Öykü

İpi Bırakmak

“Git buradan, hişt! Uzaklaş diyorum sana!”

Kafamı çevirip yandaki kadının büyük bir telaşla güvercini kovmaya çalışmasını izliyorum. Parlak renkler hayvanın dikkatini çekmiş olmalı, pek bir suçu yok. Ama uçan balonların dünyasında güvercinler kötü tesadüfleri büyük piyango için önemli bir şansa delalet eden hayvanlar yerine ciddi tehlikeler olarak görülürler. Neyse ki kuş, kısa zamanda kadının tehditkârlığının balonun canlı renklerinden daha ağır bastığını anlamış olacak ki zarif bir kanat çırpışıyla birkaç metre birden yükselerek gözden kayboluyor.

Kadının da pek suçu yok, zavallı hayvanı biraz korkutmak zorunda kaldı ancak biraz dikkatli bakarsanız gözlerindeki korkunun hakiki olduğunu anlayabilirsiniz. Bileğine bağladığı balonu göz hizasına çekip bir zarar gelmediğinden emin oluyor, onu yeniden yukarıya salmadan önce hoş pembesini sanki hissedebilirmiş gibi şöyle bir okşuyor. Günün sonunda hepimiz yanımızda taşıdığımız balonların bize sağladıklarına hayatımız bağlıymışçasına onları korumak ve olabildiğince uzun süre bizimle kalmalarını sağlamak adına yaşıyoruz.

Uçan balonlarımızın çok tatlı ve gerçekten gerekli olduklarına şüphe yok. Bu uzun yolda, etrafımız yeşillikler ve yırtıcı hayvanlar ile çevrili, mevsimler bazen bizi kavurup bazen iliklerimize kadar dondururken onların hoş eşlikleri olmasa bazılarımız yürümekten, yolun sonuna gelmeden vazgeçebilirdi. Böyle söyledim diye hiçbir faydaları yok sanmayın, nasıl yaptıklarından emin olmasam da uçan balonlardan biri elimde olduğu sürece kendimi başka hiçbir şeyin yapamayacağı kadar dolu ama aynı zamanda hafif hissediyorum. Anlatması zor, bir uçan balonunuz olsaydı anlardınız.

Sanırım bütün uçan balonlar eşlikçilerine özgü bir ihtiyacı gideriyor. Yoksa koca koca adamların ve kadınların bir uçan balon için yaptıklarını başka türlü açıklayamazdık. Gerçi bazen tam olarak ne işe yaradıklarını anlayamasam da bazı çıkarımlar yapabiliyorum. Yani balonun kendisine değil de onu tutana dair. Mesela şu karşı yolda yürüyen kadın gibi, balonu kocaman ve siyah. Neredeyse etrafındaki diğer balonları korkutacak kadar tok bir karanlığı var, yine de aynı zamanda çekici sanırım. Kadının ve balonun etrafındaki herkes belli bir mesafede duruyor ama tamamen uzaklaşamayacak kadar cazibelerine kapılmış durumdalar. Ben bile bir kez fark ettikten sonra birkaç kez daha bakmaktan kendimi alamadım. Kadın da tıpkı balonu gibi: oldukça güzel ama kalem eteği ve ceketinin ciddiyeti cazibesini dengeliyor. Topuklu ayakkabıları kocaman balonu sayesinde zaman zaman zeminden bir iki santim yükselse de kendini kontrol etmeyi biliyor. Ona bakan herkes doğrudan bir kanıt gösteremese de o büyük, siyah balona sahip olmaktan yaşadığı gizli övünmeyi yüzündeki ifadede bulabilir.

Biraz önümde yirmilerinin başlarında genç bir çocuk yürüyor. Onu hatırlıyorum, balonu bulalı henüz kısa bir zaman oldu. Eline alır almaz koşarak önümüze geçti. O kadar mutlu ki sık sık küçük balonunu aşağı yukarı çekip bırakarak dans ediyor. Çevredeki büyükler onun bu heyecanına hafif bir küçümseme ile karışık gülümsemeleriyle bakıyorlar. Bazı büyüklerin mırıldandığını duyuyorum, geçeceğine, hepimizin böyle şeyler yaşadığına dair kendinden emin yaşlılık öğütleri veriyorlar. Onlara pek kulak asmıyorum. Ben tam bunları düşünürken fazla mutlu genç balonu bir an için elinden kaçıracak gibi oluyor. O anı siz de görmeliydiniz. Bir anlığına sanki her şeyini, hayır hayır daha fazlasını, kendi varlığını kaybedecekmişçesine bir korku yaşıyor. En başta belki coşkusunun büyüklüğünden belki de ilk kez böyle bir balona sahip olmanın tecrübesizliğinden onu parmağına ya da bileğine bağlamayı unutmuş olmalı. Balonu yakalar yakalamaz utançla etrafına bakıyor, dizginleyemediği korkusunun bu kadar açık seçik görülmesinden mahcup balonu sıkıcı parmağına bağlayıp yoluna en azından bir süre için biraz daha usulca devam ediyor.

