Öykü

Duvar

Elçin telefonu çaldığında ne kadar zamandır çayını karıştırdığını bilmiyordu. Birkaç gündür yaptığı gibi o gün de mutfak masasına oturup bir şeyler atıştırmış, dışarıdaki güneşli havaya, baharın gelişine inat yüzünü duvara dönmüş, gözlerini koyu renkli minik bir lekeye dikmişti. Leke ne kadar zamandır oradaydı, nasıl oluşmuştu anımsamıyordu. Belki kızıydı artık unuttukları bir anda çizik atan, belki de bir ara bileğindeki bilezikler çarpmıştı. Ya da tabakları taşırken aniden duvara bir şey sıçramıştı. Ama Elçin en çok da fark etmediği bir anda duvarın bir parçasını koparmış olmayı diliyordu. Günlerdir geri dönüşü olmayan, beyaz boyanın yerini soğuk çimentoya bıraktığı bir açıklığa meydan okuduğunu düşünüyordu. O mu daha güçlüydü, duvar mı? O mu dayanabilecekti yarım kalmışlığa, yoksa soğuk beton yığını mı?

Altı ay kadar önceydi hayatını alt üst eden o meşum gün. Ama altı dakika önce yaşanmış gibi Elçin’in zihninde ilk günkü tazeliğini koruyordu her şey. Hatta zamanla dallanıp budaklanıyor, hatıralarını yiyip bitiriyordu. Amansız bir hastalık gibi içten içe çürütüyordu bedenini. İyileşmeyen, silinince geçmeyen, görünmeyen, duyulmayan bir yaraydı onunki. Elçin altı aydır hafızasını ele geçirmeye çalışan kendi siyah lekesiyle yaşıyordu.

Pazar dönüşü elinde torbalarla eve girdiği gibi telefonu çalmıştı. Arayan kişi soluklanmasına vakit bırakmamıştı. Elçin ısrarla çaldıranın kızı olduğunu düşünmüştü. Belli ki okuldan çıkınca arkadaşlarıyla bir yerlere gidecekti. Birazdan geri dönüş yapacağını düşünerek önce üzerini değiştirmek istemişti. Üçüncü defa arandığında en sonunda dehliz gibi olan çantasının içinden hışımla çıkarmıştı telefonu.

“Efendim,” diye kükremişti telefondaki kişiye. Birkaç saniye kendisine söylenenleri dinlemiş, ardından çöküp kalmıştı mermerin üzerinde. Ayakları taşıyamamıştı titreyen bedenini.

“Nasıl?” diye sormuş, fakat cevabı duymak istememişti. Gözlerinden sessizce akan yaşlara dur diyememiş, hayatında ilk defa bu kadar çaresiz hissetmişti kendini. Aldığı haberin şokuyla bir süre hareket edememişti. Kulakları çınlamaya başlamıştı. Sonra kafasına derin bir ağrı saplanmıştı. Oracıkta yere uzanıp henüz kaybettiği biricik kızıyla beraber ebediyete dalmayı çok istemişti. Bir anda bedeninden büyük bir parça koparmışlardı. Aldığı hasar Elçin’de tedavi edilemez, geri dönülemez bir boşluk yaratmıştı.

Kızının hep yanında olacağına ve onu koruyup kollayacağına söz vermiş, ama sözünü tutamamıştı. Dikkatsiz bir sürücünün bir anlık hatası, okul çıkışında birkaç arkadaşını alıp arabayla sahile gitmek isteyen kızının canını almıştı. Kazadan kurtulan olmamış, ağır hasar alan araba da Elçin’in tüm ısrarlarına rağmen hurdaya verilmişti. İsyan etmişti genç kadın uzun süre her şeye. Yaşadığı acı o kadar ağır gelmeye başlamıştı ki herkes ölse bir tek kızı yaşasa olurdu. Kendi canını bile vermeye razıydı. Çünkü gözlerini açtığı her sabahta kızını yeniden kaybediyordu. Altı ayın sonunda artık yorulduğunu hissediyordu.

O nedenle son zamanlarda evinde olup biten detaylara kafa yormayı kendine takıntı hâline getirmişti. Yeni gözdesi duvardaki lekeydi işte. Üç gündür bunu düşünüyordu. Sabah çayını aldığı gibi karşısına kuruluyor, lekenin oluşumu hakkında kafa yoruyordu. Bunu o kadar derin ve içten yapıyordu ki, her şeyi kısa süreliğine unutuyor, düşünceleri içinde kayboluyordu.

O sabah da telefonu çaldığında yine duvar karşısında kendi sorduğu soruları cevaplıyordu. Artık iyi ya da kötü, herhangi bir haber almaktan korkuyordu. Telefonu yalnızca kendi aramaları için kullanıyordu. İsteyen arkadaşları kendisini evinde ziyaret ediyordu zaten. Genç kadına destek için geliyorlardı. Yemek yapıp havadan sudan konuşuyorlar, hayatlarında olup bitenlerden bahsediyorlardı. Çoğu zaman Elçin varlığıyla sofrada olsa da aklıyla uzaklarda dolaşıyordu. Arkadaşları bunu biliyorlar, seslerini çıkarmıyorlardı.

Elçin’in üniversiteden arkadaşı, en büyük destekçisi Ayfer, en sonunda telefonlarına çıkmayan arkadaşının kapısına dayandı. Yedek anahtarı vardı. Böylece Elçin’in kapıyı açmak için ayağa kalkmasına da gerek yoktu.

Elçin mutfağa giren Ayfer’i belli belirsiz selamladıktan sonra kaldığı yerden duvarla hesaplaşmasına devam etti. Arkadaşının dediklerini duymuyordu. En sonunda bir süredir kendisine sorduğu soruyu Ayfer’e yöneltti.

“Sence duvardaki şu şey nasıl oldu?” diye lekeyi gösterdi Elçin.

“Ne ki bu?” diye Elçin’in gösterdiği yere yaklaşan Ayfer, sonunda bir kahkaha patlattı. “Ayol sinek öldürmüşsün sen burada.”

“Ne diyorsun?”

“Evet, bak bacağı bile görünüyor.”

“Bakayım.”

Elçin duvara yaklaşıp bir süredir uzaktan izlediği lekeyi gözleriyle yakından talan etmeye başladı. Gerçekten de ince minik bir bacak yapışmış, kurumuş siyah kanın kenarından sarkıyordu.

Ayfer yakınındaki rulodan bir peçete kopartıp ıslattı ve duvarı tek seferde sildi. Böylece Elçin’in günlerdir üzerine kafa yorduğu sorun bir anda ortadan kalkmış oldu.

“Hazırlan haydi, bizimkilerle buluşacağız bir saate. Önce bir şeyler yeriz sonra da sergiye.”

Elçin lekenin biraz önce durduğu noktaya baktı. Tek bir hamleyle duvar eski beyazlığına dönmüştü. Tüm kusurları örtülmüş, temizlenmişti. Sanki sinek hiç ölmemiş gibiydi. Genç kadın kızının da ebediyete hiç göçmemiş olduğunu düşünmek istedi. Yutkundu. Kötü anılar kafasına yeniden hücum ediyordu. “Ben gelmeyeyim.”

“Pelin kaç zamandır bunu bekliyordu. Iraz Sekmen’le tanışırken yanımda olun diyordu. Bize de bilet almıştı unuttun mu?”

“Yaa, geldi mi o sergi,” diyerek zamanın nasıl akıp geçtiğine hayret etti Elçin. Yanında duran ilaç kutusundan çıkarttığı sarı renkli hapı soğumuş çayıyla birlikte yuttu.

“Tabii geldi. Kadın hurdacıdan topladıklarıyla sanat eserleri yaratmış. Çöp diye suratına bakmayacağımız şeyleri görmek için üzerine bir de para veriyoruz şu hâlimize bak.” Ayfer bir kahkaha patlattı. “Haydi, hem bu duvara bakacağına onlara bakarsın, hava alırsın biraz.”

Elçin kafasında kızının son dakikalarını geçirdiği arabadan es kaza alınmış bir parçanın bu sözüm ona sanat eserlerinden herhangi birine katkı yaratıp yaratmadığı ihtimalini tartıyordu. Kalbinde filizlenen olasılıktan güç alarak ayaklandı. Dudakları belli belirsiz yukarı doğru kıvrıldı.

“Öyle yaparım tabii. Yapayım madem.”

Aldığı sakinleştirici etkisini göstermeye başlamıştı. Kaygıları azalmış, kafası bulanmıştı. İki dakika sonra muhtemelen o sabaha dair bir şey hatırlamayacaktı. Boş çay bardağını suyun altına tutarken derin bir nefes aldı ve unutkanlığının daim olmasını diledi. Kim bilir, anılarına sıkışmış o lanet akşam da belki diğerleri gibi bir gün hatırından uçup giderdi.

Efsane Karayilanoglu Toka

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Merhaba,

    Öykünüzü okudum ve okuduktan sonra “keşke okumasaydım” dedim :frowning: Bazen sizin olmasa bile başkasının başına gelmiş bir olaydan ne kadar kaçmaya çalışırsanız, o kadar içine alıyor sizi. Okuduğunuz bir metni/öyküyü de onunla bağdaştırıyorsunuz. Hayatın tam içinden, yanan bir ciğerden-anne deniyor onlara- çıkmış, çok üzücü ve acı bir öykü olmuş.

    Bu acıların sadece öykülerde kalması dileğiyle

    Elinize, emeğinize sağlık

  2. Avatar for krylngl krylngl says:

    Müge Hanım,

    Yorumunuzu daha yeni görüyorum, kusura bakmayın.

    Yazılarımla okuyucunun kalbine dokunduğumu bilmenin bir yazar olarak beni aslında mutlu etmesi gerekir. Fakat bu durumda ne diyeceğimi gerçekten bilemiyorum.

    Üzgünüm.

    Sevgiyle kalın.

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

Yorum Yapanlar

Avatar for krylngl Avatar for Muge_Kocak