Kamera, albayın arkasından göstererek başladı. Üstü başı ıslanmış, çamurla dağlanmış halde, bir çarşamba gecesi, perşembe sabahı, kalabalık bir odada, yanındaki yorgun gözlere aldırmadan uyumaya çalışıyordu. Albay her yerde uyurdu, bildiğim kadarıyla. Dere dibinde, mezarlıkta, apartman boşluğunun en aşağısında. Şimdi oturmuş, kafası ara ara yana düşüyor, kendini düzeltiyor, tekrar uyuyordu.
Yanındaki baygın bakışlı dürttü, “Yeter be, omuz bırakmadın bende, bir iki laf etmedik diye de üzerime yattın.” Albay yarı ayık halde güldü, ayaklandı, nezarette bir iki adım attı. Kafasını geri çevirdiğinde, kalktığı yere bu baygın bakışlı uzanmıştı. Demirliklere gidip, kameramana baktı.
Geçmiş ve gelecek albayın şu anını belirliyor muydu bilemiyorum. Hep bir geçmişe ağıt, geleceğe özlem vardır, daha iyi günlere, daha kötü günlerden, anı fark etmez, acıyı dindirir. Fark etmediği için de kafası uzaklara gider. İlk girişin değil her halde albay, volta atmayı vakit geçirmeyi bilirsin. Asla kavga çıkarmamayı söylersin değil mi?
Albay başını salladı izleyicilere bakarak, Ne geçiyor aklından albay, yaktığın sonra da plakasını söküp denize attığın araba mı? Tarafı olmadığın bir kavgaya karışarak yediğin dayak mı? Yoksa baygın bakışlının yanındaki sol gözü morarmış adam mı? Ne güzel vurmuştun değil mi?
-Ne güzel vurmuştum hakikaten. Tam elime… Yumruğuma oturmuştu diye anlatırsın ertesi gün kahvede.
On iki yaşındayken önünde, ekmeğin üzerine sürülen yağ ve vişne reçeline duyduğun salyalı istekle aynı şekilde ve annene zırladığında baban da sana ne güzel vurmuştu hakikaten. On üç yaşındayken, amcanın kullandığı silahı yanında bulundurmaktan polis tarafından gözaltına alınmış, On altı yaşındayken, kuzeninle bir hasımı kavgaya tutuşmuşken, yanlışlıkla kuzeninin suratına da vurmuştun böyle tam yumruğuna oturmuştu. Lan eşek, bana niye vuruyorsun dediğinde fark etmiştin ve hasımı ile beraber kuzenin bir güzel dövmüştü seni.
Defterdarlıkta, “Bak albay! Bu işi sana anca bulabildik, başkası bu iş için kul köle olur, sakın yüzümüzü kara çıkartma” dendiği sahnede, suratının kızarıp, utanmanı beklerken, beliren ruhsuzluk biz izleyicileri şaşırtmış ve iki hafta sonra belgeleri, yanlış müdüre damgalatıp, yanlış daireye yolladığında ve şubeye soruşturma geldiğinde anlamamıştın senden olduğunu. O dönemi canlandırmak için harcadığımız ve bütçemizi aşan sahnelerde, bile fark etmemiştin, hayatının bir filmden ibaret olduğunu. Biz Yapımcı ve izleyicilerden başkası anlamaz senin derdini, sen bile anlamazsın ve biz senin yerine düşünür ve filmi bitirdikten sonra Senin yerine kanaate varırız. Hiç okumadın önüne gelen belgeleri, ne yazıyor bakmadın. Yaptığın dördüncü çocuğun heyecanlı karnesini getirdiğinde, aklın başka şeylerle doluyken görmemiştin, müzik ve beden eğitimi dersinin beş olup diğerlerinin hep iki olduğunu. Karın veli toplantısına gittiğinde güne gittiğini sanmıştın. Öyle deseydi de anlamazdın, anlasaydın, gençlik yıllarında çektiğimiz size benzer oyuncularla olan sahnelerde, mutlu mutlu bakardın kameraya. Bir gece elin kanlı geldiğinde, sonunda birini de öldürdü bu manyak dediğinde, anlatmaya çalışırdın belki de. Sahi ne olmuştu orada albay?
