Gök yırtıldı sanki. Mavi şimşek, ardından dağlar üzerinden kayıp giden patlama. Kapkara bulutlar kapladı tepeleri. Seyrelmiş iri yağmur taneleri, toprak yolda hoplayıp zıplayan toz bulutlarına dönüştü. Mart’ın başıydı.
– Hava bozdu, Rahmet geliyor, hadi hayırlısı.
Bıyıklarına ak düşmüş Kurtuluş Savaşı Gazisi, duldasında serin serin oturduğu ağacın altından kalktı.
– Malı davarı içeri sokun.
Kasaba yakınındaki köyde mal davar dediği elde kalan bir inek, iki koyundu.
Ta uzaklara baktı, sigarasının kalanını su birikintisine bıraktı. Tabaka ve çakmağı cebine koydu. Pıyrım pıyrım ceketini sırtına alıp eve doğru yürümeye başladı.
Akşam inmek üzereydi.
Kadın kapıdan fırladı, uçuşan yemenisini başına dolayıp serili çamaşırları toplamaya girişti. Mandallar ipte serçeleşti. Masadaki örtüyü ve minderleri döşüne yaslayıp, ahırının kapısından hayvanlara göz atıp, içeri girdi. Karşı evler sis içinde kalmıştı
Gürleme uzaklara doğru giderek azaldı.
Oğlan, telaşla gıdaklayan tavukları, hindileri elindeki çomakla kış kışlayarak ahırın bitişiğindeki kümese yönlendirdi.
Herkes eve girdi, yağmur indirdi.
– Ana, bostanımıza bir şey olur mu?
Küçük kız alnını cama dayayıp eski ahşap pencereye hayat veren sardunyanın yanından dışarıyı seyrediyordu.
-Olmaz kızım, sel gelmezse olmaz, Allah’ın izniyle olmaz, yanıtını verdi.
Duru, durgundu yüzü. Güzel sayılmazdı. Ağır suçlu hissederdi kendini. Geç fark etmişti kızının doğuştan kalçasının çıkık olduğunu.
Şimşek bir kez daha ışıttı; basık tavanlı odayı, nineden kalma kilimi, ak duvarda asılı Kâbe desenli halıyı, köşedeki süpürgeyi. Ardından gök gürledi, bir an korku ve sessizlik hâkim oldu, durdular.
Rüzgârla beraber yapraklar uçuşmaya, hemen çamura dönen yola yayılmaya başlamıştı.
Küçük kız ortalığın nasıl hemencecik ıpıssız kaldığını, köpeklerin nereye gittiğini merak etti.
Birden fırtına koptu, dışardaki teneke kutunun yuvarlanması, uzaktan gelen köpek havlamalarına karıştı. Dede her zaman oturduğu sedirin dibindeki pencereye yerleşti. Savaş gazisi adam, akşama kadar torunuyla oyalanarak, boynunda taşıdığı tonlarca acılı anıları ancak hafifletebiliyordu.
– Oyyy, gurban olduğum gadir mevlam oyyy! Hikmetinden sual olunmaz, rahmetinden de.
Ham pelit rengi gözlerini kavak ağaçlarının tepesine dikti. Uzaklara, çok uzaklara gitti. Oraların özlemiyle derin bir iç çekti.
Kapı hızlı hızlı vuruldu.
Çilli oğlan koştu kapıyı açtı. Baba ayaklarını kapıda birkaç kez yere vurdu, kasketini silkeledi. Bildik bir kapı gıcırtısıyla girdi.
Sırılsıklamdı. Ceketinin yakasını kaldırmıştı.
– Hayrola niye erken geldin?
– Baştabip heyetteymiş, yarına kaldı. Beklemedim. Yayan geldim.
– Görüşemedin mi?
– Bu gün hastanede işi erken bıraktım ama yine görüşemedim. İnşallah yarın.
Hastanede çalışıp hâlâ kızının ameliyatını halledememiş olmanın kahrı sündü gitti yüreğinde. Belirsizliğin karabasanı çöktü ortalığa.
