Gecenin sabaha yakın bir saatinde aniden uyanıyorum. Uzaklardan köpek havlamaları geliyor. Otelin karartma perdeleri görevini yerine getirmiş olmalı ki siluetleri dahi seçemediğim bir karanlığın içindeyim. Zihnimde büyümüş, kocaman olmuş bir nesne var. Darphane mamulü, bronz rengi yekpare metalden, üzerine müfettişliğin adı yazan mühür bu. Teslim aldığım gün, kadife kesenin içine koyduğumda serçe parmağımla taşıyabileceğim kadar hafifken son günlerde gittikçe ağırlaşarak içimde büyümesine engel olamıyorum. Ağırlığını taşıyabilecek miyim? Göreceğiz. Yarın.
Yataktan doğrularak, başucumdaki lambayı yakıyorum. Yüksek tasarruflu ampulün baş ağrıtıcı beyazlığında otel odasının rengi atmış yer halısı, yirmi yıl öncesinin zevkini yansıtan formika mobilyalar, yer yer soyulmuş, sararmış duvar kâğıtları, hatta koltuğun üstündeki ütüsü bozulmuş gömleğimle, diz yeri yapmış pantolonum gözüme daha bir çirkin görünüyor. Pet şişedeki sudan birkaç yudum içiyorum. Ağzıma plastik tadı geliyor. İçerisi bunaltıcı derecede sıcak, kalorifere el değmiyor olmalı. Geldiğimden beri oda ya çok serin ya da bunaltıcı sıcak, ayarlayamadılar bir türlü. Yerimden kalkıp perdeyi aralıyorum. Dışarıda hava puslu. Sokak lambalarının solgun huzmelerle yer yer aydınlattığı bomboş cadde nedense hüzün verici.
Yanık sesli bir müezzinin okuduğu ezan gecenin karanlığını, suskunluğunu ve yalnızlığını zarafetle dağıtıyor. Caddenin ardındaki evlerin sonlandığı yerde, yavaştan kızıllaşmaya başlayan gökyüzünün belirgin kıldığı tepeleri seyrederken birkaç ay önce Mehmet Üstat’ın beratla birlikte mührü teslim ederken söyledikleri aklıma geliyor:
“Bu mühür düşündüğünden çok daha önemlidir. Devlette her birime tek bir mühür verilir, herkes onu kullanır. Sadece müfettişlerin kendine özel bir mührü olur. Bu mührü basarken devlet adına bastığını asla unutma. İşini yaparken bilgini, aklını, vicdanını birlikte kullanacaksın. Sanıldığının aksine zor iştir müfettişlik. Devletin menfaatini korurken vatandaşın mağduriyetini de önlemek gerekir.”
“Kanunları en iyi şekilde uygulayacağımdan emin olabilirsiniz üstat” demiştim tecrübesizliğin verdiği özgüvenle.
“Kanunları uygulayacaksın ama sanılanın aksine bu işin kolay tarafıdır” demişti üstat düşünceli bir şekilde. Sonra yerinden kalkarak, yanıma gelmiş ve önemli bir sır verircesine tane tane konuşmuştu. “Asıl olan, devletin adaletini dağıtırken kanun hükmüyle vicdanını dengeleyebilmektir oğlum. Verdiğin kararın altına mührü bastın mı bir daha dönüşü yoktur!”
Tek başına icra edeceğim ilk görev geldiğinde benden daha kıdemli oda arkadaşım Ali;
“Allah kolaylık versin gideceğin yerdekilere” demişti dalga geçer gibi. “Zaten titiz, kılçık adamın tekisin. Bizde müfettişin yenisinden korkacaksın derler. Neden? Taze müfettiş kendini kanıtlamak için her şeyi elli kere kontrol eder de ondan. Hem yenisin hem delisin, ikisi bir arada!”
