Öykü

Ayakta Uyuyanlar

Sirenler, gülüşen çiftler, şakalaşan gruplar, yer sarsan metrolar, arı gibi vızıldayan taksiler, taksilere sinirlenen kornalar… Geceler artık daha gürültülü olduğu kadar daha parlak. Uykuya ihtiyaç duymayanların gösteriş yaptıkları şov zamanına dönüşmüş bir zaman diliminde gözlerinden uyku akan bir sahtekâr var. Kiraladığı ufak odasında diz üstü bilgisayarından yayılan mavi ışıkla melatonin salgısını bastırmaya çalışarak iş ilanlarına bakıyor. Kendisini uykudan mahrum bırakmaya çalışıyor, alışmaya çalışıyor çünkü onlar gibi olmak zorunda. Yoksa işsiz kalacak. Ve şu ilanlara bakılırsa yenisini de bulamayacak.

Veri Bakım ve Koruma Asistanı – Sadece Ayakta Uyuyanlar!!!

Hasta Babam için Uyumayan Bakıcı Aranıyor. Yer + Yemek Sağlanacaktır.

Kargo Uçucusu Operatörü

Hah. Bu ilan ilgisini çekiyor ve içine giriyor. Ancak daha ilk okuduğu ‘Unihemisferiklere Uygundur.’ cümlesiyle birlikte ilandan yaka paça dışarı atılıyor. Bir an kafası uykuya yenik düşerek öne eğiliyor ama son anda kendisini doğrultuyor, kemikli elini suratına dayıyor, gözlerine uzanıp adeta onları yumdurmaya çalışan siyah saçlarını kenara itiyor. Başka ilan sitesine yöneliyor, yandaki filtrelerde ‘Ayakta Uyuyan – Yatakta Uyuyan’ ayrımını görünce içini cılız bir umut ateşi kaplıyor. ‘Yatakta Uyuyan’ seçeneğini işaretliyor ve bir anda uçsuz mısır tarlasından çıkıp, birkaç otun bittiği çorak topraklara geçiş yapıyor. Onlar da sadece yarı zamanlı işler. ‘Aynı anda ikisinde çalışırım.’ düşüncesiyle tıklayarak gözlerinin yanması uğruna ne olduklarını öğrenecek gücü bulabilmek için parmaklarını kupanın gövdesine sarıyor. Gövdesi soğumuş, kaldırınca da sadece kendi ağırlığını hissediyor, yine de bir umut ağzına götürüp bir damla kahveyi kendi bedenine geçiriyor. Kahve doldurmak istiyor ancak bunun için ne mutfağa yürüyecek enerjisi ne de kafeine tepki veren nöronları var… Hem ev arkadaşı Verim uyanık, o da bu hafta ayakta uyuyanlar arasına katıldı. Histerik bir şekilde elindeki yirmi dört saatin on ikisini dizi ve film izlemeye, internetten kana kana boş videolar içmeye adamıştı. Zombiden hallice suratıyla onun karşısına çıkmaya yüzü de yok açıkçası. Gündüz vakti yeterince yargılanıyor zaten. Uykusuzluktan doğru işleyemeyen prefrontal korteksinin keyfini çıkartan amigdalası, gözetmensiz kalmış arsız bir öğrenci gibi ona en ilkel cesaretle sulandırmış tükürük topları üfürüyor. Kalan son enerjisini de deli cesaretiyle dolup açtığı yeni tarayıcı sekmesine topluyor: ‘Nasıl ayakta uyuyan olabilirim?’

Önüne çıkan ilk siteye tıklıyor ve yapay zekaca değil gerçek insanlarca incelikle işlenmiş pazarlama cümlelerinin arasında kayboluyor.

Dünya’nın en iyi ve ilk unihemisferik uyku sağlayıcısının sitesine hoş geldiniz! Size 35 yıllık* yeni anı katmak için sabırsızlanıyoruz.

Bu yıldızı görünce iki parmağı dokunmatik iz sürücüyü hızla silkeleyerek sayfanın en altında iniyor ve ince fontla yazılmış notu okuyor: Türkiye’deki ortalama yaşam süresinin 103 yıl olduğu baz alınarak hesaplanan, bireyin hayatı boyunca uykuda geçirdiği ortalama süre.

İyi. Normalde, doğruların kısık cümlelerle itiraf edildiği yerdir burası. Öyle olduğunda sitede daha fazla zaman harcamaz ve çıkardı. Ama bu sefer kalıyor.

İnsanlığın silikon bazlı evrimini bir adım öteye taşıyan bu teknolojiyle, günün her dakikasına şahit olmanızı istiyoruz. İnsan evladının milyonlarca yıldır günde 16 saatte başardıklarını gördükten sonra 24 saatte neler yapabileceğini merakla bekliyoruz. Bu zevkli seyrin hiçbir anında sızıp kalmayın diye sizi de en yakın zamanda aramızda bekliyoruz.

Yeterince gözü boyandı, artık sadede gelelim. Biraz daha aşağı süzüldü. İstediği noktaya gelmenin başarısıyla mavi irisi, bir anlığına açıldı, sonra küçüldü.

Unihemisferik Uyku Nedir? Unihemisferik uyku, beynin sağ ve sol hemisferlerini ayrı zamanlarda uyumasıdır. Bu sayede canlı, uyku halinde bile bilinçlilik durumunu korur. 200 yıllık araştırmaların sonucunda fethettiğimiz doğanın bu uyku yöntemini pek çok memelide görüyoruz. En ünlüleri deniz memeleridir. Yunuslar ve balinalar diğer deniz canlıları gibi solungaçlara sahip olmadıkları için sık sık yüzeye çıkıp nefes almak zorundadırlar. Bunun için de sürekli yüzmek durumundadırlar. Ancak uyku da her canlı için vazgeçilemeyecek kadar önemli bir özelliktir. Evrim, bu ikilemin çözümünü unihemisferik uykuda bulmuştur. Beyinlerinin bir yarısı uyurken diğer yarısıyla hayatta kalmaya devam edebilirler. Aynı zaman da birçok kuş türü, binlerce kilometrelik göç esnasında yere inmeden uyku ihtiyacını karşılamak ve tehlikeli bir çevrede olduğunu hissettiğinde avcılara yem olmamak için tek gözü açık şekilde bu uyku çeşidini kullanır. İnsanlar da unihemisferik uyku semptomları gösterir! İlk gece efekti de denen, yeni bir ortamda uyuyan insanların sağ hemisferi normal derin uykuda uyurken, sol hemisferi daha sığ bir uyku çekerek tehlikelere hızlı tepki vermeyi ve daha çabuk uyanmamızı sağlar. Belki evrim de bize bir unihemisferik uyku uyuyabilen bir beyin tıraşlıyor ancak bizim milyonlarca yıl bekleyecek sabrımız yok!

