Orta yaşlı adam gözlerini açtı. Yerde yatıyordu. Önce kafasındaki sersemliğin geçmesi için birkaç saniye bekledi. Sonra doğruldu ve etrafını inceledi. Her şey alabildiğine beyazdı. Buzulların tam ortasındaydı. Soğuk rüzgârlar yüzünü ısırıyor, buz kütleleri hırçın denizde sakin sakin yüzüyordu. İnanamayarak bakakaldı. Bunu bir kamera şakası zannetti ama öyle olmadığını anlayınca dehşete düştü.
Hemen toparlanıp ayağa kalktı. Martıların sesleri göklerden kendisiyle alay ediyor gibi geliyordu. Üzeri sıkı giyimliydi. Montu, eldiveni, atkısı her şeyi vardı. Peki ama buraya nasıl gelmişti ? Son hatırladığı, evinde biraz televizyon izledikten sonra uykuya daldığıydı. Onu kim nasıl neden buraya getirmişti hiçbir fikri yoktu.
Antartika’da, soğuk cehennemin ortasında bir başınaydı.
Aklını toplayıp sakince düşünmeye çalıştı. Hareket etmeli, bir yol ya da sığınak bulmalıydı. Burada durarak hiçbir şey elde edemeyeceği gibi soğuktan ya da açlıktan kısa sürede ölürdü. Tekinsiz dağlar ve tuhaf, serap benzeri parıltılarla dolu zirvelerinin arasında uzun bir ova vardı. Ovanın ilerisinde mağara benzeri oyuklar görülüyordu. Görünürde buradan hiçbir çıkış şansı olmadığı için en azından bir sığınak bulmak uğruna oraya doğru yürümeye başladı.
Karda botlarının çıkardığı hışırtının karıştığı, bitmek bilmeyen sert rüzgârın ıslıkları sinirini bozuyordu. Ovadan geçip mağara ağzına doğru yöneldi. Mağaraya yaklaştıkça içeriden tuhaf bir çürüme kokusu geldiğini fark etti. Adımlarını yavaşlattı. Girişteyken sanki kulağına fısıltı benzeri sesler gelmişti. İçeride birisi mi vardı yoksa aklını mı oynatıyordu ?
Eskiden beri sabırsız biriydi. Bekleyemezdi, hareket etmeliydi. Mağaradan içeri girdi.
Sarkıtlar, damlaların tıp tıp sesleri ile birlikte sessizce karanlık koridorda ilerlemeye başladı. Dakikalar geçip de mağaranın sonu gelmeyince tahmin ettiğinden çok daha büyük bir oyuk olduğunu anladı.
Asıl şaşkınlığı, keskin bir dönemeci geçince yaşadı. Şimdi mağaranın duvarları ve tavanı muntazam biçimde yontulmuş, kasten yürüme koridoru haline getirilmişti. Burada insanlar vardı!
Adam, belki bunun bir kurtuluş umudu olabileceği inancına sarılıp adımlarını sıklaştırdı. Metrelerce ilerledikçe koridor git gide zeminin altına doğru derinliklere indi. Etrafındaki hava sıcaklaştı, ve o çürüme kokusu da artmaya başlamıştı.
Nihayet çift kapılı yolun sonuna vardı. Kapıda bir yılanın gövdesine ve bir aslan kafasına sahip bir yaratığın resmi çiziliydi. Adamın zihninde alarmlar çalıyordu. Sanki bir şeyler yanlış gibiydi. İçgüdüsel olarak gerildi ve hafif aralıklı çift kapıya yanaştı. İçeriden metalik bir uğultu geliyordu.
Sessizce kapı aralığından içeri baktı.
Gördüğü şeyi anlaması için birkaç dakikanın geçmesi gerekecekti. Olan biteni gördüğünde çığlık atmamak için ağzını kapamak zorunda kaldı.