Evet, balonların böyle kötü bir tarafı var. Onları bırakmak konusunda pek hevesli olamıyorsunuz. Gerçi bazı balonlar bize gitme zamanlarının geldiğini bir biçimde anlatmaya çalışıyorlar gibi: Bazıları hiçbir şey yapmasanız da gün geçtikçe şişiyor, onu kendinizle tutmak uğruna havasını biraz alma cesareti gösterebilirsiniz tabi ama bu bazı mutlak hasarlara yol açar. Bazıları sönükleşiyor, onları uygun bir zamanda ve yerde bırakamayan eşlikçilerinin ardından neredeyse yere inerek sürükleniyorlar. Yine de bazı balonsuz insanlar görmek mümkün, onlar hakkında toptan bir yargıya varamıyorum. Bazıları oldukça mutlu görünüyor, balonu olanların anlayamayacağı bir sakinlik bu. Kimisinin hiç balonu olmamış kimisi ise bir tanesi ile henüz vedalaşmış. Bizim aramızdan usulca geçip gidebiliyorlar, onları eğlendiren bir balonları olmadığı için bazıları onlara acıyan gözlerle bakıyorlar. Kendi balonlarından tamamen memnun olmasalar bile bu yaşa gelmişler ve sonuçta bir balonları var, keşke balonsuzlar da bu şansa sahip olabilseler iç çekmeleri ile onları teselli etmeye çalışıyorlar. Yine de bu tür balonsuzların pek öyle tesellilere ihtiyaçları yok gibi, sürekli olarak bileklerine bağladıkları ve doğal olarak onları bağlayan, kuşlar ve hava şartlar ve diğer her şey hakkında endişelenmelerini gerektiren bir balonlarının olmaması karşılığında balonların verdiği o özel duygudan vazgeçmişe benziyorlar. Bu türden insanlarla nadiren de olsa tanıştım, bazıları böyle kaldı bazıları ise bir süre sonra yeniden başka balonların peşine düştüler. Kimisi buldu kimisi ise yolculuğuna küskün bir biçimde devam ediyor.

Ah sanırım evet, başka balonsuzlar da var. Bazıları hiç bulamamış, bazıları ellerinden kaçırmış, bir kısmı aniden patlamasıyla ellerindeki iplerle kalmış insanlar. Onlara bunun bazen hepimizin başına gelebileceğini, yolculukları boyunca bir balon taşımak zorunda olmadıklarını, her zaman yeni bir tane bulabilme şanslarının olduğunu ve hatta balonu olan herkesin de o kadar mutlu olmadığını ve buna benzer pek çok şey söyleyebilirsiniz. Zaman zaman bunları onların ağzından bile duyabilirsiniz ama gerçek ortadadır. Uçan balonların dünyasında balonsuz kalmak bu tipten insanları tüketir. Bazıları mutlu olsunlar ya da olmasınlar hemen yeni bir balona tutunur, bazıları ayaklarını sürüyerek yürümeye başlar, sonunda yürümekten vazgeçenler bile olur. Onları görmek bile acı vericidir, çoğumuz kısa bir yardım duraklamasınına ardından elimizden geleni yaptığımızı kendimize telkin ederek adımlarımızı hızlandırırız. Elimizdeki balonlara, sönmüş olsalar bile daha bir minnetle bakarız.

Dönüp kendi balonuma bakıyorum, hayalet balonuma. Ona bu ismi ben taktım, başkalarının balonlarını anlatıp dururken onu düşünmekten kaçınmak daha kolay. Onu bu yolun çok gerisinde buldum, ilk zamanlarında benim için ideal boyutlarda, parlaklıkta ve renkteydi. En azından bana öyle geliyordu. Zamanla değişti, bunun normal bir şey olduğunu kendime hatırlattım. Yine de bir süre sonra bunun olağan bir değişimden çok balonumun bana onunla vedalaşmam için verdiği mesajlar olduğunu anladım. Çizilmiş, havasını kaybetmiş, hatta solmuş olmasına karşın bunca yolu benimle gelmişti. Verdiği mesajı çok uzun zaman görmezden geldim. Benim için kolaydı çünkü çevreme baktığımda pek çok kişinin balonlarının böyle olduğunu ve onları bırakmaya hiç de niyetleri olmadıklarını anlayabiliyordum. En nihayetinde bir balon bulmuştum ve sürekli daha fazlasını isteme aç gözlülüğüne düşersem elimdekinden de olabilirdim.