Sandalyesinde oturarak geçirdiği her dakikada sanki vücudundan bir kemik daha eksilerek pestilleşiyor ve iyice aşağıya kayıyordu. Ekranı yeni görüş açısıyla senkronize ettikten sonra işaret parmağını ağzına geri götürdü ve kenarlarını silgi gibi ısırarak okumasını sürdürdü.

Peki nasıl başardık? Tek bir kelime: Nöroçip. Beynin belli bölgelerine enjekte edilen birkaç mikronluk mikroçipler, boyundan büyük işlere kalkışmaktan hiç kaçınmıyor. Elektrik iletebilen nanofiberlerle beyninize kök salıyor ve nöronlarınızla iletişime geçebiliyorlar. Ve elbette Dünya’nın her yerinde ulaşılabilen XG internetle de… Unihemisferik uyku için özellikle tasarladığımız nöral ağ sunucuları, inanılmaz yüksek hız ve kapasitede nöral işlemleri okuyabiliyor ve çözümleyebiliyor. Bu sayede uykuda olan hemisferinizin yerini ikame edebiliyor. Günden güne sizin bünyenizi daha iyi öğrenen ve hızlanan yapay zekâmız sayesinde her şey sizin yerinize yapılırken, size sadece 24 saatin keyfini sürmek kalıyor!

İyi, güzel. Merak ettiği kadarını aldıktan sonra diğer yazıları parmaklarını sürükleyerek hızla geçiyor. Yorumlara geldiğinde istemsizce duruyor. Binlerce olumlu yorumların arasından en kısa ve ilk gözüne takılanı okumaya başlıyor.

Hiç düşünmeyin… Yatakta uyuduğum zamanlarımı yüzümü ekşiterek hatırlıyorum da günde 8, mesaiye kalırsam (ki kalıyordum) 10 saat çalışır, işten yorgun argın çıkar akşam dokuzda ancak evde olurdum. Erkenden de yatardım çünkü malum, iş… Evdeki iki saatlik boşluğumda bir şeyler yapmaya çalışır her şey yarım yamalak kalırdı. En sonunda canıma tak etti, soluğu burada aldım. Birikmiş paramı hesaplarına, kendimi de bıçak altına yatırdım. Şimdi yine 8-10 saat çalışıyorum ama çalıştığımın bir o kadarı da bana kalıyor. Bütün gece bana ait. İlk gece ne yapacağımı şaşırdım. Bir türlü izleyemediğim diziyi tek oturuşta bitirdim. Ne biçim zevk verdi anlatamam… CRISPR kiti ve bir paket tohum alıp genom tarımcılığına başladım. Şimdi gerçek bir sosyal hayatım da var, bizim gibiler için açılmış NightOwl Bar’a gidiyorum her gece. Tanıştığım kadınlara inanamazsınız… Ve artık sevişirken hiçbir kadın uyuyakalmıyor. 10/10.

Buna burnundan verdiği basit bir nefesle güldükten sonra artık gözlerini açık tutmanın birisinin gözlerine pürmüz tutuyormuş gibi hissettirdiğini fark ederek bir anlığına kapatıyor. Sulanan gözleri yaşlarını dökerken parmakları hâlâ aşağıya, sayfanın altına kaydırmaya devam ediyor. Tam sayfayı kapatacakken uzay görüntüsü ilgisini çengelliyor.

Tam tersini de yapıyoruz! Uzun uzay yolculukları için kritik öneme sahip nöroçiplerimizin mürettebatı nasıl aylarca uyutabildiğini öğrenin!

Bu kadar gözünü yakmanın intikamını alırcasına ekran kapağını sertçe kapatıyor. Gözlerini yuvalarına bastıra bastıra ovuşturarak yatağına uzanıyor. Her gece gibi bu gece de uyumak vicdan azabına sebep oluyor. Hiç düşlemediği derin bir FOMO’ya maruz kalıyormuş, uyuyarak vaktini çöpe atıyormuş gibi hissediyor. Neyse ki beyninde biriken adenozin miktarı vicdanının salyalar saçan ağzına çorap tıkayacak kadar bol…

* * *

Alarmın tüm heyecanına rağmen koyu mavi gözleri sabaha doğru ağır ağır açıldığında ilk hissettiği şey acı oldu. Gözlerine batan çapakları temizlemekle uğraştı bir süre, bu iş aynı zamanda uykuyla uyanıklık arasında bir köprü görevi görüyordu. Yorganını üzerinden atmasıyla vücudunu yalayan soğuk, titremesine sebep oldu. En nefret ettiği anı atlattıktan sonra daha da soğuk olan koridora çıktı. Lavaboya gidene kadar 2000’lerin başından kalma sitcomların gülme efektlerine maruz kaldı. Verim’in hâlâ dizi izlemesine siniri bozuk bir iç çekti. Lavaboyu açıp sıcak suyun gelmesini beklerken yüzüne isteksizce baktı. Her gün artan kırışıklıklarını es geçerek şu an yüzüne eşlik eden kirli sakallarına odaklandı. Elini o sert yüzeyde gezdirdi. Kirli sakal hem haşin ve erkeksi hissettiriyor hem de yanaklarındaki irili ufaklı benlerini gizliyordu. Ancak ofisleri, dizilerdeki gülme efektlerinden daha da eski bir kafayla, sinekkaydı tıraşını zorunlu tutuyordu. Parmağıyla suyun sıcaklığını kontrol ettikten sonra yüzüne çarpmaya başladı.

