Öykü

Bir Aşk İçin Sözlük veya Kaderin Tanımı

Ev Pizzası

Savaş zamanında İtalya’da yoksul halkın icat ettiği pizza, en sevdiğimiz yemekti ve o geçici ayrılıktan önce beraber yapıp yediğimiz son yemek olmuştu. En alta biber salçası ve ketçap, üzerine tulum peyniri rendesi… Üzerine de evde ne varsa dizmiştik. Hayatımda yediğim en güzel pizzaydı. Böyle demiştim sana. Çok açtık, hızlı yemiş, bira içmeyi bile unutmuştuk. İkiye böldüğümüz bütün pizzayı nefes almadan yedikten sonra birbirimize bakmıştık bir an. Sen “Lakin iyi yedik” demiştin. Ben ise; “Pişman değilim.”

“Seviklim”

Kelimeler uydurmayı severdik. Birbirimize isim takmayı da. “Yavuklum” diyorduk birbirimize. Bir de “sevgilim.” Bir gün “seviklim” demeye başladın sen. Ben de devam ettim böyle demeye. Sana bu kelimenin nereden çıktığını sormak aklıma aylar sonra gelmişti. O zaman söyledin: “yavuklum” ve “sevgilim” kelimelerini birleştirdiğini.

İbibik

Latince Upupidae (İbibikgiller) familyasından İbibik kuşu… Üst dudağımın ortasındaki çıkıntıyı öperdin ve buraya bu ismi takmıştın. Ben de kikirdiyordum elbette. Ben bunun bir kuş olduğunu bile unutmuştum oysa. Bir akşam arkadaşlarımızla şu ünlü kutu oyunu var ya; tabu, işte onu oynarken bana bu kuşu anlatmaya çalışıyordun. “Ben seni tam oradan öpüyorum ya” demiştin. Ben de yapıştırmıştım cevabı. Gülmüştük. Aslında biz iyi bir ekiptik.

Greeneyes 42

Futbolcu forması gibi, pembe üzerine beyaz yazılı, sırtında “Greeneyes 42” yazan bir tişörtün vardı. Ben de giyerdim bazen. Google’a bakmış, böyle bir futbolcu bulamamıştım.

Ardiye

Birbirimize söylediğimiz “istenmeyen” kelimeleri sakladığımız bir odamız vardı. Sen bu odada yaşıyordun. Ben ise ne zaman bu odaya girdiğimi farkına bile varmıyordum.

Otuz Sekiz

Senin kendini sabitlediğin yaştı bu. Oysa elli yaşındaydın. Bana “Sen de yapsana, yaşını sabitle,” diyordun. Ben yaşsızlığı seçmiştim sanırım.

Meyhane

Baş başa tek bir defa meyhaneye gittik seninle. İlk buluştuğumuz akşam. Bir daha da gitmedik, neden bilmiyorum. Kader mi?

24.10.2021 – 31.10.2021

Ayrılığımızın başlangıç ve bitişi. Belki de sadece hayatlarımızda bir parantezdi bu ilişki diye düşündüğüm o hafta. Senin geçmişinden bahsederken hep dediğin gibi “Ben normalde şöyle yapardım, böyle yapardım…” Şimdi normale mi dönmüştük yani? İlişkimiz sadece “ayrılıktan önce ve sonra” diye ikiye ayrılmıştı. Neyse ki sadece bir süreliğine…

Duman

Bir kedi ismi ve bir müzik grubu. Hep canlı dinlemek istediğimiz grup. Bazı şeyler olmayınca olmuyor, zor oluyor. Bir kedimiz de yoktu bu arada ama olsa ismini kesin Duman koyardık.

Playlist

Uzun yola giderken şu minik belleğe yüklediğin bir listen vardı. Onu dinlerdik. Klasik rock, oldies but goldies, 70’lerin şarkıları filan… Sen şarkılara sesli eşlik ederdin arabada. Ben gülerek “Kulaklarımın pası silindi valla,” deyip bıyık altından gülerdim. “Sanat düşmanı!” derdin bana. Eğlenirdik.

“Ben İngiltere’deyken…”

Evdeki rakı sofralarımızda en sevdiğin söze giriş. Anlatırken yaşardın. Beraber de oralara gitmeyi hayal ederdik. İncecik, usul usul yağan yağmuru anlatırdın. Barmenlik yaptığın günleri, kaldığın kasabayı… Aynı şeyleri de anlatsan her seferinde yeni bir ayrıntı verirdin, hiç sıkılmazdım. Aşkın tanımı belki de buydu. O kişiyi aynı hikâyeleri anlatsa da dinleyebilmek.

