Öykü

Bir Kararsızlık Öyküsü

“Uyan!” dedi bir ses. “Uyan Hürkuş, er kişi niyetine!”

Uyan gelmek üzereyiz. Cenin pozisyonunda yatan Hürkuş uyandı kendini bir kayık’ın üzerinde sallana sallana, dalgalar tarafından itile itile bir karanlık bir vakitte, kıyıya geldiğini gördü. Her gizemli hikayede olduğu gibi ve okuyucudan saklanırcasına nereye geldiğini bilemedi. Kıyıya vurduğu gibi atladı ve etrafına bakındı. Burası neresi?  En son neredeydim diye düşünmeye çalıştı, anlatıcı dikkatini dağıttı. Tepede çalılıkların arasında elinde gaz lambasıyla beraber bir silüet belirdi. “Buraya gitmelisin!” dedi içindeki tanrı. “Bana doğru gel.” O çıkarken, tepede önce birkaç, sonra yüzlerce, sonra da binlerce elinde ışıkla beraber silüet gözüktü. Çıktığı yol uzadı, saatleri buldu, arkasına hiç bakmadı, arkasından kıyıya binlerce kayık yanaştı. Binlerce silüet indi,  sıkıcı cümleler ve kelimeler birbirini takip etti.

Bölüm 1

Her zaman aşılacak bir yer vardır. Tepeye vardığında aslında henüz bir düzlüğe ulaştığını ve yükselmediğini, hatta sanki alçaldığını düşündü, gün aydınlandı, hava halen karanlık kaldı. Sanki renksiz bir çizgi romanın sayfaları  arasında kendine yer edinmeye çalışıyordu. Elinde lambaları olan silüetlerin insan olduğunu, anadan üryan şekilde çıplak gezdiklerini fark etti. Hürkuş kendi üstüne baktı, çıplaktı, yadırgamadı. Aralarından yaşlı biri ağır ağır Hürkuş’un yanına yaklaştı ve eline bir lamba uzattı: “Al bununla yolunu bulursun” dedi.  Olmuyordu, ya bu hikayede bir terslik vardı ya da yazarda, artık eksik bir şeyler. “hıh” dedi yazar, “Ben de niye olsun, olsa olsa öyküdedir bu sorun. bazı öyküler kafada olduğu gibi güzel görünmez” dedi. Sayfaları buruşturdu, okuyucunun henüz gelmediği, yazdığı en iyi yer diye düşündüğü kısmı bir güzel yırttı, “Belki iyi yazarlarda böyle  yayınlanmamış en iyi eserlerini bir çırpıda yırtıp yakmışlardır değil mi?” Ben, bu konu hakkında gecelerimi verdim. Şimdiyse teması gibi klişe bir şekilde Araf’tayım, dört duvarın arasında aylardır yaşıyorum, kafamı camdan dışarı çıkarınca belli belirsiz yürüyen insanlar görüyorum, acaba beni fark edebiliyorlar mıdır anlayamıyorum, acaba yaşıyor muyum.” “Yaşıyorsun sen!” dedi içindeki tanrı. “Onlar bilmese de ben seni biliyorum, bu kadar yol geldik, bu kadar büyüdük, ve aynı hataları bile isteye tekrarladık. Yolda yürürken başkasından kötülük kapmamak ve kaptırmamak için maskemizi taktık, kimseler yokken çıkardık. Şimdi fark etmeden o insanlarla aynı hayatı yaşadığımızı anladık.” Acaba?

(kulağa hoş gelen, ama anlamı olmayan cümleyi hızlı bitirmek gerek dedi yazar, okuyucuya sırrımızı vermemeliyiz sayın tanrı.)

“Yeniden yazmak lazım öyküyü.” dedi, daha farklı şekilde, hiç yazılmamış şekliyle; İlk önce Araf’ın anlamını araştırdı, cevap karşısında yüzü düştü, yahu dedi benim hayatım Araf, benim hayatım böyle bir belirsizlikte geçiyor, ahiret kapısına geldiğimde önümdeki sıra bir bir azaldığında, biri çıkacak ve Hürkuş diye bağıracak, sonra koca bir led panelde, cehennem yazacak ve herkes benim adıma üzülecek, bekçiye ve zebanilere soracağım ben cehennemlik ne yaptım diye. Sen yaşamadın ki diyecekler, yaşanmamışlığın mükafatı cennet olur mu? Cenneti hak edecek kadar ne iyilik, ne kötülük yaptın. “Ee o zaman bırakın da Araf’ta kalayım diyeceğim, benim yerim ne aşağısı ne yukarısı.”