Apartman kapısının önüne çıktığında siyah yün mantosunu iliklemek ve onun yakalarını kaldırmak için duraksadı. Her sabah olduğu gibi yine Belgrad Ormanı’ndaki güneş enerjisi kulesinin parlak tepesi gözlerini aldı. En azından böyle kapalı günlerde toplayacak pek ışık olmuyordu. Bir anlığına üzüldü. Kim bilir kendisini ne kadar işe yaramaz hissediyordur böyle havalarda. Ardından hızlı adımlarla yola koyuldu. Sarıyer’in fırtınası eksik olmayan sokaklarından, rüzgâr ekme festivaline arabaların da dahil olduğu ana caddedeki otobüs durağına sığındığında derin bir soluk alabildi. Bir desteye yakın insanla birlikte kabuğuna çekilmiş kaplumbağalar gibi otobüsün gelmesini beklemeye başladılar. Herkes öylesine renksiz giyinmişti ki durağa karşıdan bakan birisi siyah beyaz bir film izlediğini düşünebilirdi. Meğerki durakta rengarenk reklamları sergileyen pano olmasaydı. Yeni beliren reklam gözüne takıldı. Tepesinde büyük, kalın ve italik harflerle ‘AYAKTA UYUTUYORUZ!’ yazılmıştı. Hemen altında buz sarısı kakül saçlı, bembeyaz tenli, fazlasıyla sıska bir kadın ona gülümsüyordu. Bu anda ilanın ona ithafen tasarlandığını anladı. Zira reklamdaki kadın, popüler güzellik anlayışından uzak ama onun hayli ilgisini çeken bir bedene sahipti. Artık gizli pencerelere de güvenemeyeceğini anlatıyordu ona bu reklam. Ardından ilanın altında, tam onun ödeyebileceği bir ödeme planı teklif edildiğinde, kesin emin oldu. Demek banka hesaplarına kadar ulaşabiliyorlardı. Bu onu pek etkilemedi. Artık bunlara şaşırmıyordu. Bilip ne yapacaklardı ki hem? Ayrıca o en azından bu reklamların onun bilgileriyle ona özel hazırlandığının farkındaydı, o yüzden onu manipüle edemezlerdi. Tüm gün bunlara maruz kalıp safça manipüle olan insanlara acıyordu. Gerçekten çok salak vardı bu ülkede. Peşinden panodaki reklam değişti. Bir basur tedavisi reklamıydı. Kime ait olduğunu merak ederek duraktaki insanlara baktı. Onların da ona baktığını fark edince hızla önüne döndü. Şimdi herkes reklamın ona ait olduğunu düşünüyordu! Arkasını döndü ve korkusuzca durağa oturdu. Ardından telefonunu çıkarttı ve onun ayakta uyumasını sağlayacak şirketin numarasını buldu. Tam arayacakken uzaktan otobüsün yaklaştığını görünce bu görüşmeyi binişinin sonrasına sakladı. Otobüsün elektrikli motorunun ince cızırtısı hafif bir tık sesiyle kesildi. Hidrolikler içine çekilerek otobüse inilip binilmesini kolaylaştırırken kapılar yumuşak ama aceleci bir zil sesiyle açıldı. İçine binip yalnız kalacağı bir noktaya sindi ve telefon etti.

“UniHemi’ye hoş geldiniz. Ben Işık, nasıl yardımcı olabilirim?”

“Me-merhaba Işık Hanım. Benim bir maruzatım olacaktı. Unihemisferik uykuyla ilgili.”

“Tabii, size hitap edebilmem için adınızı öğrenebilir miyim?”

“Perva. Perva Çetin.”

“Perva Bey, anladığım kadarıyla unihemisferik uykuya geçmek istiyorsunuz?”

“E-evet, düşünüyorum.”

“Bizi aradığınız için çok şanslısınız Perva Bey çünkü Türkiye Operasyon Şefi’miz Elkin Başarır sizinle bizzat görüşecek. Bu akşam saat yedi uygun mudur?”

Perva bir an ne cevap vereceğini bilemeden geveledi. Zira hiç hazır olmadığı bir teklifle gelmişti Işık Hanım. Hızlıca planlarını düşündü, yoktu.

“E-evet uygundur.”

“Ayarladım, görüşmek üzere.”

“İyi günler.”

* * *

Asansör kırk sekizinci kata varışını nazik bir tonla kutladı ve Perva’yı bıraktı. Laboratuvar gibi tasarlanmış parlak beyaz bir yerde buldu kendisini. Sağ tarafı bir cam sehpanın etrafına dizilmiş kanepelerle bekleme salonuna adanmıştı. Karşısında bir ofise açıldığı belli olan buğulanmış cam panellerle kapatılmıştı. Solda yuvarlak, plastik bir masanın ortasında kavruk yüzlü bir kadın oturmuş, bilgisayarıyla uğraşıyordu. Ona yaklaştı ve gülümsedi.

“Merhaba, Perva Çetin ben.”

Kadın büyük siyah gözlerini Perva’ya kaldırıp gülümsedi. Ağzı ve dişleri öylesine devdi ki o pörtlek gözlerini bile yüzünde kaybolacak kadar kısmayı başarıyordu.

“Hoş geldiniz Perva Bey. Işık ben de. Telefonda konuşmuştuk.”

Perva kaşlarını kaldırarak gülümsemesini büyüttü.

“Öyle mi? Ne güzel.”

Cümlesinin saçmalığı, yüzünü biraz bozuntuya uğrattıysa da Işık buna takılmış gibi görünmüyordu.

“Elkin Bey’e geldiğinizi haber veriyorum.”

Elinin altındaki bir butona basıp konuştuktan ve gelen cevaba kafa salladıktan sonra Perva’ya döndü.

“Elkin Bey, birazdan sizi buyur edecekler. Camları çözüldüğünde içeri girebilirsiniz.”

Perva dudaklarını bastırarak gülümsedi ve kafasıyla onayladı. Işık, onun hâlâ karşısında dikildiğini görünce devam etti.

“Birkaç dakikayı bulur, isterseniz oturun.”

Perva sanki ilk girdiğinde görmemiş gibi arkasına dönerek koltuklara baktıktan sonra elini iki yana salladı.

“Yok, zaten işte tüm gün oturuyorum. Ayakta beklerim.”

“Siz bilirsiniz.”

Perva, önünde dikilmenin onu rahatsız ettiğini çakmıştı en azından. O yüzden kenara geçti ve dirseğini resepsiyon bankosuna yaslanarak buğulu camları izlemeye başladı.

Kendisini oyalayacak bir şey bulmasına gerek kalmadan elektrokromik camlar çözündü ve tertemiz bir transparanlığa kavuştu. Bu anda şirketin operasyon şefinden ziyade bulunduğu katın yüksekliğini anlamasını sağlayacak manzaraya bakakaldı. Ortama siyah rengi tattıran gece karanlığının altında parıldayan İstanbul ışıkları gözlerini alıyordu. Ofisin cephesi öyle bir ayarlanmıştı ki Elkin Bey, iki boğaz köprüsünün kırmızı ışıklarının tam ortasında oturuyordu. Kanına haset pompalatan bu manzaradan ancak Elkin Bey ayağa kalkıp da onu içeri buyur ettiğinde kurtulabildi. Ofise doğru yürürken Elkin Bey’in incelemekte geciktiği vücudunu öğretmenin kontrole geldiği ödevi yetiştirmeye çalışan bir öğrenci kadar acele süzüyordu. Kırklı yaşlar, pahalı bir takım, geniş omuzlar, oturana kadar içine çekilmiş hafif göbek, kısa ve lüks bir saç kesimi, rengini seçemediği çekikçe gözleri, nizami ve şehir ışıkları gibi -ama sarı değil beyaz- parıldayan dişleri, ona ikinci haset dalgası yaşatan kirli sakalları ve sıktığı güven verici el…

“Hoş geldiniz Perva Bey.”