Kız başını camdan alıp topallayarak koştu. Babasının ıslak bacaklarına sarıldı.
– Baba ne getirdin?
– Sırrımızı, kızım.
– Nerde?
Poşeti açtı, karton kutu içinde bir çift kırmızı atkılı tahta terlik. Kösele kokusu yayıldı etrafa.
Kız kutuyu yere bırakıp terlikleri göğsüne bastırdı.
– Tam istediğim. Nasıl bildin? Sır dediğin bu muydu? Ameliyattan sonra giyerim.
Adam kızını kucağına aldı. Üst üste iki üç sefer öptü, bıraktı.
– Bunları giymek istiyorum. En güzel uykumu bu gece uyuyacağım. Rüya göreceğim, koşarak dereye ineceğim dedem olmadan.
Öptü terlikleri. Kolunun altına aldı, sekerek bıraktığı sıcaklığına döndü.
Çilli oğlan kekilini düzeltti, pusudaki dilini çıkarttı:
– Baba sır dediğin saklanır, sen açtın, hem o topal giyemez.
Kız bağırarak cevap verdi,
– Sen de ayısın.
-Cocuklaaar.
Oğlan soruyla girdi araya.
– Baba okula başlayınca bir sır da bana verir misin?
– Tamam. Sabah uyku semesi bir şeyler sayıkladın. Aklıma yazdım, hele güz gelsin, okula bir başla.
-Yaşşaaa…
Kız araya girdi:
– Peki, ameliyatım ne zaman?
Çocuğun merakı babayı sevindirdi, yüreğine oturan sıkıntıyı belli etmedi.
– Allah nasip ederse en kısa zamanda. Diyemedi korana virüsü mü ne gelmiş. Ameliyatlar iptal edilmiş.
Kızın gamzeleri çıktı. Yüzüne büyük gelen gözlerini babasına umutla dikti.
– Yarın belki belli olur. Unutma, bacakların dört ay alçıda kalacak. Razı mısın?
– Razıyıııım.
Islak ceketi çıkartırken cebinden doktora gösteremediği filmleri de virüsleri de masaya koydu.
– Sen sabır ihsan eyle ya rabbim, dedi.
Kadın,
– Sabrı mayaladık bir fırın ekmek oldu, diye mırıldandı.
– Sen de haklısın kadın ama bu ameliyatların bir yaşı var. Allah kerim.
Dudağından sarkan bıyıklarını ısırdı adam.
Dede oturduğu yerden doğruldu, biriktirdiği sözleri tespihinde gezdirip sustu.
Yaşıtı kalmamıştı, sigarasıyla dertleşirdi. Şimdiki zamanı hiç olmadı, geçmişi anlatırdı soran olursa. Pek olmazdı.
-Hadi kızım aşımızı go da yiyelim.
Tencerenin kapağı açıldı, bir tarhana kokusu yayıldı odaya.
Yerde serili, rengi atmış örtünün üzerindeki siniye yanaşıp oturdular.
– Bismillah, şükür halımıza, deyip kaşığı çaldı dede.
Kız
-Dede dedi, incecik bir sesle
– İnsanlar olmasa Allah’ın canı sıkılır mı?”
– …
Sapsarıydı kızın saçları, atkuyruğu. Parlıyordu. Pembe entarisi beyaz çiçekli, burnu küçücüktü.
Dirseğiyle camdaki buğuya çizdiği bebek resimlerini sildi. Sedirden kayıp indi, çömelip oturdu. Diğerleri gibi.
- Küçük Hoca - 1 Mart 2021
- Hadra - 1 Kasım 2020
- Sır - 1 Nisan 2020
- İp Üstünde Yürümek - 1 Kasım 2019
Uzun zamandır böyle naif ve tutarlı yazılan bir köylü anlatısına denk gelmemiştim. Genellikle yazarlar, bir şekilde şehrin o topuklu ayakkabılarını köy çamuruna batırır. Öykünüzde en ufak şüphe uyandıracak bir detay göremedim. Kendi kulvarında oldukça başarılı ve sade bir öykü. Tebrikler.
Elinize sağlık. Çok güzel bir öyküydü.