Öykü

Üç Ölüm

Gören:

Karanlığı parlatan ayak sesleriyle doğruldu yerinden. Geniş caddeyi aşan gürültü ara sokaklara dalıyor, aradığını bulamayınca birinden çıkıp bir diğerine göz atıyordu. Ölümün peşindeydi ses. Biri önde öteki arkada iki adamın son noktasına doğru yankılanıyordu duvarlardan. Bitiş çizgisine ulaşmak isteyen tazıların açlıktan yapışmış mideleriyle bekledikleri etin kokusuydu bu çığlıklar. Hızlı bir ölüm. Tanrıyı çok yormayan türden.

Yaşlı adam pencereye yaklaştı. Kenardaki çöp konteynırlarının etrafında tembellik eden kediler kadar meraklıydı. Kafasını dışarı uzatmış, sesleri görmek istercesine kulak kabartıyordu. Çıkmaz sokağı gören köhne otelin daimi müşterisi olarak ölmekteydi. Yedi yıl önce yerleştiği bu yerle birlikte zamana yeniliyordu. Geldiğinde birazı dökülmüş duvar boyası şimdi iyiden iyiye kaybolmuştu. Çıplak betonun soğuk grisi gibiydi artık. Ne beyaz ne siyah, ne canlı ne ölü…

Ölüm çıkmaz sokakta buldu aradığı nefesi. Bir silahın üç ağır sesiyle yere yığıldı. İlkinde aksadı, ikincide çöktü, yankılanan ölüm bekledi bir süre ve üçüncüsünde sustu . Kediler kaçıştı sağa sola. Çöp yığınlarından sesler yükseldi cinayeti haber vermeye. Bir tabak biraz daha kırıldı. Bir konserve kutusu yuvarlandı. Yaşlı adam da öyle. Pencerenin ardına gizlendi. Zamanlama hatası yahut merakın kediyi öldürmesinden, önde koşanla göz göze gelmişti. Yine de emin olamadı. “Gördü mü acaba?” diye geçirdi içinden, kalbini susturmaya çalıştı. Sanki kalp atışları ele verecekti onu.

Öldüren:

“Neredeyse iki saattir tek yudumluk biraya can çekiştiriyor. Kafasına dikip oradan ayrılmamak için kasıtlı yapıyor sanki. Burada olduğumu sezmiş olmalı. Geçen gecelerde bu kadar uzun kalmıyordu.” söylendi kendi kendine. Kahvesi soğumuş, şerbet gibi bir hal almıştı. Üzerine yapışan huzursuzluğu buna bağlamak istedi. Dudağını ısırıyor, tek eliyle masanın üzerinde ritmik sesler çıkarıyordu.Ölüm dansının hareketlerini düşünüyordu. Kimsenin olmadığı bir yerde çalmalıydı şarkısı.

Güzel bir sabaha uyandığı zamanları hatırlamıyordu bile. Arada aklına gelince onların gerçek mi yoksa mağaza önlerindeki televizyonlardan şeyler mi olduğunu düşünüyordu. O gece gidecekti. Dünyadan emekli olacaktı. Kan kokuyordu , kanalizasyonlardan insan parçaları akıyordu. Havaya karışıp ciğerlerine doluyordu artık. Cinayetlerini tekrar yaşıyordu böylece. Sigara ve kokainle bastırıyordu kendini, yağmurla karışan ölümlerini.

Eski dinamikliğini kaybetmişti. Bu genç adamla yakın bir mücadeleye girmeyi düşünemiyordu bile. Biraz işi biliyorsa onu haklaması kaçınılmazdı. Altıpatlarına dokundu usulca.Epey ses çıkarsa da temiz bir ölümün beş harfini gizlemişti içine. Kalan bir mermilik boşluk şanstı. Ölümün durup soluklandığı ana denk gelirse kaçar giderdi artık. Bir süreliğine…

Bar dünyaya açılıyordu. Kokuşmuş hayatın parlayan neon ışıklarına, apart dairelerin hayvani çığlıklarla inleyen sevişmelerine ve her adımında üzerine sinen yalnızlığı haykıran kaybetmişlere ev oluyordu. Dışarı adım attığında yüzünü ekşitti. Genç adam yedi metre ilerde durmuş sigarasını yakıyordu. Siper ettiği elinin titremesine dikkat etti. Biliyordu orada olduğunu genç adam. Sabırlıydı öldüren. Sigarasını yakışını, kibriti havada savurup söndürdükten sonra karanlığa fırlatışını ve ilk nefesini almasını bekledi.