“Hoş bulduk.” diyerek oturdu Perva, tekli rahatsız koltuğa. Birkaç kere kıpırdandı ama bir türlü yerleşmiş gibi hissedemedi. Elkin Bey’in onu izlediğini görünce gergin bir gülüş attı.

“Kusura bakmayın, biraz gerildim, şirketin yöneticisiyle görüşmeyi beklemiyordum.”

Böyle bir cümle çıkartabildiğine şaşırdı bir anlığına. Elkin Bey bilgisayarını önüne çekerken gülüyordu.

“Unihemisferik uyku olmasaydı inanın bunu yapamazdım. Şimdi hem müstakbel kullanıcılarımıza zaman ayırabiliyorum hem de yöneticilik yapabiliyorum.” Ardından bilgisayarına odaklandı bir saniye. Bunu da belli edercesine kaşlarını çattı. Ancak yine de bir eli kapalı şekilde Perva’ya doğru uzanıyordu.

“Perva Çetin, değil mi?”

“Mm-hmm.” dedi Perva kafasıyla da onaylayarak.

“Hastane kayıtlarınızı inceliyorum da unihemisferik uyku için risk oluşturacak bir durum görülmüyor, tabii karar vermeniz dahilinde ek testler de uygulanacak.” dedikten sonra bilgisayarı biraz iterek Perva’ya odaklandı ve gülümseyerek ekledi. “Bu arada isminiz çok hoş, daha önce kimsede duymadım. Anlamı nedir?”

Perva yerinde kıpırdandı tek bir nefesle güldü. Bir yandan da gözleriyle yerleri süpürerek kaşını kaşıyordu.

“Ee, anlamı pek iyi değil ama annem bu kelimenin tınısını severmiş, anlamından ziyade fonetiği için koymuş yani. Farklılık da olsun istemiş tabii, o da var.”

Elkin Bey zaten ince olan gözlerini kısarak güldüğünde Perva onun ilk kez samimi sırıtmasına şahit oldu.

“Başarmış belli ki.” dedikten sonra ellerini masanın üzerinde birleştirerek devam etti. “Şimdi size bu prosedür-”

“Sizinkinin anlamı nedir?”

Perva böyle saçma bir soruyla onu böldüğü için kendisine sövdü. Halbuki gerçekten iyi başlamıştı. Çok bile dayanmıştı kendisini rezil etmeden. “Neyse.” diye geçirdi içinden “En azından iyi başlamayı başardım.”

Elkin Bey, ortamdaki garipliği gülümsemesiyle yumuşattı.

“Evet, benim adım da pek kullanılmaz. Elkin oldukça eski bir kelime aslında, Kaşgarlı Mahmut’un sözlüklerinden kalma. Eski Türkçede gezgin, seyyah demek.”

“Öyle mi, pek güzel. Gezmeyi seviyor musunuz bari?”

Hâlâ inatla susup onu konuşturmadığına inanamıyordu. Korkusundan mı sürüncemede bırakıyordu bunu, bilemiyordu.

“Tabii, kim sevmez ki? Son zamanlarda daha çok iş için seyahat ediyorum. 7/24 ayakta olmama rağmen bir de… Yoğunluğu siz düşünün…”

Perva sahte bir etkilenme gösterisiyle kafasını aşağı yukarı salladı. Artık susup konuşmasına izin verecekti.

“Unihemisferik uykunun ne olduğunu, nasıl olduğunu biliyor musunuz?”

“Mm-hmm, sitenizi inceledim biraz.”

“Çok güzel, neden istiyorsunuz peki?”

Perva bu soru karşısında hafifçe kaşlarını çattı. Ardından burnundan bir alaycı gülüş bıraktı ortaya.

“İşimi elimde tutabilmek için. Sayenizde, çiplerinizi taktırmazsam işsiz kalacağım.”

Elkin Bey böyle bir çıkış beklemediğini belli edercesine Perva’ya bakakaldı. Ağır ağır arkasına yaslandığı her saniye Perva’nın avuçları daha çok terliyor, onları silmek için kumaş pantolonuna daha sert bastırıyordu.

“Haklısınız, insanları bunu yaptırmaya zorluyormuşuz gibi gözüküyor ancak inanın öyle değil. Bu teknolojinin size katabileceklerini bildiğimizden biraz fazla hevesliyiz. Bu yanlış anlaşılıyor. Baktığınızda herkes için en iyisi bu. Sizler hayatınıza yıllar ekliyorsunuz, işverenler daha çok üretiyor ve devletimiz de ekonomik ve daha pek çok alanda dünyayla rekabet edebiliyor. Win-win-win anlayacağınız.” Ardından daha heyecanlı bir şekilde ekledi. “Cumhurbaşkanı Taylan Ateş de kullanıcımız. UniHemi Pro kullanıyor.”

“Pro mu?”

“Evet, oraya bağlayacaktım ben de.” Elkin Bey önceki pazarlamacı pozisyonuna döndü ve Perva’ya yaklaşıp onu göz hapsine alarak devam etti. “Temelde sunduğumuz iki paket var. UniHemi Standart ve UniHemi Pro. Pro paketimiz, adı üzerinde profesyoneller için tasarlanmış bir paket. Örneğin sunumdan sunuma koşan iş insanları için PowerNap özelliği sunuyoruz. Bir nevi hızlı şarj gibi görebilirsiniz. Nöroçiplerimiz, her iki hemisferi de doksanar dakikalık uykuya yatırıyor ve daha sonra hiçbir hemisferi uyutmaya gerek kalmadan 24 saat geçirebiliyor. Böylece kullanıcı iki hemisferini de tam performansta kullanabiliyor. Bu da yetmezse Konsantrasyon+ modu var. İki hemisfer uyanık olmasına rağmen nöroçiplerimiz devreye giriyor ve ek beyin gücü sağlıyor. %40’a kadar konsantrasyon artışı, daha iyi el ve göz koordinasyonu ve daha pek çok şey… Uzun ve yorucu iş akışları için mükemmel bir seçenek. Bizzat kendim kullanıyorum.”

Perva, suratına kova kova boşaltılan bilgilerden kafasını kurtardığını belli edercesine derin bir iç çektikten sonra “Güzelmiş.” dedi.

“Perva Bey.” diyerek ilgisini tekrar kendisine çekti Elkin Bey. Perva özgüven yüklü bu ifadeye nasıl baksa bilemiyordu. “Perva Bey, isterseniz hemen şimdi sizi aşağı indirip nöroçiplerinizi beyninize enjekte edebiliriz.”

Perva donakaldı. Ne diyeceğini ya da ne tepki vereceğini bilemiyordu.

