendi, aylar önceki bir anı gözlerinin önünde belirdi. Bambaşka gözler vardı karşısında, fakat ona anne diyordu. Sonra kulağında sesi duydu: “Daha fazla zorlama kendini. Gördüklerin doğru değil, sahte anılar yaratıyorsun…” Daha önce de çipin ona sahte anılardan bahsettiğini hatırlıyordu. Ne zaman bir şeylerden şüphelense sebebini anıların zihninde değişmesine bağlayan bu sese artık inanmak istemiyordu. O anılarda yer alan bebeğin, çocuğun, gencin kendisi olup olmadığını bile bir anlığına sorguladı. Korkuyordu.

Yürümeye devam etti. İş yerine yaklaşmışken yakın bir arkadaşıyla karşılaştı. Birlikte sohbet eşliğinde yürümeye koyuldular. “Az önce garip bir şey geldi aklıma.” dedi arkadaşına. Arkadaşı da bir çip kullanıcısı olduğu için bunları ona anlatabileceğini düşündü. “Sabah çip aracılığıyla hatırladığım anılar sanki bana ait değilmiş gibi hissettim.” dedi. “O anının içinde ben olduğunu düşündüğüm çocuk bile ben değildim sanırım.” Arkadaşı bir süre konuşmadan bekledi. Konuşmak istiyor ama nasıl başlayacağına bir türlü karar veremiyor gibi bir hali vardı. Sonra “Şu sıralar birtakım gariplikler benim de dikkatimi çekiyor aslında.” dedi. “Kendime dair bazı yanlış düşüncelerim olduğu için iyi hissetmiyordum uzun zamandır. Çip, bilişsel-davranışçı bir yaklaşımla bana düşüncelerimi düzeltmem için yardımcı oluyordu. Fakat son zamanlarda var olan düşüncelerimi düzeltmeye değil, bana hiç aklıma bile gelmeyen düşünceler aşılamaya çalışıyormuş gibi geliyor. Dün, çalışmayı çok sevdiğim gibi bir düşünceye kendimi inandırmam için bunu bana defalarca tekrarlattı. Hatta bir ara benimle devletin yaptıklarını onaylamam için neredeyse kavga ediyordu.”

“Garip.”

“Evet, öyle. Daha da garibi, en başta bana anlattığı bazı düşüncelerle alay ederken haftalar sonra bunların bana mantıklı gelmeye başladıklarını fark ettiğim oluyor.”

“Diğer insanlar da bu gariplikleri yaşıyor mudur sence?”

“Bilmiyorum. Bu sesten kurtulmak istiyorum sadece kimi zaman.”

Tam iş yerinin kapısına geldikleri sırada arkadaşı kafasını tutup bekledi. Yüzünden çok acı çektiği anlaşılıyordu. “Bir kenara oturmamı istiyor” diye bağırdı. Arkadaşının kolundan tutup bahçedeki banklardan birine oturdular. “Çipi çıkar ne olur… Beni bambaşka birine dönüştürecek..” diye bağırıyordu arkadaşı. Ne yapacağını bilemedi. Arkadaşı bağırıyor, artık ona yalvarıyordu. Kulağındaki çipi sökemezdi ama kafasındaki elektrotları almak belki işe yarayabilirdi. Saçlarının arasında gizlenmiş yedi elektrotu çıkarmaya karar verdi. Birincisini, ikincisini, üçüncüsünü…ve nihayet yedincisini söktü. Sonuncusunu söktüğü gibi arkadaşı yere yığıldı. Nefes almıyordu.

* * *

Yıllar içerisinde insanlara neyin iyi gelebileceğiyle ilgili hep bir yanılgıya düşülmüştü. Bu yanılgı aslında iktidarın değil halkın yanılgısıydı. İktidar bundan kazanç sağlıyor, halk zarar görüyordu. Bundan yüz yıl önce nöroleptik ilaçlar insanın üzerinden tüm sorumluluğu alıp bunları beynin kimyasına yüklerken şimdi de insanlara her an ulaşan bir çip-terapi onların tüm dertlerini ellerinden alan bir yapı haline dönüşmüştü. Tamamen güçsüz, iradesiz bir canlı haline gelmişti insan. Oysa kişinin kendi çabası ve rızası olmadan psikolojik iyilikten de söz edilemezdi.

Fakat bunu kim düşünüyordu ki? Bir insan, arkadaşı ve belki bir avuç insan daha.

* * *

Arkadaşının yanına uzandı. Kendi kafasından söktüğü her bir elektrotla birlikte zihninde bir matruşka kırılıp içinden yenisi çıkıyordu. Yedincisini çıkarırken en küçük matruşka da kırıldı. Gözleri kapandı. Nihayet hepsinden kurtulmuştu.