Nezaretin çelik kapısı açıldı, iki tane zabıt kapıdan girdi, arkadaki zabıt ilk defa kamera karşısındaydı, yürürken heyecandan kamerayla göz göze geldi. Sahne tekrar çekilmesin diye ses etmedi.
Öndeki, “Ece GÜZEL!” diye bağırdı. “Gel bakalım, amirimiz seninle konuşmak istiyormuş.”
Albay zabıtlara doğru yürüdü, nezarettekiler gülüştü. “Demek buymuş adı” dedi arka koltuktaki izleyicilerden biri.
Albay karanlık koridordan, elleri kelepçeli halde geçerken, kamera arkadan onları takip ediyordu. Ona bu adın nasıl koyulduğuna dair, 1968 temmuz ayı perşembe gününe ait sahne çekmek gerekiyordu ancak, içerisinde sağır bir nüfus memuru, sıcak bir yaz günündeki karanlık nüfus müdürlüğünün nemli ve terli öğle saatini, yetersiz bütçeden dolayı izleyicilerin hayal gücünün takdirine bırakıyoruz.
Nöbetçi amir odasında telefonuyla ilgileniyordu, ayaklarını masaya koymuştu. Zamanında Defterdarlıkta iken albayın da böyle bir masası vardı, her sabah demli çayını alır, masasına bırakır, köşedeki seyyardan dişinin kovuklarına kaçan susamlarıyla gevrek simitten üzerine dökerek bir ısırık alır, gelen evrakları ona ikaz ederek söylenen yere kaşeleyip yollardı, her gün aynı miktarda şekeri çayına karıştırır, aynı büfeden gelen gazetenin 3. sayfa ve spor ekini karıştırır, Tavşanlı spor yine mağlup olmuş diye üzülür, ikinci çayını karıştırır, çaydan sonra boşları almak için gelen ortalıkçıyla yirmi dakika sohbet ederdi.
Bir gün üst kattaki şefin, ona korka korka getirdiği belgeyi, ıslak imzalı haline mühür vururken, karnına lök diye oturan yükten sonra öğle arası çıkıp bir daha da daireye gelmedi. İşi bulan akrabasına görünmemek için apartmana, arka bahçedeki, köpeklerin geçtiği tellerdeki açıklıktan giriyordu.
Ayrıldıktan sonraki günlerde sevinçle ve mutlulukla aylak aylak geziyor ve karısına da işe gittiğinin yalanını söylerken henüz iş bakmıyordu. Yarım dakikalık kolaj halinde; Eminönü, Karaköy, Beşiktaş sahili içinde kalabalıkta, ardından yalnız başına Sarıyer ormanlarını yürüyor, sefer tasındaki yemekleri öğle vaktinde araya çıkmış gibi bir bankta oturmuş yiyordu. Ara ara aklına geliyordu, “öyle bir iş bulmalıyım ki hem gezmeliyim, hem insanları öğrenmeliyim, hep bir yerde oturmamalıyım.”
Taksiciliğe başladığında ona, “İstanbul’un trafiği mert adamı büker, akıllıyı deli eder.” dediklerinde, “ben zaten deliyim, deli albay!” dediğinde bilmiyordu, deliliğin sınırını. Ve zannetmişti ki istediği işi bulduğunu.