“Ne?” diye sorabildi en sonunda gözlerini kocaman açarak.

“İsterseniz hemen şu an sizi laboratuvara gönderebilirim.”

“Aah… Yani, ben- benim çalışmam lazım, işe gidip.”

“Onu hiç dert etmeyin. Unihemisferik Uyku Kanunu’na göre bu operasyon için işvereninizden dört güne kadar ücretli izin isteyebilirsiniz. Ücreti de devlet karşılıyor. Sizi sadece bir gün tutacağız, yani yarın akşam sizi buradan taburcu edecek ve geri kalan üç gün boyunca uykusuz hayatınıza adapte olabileceksiniz. Hatta! Bugünün Salı olduğunu düşünürsek, aldığınız izin hafta sonuyla birleşecek. Dolu dolu 120 saatiniz olacak! Bir roman bile yazabilirsiniz.”

Perva yakasına yapışmış gibi hissettiren kravatını gevşetti, boynundaki terleri saklamak istercesine kaşırken orayı tahriş edip daha dikkat çekici hale getirdi.

“Yani, çok hızlı oldu bu, böyle.”

Elkin Bey güven veren gülümsemesini takındı. Bu kadar çok sırıtmak yanaklarını acıtmıyor muydu acaba?

“Ben operasyonunuzu endişeyle bekleme sürenizi yok etmek istiyorum. Bilirsiniz hani, ameliyat öncesi uyuyamazsınız ya korkudan. Uykunun ne kadar nazlı bir şey olduğunu görüyorsunuz işte! Bilincinizi ondan kurtarmak istiyorum. Ama tabii ben son bir kez uyumak isterim derseniz orası size kalmış. Ben pek sanmıyorum ama…”

Perva kaşlarını çarptı uzun kirpikleriyle alkış tutar gibi gözlerini beş altı kere kırpıştırdı.

“Nasıl yani? Bir daha hiç uyumayacak mıyım?”

Elkin Bey, küçümsercesine güldü.

“Bunun için burada değil misiniz?”

Perva tavırdan rahatsız olmuşçasına koltukta diklendi.

“Hayır yani, bu çipler kalıcı mı diye soruyorum.”

“Ha! Hayır, istediğiniz zaman çıkartabiliriz. Ama böyle bir şey isteyeceğinizi sanmıyorum.”

Perva bu aceleci tavırların arasından mantıklı bir karar çıkartmaya çalışıyordu.

“Pe-peki… Başka ne olmayacak hayatımda? Mesela, atıyorum, rüya da göremeyeceğim, değil mi?”

“Maalesef, rüya için bihemisferik uyku gerekir. Bilincinizin kapalı olması gerekir yani. Ama rüyalarınızı gerçekleştirmek için daha çok vaktiniz olacak. O yüzden pek özleyeceğinizi sanmıyorum. Tabii rüyanızda tek boynuzlu atlara binip uçmuyorsanız.” dedi Elkin Bey kıkırdayarak.

Perva yarım yamalak güldü ve sorularına devam etti.

“Ben bu çipler olsa da tam uyuyabilecek miyim? Yani bu çipler yokmuş gibi.”

“Nöroçipleri deaktive edebiliriz evet, ama organik maddeler, elektronik maddeler kadar hızlı durum değişemezler, alışma sürecine ihtiyaç duyarlar. Nöroçipleri sürekli olarak kapatıp açmak sizi afallatmaktan başka bir işe yaramayacaktır.”

Perva gözleriyle boşluğa dalmışken, alt dudağıyla üst dudağını taciz edip duruyordu. Bir dakika kadar sonra bakışlarını Elkin Bey’e kaldırdı.

“Tamam. Yapalım.”

* * *

Birer saniye arayla duyduğu bipleme sesi kafasını karıştırdı. Alarmını bu tona değiştirdiğini hatırlamıyordu çünkü. Onu susturmak için gözlerini açtı. Ancak fazla parlaktı. Yine perdenin arasından sabah güneşi mi düşüyordu yüzüne? Gözlerini birkaç kez kırpıştırarak odağını geri kazandı ve onun güneşten değil tepesindeki floresanlardan geldiğini gördü. Yüzünü buruşturarak kafasını yana çevirdi, bipleme seslerinin hastabaşı monitöründen geldiğini gördüğünde ancak nerede olduğunu anlayabilmişti. Uyandığının bilgisini alan hemşire güler yüzle içeri girdi.

“Günaydın Perva Bey. İyi hissediyor musunuz?”

“E-evet, sanırım. Başım ağrıyor, bir de su verir misiniz?”

Hemşire onun ricasını yerine getirdikten sonra yanındaki cihazlardan birisinin ekranına odaklandı.

“Görüşüne göre her şey yolunda. Kendinizi iyi hissettiğiniz zaman nöroçiplerinizi ayarlamak için kalibrasyon odasına alacağız.”

“Yine bir operasyon mu olacak?”

“Hayır, hayır. Sadece bir ekran önünde size yöneltilen birkaç basit testi yapacaksınız ve bitecek.”

“Peki.”

Elkin Bey, kulaklığına dokundu.

“Elkin Bey, Değer Bey geldiler, BrownMagic Coffee’den.”

“Sonunda gerçek para getirecek bir müşteri.” dedi Elkin Bey dolu bir iç çekerek. Peşinden masasındaki tuşa basarak camların buğusunu çözdü ve Değer Bey’i içeri davet etti. Basit bir selamlaşmadan sonra karşılıklı oturdular.

“Elkin Bey, zamanım az ve ricam benim bir bilim insanı değil, bir iş insanı olduğumu göz önünde bulundurarak mevzuyu anlatmanız.”

Elkin Bey, sempatik bir şekilde kıkırdayarak kafasını salladı. “Denerim.”

“Bu reklamlarınız nasıl çalışıyor tam olarak? Nasıl diğer herkesten daha çok tık alıyorsunuz?”

Elkin Bey kibirli bir şekilde sırıtarak arkasını yaslandı ve sandalyesinde birkaç kere yaylandı. Parmaklarını karnında birleştirerek bir hikâye anlatmaya hazırlanan yaşlı amca tavrına büründü.

“Neredeyse iki asır önce, 1940’larda, ilk korpus kallosotomi yapıldı. Bu, beynin iki hemisferini birbirine bağlayan bir köprü. Amaç, ileri derece epilepsi hastalarının, krizleri esnasında beyinlerinin tamamen kilitlenmesini önlemekti. Başarılı da oldular, gerçekten bir hemisferde başlayan o elektrik fırtınası bir diğer hemisfere geçemiyor, böylece hasta günlük hayatına devam edebiliyordu. Ama bu bölünmüş beyinli insanlar bir zaman sonra bazı şikayetlerle geldiler: ‘Markette alışveriş yapamıyorum, sağ elim konserveyi alırken sol elim bana karşı çıkıyor, onu yerine koymaya çalışıyor.’ Bu absürt iddialar karşısında bilim insanları da araştırmaya koyuldular. Bu konudaki çalışmaları sayesinde Nobel kazanmış Roger Sperry ve daha sonra ona katılan Michael Gazzaniga, bu şirketin ve tüm bu teknolojinin üretilebilmesinde öncülük yaptılar. Beynin hangi görevleri nerede gerçekleştirdiğini ve aralarındaki iletişimin kesildiğinde ne olacağını gösterdiler. Ve gerçekten oldukça ilginç sonuçlara ulaştılar. Bunun için bölünmüş beyne sahip kişileri bir bilgisayar ekranının önüne oturttular.”

Perva, panoramik monitörün önüne oturdu. İşyerindeki bilgisayarın aynısıydı. Ve altında UniHemi logosu vardı. Onların bilgisayar ürettiğini ilk kez öğreniyordu. Hemşirenin bir tabletle yanına oturmasıyla dikkati dağıldı.

“Kalibrasyonunuzu başlatıyorum Perva Bey, hazır mısınız?”

Perva kafasını aşağı yukarı salladığı anda ekran aydınlandı ve ortasında ufak bir artı işareti çıktı.

“Lütfen gözlerinizi artı işaretine odaklayın ve oradan gözlerinizi ayırmayın. İşaretin iki yanında bazı resimler ve kelimeler göreceksiniz. Sadece bir anlığına. Onları gördükten sonra size sorduklarımı cevaplayın.”

Perva tekrar kafasıyla onaylarken gözleri artıya odaklanmıştı.

“Beynimiz biraz ters bir organ, Değer Bey. Sol tarafımızı beynimizin sağ; sağ tarafımızı beynimizin sol hemisferi kontrol eder. Gözlerde de böyledir. Sağ gözümüzün gördüğünü sol beyin işler, sol gözümüzün gördüğünü de sağ beyin. Ve bu hemisferler farklı alanlarda uzmanlaşmıştır. Dil ve konuşma çoğunlukla sol beyne ait bir özelliktir, yani sağ beyin dilsizdir, gördüklerini söyleyemez sadece gösterebilir. Mantık ve problem çözme gücümüz sol taraftayken; hayal gücümüz, duygularımız ve müziği hissetmek sağ tarafın işidir. Hafızamız da bölünmüştür; yüzleri, duyguları ve geometrik şekilleri sağ beynimiz algılar, sol beyin de kelimeleri hatırlamakta iyidir.”

Perva’nın sağ tarafına bir top resmi gösterildi. Asistan ne gördüğünü sorunca cevap verdi.

“Top.”

Bu sefer sol tarafına bir araba resmi gösterildi. Asistan ne gördüğünü sorunca cevap verdi.

“Hiçbir şey.”

“Az önce ne gördüğünüzü sol elinizle birazdan çıkacak kelimelerde göstermenizi istiyorum.”

‘Araba’ ve ‘Telefon’ kelimeleri sol tarafına gösterildiğinde Perva sol elini kaldırarak araba kelimesini işaret etti.

“Bir kafatasının içinde yaşayan ve birbirinden habersiz iki beyin var anlayacağınız… Sağ beyin, sol beynin ne düşündüğünü ancak o söylerse bilebiliyor. İki farklı insan adeta. Aynı zamanda sol beynimiz kurnazdır da. Etrafında yaşanan her şeye bir hikâye uydurmaya çalışır. Beynimizin özeti bu değil midir zaten? Çevresinde olan biteni anlamlandırmak… Sağ beyine sol elinde tuttuğu rubik küpünü sağ eline vermesini söylediğinizde denileni yapar. Sağ eline küpü almış sol beyine onu neden eline aldığı sorulduğunda, ‘Ben hep bunu öğrenmek istemişimdir, o yüzden.’ diye cevap verir.”

“Şimdi iki kelime göreceksiniz. Onlara baktıktan sonra ne gördüğünüzü karşınıza çıkacak dört seçenekten birisini sol elinizle işaret ederek göstermenizi isteyeceğim.”

Perva’nın sol gözüne telefon kelimesi, sağ gözüne ise müzik kelimesi yarım saniyeliğine gösterildi. Ardından ortaya dört şekil çıktı: Telefon, müzik notası, gitar ve bando takımı. Perva sol eliyle telefon kelimesini seçti. Asistan neden onu seçtiğini sordu.

“Çünkü ben hep telefonumdan müzik dinlerim.”

“Harika, Perva Bey. Kalibrasyonunuz tamamlandı. Artık nöroçipleriniz aktif. Çıkış işlemleriniz için sizi yönlendiriyorum. Hayatınızın tadını çıkartın.”

Değer Bey, kafasını sallayarak dinlerken bir yandan çenesini ovuşturuyordu.

“Elkin Bey, çok ilginç anlattıklarınız, gerçekten. Ama bunun reklamlarla ne ilgisi var?”

“Unihemisferik uyku sırasında bir yarımız uykuya dalar ve onun işlemlerini bizim nöroçiplerimiz yapar. Ve biz bazen kullanıcılarımıza reklam göstermek için bu nöroçiplerin işleyişlerini manipüle edebiliriz. Kendi üretimimiz olan monitörleri şu an neredeyse tüm ofisler ve evler kullanıyor. Çünkü piyasanın çok altında fiyata verebiliyoruz. Bu monitörlerimiz kişinin göz hareketlerini sürekli izliyor ve sağ beyni uyuduğu sırada oraya bazı reklamlar düşürebiliyor. Kullanıcı dilsiz ve duygusal sağ beyniyle alışveriş yapıyor ve bunu sol beyniyle gerçekten ihtiyacı olduğu için aldığını söylüyor.”

Değer Bey kalkık kaşlarıyla Elkin Bey’i izledi bir süre.

“Doğru mu anlıyorum? Bir çeşit zihin kontrolünden bahsediyorsunuz. Yani, yani, özellikle dar gelirli insanların daha fazla çalışabilmesinin hiçbir getirisi yok. Fazladan kazandığı parayı, gösterdiğiniz reklamlarla harcatıyorsunuz.”

Elkin Bey kıkırdadı.

“Yaptığımız yeni bir şey değil. Klasik formülü takip ediyoruz. Dünyayı değiştiren icatlara baktığınızda hepsi insanların en temel ihtiyaçlarına hitap eder. Medeniyet olarak ne kadar gelişirsek gelişelim temel ihtiyaçlarımız hep aynı kalır. İlk başta zenginler, artan iş güçlerini karşılamak için parayı icat ettiler ve açlık hissini gidermek isteyeni iş bulmak zorunda bıraktılar.”

Perva yeni hayatının ilk adımlarını attığında derin bir nefes çekti ciğerlerine. Karşıdaki parka yürürken kendisini hiç olmadığı kadar dinç; gözlerinin önünde yaşanan hayatı hiç olmadığı kadar canlı görüyordu. Uyku onu bu kadar mı dibe çekiyordu? Banka oturduğunda ilk yaptığı şey, telefonunu çıkartıp çalışabileceği yepyeni işleri keşfetmek oldu.

“Ardından sosyal medya icat edildi. İnsanların sosyalleşmesi, daha doğrusu cinsel dürtülerini gidermesi için mükemmel bir ortam yaratıldı. Ve insanlar bunun için binlerce reklam görmeye razı oldular.”

İş ilanlarını dolaştıktan sonra daha büyük bir heyecanla NightOwl’ın sosyal hesaplarına girdi. Orada takılan kadınların fotoğraflarına yakınlaştı. Yüzündeki hevesli gülümsemeyle birlikte ayaklandı.

“Şimdi de bizler, canlılığın el değmemiş temel ihtiyaçlarından birisini fethettik. Evet, belki de reklamlarımız kullanıcıların parasını alacak ama yine de onların hayatına günde 8 saatlik hayat katacak. Yaşayacakları bir asrı, dolu dolu yaşamalarını sağlıyoruz. Unutmayın, piramidin ne kadar altına inerseniz o kadar kalıcı olursunuz.”

Değer Bey alt dudağını büzdü ve ellerini açarak dizlerine vurdu.

“Vay be, ben de sadece gerçek anlamda insanları ayakta uyutuyorsunuz sanıyordum.”

* * *

“Buna mı gidiyorum?” diye sordu Fer, kucağına aldığı dizüstünün ekranına bakarken.

“Evet, o.” diye yanıtladı Nis.

“Uyuyor olduğuna eminsin?”

Nis gözlerini devirdi ve Fer’in kapısını açan tuşa bastı.

“Yahu evet dedim, sol beyni uyuyor, takipteyim ben, haydi git.”

Fer, aynadan son kez makyajını kontrol etti, beyaza yakın sarı saçlarını karıştırarak arabadan indi. NightOwl’ın kapısını itti ve kendisini yoğun ve ağır bir atmosferin içine bıraktı. Oldukça karanlık olan mekânda hedefini görmek için gözlerini kısmışken o çelimsiz mavi gözleri görünce yarım ağızla güldü. Tam ona yönelecekken sırtına dokunan bir elle irkildi. Arkasına döndüğünde yüzü parlayan bir adamın ona deliden hallice bir tiple sırıttığını gördü.

“Selam, ben Perva. Size bir içki ısmarlayabilir miyim?”

Fer tam onu reddedecekken Nis’in sesi kulağını doldurdu.

“Dur! Bizim herifin telefonuna mesaj geldi. Karısı acil çağırmış.”

Fer’in bakışları yüz seksen derece değişerek yumuşadı ve Perva’nın elini sıktı.

“Fer ben de. Olur, bara geçelim?”

Perva’nın beynine devasa bir ampul takılmışçasına yüzü aydınlanmış ve Fer’i takip etmeye başlamıştı. Bara vardıklarında Perva içkisiyle birlikte büyük bir patates kızartması sipariş etti. Fer ona şaşkın gülümseyince açıklama gereği hissetti.

“Unihemisferiğe yeni geçtim de acıkıyorum sürekli. Şimdi aslında uyuyor olurdum. Günde 4-5 öğün yiyorum, nasıl kilo almadan duracağım? Bir önerin var mı?”

“Yok, yemen gerekiyor zaten, bu fazladan aldığın kaloriyi nöroçiplerin yakıyor.”

“Aa, gerçekten mi? Ben de-”

Ancak Perva’nın kelimeleri Nis’in araya giren sesi yüzünden Fer’e ulaşmıyordu.

“Ya, şu an uyuyor mu görmem lazım, yüz taraması yapacağım ama kafasını görüyorum, yer değiştirsenize.”

Fer çaktırmadan denileni yaptı ve Perva’nın öbür yanına geçti.

“Hâlâ yüzünü okuyamıyorum. Yüzünü kameraya kaldırsana, tam arkanda.”

“Taşak mı geçiyorsun benimle?” diye sinirlendi Fer.

“Yok, hayır, geçmiyordum, yanlış bir şey mi söyledim?” diye sordu Perva şaşkın bir suratla kalakalarak.

Fer hızla kendisini toparladı.

“Hayır, hayır! Ben yapmam gereken bir şeyi unuttum da kendime kızıyordum. Özür dilerim.” Hemen peşinden tekilasını yukarı kaldırarak devam etti. “Haydi kaldır sen de bardağı, tokuşturalım.”

Perva bu kadar yukarıda tokuşturmanın sebebini bilmiyordu. Belki de bu bara özgü bir tokuşturmadır diyerek ona ayak uydurdu. Nis’in sesi araya girdi.

“Müthiş! Sol beyni uykuda şu an. Sağ gözü ve kulağı karartıyorum.”

O andan sonra Fer, tüm sahne oyunlarını; Perva ise tüm samimi benliğini ortaya koydu. Bir elektrik akımı kadar doğal ve heyecanlı olan akışları, Fer’in teklifiyle kesildi.

“Sahilde yürümek ister misin? İçerisi beni boğdu, hem belki oradan bana geçeriz, evim Arnavutköy’de.”

Perva teklifi memnuniyetle kabul ettikten sonra ceketlerini giyerek bardan çıktılar. Önlerinde neon ışıklarıyla renkten renge giren boğaz köprüsünü deniz fenerleri belleyerek ona doğru yürüdüler. Sahil baştan aşağı ayakta uyuyanlarla doluydu. En az gündüz kadar cıvıl cıvıldı her yer. Burası zengin muhitti en nihayetinde, nüfusun çoğunluğu çoktan unihemisferik olmuştu.

“Yerli unihemisferik uyku çipleri geliştirmeye başlamışız. Duydun mu?” diye sordu Perva.

Fer güldü.

“Duydum evet. Şirketi de kurmuşlar. Neydi adı… Ade- AdeNOzin.”

Perva kıkırdadı.

“Hayret, böyle kelime oyunlu bir ismi onaylamalarını beklemezdim.”

“Taylan Başar’ı bilirsin, kendisini genç ruhlu gösterecek her şeye düşer.”

“Doğru, doğru.” dedi Perva önündeki betonu izleyen kafasını aşağı yukarı sallarken. Peşinden muzip bir tavırla ekledi. “Acaba yerli barımız ne zaman açılır?”