Poker Masası

Birçok defa kurpiyer olarak bulunduğun masa. İlk gençlik yıllarında yapmışsın bu işi. Poker masalarını anlatırdın bazen. İnsanları, oyunun inceliklerini, bu masada her şeyini kaybedenleri. Sonra ben çay getirirdim ve çay bardağını sehpanın kıyısına koyardın. Oturduğun yerden rahat alabilmek için. Sana bir bakış atardım ve “Risk seviyorsun, biliyorum ama yapma şöyle,” derdim gülerek. Hiç oralı olmazdın. “O bardak bir gün düşecek.” Derdim sonra. “Kader kısmet bu işler.” derdin. Sinir olurdum.

“Siz Birbirinize Benziyorsunuz”

İkimiz için böyle demişti farklı zamanlarda, farklı insanlar. Bana sorarsan tek benzerliğimiz; ikimizin de gözlerinin derinde olmasıydı. Ek olarak ikimiz de deliydik biraz.

İnce Kabuklu Ceviz

Kilosu 25 liraya bulunca dört kilo birden almıştın. Piknik sepetimize koymuştuk hepsini. Kahvaltıda yiyorduk hep. Buzluğa atıp rakının yanına meze yapma hayalimiz vardı. Minik bir hayal.

Çay Saati

Sıradan insanlardık. Her akşam mutlaka çay içenlerden. Zamanla birbirimizin birer yansıması gibi olmuştuk. Birbirine dönük aynalar gibi, yankı yapan mağaralar gibiydik. Ben sana “Çay içelim mi?” diyordum. Sen buna cevap olarak yine “Çay içelim mi?” diyordun.

Çizgili Pijama

Sana çizgili bir pijama almıştık. Avarel gibi oluyordun giyince. Bazen soruyordum kendime: İki kişilik bir hapishanede mi yaşıyorduk yoksa?

Kalamaki

Tekneden atlarken kolunu kırdığın yer. Aslında her şey böyle başlamamış mıydı? Seni iyileştirebileceğime inanarak gelmiştim yanına. Kolunu iyileştirmiştik birlikte. Peki, ruhlarımızı? Bizi? İkimizi?

Göbek

Son yıllarda ikimizde de olan şey. Çekirdek tabaklarını koyardık göbeklerimize. Film izlerken yemesi kolay olurdu. Alay etmesi de.

Yatakta Oturmak

Yatakta kaykılarak yaptığımız şey. Sırta çift yastık koyup otururduk. Bir şeyler içerdik. Gevezelik ederdik. Bazen ikimiz de elimizdeki telefonlara dalardık. Yatakta vakit geçirmeyi severdik. Sabahları ve gece uyumadan önce. Sabahları kahvaltıyı biri bize getirsin isterdik. Sonra zaman ilerleyince kalkıp beraber hazırlardık. Her sabah aynı şevkle.

Kitap Okuma Saati

Ben kitap okuyunca sen de okurdun. Bir çocuğun ebeveynini taklit etmesi gibi. Sen kitap okuyunca ben de okurdum. Bir çocuğun ebeveynini taklit etmesi gibi. Birbirimizin birçok şeyi olmaya başlamıştık. Bu bir sorun muydu? Hiç sanmıyorum.

Öksürük Şurubu Gibi Kolonya

Arkadaşının sana verdiği o kolonya berbat kokuyordu. Her sürdüğünde evden çıkmak üzere oluyordun ve seni uğurlamak için yaklaşıyordum sana. Elimle ağzımı burnumu kapatıp kendimi geri çekiyordum. Pek de hoşlanmadığım çocukluk anılarıma ışınlıyordu bu koku beni. Sonra ayaküstü gevezeliğim tutuyor, çocukken hasta olduğumda öksürük şurubu içip kustuğum o anıyı anlatıyordum sana. Bir başka seferinde yine kokuyu alınca mesafe alıp öyle yolcu ediyordum seni. Bu böyle devam ediyordu ve kolonyayı atmak veya birine vermek – ki bu pek iyilik olmazdı o insana- aklımıza bile gelmiyordu.

“Tesis Yok”

O kadar çok yapmak istediğimiz şey vardı ki beraber. Olamıyordu bir türlü. Bir şey söyleyeyim mi? Bizde değildi sorun. Kader?

