Sen, beni unuttun mu? Bir zamanlar biz aynı yatakta yan yana uyutulan çocuklardık. Soğuktan birbirimize sokulduğumuz sabahlarda saçlarımız, kollarımız, bacaklarımız ve düşlerimiz birbirine karışırdı. Birimizin ağzında unuttuğu sakız hepimizin saçına yapışırdı.
Madem öyle, şimdi bana bir iyilik yap. Bunu borçlusun bana kardeşim.
Yok, olmayı öğrenmeliyim. Kabullenmeme yardım et. Kıvırcık saçlarına sürdüğün briyantin gibi gölgeden kalkıp izimi belli etmeden çekip gitmeyi öğret bana. Yokluğum iz bırakmasın. Hatırlamadın mı beni? Ben senden beş yıl önce doğup, senin ölümünden dört yıl sonra ölenim. Birbirimize sorduğumuz akıl oyunları gibi.
Sırtının kamburunu, kelliğini, karın ağrılarını takma bacağıyla zorlukla taşıyan babamız, sürtüne sürtüne aşınmış tahta kapıdan elinde siyah poşetlerle avluya girince deliler gibi sevinen çocuklar biz değil miydik? Hatırlasana! Payıma düşen her şeyden bir lokmayı sana ayıran ağabey bendim.
Ömrüm, bu koyu gölgeye sığınmış kuruyor kardeşim. Ve ben şimdi yokluğa yakınım. Unuttun mu beni?
Taşan nehrin tahta köprüsünde durup, bileklerimize kadar su içinde, pulsuz balıklar tuttuk. Kimse kocaman balıklar için övmedi bizi. Balıkların yayvan ağızlarında ve sarkık bıyıklarında yalvaran bir taraf sezecek olsak hemen suya atmaya hazırdık. Yapışkan gövdelerini avuçlarımızda tutup çırpınışlarını seyrettik.
Belliymiş erkenden yoklukla tanışacağım. Belliymiş, annemin omzundan düşüp duran sarkık hırkadan, sabah yapılan pişilerden pay kalmamasından, duvarda karşılıklı dua eden kız ve oğlan biblosunun sonsuza kadar minnettar duruşlarından. Bir türlü yaptırılamayan takma dişlerin boşluğundan sızan çürük diş kokusundan. Ağız tadıyla bir lokma ekmek yenilemeyen pazar günlerinden belliymiş. Ben, bir varmış bir yokmuşun yolcusuymuşum. Yazgımız, her vardiyada gölgelerin gezindiği kuyulara inerken yazılmış.
“Maden, her zaman alacağını alır,” demişti babam. Babamın zayıflayınca bol gelen takma bacağı gibi dönüp duruyor her anı, düşüp kayboluyor zaman. Sen, benden önce yürüdün bu gölgelerden. Bana anlat, karanlık dehlizlerinde madenin, kaçacak yer kalmadığında; solunacak hava, ışık kalmadığında… Silindiğinde kardeşinin adı… Kazım mıydı? Kendin yokluğa teslim olurken, nasıl durmalı! Anlat! Korkuyorum, ya yok olmam gerekirken var olursam! Tek ben sağ kalırsam göçük altında. Her şey toprağa döndüğünde bile gezip durursam burada. Yok olmayı öğret bana. Tuttuğum kardeşimin eli mi yoksa babamın eli mi?
Ben ki bir varmış bir yokmuşun yolcusuyum, adı uzun listede yer alan bir sayı. Kabullenmeme yardım et kardeşim kendi soğuk yok oluşumu. Uzat ellerini, son bir ılıklık… Sen kendi devrinin gölgeleriyle vedalaş ben kendiminkilerle, son kez biz ölmüşlerden kardeş olanlar bir araya gelsin. Bir varmış bir yokmuş, sabaha karşı gelen bir patlamayla yerin üç yüz metre derininde yolcularını alıp haber olsun. Biz sadece haber olunca hatırlanan neşeli çocuklarız.
Babam gelmeden açalım tahta kapıyı. Tuttuğumuz balıkların kızartma kokusu avluyu sarsın, aferin demese de anlayalı “Keratalar sizi” deyişindeki sevecenlikten bizi ne çok sevdiğini ve gurur duyduğunu. O gün, bir de topal bir köpek getirmiş olalım nehir kenarından, babamız göz ucuyla baksın ve köpeğe acıdığından bir şey demesin. Artan balıklardan verelim köpeğe. Balıkların yayılmış kocaman kafalarını da yer. Unutalım mı bunları? İlk önce babamız ölmemiş miydi bizim? Hatırlasana. Ben henüz bir yıllık evliyken eşim çocuk beklediğimden sen inmemiş miydin madene? Evet, böyle oldu. Bak, topal köpek yalamıyor elimi, doymuş. Uzat elini. Biz kendi gerçekliğimizle kendi gölgeliğimizdeyiz artık.
Şimdi bildin mi beni? İki taş iki göz kapağımda, elmas olsa ne yazar. Bir varmış bir yokmuşun yolcusu şimdi buradaydı, unutuldu. Madem öyle bir iyilik yap bana, oku. Mezar taşımı boş tutsunlar. Daha çok yer var.
Ben burada kendi gölgeliğimde, bir varmış bir yokmuşum.
Çok etkileyici bir hikayeydi. Neler neler söylenir üzerine ama bu öykü okunduktan sonra tüm kelimeleri anlamsız kılan bir güce sahip. Hani söyleyecek çok şey varken sessizliğin kelimelerden daha çok şey anlattığı anlar olur ya işte öyle hissettim okuduktan sonra.
Teşekkürederim yorumunuz için.
İşte edebiyat biraz da bu…
Olay, sosyal olay, tarihçe… Hepsi trajik, hepsi vicdan sahibi herkes için ilgi çekici ve düşündürücü birer konsept.
Ama siz bunu öyle güzel anlatmışsınız ki @Eser_Avci…
Bravo, çok iyi
Gelecek seçkilerde de görüşmek dileğiyle
Yorumunuz için teşekkürler. Heyecanınız için ayrıca teşekkürler.