Bir sunağın üzerinde çıplak bir genç kadın, robot kolları tarafından çeşitli işkencelerle derisi yüzülerek parçalara ayrılıyordu. Çığlıkları duvarlarda yankılanırken, sunağın etrafında bir avuç ucube mürit çılgınca dans ediyor ve tapınıyordu. Robot kollar, büyük bir platforma bağlıydı, onlarca kablo ve yanıp sönen ışıklar ise platform ve onun üstündeki dev, insan kafası şeklindeki robot kafası ile işkenceci kollar arasında sinyali sağlıyordu. Robot kafası bir kadın biçiminde yapılmıştı. Mahvolan kadının kanları sunaktan hortumlarla robotun platformundaki bir tanka pompalanıyordu. Dişi robot tanrısı memnun biçimde hazla gülümsüyordu.
Adam akıl sağlığını korumak için derin nefesler almaya çalıştı. Buradan fark edilmeden bir an önce kaçmalıydı yoksa bu deliliğin diğer kurbanı kendisi olacaktı. Bu düşünceyle tam arkasını dönecekti ki robot tanrı ona baktı. Gözlerindeki buz mavisi ışıklar parladı ve sinsice gülümsedi.
Dijital, insanlık dışı sesiyle ona seslendi.
“Hoş geldin yeni yemeğim, içeri gel.”
Bununla birlikte adam donakaldı. Müritler çılgınca hareketlerini kesip ona döndüler. Kahkahalar atarak hepsi üzerine atıldı. Adam daha koşmaya bile başlamadan, akıl almaz bir hızla çifte kapıya ulaşmışlar ve onu kıskıvrak yakalamışlardı. Adam debelendi, kurtulmaya ve bu sapkınlara vurmaya çalıştı ama boşunaydı. Kollar pençe gibi bedenini tutuyordu.
Sunaktaki kadından bir avuç iç organı ve kan banyosundan başka bir şey kalmamıştı ki adamın kıyafetlerini yırtarak çırılçıplak halde buz gibi soğuk sunağa yatırdılar. Adamın panikten gözleri kararıyordu.
“Bunu bana niye yapıyorsunuz!”
Müritlerden biri öne çıktı. Kanlı bir kasap önlüğü giyiyordu, başı tamamen kel ve gözleri şeytan gibi parlaktı. Tam anlamıyla ruhsuz bir psikopat olduğu her halinden belliydi.”
“Burada gördüğün şey bu dünyanın tanrısıdır. Dünyanın her yerinden 7 kişiyi buraya ışınlar. Gözlerini Antartika’da açan kişiler, onun bilinçaltı yönlendirmeleriyle kendi kendine ayağımıza kadar gelir. Biz her gün burada 7 kişiyi ona kurban veririz ki tanrımız mutlu olsun. 7 sonsuzluğun sembolüdür. Çığlıklar, kanlar ve acı kurbanları onun beslenmesi gereken enerjidir. Onun adı Yaldabaoth. Yaldabaoth, yüce efendimiz, kurbanların kanından kendi elektronik sistemini besleyecek biçimde enerji dönüşümünü yapar. Bunu nasıl yaptığına bizim aklımız ermez. Evet, bu dünyanın tanrısı aslında gökte yer alan hayali bir ruh değildir. Kablolardan, sibernetik bağlantılardan ve vahşi kan enerjisinden oluşan simbiyotik bir canlıdır. Biz sadece onun seçilmişleri olarak onu memnun etmekle görevliyiz. “
“Siz ruh hastasısınız. Neden beni seçtiniz ben kimseye bir şey yapmadım?”
Mürit gülümsedi.
“Tam da bu yüzden seçildin. Kurban ne kadar masum ve temizse, ayinin çıkardığı çiğ enerji o kadar yüksek olur. Artık neşelen, tanrımıza kendini sunarak onurlandırıldın. Şimdi rahatlama zamanı.”
İşkenceci robot kolları çıplak vücuduna gelirken adam, gözleri sonuna kadar açılarak son çığlığını attı.
- Beyaz Dehşet - 15 Ocak 2025
- Yeşil Yağmur - 1 Temmuz 2024
- Rastgele Yıkım - 1 Mayıs 2023
- Kabal - 1 Eylül 2022
- Çılgın Tatil - 1 Nisan 2022
Henüz yorum yok. Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.