Öykü

Göğe Bakalım

Başını gökyüzüne kaldırdığında onlarca renk balonun havada uçuştuğunu görmüştü. Belli ki bir gönülü hoş etmek için süzülüyorlardı boşlukta. Bir aşığın evlenme teklifinin göz okşayıcıları ya da bir sevgilinin özrünün nesneleri olarak salınıyor olabilirlerdi. O an aklına babasının ona okuduğu son roman olan “Uçurtma Avcısı’ gelmişti. Emir’in Hasan’ın oğlu Sohrab için “Senin için bin tane olsa yakalarım,” dediği yeşil uçurtmayı hatırlamıştı. Çok kısa bir an balonların peşinden koşmayı hayal etmiş ama etraftakiler muhtemelen bir şeyden kaçtığını sanacaklar ya da “bu adam neyin peşinden koşuyor böyle” diye düşünecekler diye olduğu yerde kalmıştı. Bir elinde karton bardaktaki kahve bir diğer elinde proje çizim çantası yaya geçidinde yanan ışığın kırmızı ya da yeşil olduğuna aldırış etmeden kendisi için gökyüzüne bakması ve tam o an bir karar vermesi gerektiğine inandığı beyninde çınlayan sarı, yeşil , kırmızı, mavi, mor, beyaz balonların büyüsü ile kararını vermişti. Gökyüzündeki işaretler ona tam vakti demişti.

2016 yılında mimarlık fakültesinden mezun olmuş ve hemen ardından Bomonti’de bir şirkette babasının yakın arkadaşlarından olan Hikmet Bey’in rahmetli arkadaşının oğlu için referans oluşu ile Arda’nın çalışma hayatı başlamıştı. Annesini daha doğmadan, babasını da mezun olmaya tam 3 ay kala kanserden kaybetmişti. Babası çok bilge, eşi dostu tarafından çok dikkate alınan, fikirleri değer gören örnek bir insan bir de üzerine mükemmel bir babaydı. 22 yaşında hayatta tek başına kalakalmış olan Arda için babasının emaneti gözü ile bakılır ve babasının dostları onun yalnız olmadığını hissettirmek için büyük çaba sarf ederdi. İşte Arda’yı da en çok bu “çaba” etkilerdi. Hikmet Bey’in referansı ile başlayan iş hayatı başladığı ilk andan itibaren onu pek hoş karşılamamıştı. Önce insanlar onu tanımaya çalışmış, sonra hayatına dair duydukları ile ona acımış daha sonra da hayatın olağan akışının gerekliliklerinden biri olduğuna karar vermiş ve zamanla Arda’nın varlığı ile yokluğu arasında bir fark görememişlerdi. Bu durum Arda’nın içe kapanık, kabullenici ve asosyal biri olması ile de katmerlenmişti. Aslında insanların birbirlerine karşı fikirleri, duygularının değiştiği virajlar neticesinde aldıkları nihai kararların öncesinde tanışma veyahut tanıma dediğimiz evre ile başlar. İlk intiba denen duygu ile iyi ya da kötü bir izlenime kapılırlar. Kesişen yolların keskinliği doğrultusunda yola aynı izlenim ile devam etme ya da tam tersi yönde ilerleme duygusu ile yön değiştirir bu hisler zamanla. Sonrasında ise en nihai karar için olması gereken anda yapılması gerekenin yapılıp yapılmadığına göre şekillenen bir süreç ile son bulur. Görüleceği üzere aslında insani bağlar çoğu zaman bir pamuk ipliğine bağlıdır. İşte Arda insanlar ile tam olarak da bu görünmez iplikler kadar kuvvetli bağlar kurmayı tercih etmiş ya da başka türlüsünü zaten hiçbir zaman öğrenememişti. Fakat işler 2020 yılında biraz olsun değişecek gibi olmuştu. Şirkette yeni işe başlayan stajyer Aslı ile başlama eğilimi gösteren bu değişme arzusu yine aynı kişi yüzünden hüsran ile sonuçlanmıştı. Arda onu görür görmez kalbinde hissettiği iğnenin artık o pamuk ipliklerinden birine ilişeceğine inanmıştı. Ancak bu his fotokopi makinasının önünde, gelişinin 2. ayında bir diğer çalışma arkadaşı ile Aslı’nın konuşmalarını duyması ile son bulmuş, pamuk ipliğine takılma medeti uman iğne kırılarak kalbinin tam ortasına saplanıp vücudu tarafından hızla emilip kendini imha etmişti.

“Ne kadar da pasif kaç yıldır burda ve tek bir projede bile baş mimar olamamış.”

“Bırak baş mimar olmayı mimar olamamış yazık.”

“Babasının arkadaşı referansı ile de anca bu kadar olur.”

“Aman boşver şu eziği ee akşama ne yapıyorsun?”

Duydukları ile artık iyiden iyiye içine kapanmış ve kendisini bulunduğu hiçbir yere ait hissedememişti.

İşte tam bu duyduklarının ertesi günü yaya geçidinde başını döndüren gökyüzünün altında, rengarenk balonların beyninin içindeki yeşil uçurtma ile çarpıştığı o an sol elindeki baş mimar için alınmış olan kahveyi ve sağ elindeki proje taslaklarının yer aldığı çantayı en yakın çöp kutusuna atarak şehirdeki hayatını noktalayıp babasından kalma Seferihisar’da yer alan eve doğru yola koyulmuştu.

“Mazi bazen mavi, bazen haki, bazen zifir ve mazidekiler bazen şeker bazen zehir. Karanlığa yanaşır aydınlık limana yanaştığı gibi gemin.”

Arda radyoda duyduğu şarkının sözlerini beğenmiş, radyonun sesini biraz daha açmıştı. İlk defa aklına eseni önünü arkasını düşünmeden uygulamıştı. Çanta ve kahveyi çöpe atışının ardından eve uğrayarak küçük bir valiz hazırlamış, arabasına atlamış ve Seferihisar’a doğru yola koyulmuştu. Yol boyunca hiç mola vermeden olabildiğince hızlı gitmek istiyordu. Balıkesir ve Akhisar için bu planını uygulamıştı ancak Manisa’ya geldiğinde işler değişmişti. Manisa tabelasını gördüğünde saatin kaç olduğuna bakmak için kol saatini es geçerek uçak moduna aldığı telefonuna uzanmıştı ki telefon radyonun altındaki küçük dikdörtgen boşluğun içine doğru düşmüştü. Bu boşluktan telefonu almak için aracı durdurmak yerine emniyet kemerini açarak kendisini daha da öne itmeyi tercih etmişti. Biraz daha öne eğilip telefonu eline almıştı ki yolun ortasında iki küçük çocuğu ve bir köpeği görmesi ile ani bir şekilde frene basmış ve kafası da aynı hızla direksiyona çarpmıştı.

“Abi… Abi iyi misin?”

“Ne yaptın len Salih, gördün mü yaptığını.”

“Ya Zeynep ben bir şey yapmadım deme öyle vallahi korkuyorum ya adam öldüyse.”

“Yok yok baygın sakin ol kendine gelir birazdan git sen su getir.”

Arda gözlerini kırpıştırarak ve şakaklarını ovalayarak kendine gelmeye çalışırken biri kız diğeri erkek olan iki küçük çocuğun kendi aralarında telaşlı konuşmalarını duymuştu.

“Heh, Salih koş getir suyu haydi. Abi kendine geliyor koş koş.”

“Geliyorum geliyorum, geldim. Abi al su iç.”

“Ne oldu bana.”

“Abi valla çok hızlı geliyordun. Ben, Zeynep ve karabaş yolun ortasında öylece donduk kaldık korkudan. Sonra birden durdun karabaş kaçtı, Zeynep ve ben koşa koşa yanına geldik ama şükür ki iyisin. Az kalsın ya bizi öldürecektin ya kendini be abi.”

“Başım çok ağrıyor kafamı direksiyona vurdum sanırım.”

Arda’yı arabadan indirmiş eline su döküp yüzüne su çarpmasına yardımcı olmuşlardı. Arda çocuklara teşekkür edip arabasına doğru yönelmişti.

“Abi vallahi seni böyle gönderemeyiz gel gidelim bizim sağlık ocağının doktoru sana bir baksın.”

“Zeynep haklı abi böyle yola çıkılmaz bir keresinde bir filmde görmüştüm insanlar kafasını böyle vurunca uyumaması ve kıpırdamaması gerekiyormuş.”

“Kıpırdamaması mı?”

“Yani abi sarsılmasın diye işte.”

“E haydi gidelim bakalım sizin şu doktora.”

Arda ve iki çocuk köydeki sağlık ocağına doğru yola koyulmuşlardı. Köy meydanına geldiklerinde onları kahvede oturan köy halkı karşılamış, herkes Arda’nın etrafında ona yardımcı olmaya çalışmıştı. Karnını doyurması için sofralar kurulmuş, sağlık ocağının doktoru Arda’yı kontrol etmiş, arabasını bıraktığı yerden aldırıp yıkamış ve Arda’yı o gece köylerinde kalmaya ikna etmişlerdi.

“Abi biz seninle damdaki sedirde yatarız olur mu? Hem Zeynep de gelir uyumadan sana bir şey göstereceğiz.”

“Olur Salih.”

Yemekler yenilmiş, çaylar ve kahveler içilmiş üzerine bir güzel sohbetler edilmiş ve artık uyku vakti gelmişti.

“Eee küçük arkadaşım ne göstereceksin bana.”

“Zeynep de gelsin bize gazoz ve çekirdek getireceğini söyledi az bekleyelim.”

Zeynep’in de gelmesi ile bahçedeki ve damdaki ışık söndürülmüş. Salih, Arda ve Zeynep sedire uzanmıştı.

Işıkların sönmesi ile ortalık önce kapkaranlık olmuş ve sonra gökyüzünde bir sürü yıldız aynı karanlığı müthiş bir efor sarf ederek aydınlatmaya çalışmış ve en nihayetinde gökyüzünü ışıl ışıl hale getirmişlerdi.

“Mü-mükemmel.”

“Ya Zeynep gördün mü sana demiştim Arda abi çok sevecek diye.”

“Sus da izleyelim Salih.”

Arda o anlarda hiçbir şey duymadan ve konuşmadan gördüğü manzara karşısında büyülenerek gökyüzünü izlemişti. Hayatında hiç hissetmediği kadar güzel hislerin hepsini aynı anda yaşıyor gibiydi. Mutlu, coşkulu, hüzünlü, şefkatli, özlem dolu, telaşlı, sevinçli, acılı… Birer yıldırım çarpması gibi beyninde beliren bu duygular tüm vücuduna dalga dalga yayılmıştı. Bütün bu hislerin vermiş olduğu huzur onu 2016’dan beri hayatında eksik olan deliksiz uykunun kucağına bırakmış ve gevşeyen ruhu yüz kaslarına kadar yerleşmiş gülümser bir ifade ile uykuya dalmıştı.

Sabah çatal kaşık sesleri ile mükemmel bir uykudan uyanmış olan Arda kendisini hiç hissetmediği kadar iyi hissetmenin vermiş olduğu dinçlik ile etrafta dolanmaya koyulmuştu.

“Abi uyanmışsın.”

“Uyandım Salih. Siz ne zaman kalktınız beni neden uyandırmadınız?”

“Aslında uyandıracaktık ama…”

“Ama…”

“Abi çok derin uyuyordun ve bir de şey… ‘Baba,’ diyordun biz de ses etmedik.”

Arda o an hemen rüyasını hatırlamıştı. Uzun zamandır ilk defa babasını rüyasında görmüştü ve bunu hatırlayınca daha da mutlu olmuştu.

“Salih beni arabama götürür müsün?”

“Abi kahvaltı etseydik hemen gidecek misin?”

“Yok sen beni götür benim de sen ve Zeynep’e bir sürprizim olacak.”

“Sürpriz mi?” (koşarak) “Zeyneeeepppppp!”

Arabanın başına geldiklerinde çocuklar yerinde duramıyordu içleri kıpır kıpır olmuştu.

“Eskiden Afganistan’da çocuklar uçurtma yarışlarına katılırlarmış. Bir sürü çocuk yarışır ancak yarışı sadece bir çocuk kazanırmış. Bazı çocuklar da sadece yarışları izler ve birbirine takılıp kopan uçurtmaları yakalamak için sokak aralarında kendi aralarında yarışırlarmış.”

“Vayyy ne güzel.”

“Beni bugün buraya getirip sizin gibi küçük arkadaşlar edinmeme sebep olan şey ipinden kurtulan bir uçurtma değil ama ipleri gökyüzüne bırakılan onlarca balon olduğu için ben de burdan ayrılmadan önce sizinle aynını yapmak isterim tabi eğer siz de isterseniz.”

“Ne yapacağız abi.”

Arda bagajdan evden çıkmadan önce bazanın altından neden almış olduğunu bile bilmeden aldığı yeşil uçurmayı çıkarmıştı. Çocukların gözleri ışıldamış ve durdukları yerde ayaklarının üzerinde zıplamaya başlamışlardı. Arda onlara eli ile beklemelerini işaret ederek arabanın ön tarafına geçip torpidodan fosforlu sarı bir kalem almış olarak yanlarına geri dönmüştü.

Uçurtmanın sağ tarafına büyük bir S, sol tarafına da büyük bir Z çizmiş ve çocukların göz bebeklerindeki heyecanı zirveye taşımıştı. Sonra başı ile onlara “haydi” işareti yapmış ve düzlük arazide uçurtmayı Zeynep’in eline, iplerini de Salih’in eline vererek onları yönlendirerek çocuklar ile birlikte uçurtmayı gökyüzüne ulaştırmıştı.

“Zeyneppp koş gel ipi tutamıyorum yardım et kaçacak elimden.”

“Abi bu ip kopmaz di mi?”

“Kopmaz Salih. Haydi çocuklar çok güzel, şahanesiniz.”

Arda gökyüzündeki yeşil uçurtmayı büyük bir mutluluk ile izlerken, aynı anda gözünün önünde onlarca balon uçuşurken verdiği kararın gücü ile kendi içindeki Arda’yı da başka bir yere taşımış olduğunu fark etmişti. Orta ve işaret parmağını birleştirip şakağına selam verirmişçesine değdirerek gökyüzündeki babasına da selam çakmıştı.

“Baba… Senin için gökyüzüne mutluluğumu salacağım.”

Merve Demirok