Aşık Veysel Rekreasyon Alanı veya Bizim Park

Bizim evin orada, arada yürüyüş yapmayı sevdiğimiz bir park. El ele yürürken bazen sohbet eder bazen de sessizce ilerlerdik. Bu bol ağaçlı parkın içinden geçerken düşünürdüm: “Ölünce mezar taşımda şöyle yazsın; En çok seni sevdim, bir de ağaçları.” Oysa bunu sana hiç söylemediğimi fark etmiştim.

“Hadi Beni Giydirelim”

Evden çıkmadan önce, genelde senin ne giyeceğine karar vermemiz için böyle derdin. Giyinme odasında kıyafet seçerdik. Sonra sen gömleğini ütülerdin. İkimizin de sevdiği bir şeydi; gündelik hayatı hiç acele etmeden, tadını çıkararak yaşamak.

“Sağdıç”

Uzun yıllardır tanıdığın, en yakın dostunla birbirinize böyle hitap ederdiniz. İkinizin de ailesi Egeliydi. Üstelik yakın yerler. Sağdıç, bir gün sohbet arasında senin için “Senin adam o artık” demişti bana. Bir an öyle kalmış, sonra gülümsemiştim. “Adamım be!” derdim sana Amerikan filmlerindeki “My man!” vurgusuyla. “Adamım!”

Balık

Benim yükselen burcum ve senin yemeyi en sevdiğin şey. Balık yemeyi de balığa çıkmayı da çok severdin. Ben ise son zamanlarda balık yemeyi bırakmıştım. Tuhaftı; içim almıyordu. Ağır metalleri –saçma ama bazen midye yiyordum- ve mikro plastikleri bahane ediyordum. Senin balık takıntın vardı, benim de. Ters açıdan olsa da.

Kalp Kırıklığı

Kalbimi kırıyordun bazen çünkü ben sana camdan bir kalp ve çekiç vermiştim. Sonra anladım; ben de seninkini kırıyormuşum; istemeden hem de. Kırılmayan kalp yapmalıydı bilim insanları.

Karaburun

Yeryüzünde belki de en iyi vakit geçirdiğimiz yer. O yaz kaldığımız üç günün son günü eften püften bir mesele yüzünden tartışmıştık ama ben artık ne yapıyorum biliyor musun? Kötü anıları hatırlamıyorum. Karaburun benim için bâkir koylar, cam gibi bir deniz, kıyıdan olta atmak, iskele mevkînde rakı ve gülüşmelerimizden ibaret.

Fırtına

Spiker radyoda günün yağmurlu ve fırtınalı geçeceğini söylediğinde biz çoktan arabaya binmiştik. Deniz kenarında biraz yürürüz diyorduk. Trafik de kötüydü. Spiker hava durumunu verdikten on beş dakika filan sonra bir fırtına koptu. Araba sarsılıyordu sanki. Birkaç devrilmiş palmiye gördük. Yaklaşık yarım saat arabayı park edecek bir yer aradık. Fırtınaya rağmen hatta fırtına ve yağmuru izleyerek bira içmek istiyorduk. Yer bulamadık. Arabadan hiç inmeden eve dönmek üzere yönümüzü değiştirdik. Radyoda bir Selânik türküsü çalmaya başladı: “Bir Fırtına Tuttu Bizi”

“Pişti mi?”

Özellikle sevdiğin bir yemek pişerken arka arkaya sorduğun soru. Böyle durumlarda kocaman bir bebeğim varmış gibi hissederdim. Seni bazen “koca bebeğim benim” diye sevmem bununla ilgilidir belki de.

Üniversite 2

Çay içtiğimiz pastanenin ismi. Ben pastanedeki böreklerden, çöreklerden yememek için kendimi zor tutardım. Sen bana engel olmaya çalışırdın çünkü kilo almıştım. Yürüyüş sonrası giderdik bazen oraya. Kan şekerim düşmüş olurdu, dayanamaz bir şeyler yerdim. Sen de gülerek şöyle derdin: “Yiyoruz.” Evet, yiyordum. Ne bulsam yiyordum. Kimse neden diye sormamıştı. Ben bile. Duygusal yeme olabilir miydi?

Bilim Kurgu vs. Komedi

Sen bilim kurgu ve aksiyon severdin, ben dram ve komedi. Bir iki defa da film izlerken uyumuştum. Senin seçtiğin filmlerde uyuduğumu belki elli defa söylemiştin üstüne basa basa. İkimizin severek izlediği filmler de vardı. Onlar unutuluyordu. Üzülüyordum.

İlk Doğum Günün

Günlerce gelmesini bekleyip, geldiği gün de günleri karıştırdığım gün.