Bu sahile uzak, küçük Ege şehrine gelir gelmez otele yerleşmiş, aynı gün hemen işe koyulmuştum. İlk icraatım bana geçici olarak tahsis ettikleri müdür yardımcı odasının kapısındaki “müfettiş, girilmez” yazısını söktürmek olmuştu. “Sadece müfettiş yazması kâfi, girip girmeyeceğine görenler karar versin” demiştim. Öteki eli devamlı ceketinin düğmesinde olduğu için dosyaları tek eliyle taşımaya çalışan mahcup memur dışında gelen giden olmadığına göre o komik yazıyı kaldırmakla çok da iyi etmiştim.
Çalıştığım masada, feminist kadın yazarlara ait kitaplarla birlikte sıralanmış kült bilimkurgu romanlarını kenara iterek çantama yer açmaya çalışırken, odanın asıl sahibinin enteresan biri olduğunu düşünmüştüm. Üniversitedeyken bir ara bilimkurguya merak sardığımdan kitapların pek çoğuna aşinaydım. Herkesin dişine göre olmayan, beyin yakıcı, sıra dışı eserlerdi. Odadaki acemi birinin elinden çıkmış olduğu aşikâr seramik objelere, dolap kapaklarına yapıştırılmış sergi afişlerine bakılırsa, müdür yardımcısı sanatla alakadar biri olmalıydı. Vahşi bakışlı, çirkin bir tekir kedinin duvara sıralanmış fotoğrafları sahibesinin iflah olmaz bir hayvan sever olduğunu açık ediyordu.
Oysaki ertesi gün evrak almak için odasına geldiğinde tanıştığımız yirmilerinin sonundaki Deniz Hanım, kalın çerçeveli gözlükleri, uzun etnik desenli eteğinin üzerine giydiği koyu yeşil hırkası, ökçesiz pabuçları, dağınık saçlarıyla tahmin ettiğimden daha farklı ve sıradan görünmüştü gözüme.
Odanın ışığını kapatarak, perdeyi hafif aralıyorum. Ezan sustu. Sabah namazına kalkan hanelerin ışıkları, gökyüzünden birer birer silinen yıldızlarla yer değiştirircesine parıldayarak manzaramı hareketlendiriyor. Yine de kafam darmaduman. Yarın bu saatlerde kendi evimde, kendi yatağımda olacağımı düşünmek dahi hafifletmiyor içimi. Masanın üstündeki kol saatimin tik takları vaktimin azaldığını hatırlatıyor.
İlk hafta rutin kontrolleri tamamlamıştım. Başlarda olağan dışı bir şey görünmüyordu. Ancak çalışmalarımı derinleştirince aynı tedarikçiden satın alınan bazı sarf malzemelerinin teknik şartnameye aykırı şekilde düşük kalitede olduğunu fark etmiştim. Buna rağmen ödeme kalemleri böyle küçük bir şehir için oldukça yüksek görünüyordu. Dosyaları daha dikkatli inceleyince bariz tutarsızlıklar gözüme çarpmıştı. Müdürlüğün iki tane fotokopi makinasına ve gelen giden evrak sayılarına bakılırsa kâğıt ve toner tüketimi rekor seviyedeydi. Müdürlüğe tahsisli tek aracın benzin tüketimi, haftada birkaç kez tüm Egeyi turlamış olsa dahi yakamayacağı kadar yüksekti. Ancak, asıl sorun il müdürlüğü binasının tadilat dosyasındaydı. Buradaki keşif bedeli, malzeme ve ustalara ödenen tutarlar oldukça şişirilmiş görünüyordu. Tadilat dosyasında iki tane imza vardı: İl müdürü Rasim Bey ile yardımcısı Deniz Hanım’ın imzaları. İkisini de ayrı ayrı ifadeye çağırmıştım.
