Öykü

Manolya

“Doktor Hanım, hastanız geldi.”

Çabbarubak Devlet Hastanesi’nde çalışan Dr. Sevgi Hanıma, bu çağrı aynı hastanedeki Hemşire Ali Bey’den gelmişti. Sevgi, hızlı hızlı odasına girdi. Karşısında anormal şekilde karnı olan, yirmi beş yaşlarında bir kadın görünce şaşırmıştı. Hamileydi ancak karnındaki çatlaklar çok büyüktü.

“Sen bugüne kadar nasıl bekledin?” diye sordu karşısındaki kadına. Arkasına “Yürüyün çabuk ameliyathaneye!”

İşte o zaman, o dakikalarda, ameliyathaneye giderken Manolya dünyaya gelmek üzereydi. Annesinin aklında hâlâ o kötü gece vardı. İstemediği o kötü gece.

O gece, köyde motoruyla beraber köy bakkalına gitmişti. Babaannesi ondan üç tane ekmek istemişti. Bakkaldan babaannesine aldığı ekmekleri götürürken önüne anice bir şey göründü. Motoru, hiç kimsenin olmadığı bir yerde, sağa doğru kırmıştı. Bilinci yerindeydi. Ensesine soğuk bir el dokundu. Hafiften değişik bir biçimde ıslaktı.  Onu ensesinden yukarıya doğru kaldırdı. Bağırdı “Bırak beni yere!” diye. Ama bırakmadı. Onu kendi aracına götürdü.

Araç çok büyük bir uzay aracıydı. İçine girdiğinde bunu anlayabiliyordu. Bir masaya yatırıldı. Yatırıldığı an arkasına döndü ve yüzü gördü. Bu kesinlikle insan değildi. Yanakları daha tombul, omuzları aşağıda, gözleri küçük ve çenesi yoktu. Onu soymaya başladı. Karşı gelmeye çalışıyordu, fakat normal insandan daha güçlüydü. Ayaklarıyla tekme atmaya çalıştığında pantolonu yırtılmıştı. Kurtuluşu yoktu. Ağladı, derin derin ağladı tecavüze uğrarken…

Ertesi gün kendisini evinde buldu. Nasıl geldiğini hatırlamıyordu. Uyanır uyanmaz değişik bir koku hissetti ve midesi bulandı. Lavaboya doğru koştu. Kustu. Kustuktan sonra elini yüzünü yıkayıp aynaya baktı. Baktığında karnı şişkindi.

Bu karnındaki şişliği bir kaç gün saklayabildi. Daha sonra babası o karnı farkettiğinde onu kemerle dövmüştü. Hastane’ye röntgene gittiklerinde doktorun ona dediği tek bir şey vardı. “Bir aylık hamilesin.”

Halbuki tecavüze uğrayalı üç gün olmuştu.

Babasıyla polise gittiğinde polis, onların dalga geçtiklerini düşünmüştü. Başından göndermişti. Kimse onlara inanmamaktaydı. Onun hamile olduğu köylünün ağzında çoktan laf olmuştu.

* * *

“Yakını falan yok mu bu kadının ya!” diyerekten seslendi Doktor. Ancak hemşiresinden olumsuz cevap almıştı. Doğuma devam etti. Kadının yakarışları hastaneyi bırakın neredeyse Çabbarubak’ı inletiyordu. Son inlemelerden sonra Manolya artık dünyaya gelmişti. Normal doğum yapan bebeklere nazaran beş yaşındaki bir bebeğe benziyordu. O anda hastabaşı monitöründen ince ve uzun bir ses gelmeye başladı.  Annesinin onu doğurduktan sonra ölmüş olduğunun sesiydi bu.

* * *

Manolya normal bir bebekten daha hızlı büyümekteydi. Her gün, onun için bir yaş demekti. Günden güne bu onu devlet yurdunda kendisini yaşıtlarından ayırmaktaydı. Her gün yanına görüntüsünü almak için ayrı bir gazeteci geliyordu. Bir gün sonra yürümeyi, oturmayı ve konuşmayı az çok öğrenmeye başlamıştı. Doğumundan üç gün sonra ise sekiz yaşındaki bir çocuk gibi okumayı ve yazmayı öğrenmişti. O çok değişikti. Dünyanın dört bir yanından ziyaretçisi geliyordu Allah’ın, Tanrı’nın mucize çocuğu diye.

On iki gün sonra onunda aynı annesi gibi karnı şişmeye başladı. Bu durumdan işkillenen yurt müdürlüğü onu hastaneye götürdü. Hamileydi. Gün ve gün kendisi büyürken, karnındaki bebekte büyüyordu. Kimseden hamile kalamazdı o küçücük yaşında. Matruşka misali kendisinden oluşma bir kız çocuğu gelecekti dünyaya. Çocuğun genetik dizilimi kontrol edildiğinde Manolya ile aynıydı.

* * *

Doğumundan yirmi bir gün sonra, kendisinin karnı çok büyümüştü. Manolya’nın sancıları artınca yurt müdürlüğü tarafından hastaneye kaldırıldı. Çok ağrı çekiyordu. Aynı annesi gibi. Ameliyathanede kızını doğurduktan sonra hayatını kaybetti. Kızı öylece ağlıyordu. Masumca. Kendi başına gelecekleri bilmeden…

Atakan Güngör