Nöbetçi amir, rolüne fazla kaptırmış halde sert bakışla albayı süzüyor ve ara ara dosyaya bakarak ortama gerginlik katıyordu. Yönetmen bu sahneyi koyarken, herkesin gerçek hayatta da içinde olduğu bir oyun ve oynadığı bir rol vardır düşüncesiyle hareket etmişti. Şimdi amir, birazdan siyah arabayla gelecek ve izleyicilere ilk andan itibaren bu adam önemli biri demesini gerektiren takım elbiseli, savcıya kadar, buranın kralı benim gibi bakıyordu. Kamera dosyaya yakınlaştı, amir ”Şüpheli” dosyasını sesli sesli okudu. Ruhsatsız silah bulundurma, darp, kundakçılık, adam yaralama, kadın ticareti, sevgi arsızlığı, akşam eve geç gelme, yapılan yemeği çok beğendim diyerek yalan söylemek, toplu taşımada geğirmek, akşam sekizden sonra yemek yemek, kel insanları sevmemek, bağlaç olan –ki ile zamir olan –ki’yi karıştırmak, apartmanın kapısında alkollüyken sızmak, alkolsüzken sızmak, türbenin duvarına işemek, define var diye bodrum kattaki su borusunu kırmak, imza için gelene sert bakmak, taksideki yolcuya sigara ikram etmemek, uzak mesafeyi alıp, yakın mesafedeki hamile yolcuyu almamak ve savcının kapıdan girmesine kadar süren uzun bir liste.
“Pekte uzun sayılmaz dedi albay, burada yazılanlar hayatımın sadece bir film kadar kısa olan kesiti.” Daha neler yaşamıştı kim bilir albay, altı ay Gürcistan da kaçak yaşadığı kısma gelememişti henüz amir.
Savcı girdiğinde, herkes ayaklandı. Sert bakışlı, fırça bıyıklı adamın albaya bakıp ağzından ilk çıkan cümle “Karın nerede?” oldu.
“Şimdi efendim böyle bir sözü kahvede, gişe sırasında, vapurda veya işte otururken söylemediğiniz için teşekkür ediyorum.”
Savcı: “Bu soruyu sordum çünkü bir adamın ailesi varsa ama en dertli anında yanında değilse çok büyük bir problem vardır, bizim önceliğimiz önce devletimizin en küçük yapı taşı olan aile kurumunu düzeltmemizdir. Şimdi anlatın bakalım albay, sizin ağzınızdan dinleyelim hikâyeyi.”
Efendim babam ben iki yaşındayken askere çağrılmış, o gittiğinin ikinci ayında, annemi sevmeyen, babamın akrabaları onu doğruca baba evine yollamış, haliyle beni de. İki yıl boyunca…
Savcı sözünü kesti. “Buraya gelmenize sebebiyet veren olayı kastediyorum. Savcının görev yetkisini ve hangi işi yaptığını bilmeyen senaristimiz, belki de sizin niye buraya geldiğinizi planlamıştır. Onu anlatın bu odadakilere ve izleyicilere.”
Öndeki izleyici “çok saçma!” dedi ve Sahneye geriye sarmaya başladı. “ Ve böylelikle buradayım şimdi,” buranın öncesinde, akşam altı da kafam atmış bir şekilde, karımın kardeşinin Aksaray’daki dükkânından çıkarken, yağmurun altında biri diğerine arkadan vurmuş iki araba gördüm. Vuran arabanın korna sesi takılı kalmıştı. Arabaların yanında altı, yedi kişi birbirine girmiş kavga ediyordu. İçlerinde birinin omzuna dokunup arabanın kontağını kapatmasını söyledim, böylelikle ses gider diye. Şakağıma bir yumruk yedim, yerden kalktığım gibi gelişine yumruk salladım. Öncesinde karımın Aksaray’da ki topal kardeşinin yanındaydım. Bana niye, önce taksiye sonra da evin kapısına mühür konulup içerdekilerin apar topar çıkarıldığını sordu. Bu düzelene kadar karın dönmeyecekmiş dedi. Öncesinde, keline vurduğum adamı ailesiyle otobüste gördüm. Bu yüzden üç durak erken inip, yağmurun altında Fındıkzade durağından Aksaray’a kadar yürüdüm. Öncesinde komşumun alt balkonundan merdiven dayayarak bu sefer yanımda kapıyı açmak için tornavidayı getirmiştim, salondaki karımın bıraktığı mektubu gördüm. Öncesinde komşumun alt balkonundan merdivenle çıkmış, balkon kapısını kilitli görünce geri indim. Öncesinde mühür’ü bozmadan girebilmenin yollarını düşündüm, öncesinde eve uzun zaman sonra tulumba tatlısı almıştım. Öncesinde sinirlendiğim için dükkânına arabayla girdiğim ve sağ bacağının kırılmasına yanlışlıkla sebebiyet verdiğim adamın hastane ziyaretinden dönüyordum. Öncesinde bacağı kırık halde yatakta yatarken, bana hayatımı nasıl dar edeceğinden ve polis tanıdıkları olduğundan bahsediyordu. Öncesinde koridorda karısına hepsinin yanlış anlama olduğunu söylüyordum. Öncesinde Çapa hastanesine giden yolcu bulmak için altı tane uzun mesafeli yolcu geri çevirdim. Öncesinde Maçka yolunda hız sınırına takıldım. Öncesinde, acil kız arkadaşından özür dilemesi gereken bir genci evinin önünden aldım. Öncesinde köşem büfe den tavuk döner aldım. Öncesinde…
Savcı “Yeter!” dedi. “Az buçuk konuyu öğrenmiş olduk. Bu hikâyenin iki yaşınıza kadar gideceğinden eminim.”