Art arda yürümekteydiler. Genç adamın ellerindeki korku; elektrik akımı gibi vücudunda izler bırakarak ilerliyor, turunu tamamlayıp sigara dumanıyla terk ediyordu. Adımlarındaki aksaklıklar çoğalmaya başladı. Aniden durup bir yavru kediyi sevdi. Öldüren içinden saydı. “Bir… iki… üç…” ve genç adam hızla ara sokağa daldı. Yılların tecrübesiyle sezdi korkunun o boğaza yapışan tadını öldüren. Gözlerdeki ani büyüme, kalp çarpıntısı ve en vahşi duyguların bacak kaslarını iten gücü… görmeden bildi bunları. Bir umut kaçabileceğini düşünmüştü. “Haydi bakalım.” derin bir nefes aldı ve koşmaya başladı.

Ara sokakların uzun boşluğunda yarışıyorlardı. Öldüren peşi sıra bir sokağa dalıyor, oradan yine bir başkasına ilerliyordu. Kenarda sevgilileriyle ön öpüşmelerini yapan çocuklar ayak sesleriyle dönüp bakıyor, ortamı mahveden bu ikilinin arkasından küfürler yağdırıyordu. Bir ara birisinin ağır sözlerine dayanamayıp durdu öldüren. Bir kaç saniyelik bakışı çocuğun ölümü sezmesine yetti. Soluk soluğa kalmıştı, sık sık ve derin nefesler alıyordu. Ancak heyecana dair hiçbir belirti yoktu görünüşünde. Sabah koşusuna çıkmış bir beyaz yakalı kadar sakindi.

Daha önce birçok kez dönüp dolaşıp ezberlediği sokaklar yerini söylemiyordu genç adamın. Durup dinlendiği sırada uzaklaşan ayak seslerini kaybetmişti. Herhangi bir araç sesi de duymamıştı. Onun nefesini soluduğundan emindi oysa. Bir köşede saklanıyor olmalıydı. Karnına yerleşen ağır bir demir boruyla sarsıldı. “Düşündüğümden çelimsizmiş.” geçirdi içinden. Fırlayıp giden genç adamın ardı sıra koşmaya devam etti.

Geniş caddeye çıkmışlardı. Apartman önlerine konmuş çöp yığınlarını, çöpçüleri geçerek ilerliyorlardı. Bu kadar uzun sürmemeliydi. Korktu birden. Kimsenin görmemesi gerekiyordu. Nefes nefese koşuşturmacanın sonlanmasını istiyordu artık. Bu son ölüm olmalıydı. Bırakmak istiyordu.

Girdiği sokağın çıkmazında umutsuzca duvara doğru koşuyordu genç adam. İki kez ateş etti. Üçüncüsünde mantarın boş kısmına gelmişti silah ancak çok geçti. Şans artık kendini kaybetmişti.Bıraksa bile ölüm usulca yakalayacaktı ruhunu. Son defa bastı tetiğe.

Bitmesi gerekiyordu ölümün. Tatlı rüzgârın onu sarmalayıp, öpücükler kondurarak geçmesi gerekiyordu yanından. Ancak yakıcı barut kokusuydu tek fark. Hâlâ aynı duygu dolaşıyordu zehir gibi vücudunda. O sırada hissetti öldüren. Bir kalbin hızla atışını hissetti. Kapadı gözlerini duymak için. Birden kafasını kaldırdı. Sol bina yedinci kat. Acele edip çıkmalıydı. Bir kaç dakika sonra her şeyi keşfedecekti gören. Sinirle iki elini yumruk yapıp kendine vurmaya başladı. Silahı kafasına dayadı ancak korkunç acı gerdi kaslarını. Kol damarları onu öldürmemek için kan pompaladı. Bırakmak istiyordu. Yılların acısını orada bitirmek, gitmek istiyordu. Dudağına doğru inen yaşları susturmak istedi.Yapamadı. Otelin giriş kapısını aradı. Yok etmeliydi onu.

Ölen:

“Gözleri tıpkı babası…” denmişti doğduğunda. Bunun gerçek olacağını, ölüm geldiğinde oğlunu sıradaki kurban edeceğini, kim bilebilirdi? Sır o gece el değiştirdi. “Kaç!” diye bağırmıştı babası son bakışında. Bir daha duramayacağını, durduğu zaman da öleceğini bilse belki orada teslim ederdi kendini.

Oğluyla otoparkta yakalanmıştı sır sahibi. Orada yok etmek için haftalarca çalışmıştı öldüren. Şimdi biraz ilerisinde yeryüzünden silinmiş olmalıydı sır. Bir süre beklemiş, gözlerini kapamış ve derin bir nefes almıştı. Aradığını bulamamıştı ruhunda. Sır hâlâ bir vücuttaydı, canlıydı. Sırrın genç adama döndüğünü anlayınca öfkeyle bağırmıştı.