Rasim ellilerinde, uzun boylu, iri yarı, eli yüzü düzgün, göze batacak derecede frapan giyimli bir adamdı. Önce havadan sudan laf açmış, merak ediyormuş gibi işiyle ilgili sorular sormuştum. Karşısında genç, çaylak bir müfettiş olmasının verdiği rahatlıkla hiç şüphelenmemiş, uzun uzun anlatmaya koyulmuştu. Konuştukça rahatlamış, rahatladıkça gevşemiş, bu arada şehirdeki yetiştirme yurdundan çıktığını, eşiyle de burada tanıştığını, dışarıda üniversiteyi okuduktan sonra evlenip tekrar bu şehre döndüğünü anlatmıştı. Yazları her hafta sonu gittiği Kuşadası’ndaki yazlıktan, son model otomobilinden, tedarikçi şirketin sahibiyle akşamları şehrin ünlü restoranlarında yiyip içtiğinden hiç bahsetmemişse de ben başka yerlerden duymuş, öğrenmiştim. Konu dönüp dolaşıp, usulsüz harcama kalemlerine geldiğinde kem küm etmiş, ellerini saklayacak yer aramış, göz kontağı kurmaktan itinayla kaçınmıştı. Olan bitenin tamamıyla farkında olduğumu anladığında ise telaşa kapılarak suçu diğer imza sahibine atmıştı. Yönetsel görevleri sebebiyle, bir usulsüzlük varsa da fark etmeyecek derecede yoğun olduğunu, müdür yardımcısının görevini yaparken göstermesi gereken özeni göstermediğini, zaten buraya, laf aramızda, nahoş bir olaydan sonra tayinle geldiğini anlatmıştı çabucak.
Deniz ifade için odama girdiğinde Rasim’in aksine gergindi ancak tanıştığımız günkünden oldukça farklı görünüyordu. Üzerindeki klasik kesim etek ceketle yüksek ökçeli ayakkabılar, mütevazı duruşuna rağmen düzgün fiziğini ön plana çıkartmıştı. Saçlarını topladığından, ciddi bir ifadeyle sahip yüzünün ince ve orantılı hatları, sivri çenesi, koyu yeşil gözleri daha bir dikkat çekiyordu. Saygılı bir şekilde içeri girip gösterdiğim koltuğa oturmasına rağmen bakışlarında asi, başkaldıran şeyler vardı. Bu yüzden biraz ortamı yumuşatmak istemiştim.
“Bilimkurgu seviyorsunuz sanırım. Ben de bir ara meraklıydım. Özellikle Asimov’un kitaplarına.”
İlgi alanıyla ilgili konu açılınca bir anda yüzünde çocuksu bir ifade belirmişti.
“Klasikleri seviyorsunuz demek. Böyle bir şehirde okumak için bolca zaman bulunuyor tahmin edersiniz.”
“Buralı mısınız?”
“Değilim aslında ama Egeliyim. Ailem Çanakkale’den. Buraya geçen bahar tayin oldum. Uzun süredir İzmir’deydim.” Bunu dedikten sonra birden susmuştu. Tadilat dosyasına imza attığı tarihte buraya yeni geldiği dikkatimi çekmişti. Rasim yolsuzluklarına ortak edeceği kişiyi bulmakta zorlanmamış olmalıydı.
“Siz mi istediniz buraya gelmeyi?” Yüzündeki ifadenin tekrar ciddileştiği gözümden kaçmamıştı.
“Hayır istemedim. İzmir’i seviyordum.”
“Peki neden geldiniz o halde?” diye güya merakla sormuştum. Hâlbuki eski çalıştığı yerde, kaprisleriyle herkesi bezdirdiği halde siyasi arkası olduğu için kimsenin yıllardır dokunamadığı kadın yöneticiyle çok fena takıştığını araştırıp, öğrenmiştim.
“Biliyor olmalısınız, eski yöneticimle geçinemedik. O da beni bu uzak şehre sürdü işte” diyerek acemiliğimi nazikçe yüzüme vurmuştu. O zaman konuya girmenin zamanının geldiğini kavramış, sözü tadilat dosyasına getirmiştim.
“Bu dosyada altına imza attığınız harcamaları incelemeye zamanınız olmuş muydu?”
“Evet, hatırladım. Buraya geldiğim hafta imzalamıştım büyük tadilat dosyasını. Rasim Bey tüm onayların alındığını, tadilatın bir an önce başlaması gerektiğini, işin bir tek imzaya kaldığını söylemişti?” ilk kez heyecandan sesi titremişti.