“Yanlış!” diyecekler: o izlediğin filmlerdeki gibi değildir cennetle cehennemin yeri. Tam kapıdan adımımı atacağım bekçi dur diyecek; “yanlışlık oldu, sen Hürkuş Develioğlu Mehmet beyin, ikinci oğlunun,  bu da kız oldu diye üzünülen 4.  kızının 6. kuşaktan torunu olan, çocukluğunda çok yaramaz olacak denilen, eski Hatay Valisinin torunu, kuyruğu kırmızı gagası turuncu olan Hürkuş gillerden misin? diye soracak. Evet, sadece “Hatay Valisi” kısmını bilmekle beraber evet diyeceğim o benim. “Bir yanlışlık mı oldu yoksa?” “Zebaniler de hata yaparlar” diyecek ve bana ” Senin yerin cennet” diyerek utanırcasına gülecekler sandım.

Bekçi bana güldü ve sıranın olduğu yeri gösterdi. “Yahu ne var orada?” dedim, “kafanı kaldır!” dedi, göremedim beni omuzlarına bindirdi, sanki bir gökdelene çıktım, ve köprüden önceki son çıkış yazısını gördüm. “Yahu bu keman dergisindeki yiğit sözgür karikatürü değil miydi? yiğit bey’ sizin burada ne işiniz var? Sizde  mi yanlış anlaşılangillerden misiniz?”  dedim. Bekçi: “Hadi yine şanslısın dedi, biz bekçiler senin halini görünce üzüldük ve aramızda karara vardık, ve senin için, tanrının yanına konuşmaya gittik. Şaka şaka! Bize yukarıdan haber geliyor. dediler ki, hürkuş’un cennet cehennem oranı beraber çıkmış. Evde oturduğu günlerde yalnız başına, masa başında saatlerini geçirmiş, ne iyilik ne kötülük yapabilmiş. yani piyango sana çıktı.” Sıradakilerin yüzleri ekşidi ”şanslı piç seni, bize niye gelmez böyle şeyler…” arka taraftan ”helal be!” diyenler, ”biz yapamadık bari sen dön kurtul buradan…”

Yazar gidişatı fena bulmadı, kendini ödüllendirmek için, bir kahve yapmaya karar verdi. Karnı da acıkmıştı, önce yemek mi yemeliydi yoksa kahve mi içmeliydi? “Dedim ya hayatım hep Araf’tadır. “Biraz abarttın!” dedi içindeki tanrı, babasının şeklini aldı.

”Oğlum bunlar hiç bir şey ben var ya oho! Ne kararsızlıklar yaşadım, ne durumlarda arafta kaldım, hele benim babam Hatay valisi o var ya,  o  ne kararsızlıklar, ne ölüm kalım arasında kalmış, oho”dedi. Hürkuş tanrının sesini kısmaya çalıştı, kısarken “beni affet.” dedi. ”Dünyaya dönersem senden sık sık af dileyeceğim.” camdan dışarı bakarken, insanların onu fark edip etmediğini anlamaya çalıştı, elinde poşetli biri sanki onun olduğu cama bakar gibi oldu, kahve makinesi tık etti. ”işte!” dedi ”Hikayeyi ilerletecek bir ses, ilerlemeliyiz!” Masanın başına geçtiğinde kahveden höpürdeterek bir yudum aldı.

Hürkuş son çıkışa doğru giderken, arkasına baktı, Öteki tarafa giden kapı sonuna kadar açılmış, çığlıklar, yakarışlar ve sevinç dolu sesler duyuldu, belki de bazıları için cennettir orası diye düşündü.

Bölüm 2

Tanrı konuştu: Bu yazdığın, önceki hikayene benzemeye başladı. Sonunda sorguya çekilecek bir karakterin , son savunmasını yaparak bitirirsen, seni affetmez cehennemin en dip çukurlarına yollar, orada laz bir müteahhit  ile beraber kuyudan kurtulmanın yollarını ararsın.”

-Bekle Hatay Valisi kılıklı Tanrı, şaşırtacağım seni de.”