Ölüm karşısında, babasını yere seren silahta, onu bekliyordu. Asansörün tiz sesiyle kendine gelmişti. Hızla içine atladı ve kapı kapanırken otoparkın soğuk betonunda yatan babasına son kez baktı. Kapı kapandıktan sonra iki kurşun kapıda tok sesler çıkarmıştı. Arabanın olduğu kata çıktı.

Öldüren şansını arabasıyla otoparkın çıkışına ilerleyen genç adamda iki kez daha denedi. Mermilerden biri kulağını sıyırmıştı, diğeri arabaya isabet bile edemedi. Ölüm ileri bir tarihe ertelenmişti.

İstisnaların rastlama ihtimalidir insanı yaşatan. Ölüm ortalıkta yoktu. Umutlanmıştı genç adam geçen günlerin huzurunda . Belki de ölüm bir şekilde silinmişti yeryüzünden. Sırrı almadan gittiğine inandırmak istiyordu kendini. Çevresini kontrol ediyordu ölümü duymak, görmek için ama yaşamdı işte günlerce doğup batan Güneş ve ona dahildi.

Gerçek kaçınılmaz sondur ve huzurlu değildir. Genç adam her zaman yaptığı gibi akşamları bara gitti usulca. Bira içti sessizce. Değiştirmedi sıradanlığını. Ölümü şaşırtmaya çalışmadı. İyice silinmişti kafasından ölüm. Bir hafta olacaktı o gün de geçseydi. Kapıdan içeri attığı ilk adımda ölümü sezmeseydi yahut bardan çıktığında ölüm düşmeseydi ardına.

İnsan bir hatalar bütünüdür. Bardan dışarı attı kendini. Bir kaç metre yürüdükten sonra arkasından uzayan gölgeyi gördü. Çıkarıp bir sigara yaktı. Korktu köşedeki yavru kediyi bir daha göremeyeceğinden, son sigarasını içiyor olmaktan ve parlayıp sönen bir kibrit haline gelmekten. Kalbi çatlayana kadar koşmak istedi. Tüm vücudu titriyordu.

Mağlup olmaktaydı koşmaya başladığında. Yalnızca ölümü yaklaştırıyordu. Bir sokaktan diğerine geçiyor, deneydeki farenin peynire ulaşması gibi yolları adımlıyordu.

Bir köşeden dönünce öldürenin ardında olmadığını anladı. Yolu şaşırdığını ya da tökezleyip onu kaybettiğini düşündü. Hızla etrafına baktığında üzeri kanlı, paslı bir demir boru çarptı gözüne. Sıkıca kavradı boruyu. Adımlarını dinledi ölümün. Gölgesinin uzayışlarını izledi. Birden geçirdi demir boruyu ve koşmaya devam etti.

Ana caddeye çıkmışlardı. Harcanmış mutlulukları süpürüyordu çöpçüler. Güzel bir akşam yemeğinden artan şarap şişelerini, yeni doğanların pislettiği bebek bezlerini ve doğa yürüyüşlerinde eskimiş spor ayakkabıları yenileri için temizliyorlardı. Kendine yeni bir yaşam arıyordu genç adam. Bir sokağa girip atlatacaktı ölümü. Yaklaştığı ara yollara göz atıyordu. Zarlarını sallıyordu orta yere. Öldürenin ayak sesleri uzaklaşıyordu. Epey yorulup peşini bırakacaktı eğer bir sokaktan dönüp kendini kaybettirebilirse.

Kahkahalar atıyordu artık. O gün ölüm üzgün ayrılacaktı. Hızla yanından geçtiği tek tük insanların garip bakışlarından delirdiğini sandı. İlerde tenha bir sokak kestirdi gözüne. Sokağa girdiği esnada istemsiz kafasını kaldırdı ve yaşlı iki çift göz gördü sönük bir ışığın pencere kenarında. Tekrar önüne döndüğünde karanlık duvarın soğuk nefesiyle karşılaştı. Durmadı. Koşmaya devam etti tereddüt etmeden. Duvarı yıkıp geçecekti. Başka türlüsünü düşünmedi.

Kötü bir ses sığındı kulaklarına. Diz kapağını parçalayıp geçti. Duvarı aşacaktı. Ölüm sokakta bitiyordu. Ardı yaşamdı. Kaçışan kedilere son kez bakıp gülümsedi. Diğer bacağına gelen kurşunla yığıldı yere. Sürünmek istedi. Üçüncü seferde patlamamıştı silah. Hâlâ şansı vardı kaçmak için.

Bekledi bir süre ölüm. Sonra salladı tırpanını. Son kurşun kafasına rastladığında iki eliyle yığın halindeki vücudunu hareket ettirmeye çalışıyordu.