“Deniz Hanım, dosyadaki büyük masraf kalemlerinin altına imza atmadan önce incelemek hiç mi aklınıza gelmedi? Burada yapılan ödemeler olması gerekenden çok yüksek. İmzanız bulunan her belgede kanunen sorumlu olduğunuzun farkında olmalısınız…”
Duygularını saklama becerisine sahip olmadığı için dehşet içinde kaldığını apaçık görebiliyordum. Bir süre ne diyeceğini bilememiş, sonra yosun yeşili, yaşlı gözlerini bana dikerek:
“Haklısınız kontrol etmeliydim ama daha önceki görev yerimde harcama işleriyle meşgul olmamıştım hiç. İnanın bu işte kastım yok. Ayrıca suçum hangi cezayı gerektiriyorsa çekerim. Yeter ki beni başka yere göndermeyin. Buraya gelirken ailemi razı etmek çok zor oldu. Bir kez daha görev yerim değişirse ailem tek başıma çalışmama asla izin vermez. “demişti.
“Siz bir yetişkinsiniz, hâlâ ailenizden izin mi istiyorsunuz?”
“Siz bizim oraları bilmezsiniz. Bekâr bir kızın başka bir şehirde tek başına çalışması, yaşaması büyük bir olaydır.”
Çıkarken meydan okuyan bakışlarından eser kalmamıştı.
Doğmakta olan güneşin ışıklarının eskiliğini ve zevksizliğini acımasızca gözler önüne serdiği oda bu haliyle daha da yabancı şimdi. Birazdan duş almam, giyinmem, kahvaltımı ettikten sonra ofise gitmem gerek. Bunların bir tanesini dahi yapacak gücüm yokken, hepsinin üstüne o mührü mutlaka ama mutlaka raporun üzerine basmam gerek. “Korkularımızın üstüne gitmeliyiz. Onlar bizden korksun.” diyen annemin kulaklarını çınlatarak masanın üzerindeki kadife kesesinin içinden mührü çıkartıyorum. Gecelerdir ağırlığı içime oturan, en sonunda beni uyku uyuyamaz, düşünemez, hatta nefes alamaz hale getiren mühür bu muymuş diyorum kendi kendime. “Buyum, hadi bakalım” diyemese de göründüğü kadar masum olmadığını biliyorum artık.
Rasim’le Deniz için soruşturma izni çıkartmıştım. Dosyalara baktıkça iş sarpa sarıyor, Rasim’in şaibeli işleri ortaya dökülüyordu. Yine de en büyük kalemler büyük tadilat dosyasında olduğundan iş dönüp dolaşıp, altındaki iki tane imzada düğümleniyordu. “Biz işin hem savcısıyız, hem hâkimi” demişti Mehmet Üstat. “ Karşımıza çıkan durumun suç olup olmadığını, ortada bir suç varsa kime, hangi cezanın uygulanacağını tespit etmek, suça dayanak teşkil eden belgeleri bulup çıkartmak işin savcılık tarafıdır. Ama iş burada bitmez. Eninde sonunda suçluya verilecek cezaya karar vermek gerekir. Bu aşamada iyi bir müfettiş ceza hâkimi gibi adil ve tarafsız hareket etmek zorundadır. Zor olan budur!”
Karar vakti geldi çattı işte. Rutin işlerimi isteksizce tamamladıktan sonra kahvaltı etmeden otelden çıkışımı yapıyorum. İl müdürlüğü binasına doğru yürürken, sabahın erken saatlerinde gözüme küçücük görünen mühür çantamın içinde yeniden ağırlaştığını fark ediyorum. Adım atarken bacaklarım birbirine dolaşıyor. İçeri girince birkaç kişiyle selamlaşıyoruz. Bugün ayrılacağımdan haberdar olan personel bu gün daha neşeli ya da bana öyle geliyor.