Evrak çantasından dosyalar, kâğıtlar çıkardı.” Şimdi! Sizinle bir antlaşma yapacağız ve buradan çıkacaksınız.” Kâğıtları uzattı.
Albayın elindeki kelepçeleri çözdüler. Eline bir kalem tutuşturdular.
Şuraya, arka sayfada aynı yere, bir sonraki sayfada aynı yere, bir sonrakinde hayır şuraya diyerek yukarıyı gösterdi, buralara imza atacaksın, imzayı aldıktan sonra yanına mühür attı. Hep bir mühür basılacaktır. Devlet babanın çocuklarından biri beğenmez ise geri yollayacak, yan tarafı silik duruyor, eksik nüsha, imzanı beğenmedim diye tekrar en baştan mühür atmanızı cebren isteyecektir. Yol, kâğıt ve hizmet masrafı tarafınıza kesilecek, eğer okumaya ve değerlendirmeye kabul edilmeye karar verilirse devletin süreli olarak, size yaptığı kısıtlama kaldırılacak ve incelemelerden sonra, sizde sisteme tekrardan geri döneceksiniz. Akşamın bu vakti devlet baba uyurken, çocukları, diğer çocuklarını uyarmak ve cezalandırmak için yataklarından kalkmışlar ve evin kurallarına uymak için takım elbiselerini çekmişler, ayaklarını yaymadan topluca oturmuşlardır. Albay ne olduğunu bilmediği ve okumaya tenezzül etmediği kâğıtları imzaladıktan (Malımın mülkümün bütün hepsini devlete teslim ediyorum şeklinde 3 nüsha, bir tencere, 3 tabak, 2 çay bardağı ve çatal kaşık saklı bir sandık haricindeki bütün kıymetlerimi, polis ve asker çay lokali inşaatının yapımına destek amacıyla devlete teslim ediyorum. Bağışlıyorum. Eşimi üzdüğüm için çok özür diliyor, onu geri kazanmak için elimden geleni yapacağıma, çocuklarımla daha çok ilgilenip, en küçük çocuğumun fen derslerine çalışırken yardım edeceğimi beyan ediyor, haber vermeden ayrıldığım işteki amirim ve işi bulan akrabamdan özür dileyeceğime, yanlışlıkla yaraladığım güvenlik görevlisinden, yanlışlıkla arabayla girdiğim dükkânın sahibinden, polisleri iki saat boyunca yanlış anlama yüzünden kovalattığımdan, keline sinirlenip vurduğum otobüsteki adamdan, yanlışlıkla karıştığım kavgadaki yumruk yiyenden, özür dileyeceğime, bir daha kötü söz söylemeyeceğime dair beyanda bulunuyorum. İş bu belge devlet baba tarafından beğenilmezse, tekrar şartları güncelleyeceğim. İmza: Albay)
İmzadan sonra, ben artık gidebilir miyim der gibi baktı. Savcı yani en büyük abi, son bir uyarmak ve ekran başındakilere tirat atmak için toparlandı, izleyiciler merakla bekledi. Ve anlattı.