“Açıldı ya zaten bilmiyor musun?” diye güldü Fer.

“Ciddi mi? Nerede?”

“Beyoğlu’nda. Bar değil ama kafe. Alaturka bir yer, adından da belli zaten.”

Perva kaşlarını merakla kaldırarak adını sordu.

“Hacıyatmaz.”

Bu anda tiz bir kahkaha attı Perva.

“Bu olayı neden ciddiye alamadık biz milletçe?”

“Bilmem.” dedi Fer gülerek.

Ardından Perva’nın gülüşü yavaş yavaş silindi.

“Garip bir his ya.”

“Ne?”

“Yani bir saat sonra gün ağaracak ve ben hiçbir şey olmamış gibi devam edeceğim. Sonra yine ve sonra yine… Araya uyku gibi dev bir şey girmeyecek. Kulağa biraz yorucu geliyor, öyle değil mi?”

Fer, omuz silkti.

“Başta öyle geliyor evet. Ama sonra alışıyorsun, hatta o kadar alışıyorsun ki ‘Ben önceden hem uyuyup hem nasıl işleri yetiştiriyormuşum?’ diye kendine şaşırıyorsun. İnan bir aya kalmaz o sekiz saati doldurursun.”

“Haklısın.” dedi Perva sakince.

Ardından Fer, yolun karşısındaki 24 saat açık ufak bakkalı gösterdi.

“Benim şuradan sigara almam lazım. Burada bekler misin beni?”

“Tabii, bekliyorum.”

Fer hızlı adımlarla karşıya geçerken Nis’e mırıldanıyordu.

“Bakkala giriyorum, korpusu kapatmaya hazır ol.”

* * *

“Bakkala gelir misin? Kartım problem veriyor, ödemiyorum.”

Perva telefonuna gelen bu mesajla ayağa fırladı ve aynı çeviklikle karşıya geçti. İçeriye girdiğinde tepesindeki floresan cızırtılarından başka ses yoktu. Fer’e seslendi ancak kendi yankısı hariç bir dönüş alamadı. Kasaya ilerlediğinde, rengarenk ürünlerle dolu reyonların gizlediği cesetle karşı karşıya kalınca panikle geri sendeledi ve arkasındaki rafa tutundu. Gözleri kocaman açılmış, nefesleri sıklaşmıştı. Fayanslara yayılan koyu kandan bir asitmişçesine ayaklarını kaçırıyordu. Fer’in adını hıçkırırcasına bir kez daha bağırdı. Bu anda havadan üzerine atılan bir tabancayı refleksle yakaladı, ne olduğunu fark ettiği gibi korkuyla yere attı. Reyonların arasına baktı ancak kimseyi göremedi. Üzerine bir kapı kilitlenme sesini akabinde polis sirenleri izledi.

Fer, arka sokağın merdivenlerini ikişer ikişer tırmanırken gülümsüyordu.

“Sol beyni uyandırdım, sağ beyin uykuda. Korpus çiplerini de kapattım. Bir beyni bu akşam şahit olduğu her şeyi diğer beynine anlatana kadar biz çoktan gitmiş olacağız.” diye anlattı Nis keyifle.

“Bir dakika! Boray’la Perva’nın tehditleştiği mesajları hesaplarına iliştirdin, değil mi?”

“Evet, merak etme. Aralarındaki bağlantıyı sağladım.”

Polis, Perva’nın titreyen ellerini ensesinde birleştirmesini izledikten sonra kelepçelemeye başladı. Perva ise tüm bu süreci yalvararak geçiriyordu.

“Lütfen! Ben yapmadım, ben öldürmedim!”

“Kim yaptı?”

“Bi-bilmiyorum. Ben yiyecek bir şeyler almaya girdim. Çü-çünkü acıkıyorum sık sık. Burada yatıyordu. Lütfen.”

“Sizden başka birisi var mıydı içeride?”

Perva kelepçelerin acısıyla buruşturduğu suratını gözyaşlarıyla ıslatıyordu.

“Bilmiyorum. Yoktu.”

Polis onu herkesin gözü önünde ekip aracına bindirirken o, hapiste uyumadan nasıl vakit geçireceğini düşünüyordu.

Oktay Yılmaz

Aklında doğup midesine uçan binbir çeşit kelebeği ağıyla yakalamaya çalışan, tutabildiklerini yazıya döken bir insan.

Öne Çıkan Yorumlar

  1. hayran olmamak elde değil, müthiş leziz bir okumaydı. Bilim kurgunun hakkını vermiş bir öyküydü. Bilimsel olaylardan yola çıkarak kurduğun gelecek ahlaki bir soruyu da sormamı sağladı; Teknolojiyi yaratan insan o teknolojiyi satın alan kişiye teknolojiyi kullanma ehliyet ve sorumluluğuyla birlikte mi verir ? yani kim suçlu üreten mi kullanan mı !

  2. Çok teşekkür ederim, böylesine olumlu bir yorum almak beni daha fazla yazmaya, düşünmeye, kurmaya itiyor. Öykümün hem insan etiği üzerinde düşündürmeyi başarması hem de vaktinizden çalmış gibi hissettirmemesi beni fazlasıyla mutlu etti. Gelecek öykülerde görüşmek üzere :slight_smile:

  3. Çok teşekkür ederim. Evet, yine 5000 kelimeye sığmayacak bir öyküye kalkışmanın azizliğine uğradım :slight_smile:

  4. Merhaba, öncelikle elinize sağlık. Öyküleri okurken genellikle en baştan okuyucuyu yakalaması gerektiğini düşünüyorum, yoksa geri kalan kısımlar azap içerisinde okunabiliyor.

    Sizin öykünüz bence bunu çok güzel başarabilmiş ve sonuna kadar da aynı ilgiyi kaybettirmeden okunuyor. Bir diğer güzel kısım da öykünün tekdüze bitmeyip okuyucuya bir şaşkınlık yaşatarak son bulması, bunu da bence vermiş öykünüz. Tebrik ediyorum.

    Başka öykülerinizi de okumak dileğiyle.

  5. Avatar for oktaylmz oktaylmz says:

    Merhabalar. 5000 kelimelik limiti sonuna kadar kullanan bir öykü olmasına rağmen ilginizi hiç kaybetmemesi beni fazlasıyla mutlu etti. Güzel yorumlarınız için çok teşekkür ederim.
    Gelecek öykülerde görüşmek üzere.

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

7 cevap daha var.

Yorum Yapanlar

Avatar for ercan.sozeri Avatar for kivoethe Avatar for Samet_Seven Avatar for daisyhyacinth Avatar for thereader Avatar for deusexmachina Avatar for oktaylmz

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *