Öykü

Dişime Takılı Küçük Yazılı Kâğıt

Annemin söylediğine göre, zor bir çocukluk geçirmişim… Gizli gizli kâğıt yermişim. Ağzım dolusu kâğıtları çiğnerken, kaç kez yakalamış beni. Her seferinde parmağını taktığı gibi çıkarırmış ağzımdan. Bu yüzden iştahım yokmuş. Kısa boylu, sıska, çelimsiz, aksine bir o kadar da kocaman göbekliymişim. Doktor doktor gezdirmiş annem, sonunda “pika sendromu” teşhisi konmuş bana. Kâğıt yeme tutkumdan vazgeçirmek için çaresi tükenince, kendisi kitapları okumaya karar vermiş. Her akşam sayfa sayfa… Nafile uslanmamışım. Kâğıtlar, defterler arkasından kitaplara sıra gelmiş. En sevdiğim ise ansiklopedi. Kopardıkça çoğalıyor, bitmiyor sanki.

İlk yediğim kitap; A5 boyutunda “Pinokyo” kitabıydı. Tadı damağımda hâlâ… Kalın cilt üstüne 135 gr kuşe kâğıda basılı kapağı yediğimde, kimsenin haberi olmamıştı. İkinci sayfanın gramajı daha hafifti: 80 gram. Cips gibi, ağızda dağılıyor. Bir sonraki gün, iç sayfayı ve yazarın hayatını anlatan kısmını yediğimde ailemden tek bir kişi bile farkına varamadı. Her gün ‘yeni bir sayfa’ yiyordum. Son sayfaya henüz ağzıma atmıştım ki, annem, odama girdi. Birden bakışları gözüme, burnuma takıldı. Tuhaf görünüyor olmalıydım ki; cevabımı beklemeden yanımda bitiverdi. Burnun kızarmış, göz pınarlarının yanları da kızarık:

“Hasta mısın?”

“Yok, iyiyim,” demek istedim. Yalan söylediğimde burnum kızarıyor, göz pınarlarım da şişiyordu. Bir yandan da, son sayfayı çiğniyordum hızlı hızlı… Tam ‘yuttum’ derken, dişime takılı “küçük yazılı kâğıdı” gördü. “Aç ağzını” diye bağırdı. Ansızın odanın içi, ıslak harflere kaplandı, kelimeler, çiğnenmiş cümleler etrafa saçıldı. “Yine mi,” dedi iç geçirerek; “yalan söylüyorsun”, yine mi, ”kitap” yemeğe başladın. “Piko Sendromu” tekrarlıyordu. Üstüne üstlük; pinokyo etkisi* de baş göstermişti.

Şimdi, kitap adına her şey yasaklanmıştı. Evdeki bütün gözler üzerimdeydi. Uzun bir süre, “kitap” yemekten vazgeçmiş, “iyileştiğime” inandırmıştım. Kitaplardan uzak duruyor, her akşam yatmadan önce, kimsenin ruhu duymadan, odama istiflediğim kâğıtlara günlük yazıyordum gizlice… Siyah mürekkepli dolma kalemim: Munchkinimle* “kahramanlar*” yaratıyor, tanımadığım ülkelerde geziyor, yazdığım sayfayı bitirdikten sonra kendime ziyafet çekiyordum.

Çocukluk bitmiş, nihayet, ergenliği de sonuna gelmiştim. Uzun zaman, gün doğumuna kadar yazılarımı yazmaya devam ettim. Her yazdığım sayfayı bitirip yediğimde aldığım tat güzeldi de eksik bir şey vardı. Basılı kitaplarda aldığım tadı arıyordum. Artık matbaadan çıkmış “gerçek kitap” yemek için kolları sıvadım. Önce, gramajları farklı farklı kâğıtlarla birlikte renkli mürekkepler satın aldım. Ofset baskı tadı versin diye kâğıtları forma haline getirebilmek için 100x70cm tabaka kâğıtları katlama tekniğini öğrendim. Dördün katlarıyla “forma” elde edeceğim bilgisinden sonra sekizlik formalar halinde kitabımı oluşturdum. 16 sayfalık kitabım olduğu gibi 32, 64 ya da 96 sayfalık hazırlayabiliyordum… Formaları üst üste koyup ağaç tutkalıyla yapıştırdım. Son olarak, kalın 250 gramlık bristol kartondan “sert kapak” taktım. Kokluyorum. Matbaa mürekkebinin kokusu üzerinde, matbaadan yeni çıkmış gibi, çıtır çıtır… Tek fark, çoğaltılmamış, eşi benzeri olmayan kitabımı sadece ben okuyabilirim ve yiyebilirim.

* * *

Perşembe gecesi, gün doğumunu izlemek için alarm kurdu. ‘Uyanamam, kaçırırım’ diye pencereyi kapatmadan uyudu. Alarm çaldığında kalktı, dışarıyı seyretmeye başladı. Masanın başında kâğıda munchkiniyle* yazarken uykudan gözleri kapanıyordu. Oysa güneş doğumu 45-50 dakika sürüyor. Bu süre, ne günün başlangıcı ne de sonu. Arada kalan “muğlâk zaman”.Görülmemiş, duyulmamış henüz yaratılmamış, olmayan şeylerin görüldüğü bu anda; yazılmamış kitaplar, yapılmamış resimler, çekilmemiş filmler, yaratılmayı bekleyen kahramanlar ortaya saçılıyor. Güneş ışınları gözlerini kamaştırdığında, görüntüler sıradan, bilindiği hallerine bürünecek, göz kapaklarının kapanmasıyla ansızın, bütün görüntüler kaybolacak. Gözlerini açıp-kapama sırasında belleğine kayıtlı olmayan kelimeler, resimler, fotoğraflar, filmler, şiirler, şarkılar, okunmamış kitaplar var, kaçırmamak için göz kapaklarını kaşlarına doğru üç yerinden bantladı. Gözlerini kırpmadan, hafızasına kayıt etmek için hazırdı. Zevk uyandıran uğruna şiirler yazılan bu manzara önündeyken beyni, artık, kayıt cihazı gibiydi. Karanlık her yer, siyahın bin bir tonu ışıkla değişmeye başladı. Bir yandan beyni kayıt cihazı gibi çalışırken, tonlarda değişiyordu. Her anı kaydetmek için yazar, masanın başında öykülerini yaratıyor… Yarattığı kahramanlar, gelecekte yaratacağı kahramanları var. “Karakterler” sürekli değiştirilmesinden mutsuzlar. Mesela,“tartışıp kavga ediyor, “munchkink” elini kaldırıyor yeni bir kişiliğe çevirme, “kalem” olarak mutluyum. Hoşik, artık hurdacının karısı olamam. Karşı yolda, dokuz numaralı apartmanın beşinci katında, 41 numaralı dairede yaşayan yazarın, buruşturup attığı kâğıtlardaki yazdıklarını toplamam yüzünden kocamla aram açıldı. Boşandım ben de. Şu an yayınevinde yazarın attığı sayfalardan kitap hazırlıyorum”.

* * *

Güneşin doğuşuna az zaman kala, göz kapaklarına yapıştırdığın bantlar gevşiyor. Az kalsın gözbebeklerinin üstüne düşecek. O an, aklına “göz kapaklarını” aldırma düşüncesi geçiyor. Hiç bir yerde görülmemiş görüntüleri, göz kırpmadan görebileceksin. Aldırdığın göz kapaklarından “kitap cildi” yapmaya karar verdin. Üç yıl önce kendi cildinden yaptırdığın dördüncü kitabın kütüphane* rafında yer almıştı. Beşinci kitabı çıkartma zamanı gelmiş de geçiyordu. Kitabın içinde de “ne olmalı” diye düşünürken, birden 45-50 dakika içinde doğan güneş ışınlarını “gözde yarattığı kamaşmaya kadar geçen süredeki görüntüler” olmalı dediğinde;“en sevdiğin yazarın* kitabını” yemeğe başlamıştın. Bu arada ressam tuvalini, yönetmen filmini, müzisyen bestesini yemektedirler.

* “Pinokyo Etkisi”: Emilio Gomez Milan ve Elvira Salazar Lopez adlı İspanyol bilim adamları, geliştirdikleri yeni termografik uygulamalar yardımıyla, insanların yalan söylerken yüz ısılarında değişiklikler meydana geldiğini saptamışlardı. Buna da Ünlü çocuk romanı Pinokyo’dan esinlenerek, tanımlamışlar

*Munchkink: Lamy marka dolmakalem

*Kahramanlar: Hurdacı, Hurdacının karışı Hoşik, Sahaf, Karşı yolda balkonda çamaşır asan kadın ve kocası, sokaktaki çocuk, satılık eve bakan adam, kapıcı dairesinde yaşayan makine mühendisi, asfalt yolda koşan sporcu, yolun karşısında beşinci kat 41 numaralı dairede yazılarını beğenmeyen yazar,konuyla alakası olmayan veteriner, herhangi bir kedi, gelecekte yaratılmayı bekleyen sayısı bilinmeyen kahramanlar

*Yazar: Aynur Türk, basımı tükenen kitabı olmadığı gibi, yayımlanmış kitabı da yok. Sürekli yazıp yazıp siler ve yer.

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Merhaba,

    Oldukça farklı, özgün bir öykü kaleme almışsınız. Tuhaf kurguları çok seven biri olarak, yazdıklarınızı keyifle okudum. Ayrıca bir önceki öykünüze kurduğunuz bağlantıyı da beğendim. Hurda teması için yazdığınız öykünüzü okumuştum ama yorum yapmamıştım, geçenlerde edebiyathaber.net te aynı öykünüzü ve bu temadaki öykünüzü de görünce, yorum yapmak istedim.

    Diğer öykünüzde ve bu öykünüzde - bilinçli olarak yaptıklarınız dışında bir zaman sorunu var gibi geliyor bana. Öykünüzün geçtiği zaman karışıyor. Bir okuyucu olarak bunu oturtmakta zorlandım. Belki tekrar gözden geçirmek istersiniz.

    Kaleminiz ve düşünceleriniz farklı, bence çok iyi şeyler okuyabiliriz sizden.

    Kolay gelsin
    Müge

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

Yorum Yapanlar

Avatar for OykuSeckisi Avatar for Muge_Kocak

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *