Öykü

Babooshka Aşkın Derin Sularında

Anlatacaklarıma kulak vermeden önce, üzerinize bir hırka geçirseniz iyi edersiniz. Çünkü bu hikâye serinleten, ürperten biraz da düşündüren bir hikâye. Ha, bir de size ikram ettiğim sıcak Hasekiküpesi çayından içerseniz harika olur.

Bundan çok da uzun olmayan bir süre önce Nanaya’nın açık denizlerinde acı verici bir olay yaşandı. Ailelerin geçimi için aylarca denizde aşk ve savaş arasında gelgitlerle çalışan denizcilerimiz ne yazık ki kaderin çarkında dönmeyi bıraktılar. Yoğun aramalar sonucunda aileler sevdiklerinin ıslak ve cansız bedenlerine ulaştılar. Fakat bir denizcinin maalesef ne ölüsü ne de dirisini bulamadılar. Ah zavallı Babooshka, ömrünün son çeyreğine kadar birlikte nefes aldığı kocasından ayrı düştü. Haberi ilk aldığında kocasının en sevdiği yemeği pişiriyordu. “Ebegümeci” Bu leziz ve şifalı otun tohumlarını dünya adında çok uzak bir diyarın Ege denizine vardığında keşfetmişti kocası. Karaya ayak bastıktan sonra kasabanın pazarına uğramış, etrafta yiyecek bir şeyler ararken genç bir köylü kızda görmüştü. Merakından satın alıp, akşam vakti denizci arkadaşlarıyla pişirip yemişti. Tadıyla sanki denizin tüm yorgunluğu üzerinden gitmiş gibi hissedince tohumlarını bulup, döndüğünde Nanaya’daki evlerinin bahçesine ekmişti. Acı haberle Nanaya’sı başına yıkılan Babooshka, bütün yeni filizlenmiş ebegümecini kökünden sökmeye gitti. Onu bırakıp denizlere gidip kendi sonunu hazırladığı için kocasına öfkelenmişti. (Bu arada çayınız bittiyse tazeleyebilirim, söylemeniz yeterli.)

Günler sonra öfkesi tükendiğinde kalbine ağır bir taş oturdu. İlk ve son aşkı biricik kocası olmadan nasıl yaşayacaktı? Bir şeyler yapmalıydı! Hem belki de o hâlâ yaşıyordu. Pes etmek istemeyen Babooshka, bastonuyla beraber zar zor deniz kenarına vardı. Bir uçsuz bucaksız denize baktı bir de ihtiyar dizlerine… Kolları ise sanki yaşamayı çok önceden bırakmış gibi kendini salıvermişti. Kocasını bulmasına imkân yoktu. (Sizce var mı? Öyle olsa bu hikâye çok tatsız tuzsuz kalırdı değil mi? Ah aynen öyle…) Fakat işler biraz karıştı. Olmadık yerden olduk zamanda çıkan, Nanaya’nın iflah olmaz cadısı Maroka, Babooshka’yı en savunmasız anında köşeye kıstırdı. Kayalıkların ardında günlerce sinsi sinsi onu izledikten sonra bir gün aniden karşısında beliriverdi.

“Sevgili Babooshka, aşkından ölecek gibi bir hâlin var ama şanslı günündesin. Tesadüfen seni gördüm ve yardım edesim tuttu.”

– Seni beyaz zambaklar altında kara yılanlar besleyen iki yüzlü Maroka, acım kalbimi zorlarken benimle uğraşma. Sana nasıl güvenebilirim ki?

“Hep o rüya perisi Miu benim adımı çıkaran… Hâlbuki ben ona büyü yapmasaydım hayatının aşkı Yoşi’yi bulamayacaktı. Aşık, zavallı ve yaşlısın. Hadi kabul et son çaren benim.”

Masmavi deniz, ruhunu boğup karanlığa sürüklerken, daha ne kaybedebilirim ki diye düşündü. Zaten bu yaşta bu acıyla yaşanmazdı.

– O hâlde söyle bana, dönüştürebilir misin beni bir deniz kızına? Genç ve diri bedenim, güçlü kuyruğumla bulabilirim belki aşkımı denizlerde!

“Elbette yapabilirim fakat karşılığında tüm servetini isterim.”

– Her şeyi mi alacaksın?

“Evet, ebegümeci tarlası dahil.”

Ertesi gün Babooshka ve Maroka tapuya gidip senet sepet işlerini hallettiler. Neyse ki çocukları olmadığı için mirasçısı da yoktu. Köklerine zarar vermeye çalıştığı hâlde yeniden hayat bulup filizlenmiş ebegümecine son bir defa baktı. Kocasını bulabilse bile artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Maroka’nın söylediği saatte denize bakan uçurumun kenarında buluştular. Maroka’nın uzattığı şişedeki iksiri bir saniye bile düşünmeden son damlasına kadar içti. Ardından uçurumdan aşağı atladı. Düşerken bir bebek kadar hafif hissetti. Ardından beyni bulanmaya başladı ve sarsıntıyla bayıldı. (Eh ne dersiniz, bizim çılgın aşık deniz kızları gibi yüzüyor mudur şimdi? Neyse biraz ısındıysanız hırkanızı alayım da devam edelim.) Babooshka gözlerini açtığında oldukça derindeydi. İlk hissettiği, dokununca gördüğü turuncu balıklardı. O da neyin nesi? Kolu yanlışlıkla bir yosuna değdi ve ardındaki deniz atını gördü. Deniz kızı olmak böyle bir şey miydi? Karada olsam bu yetenekle medyum olurdum diye düşünüp kıskıs güldü. Belki de doğru yere dokunursa kocasının kaybolduğu yeri de görebilirdi. Ah o mavi derin gözler! Beyazlamış saçlarına ve hafif kamburuna rağmen kocası onun için hâlâ Nanaya’nın en yakışıklı adamıydı. Bir an için bütün hatıraları gözlerinin önüne geldi ve kalbi çarpmaya başladı. Fakat bu nasıl kalp atışıdır öyle! Sanki üç farklı yerinden tıptıp diye bağırıyordu. Aşıklar acı çekerken kalbi üç yerinden mi atardı? Sanırım tansiyonu düştü yine. En son ne zaman yemek yediğini hatırlamıyordu. Keşke şurada ızgara olsaydı da iki dakikada cız bız etseydi şu balıkları. Babooshka bunları aklından geçirir geçirmez hop ağzına atlayıverdi canlı balıklar. Hayatının ziyafetini çekmiş gibi karnı tıka basa doyarken “ah ne kadar da canileştim, zavallı balıklar” diye ağlayacak oldu. Tam o sırada kumların arasına gömülmüş ayna gözüne ilişti. Yüzerek yanına vardığında ne görse beğenirsiniz? Yapış yapış sekiz tane kol! Ben ne oldum böyle diye çığlığı kopartsa da tek değişen şey ürküp kaçan balıklar oldu. Maroka seni sahtekâr cadı! Sinirden aynayı üç koluyla fırlatayım derken yüzünde bir kesik oluştu. Kanı yeşil ve mavi aktı. Nanaya’sı başına yıkılan Babooshka, ne yazık ki bir ahtapota dönüştü. Hem kocasından hem de insan bedeninden olduğu için ölmek istedi. Kafasını bulduğu kaya parçasına vurdu. Amma da sağlam kafaymış! Baktı olmuyor üzüntüden iki kolunu birden yedi. Yoğun acı ve kan kaybıyla uzun süre baygın kaldı. Gözünü yeniden açtığında bir cesaret yüzmeye devam etti. Yüzdükçe yüzdü. Ne fark eder ki ha deniz kızı ha ahtapot, önemli olan kocasını kurtarmaktı. Sizin için kısa Babooshka için uzun zaman geçti. Tıpkı insan bedenindeki gibi yaşlanmış, üstelik olması gereken eksik iki kolu ile giderek güçsüzleşiyordu. Kendini akışa bırakmış, ne için yola çıktığını bile unutmuş öylece yüzüyordu. Ansızın bir dal yukarıdan aşağıya yanı başına düştü. Ah hiç değilse tutunacak bir dalım olsun deyip ona sarıldı. Dal onu yavaş yavaş yukarı çekti. Kaç zaman geçti bilinmez ama sonunda güneşi, uçan kuşları ve bulutları gördü. Yorgun bedeni bu dalla birlikte kıyıya vurdu. Etrafı güçlükle görüyordu. Parlak bir nesne az ileride dans ediyor gibiydi. Ha! Dedi. Bu bir ateş olmalı, sıcağı ikinci kalbime doğru vuruyor. Tüm gayretiyle kollarını açtı ve o esnada yumuşak bir şeye değdi. Kalbini arı sokmuş gibi hissetti. Gördüğü kocasının mavi gözleri ve içini kahreden gülüşüydü. Babooshka sonunda kocasını bulmuştu. Hatta eskisinden bile daha iyi görünüyordu. Burası Nanaya’dan çok uzak bir adaydı. Batan gemiden nasıl olduysa kurtulmuş ve hayatını burada devam ettirmişti yaşlı denizci. Bacaklarına sarılmış ahtapota uzun uzun baktı ve bir kahkaha patlattı. Sanırım bu akşamki yemek belliydi. Hikâyenin sonu malum; çatur çutur, kıtır kıtır, takır tukur, Babooshka gibi aşıkların sonu budur. Bu arada çay nasıl olmuş, hiçbir şey söylemediniz?