“Simdi siz Ece Bey, bu yaşınıza gelmişsiniz ancak, devlet ve aile kurumunun ne olduğunu anlayamamışsınız, bunun için size bir uyarıda bulunacağım: Sizin akıllanmanız için bölge hâkimiyle özellikle konuşup, en az birkaç yıl yatırmak lazım olduğuna karar kılmıştım, ancak Yönetmenin ve senaristin anlattıklarından sonra, biliyorum ki akıllanmazsınız ve bu da devlet babamızın kaynaklarına yazık. Orada kim bilir ne bela açarsınız kendi başınıza, sizi geçtim, gün sayıp kenarda bekleyenlere musallat olur, onların daha da ceza çekmesine sebebiyet verirsiniz, ama siz yine de kurtulursunuz gibi. Çünkü siz ve sizin gibileri bilirim. Kedi gibisinizdir, sevilmeyi istemezsiniz, rahat batar, belaya bulaşırsınız, insanların değerli eşyasını ve kalbini kırarsınız. Şanssız olduğunu söylersiniz, ama şansınız hep yaver gider, bakın şimdi de gitti. Sizi oraya koymam şu an size sadece ödül olur. Sonuç olarak siz, yaptığınız başarılardan dolayı, en kısa sürede hayatın farklı alanlarında kendi yaşantınızdan uzaklaştırma cezası alarak jüri özel ödülünü hak ettiniz. Çok bilindik bir senaryoyu, farklı bir biçimde ele aldığınız için, üzerine de bir olayı hayatınızın farklı anlarından esinlenerek benzettiğiniz ve o günden bugünün geleceğini izleyiciye belli etmeden de eklediğiniz için. Ayrı bir teşekkürü hak ettiniz. “
“Şimdi eve gidip, bir şişe viski açıp, bardağa iki tane buz atıp, takım elbisemle birlikte durdura durdura tekrar izleyeceğim bu kısa filmi. Kimsecikler bakmıyorken ayağa kalkıp alkışlayacağım. Siz bu yaşadığınızın, gerçek hayattan uyarlama bir hikâye, hikâyeden de kısa film uyarlanmış bir eser olduğunu bilmeyerek, yarın karınızın, yanına gidip onu kardeşinin evinden bir çiçekle beraber alacaksınız ve eve dönüp resmi törenle, gümüş tepsideki makasla, kameraya bakarak, Kahverengi kapıdaki, mührün kurdelesini keseceksiniz ve sahne kararacak. Sonrası mı? Sonrasını sakın anlatmayın, çünkü her hikâyede ertesi gün izleyicinin beynini gıdıklayacak belirsiz bir son severim. Benim için değerlendirmede önemli bir ölçüttür. Şimdi tarafınıza kalan zimmetli ne eşyanız kaldıysa alıp çıkabilirsiniz.”
Albay kameraya bakarak, “Beni çokta iyi tanımamış dedi.” odadan çıktı.
Anlatımınız harika. Öykünüzün hem yönetmenin hem seyircinin hem de oyuncunun gözünden akıcı ve karıştırılmadan okunduğunu belirtmek isterim. Çıkarılması gereken birçok mesaj var. Özellikle son günlerde bu mesaj daha da değerli oluyor.
Kaleminize sağlık.
Anlatımınız ilgi çekiciydi. Benim mühürle alakalı olarak böyle bir konu aklımın ucundan bile geçmezdi herhalde. Siz çok olağan durumlara şiirsel bir anlatımla birçok boyut kazandırmışsınız. Başarılarınızın devamını dilerim.
Karışık bir anlatımla gerçek hayatı senaryo ile bağdaştırmak ilginç bir yöntem olmuş. Bana tanıdık gelen bir filmi hatırlatsa da anlatım şekli bağlantıyı silip atıyor. Öykünün ciddiyeti elle tutulur bir his veriyor. Kaleminize sağlık.
anlatım şekli çok güzel olmuş. bağlamanız da güzel. elinize sağlık.