Müderris Abdulgafur Efendi her çarşamba akşamı olduğu gibi rahlesinin başına oturmuş ve karşısında hilal şeklinde dizilmiş olan talebeleriyle felsefe dersine başlamıştı. Birkaç defa aksırdı, sarığını düzeltti ve sakallarını bir iki defa düşünür gibi sıvazladıktan sonra söze girdi:
-Bismillahirrahmanirrahim. Duraksadı ve devam etti:
– Ademoğlunun yüreğine hakim iki haslet vardır. Bu hasletler ruha o denli etki eder ki ziyadeleşirse ruhu hakimiyetleri altına alırlar. İşte bu hasletler korku ve cesarettir. Siz zanneder misiniz ki cesareti baskın olana cesur, korkusu baskın olana da korkak denir? Hayır. Cesareti daim olan kişi insan olarak kalır ama bir de korkularının esiri olan kişi vardır ki onun hikayesini size anlatayım.
* * *
Vakti zamanında taşranın bir köyünde bir avcı yaşarmış. Sabahın ilk ışıklarıyla köyden çıkar, karanlık bastırdıktan sonra avladıklarıyla beraber köye döner ve dönerken de her gece köyün girişindeki mezarlıktan geçmek zorunda kalırmış. Avcı bu ya, cesurluğuyla nam salmış. Aslanların, koca koca geyiklerin üzerine hiç korkmadan saldırır, insanlar avladıklarını görsün diye postlarını evinin damına asarmış. Yaşayan varlıkların, canavarların hiç birinden korkmayan avcı her gece mezarlıktan geçerken babasının mezarından ödü koparmış. Babasının mezarına başını bile çevirip bakamazmış. Aslında yaşarken çok mülayim bir adam olan babasının ölüsünden değil de dirilmesinden korkarmış çünkü karıncayı bile incitmeyecek kadar naif olan babası bir gece oğlunun rüyasına girerek demiş ki:
-Ey oğul masum canları katledip de beni mezarında rahatsız ediyorsun. Rahat da bırakmayacaksın biliyorum. Eğer bana huzur vermezsen ben de seni rahat bırakmam, demiş. Avcı bu rüyadan sonra avıyla beraber mezarlıktan geçtiği her gece aman babam şimdi dirilecek aman birazdan delirecek diye korkuyla geçiyormuş.
Bir ölünü kıyametten önce dirilmesi nasıl ki ancak mucizeyle mümkünse, kalbe giren bir korkundan kurtulmak da öyle mucize gerektirir. İşte avcı da bir mucizeye sahip olamadan kalbinde bu korkuyla bilmem kaç zaman mezarlıktan geçerken tir tir titremiş. Aslında babası rüyada verdiği ahdini tutmuş, bu korkuyla oğluna yattığı mezardan rahat vermemiş ama avcı babasının dirilip kendisini cezalandıracağına o kadar inanmış ki artık başka bir şey düşünemez olmuş.
Bir gün avcı daha avdayken köyde birisi ölmüş. Rahmetlinin mezarını avcının babasının hemen bitişiğine kazmışlar. Cenazeyi gömerken de avcının babasının mezarının toprağını biraz bozmuşlar.
Avcı o gün bir ayı avlamış. Eti işe yaramadığı için derisini yüzmüş ve sırtında ayının derisiyle köye anca hava karardığında inebilmiş. Mezarlıktan geçerken bir anlığına cesaretini toplamış ve babasının mezarına gözünün ucuyla bir defa bakıvermiş. O anda aklı başından gitmiş. Korkudan gözleri yanılmış ve mezarın üzerindeki bozuk toprağı mezar açılmış olarak görmüş. Neye uğradığını şaşıran avcı afallamış ve ne yaptığını bilemez halde mezarlığın içinde bir o yana bir bu yana koşmaya başlamış. En sonunda da “Ah koca ihtiyar şimdi sana gösteririm.” diyerek elindeki av silahlarını attığı gibi babasının mezarını eşelemeye başlamış.
Yeni vefat eden adamın oğlu da evinin penceresinden ağlaya ağlaya mezarlığa, babasının mezarına doğru bakıyormuş. Karanlıkta mezarlıkta koşturan ve mezarları eşeleyen bir karartı görünce taze ölüye gelen ayı sanmış ve köyü ayağa kaldırmış. “Amanın kalkın babamın mezarına ayı musallat oldu.” diyerek tüm köylüyü ardına takıp mezarlığa doğru yola koyulmuş. Bizim avcı hâlâ mezarı eşelemeye devam ediyormuş. Hiç akıl işi mi mezarı geri açmak? Hayır değil ama ona hakim olan artık akıl değil korkuymuş.
Köylü bir ayıyla karşılaşacaklarını düşündükleri için korkuyla ellerine ne kaptılarsa yola koyulmuş, en sonunda da mezarlığa doluşmuşlar. Arkasından sesler duyan avcı “Acaba babam arkamda mı?” diye korkuyla arkasını dönmüş. Ardındaki kalabalığın hepsinin yüzünü korkudan babasının yüzü görüyormuş. Büyük bir çığlık atarak sırtında ayının postu elleri de ayının kanı ve babasının toprağıyla kaplı olduğu halde koşup dağlarda kaybolmuş.
Köylü ayı gibi tüylü ama insan gibi elleri ve kolları olan bu yaratığı görünce ürkmüşler ve ardından gitmemişler. Yerde de avcının av aletlerini görünce bu yabanlarda gezendir, mezarından çıkmış yalnız başına mezarlıktan geçen avcıyı yemiş, tam da mezarına geri dönerken yakaladık demişler. İyi ki bu yaban adamını yakalayıp, mezarlıktan kaçırdık diye gereksiz bir böbürlenmeyle de köye, evlerine geri dönmüşler.
İşte böyledir. Korkunun hakim olduğu yürek yabanileşir, dışlanır ve en sonunda da unutulup gider, gulyabani olur.
Çok keyifle okudum. Müderris efendinin konuşma tarzının gerçekliği, dilin doğru ve güzel kullanımı, olayın masalsılığı, ilginç tesadüflerle geldiği ulaştığı son gibi etkenlerin sonucunda eğlenceli ve tutarlı bir öykü çıkmış ortaya. Gulyabani adı geçmeden önce de temaya değinilmiş zaten.
Gelecek seçkilerde görüşmek dileğiyle…
Güzel bir öykü kaleminize sağlık.
Çok güzel bir öyküydü. Konuşmanın doğallığı, sanki masal dinliyormuşum gibi tatlı tatlı akan anlatım… En çok beğendiğim öykülerden biriydi.
Kaleminize sağlık
Teşekkür ederim. Beğenmenize çok sevindim.