Bilimkurgu kitaplarıyla çevrili masada oturmuş, elektrikli çaydanlıkta kaynamaktan acımış çayımı yudumlarken kafamın içi karmakarışık. Ortada bir suç olduğu kesin. Suç belgesinin üzerinde iki kişinin imzası var. Rasim’in yolsuzluğa bulaştığına, bu işten bilerek ve isteyerek çıkar elde ettiğine şüphe yok. Ama ya Deniz? O imzayı kasten ya da menfaat için atmadığına eminim. Yine de hata yapmamış mı? Evet yapmış. Sadece Rasim’e ceza verirsem, Deniz’e ceza vermememi nasıl açıklarım? Ancak suçsuz birine ceza vermek zorunda kalmak vicdanımı yaralıyor. Hem de kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan ve görev yeri değişirse ailesiyle sorun yaşayabilecek birine. Diğer yandan “Vazife senden bekleneni değil, yapılması gerekeni yapmaktır” dememiş miydi Mehmet Üstat?
Şimdi bir karar vermem gerekiyor. Tarafsız mıyım, yanlı mı? Tecrübesiz miyim, merhametli mi? Haklı mıyım, haksız mı? Adil miyim, zalim mi? Savcı mıyım, hâkim mi? Akıllı mıyım, deli mi?
Duvardaki tekir kedi en küçük bir yanlışımda üstüme atlayacakmış gibi bakıyor. Mührü basıyorum…
* * *
“Eskiden kadere inanmazdım ama her işte bir hayır varmış” diyor yosun yeşili gözlerini kırpıştırarak.
“Aradan bir yıl geçti, illa her gün yüzüme vuracaksın,” diyorum sitemle.
“İyi ki görev yerimi değiştirmişsin, iyi ki Ankara’ya gelmişim.”
“O zaman tanışmamızın birinci yılı şerefine!”
“Şerefe!”
Kadehlerimizi kaldırıyoruz. Dışarıda bozkır ayazı. Tekir koltuğun üstünde uykuya dalmış bile.
- Çiftlikteki Sır - 1 Ekim 2020
- Adanmış Esaret, Özgür Zürafa ve Ölüm - 1 Temmuz 2020
- Bir Elliliğin Güncesi - 1 Mayıs 2020
- Femirüs - 1 Nisan 2020
- Ağırlık - 1 Mart 2020
Sitare ellerine sağlık. Betimlemeler, kurgu, akış, sonuç hepsi yerli yerinde. Temayla birebir örtüşen güzel bir öykü olmuş. Sadece bilim kurgu kitaplarına fazla atıfta bulunduğun için bununla ilgili bir şey çıkacak kanısına kapıldım. Öykünün içinde bir dekordan fazla yer aldığını düşünüyorum. Sevgiyle…
Yapıcı yorumların için teşekkür ediyorum.Sevgiler.
Merhabalar,
Öykünüzün seyrettiği çizgi gayet iyiydi. Sıkmadan çözümlemişsiniz olayı. Sadece bende aynı şekilde bilim kurgu klasiklerinin daha fazla kendilerine yer bulmasını isterdim. Anlatımınız her an onlarla ilgili bir ayrıntı çıkacak hissiyatı oluşturuyor okurda. Elinize sağlık.
Pozitif yorumlarınız için teşekkür ederim. Anladım ki hikaye okurda bilim kurgu kitaplarıyla ilgili derinleşeceği intibası bırakıyor. İleride tekrar düzenlersem dikkate alacağım.
Merhaba @Sitaresan
Öykünü çok beğendim. Okurken olayı bire bir yaşadım. İçsel çatışma, hayal kırıklığı öyküye yedirilmiş ve okuyucu olarak hissederken bir duygusallığın baskısını hissediyorsun. Betimlemeler, kurgu, mekan zaman ilişkisi akıcı bir dille verilmiş. Sona kadar tökezlemiyor. Sonuç çabuk geldi. Bana göre tam öykünün başlayıp açılma alanı son olmuş. Deniz karekteri güzel betimlenmiş olmasına karşı biranda pasifize ettiniz. Sonu başlangıçtaki uslubunuzla ayrıntılı bir anlatıma tabi tutmalısınız diye düşünüyorum. Bu haliyle de çok güzel bir öykü. Kendim yazmış gibi heyecanlandım. Tebrik ediyorum sizi. Bu kalem oldukça açılmış ve hep çıtası yükselen beklenti içinde olacağız. Kalemin yorulmasın daim olsun. Güzel öykülerde görüşmek dileğiyle.