Yine de bir şeyler eksilmeye devam etti. Bugün ona birkaç saniyeden daha fazla bakamıyorum. Eski rengi neredeyse tamamen uçtu, cildi inceldi. Şeffaf soluk bir hal aldı, onu ilk bulduğum hâliyle ilgisi bile yok. Artık aynı balon olmadığı için ona hayalet balon diyorum. Ona bakmak yerine bileğime bağladığım ipini parmaklarımın arasına doluyorum, ilk zamanlarımızdaki anılarımın arasında dolaşıyorum ve hatta bazen onu o zamanki hâliyle hayal edip şimdiki zamanın gerçekliğinden başka bir gerçeklik yaratırken buluyorum kendimi. Böyle zamanlarda yeni gerçekliğimin içinde yüzümde mutlu bir gülümseme, eski neşemle yolda yürürken hafifçe sektiğim bile oluyor. Balonumun bana verdiği ilk günlerdeki tatmin hissini neredeyse yakalayacak gibi oluyorum, ta ki bir an için ona dönüp bakana dek. Artık orada olmadığını hatırlamak canımı sıkıyor. Orada olmadığı için ona kızıyorum. Hayalimi bozduğu için öfkeyle ipini çekiştiriyorum. Bir süre sonra sakinleştiğimde elimdeki tek balonun o olduğunu anımsayarak yoluma devam ediyorum. Bu döngü her seferinde tekrarlanıyor, üstelik ben bir anıya tutunduğunu fark etmeyen diğer balonluların aksine ne yaptığımın oldukça farkındayım. Farkında olmanın bir şeyleri değiştiremeye yetmediğini anladığım zamanlardan geçiyorum.

Oysa tersinin olacağını düşünürdüm. Artık onun eski balonumun taklidine dönüştüğünü kabullendiğimde onu bırakabileceğimi sanırdım. İnanır mısınız anılarımda onu gerçekte olduğu gibi hatırladığımdan bile emin olamıyorum. Balonsuz kalmak değil beni korkutan: ipi bırakmak. Balonumun uçup gitmesine razıyım, ah şu ikimizi bağlayan ipi olmasa… Öyle uzun zamandır elimde ki, artık bir parçam oldu. Faydasız bir altıncı parmak gibi, bazen orada olduğunu bile unutuyorum. Endişelendiğimde onunla oynarım, canım sıkıldığında, başkaları balonumu sorduğundan hep ipime dönerim. Hiçbir şeye sahip olmamaktansa elimde bir şey tuttuğumun kendime kanıtıdır ipim. Onun ucuna yeni bir balon bağlayamam, o bu balona aittir. Balonu bırakıp ipi tutmanın bir yolu yoktur. O elimdeyken yeni bir balon bulmanın yolu da. Bir süre için ikisini de bırakıp yola devam etmem gerekir, oysa biliyorum bu yolun sonunda zaten herkes balonlarını ve iplerini bırakır; ister senelerce tutmuş olsunlar ister yeni bulmuş olsunlar, ister sevsinler isterlerse artık alışmış olsunlar. Şimdi bırakmanın doğru olduğunu içten içe bilirim, ama bir boşlukla yüz yüze kalmaktansa hayalet balonum ve ipimin elimin içindeki alışıldık hissiyle kalmak daha kolay geliyor bana.

Şu ileride bir ağaç var, dalları henüz filizlenmiş. İpimi yavaşça bileğimden çıkarıp balonumu oraya bağlayabilirim. Sakin ve güzel bir manzaraları olur, biliyorum. Bunu yaparken kendimi hayal edebiliyorum, yine de oraya vardığımda bahane bulmamı önleyecek bir tesadüfe güveniyorum. Beni hemen oracıkta bekleyen başka bir balon olsaydı ne güzel olurdu! Bunun çocuklara özgü tatlı ama artık işe yaramaz bir istek olduğunun farkındayım. Onları çok sevsem de artık ikisinin de yapraklı bir ağaç dalında dinlenmeyi hak ettiklerini ve onlarsız da iyi olacağımı biliyorum. Gerçi galiba buna bilmek denmez, bazen bir şeyi anlamanın en iyi yolunun yapmak olduğu işler çıkar hayatta. Ve bazen zaten başka yolu yoktur. İpi bırakmak sanırım bunlardan biri.

Zeynep Meltem Torun