“Para Harcancam Ben”

Genç, tatlı deli bir akraban söylermiş bu sözü. Alacak bir şeyi olmasa da markete gidermiş. Ben de ne zaman “Markete gitmem lazım” desem sorardın bana: “Para mı harcancan sen?” Glüşmeler. Evet, güldüğümüz günler de az değildi.

Bayram

Ailenin memleketine, İç Ege’ye giderdik bayramlarda. O zaman 104 yaşında olan dedenin iki katlı, gençken kendi yaptığı bir evi vardı. Orada kalırdık. Herkes uyurdu. Arka bahçeye bakan balkonda rakı içip kısık sesle muhabbet ederdik geceleri.

Greyder

Greyder spor ayakkabılarımız olmadan yürüyüşe çıkmazdık. Bu bir işaret miydi? O geçici ayrılığı yaşadığımız gün bir greyder gelip kaldırmıştı toprağı ve üzerimize boca etmişti sanki.

“Gıcımlar”

Sizin kuzenlerinden bahsederken kullandığın sempatik söz.

Evlilik

İstedik ama araya pandemi girdi ve hep üşendik. Belki başka nedenler de vardı, kim bilir? Gönlümüzde evliydik biz.

Sındı

Ailenin memleketinde makas için söylenen kelime. Çok gülerdim bu kelimeye. Sizin her sözcüğe başka bir şey demeniz eğlendirirdi beni. Bu kelimelerle bir sözlük yapılır diyordum. Öğrenmek için cümle içinde kullanıyordum: “Bir sındı gelip kesmişti sanki bizi ortadan ikiye.”

Şımarık

Bana bağırdığın son iki seferde koşarak annemlerin evine gittiğim için, seninle annemlere gittiğimizde annem bana pek iş yaptırmadığı için bana böyle demiştin. Şımarık. Cevap verilemeyecek kadar “başka” algılıyordun benimle ilgili birçok şeyi. Gerçeğimi görmekten çok uzaktın o zamanlar.

Aşk

Herkesin farklı tanımladığı, benim seninle özdeşleştirdiğim his.

“Şu Bir Ağacı Keselim”

Ceviz bağına zarar vereceğini düşündüğü için ağaçlara karşı hassasiyet geliştirmiş olan dedenin arada tekrarladığımız cümlesi. Komik gelirdi. Bu geçici ayrılığı bir ağacın kesilmesine benzetiyorum şimdi. Kökünden yeni dal verir mi?

Kader

Üzerine senin ne düşündüğünü bilmediğim kavramlardan biri. Ben yaşadığım her şeyin karakterimle ilgili olduğunu düşünüyordum. Heraklitos haklıydı bence.

Alyans

Bir cumartesi günü gidip almıştık. İçine tarih ve birbirimizin isimleri yazılacaktı. Kuyumcu “Sonsuzluk işareti?” dedi. Hiç düşünmeden “Hayır” demiştim. Tuhaf gelmişti. Sonsuza kadar yaşasaydık, belki.

Behzat Ç.

Benim çok sevdiğim, senin katlanamadığın dizi film. Ben aramızdaki bu farklılıkları bile sevmiştim desem, inanır mısın?

Eyvallah

Daha sonraki mesajlaşmalarımızı saymazsak, o geçici ayrılığımızda evden çıkarken sana söylediğim son sözdü bu. Salondaki kanepede uzanıyordun. Kapıyı çekip çıktım. Birkaç haftalık ayrılık başlamıştı. Birkaç yıl gibi gelen o günleri hiç unutmadım.

Whatsapp

Bana evlenme teklif ettiğin ortam. Ayrılıp barıştığımız ortam. Hatta en iyi diyalogları kurduğumuz ortam.

Kısmet

Dünya dillerine yine bu şekilde geçmiş, tam karşılığı olmayan, bizim coğrafyaya ait kavram. Aşk kader mi gerçekten? Büyük karşılaşmalar kader mi? Ne derler; kader kısmet bu işler.

Iraz Şensöz

İzmirli. Eskişehir - Anadolu Üniversitesi’nde İletişim Sanatları okudu. On yıl İstanbul’da reklam yazarlığı başta olmak üzere çeşitli “yazarlık” işleri yaptı. 2014’te küçük bir hayat yaşamaya karar verdi ve İzmir’e döndü. Öykü yazmaya başladı. Öyküleri Oggito.com, Öykülem, Öykü Gazetesi, Post Öykü, Yeni e dergisi gibi edebiyat dergilerinde ve Can Yayınları’nın öykü uygulaması Trendeki Yabancı’da yayımlandı. Luis Sepulveda, Sait Faik ve Salinger hayranıdır.