Hürkuş, siyah beyaz yolda saatlarce yürüdü. Ne orman sesi, ne böcekler, ne bir ses, ne de bir belirti. Tanıyorum buraları. Yol devam etti, hürkuş hülyalara daldı.

”Trajik olmalı. Kendini arafta bulan birisinin yürekleri burkan acılı bir hikayesi, sevdiği insanlar, kayıpları olmalı,  ama yarım kalmış olmalı hikayesi” dedi. ”Yok! çok basit.”

”Basit olsa da yeter dedi” Olric, ”Yeterki en saf duygularımızın ucuna dokunsun efendimiz.”  ”Düşüneceğim daha vaktim var.  Bir dakika! Yahu olric sen nereden çıktın şimdi?” çıkış tabelasını takip etti; günler, aylar süren bir yolculuk gibi geldi, yoksa henüz 5 dakika mı olmuştu. Çok bilindik değil midir bu süre oyunları, öyledir ama bir şeye inandırmak gerekir sevgili Tanrı kılıklı Hatay valisi. Koca bir metal kapının önüne geldiğinde, karşısında aynı bekçiyi buldu.

-Gel bakalım Hürkuş dedi, Geçen hikayedeki polis memuru senin haberini verdi. Çok nadir olur buraya gelen, ama kendini özel hissetme. Seni bir test e sokacağız. Faust’u bilir misin?

-Bilmezsem geçemeyecek miyim bu kapıdan? Eğer ona bir atıfta bulunacaksan, senin bir şeytan olmanı beklerdim. Ancak o köprü çıkışında bir zebani ile değil, şeytani ruhla yapmıştır oyununu. Ben aslında yol boyu seninle satranç oynayacağımı düşündüm durdum, hamleleri bile çoktan düşünmüştüm, sonuçları… eğer oynayacak isek önce senin tasfirini yapmam gerek.

-Yap bakalım o zaman neye kime benziyor muşum?

Salonun ortasında dolandı durdu, aylardır böyle yapıyorum, dolanıp duruyorum, Kış’ın sonunu, Bahar’ı ve Yaz’ı gördüm bu salondan, camlardan. Kavşaktaki kaza yapan arabalardan, uzaktaki denize kadar, izleyip durdum uzaktan. Bir şarkıda geçtiği gibi, “Yaşamıyorum, vakit öldürüyorum.” hayatı uzaktan izliyorum, sanki Araf… “Sakın klişe konuya girme!” dedi Tanrı. Şimdi geldi aklıma; yine hiçbir yaşam belirtisi göstermediğim bir gün, yine yaşamak için minimum çaba sarf ederken, bir filme denk geldim. adı yedi veya sekizle başlıyordu, “sekizinci Zühür”, siyah beyazdı. En yakın arkadaşlarım yatağım ve yastığımla beraber, telefonu bir kenara koyarak izledim filmi. Oradaki ölüm karakterinden çok etkilenmiş bunu bir yerde kullanmalıyım demiştim.

-Şimdi sayın zebani bunu size layık görüyorum.

-Neye benziyormuşum ben?

-Düz bir insansınız sadece. Suratınız hariç baştan aşağı örtülü bir haldesiniz. Suratınızda beyaz bir makyaj var ruhsuzluğunuzu anlatacak şekilde. Sahi sizin ruhunuz var mı? Günü geldiğinde, herkes kapıdan geçtiğinde tanrı sizinle ne yapacak?

Test hakkında düşündü yazar. “Bir Hürkuş attık kuyuya,  hiç bir efor harcamadan yolluyoruz ölümlü dünyaya.” Dışarıda korna sesleri yükseldi, tabi ya iş çıkış saati, hep bu saatte çıkarlar. Odağını kaybetmek üzereydi, ya şimdi bitecek ya da asla dedi. Niye bu kadar korkuyorum yaşamaya? Salon Araf,  odam cennet, dışarısı cehennem. Notlarını karıştırdı, Tanrıdan yardım istedi, cevap alamadı.

Ölüm kıyafetli Zebani, Eliyle Hürkuş’un başını tuttu.

Hürkuş bir gece vakti, kendini köydeki evin kapısında buldu. Yazar hatırladı burayı. Çocukluğunu geçirdiği köy idi.  Gerçi Köy de diyemezsin buraya. İstanbul’dan gelmesi 25 dakika sürer, sabahları çiğ düşer, İstanbul’un içinde olmayan hizmet gelir buraya, okulu, hastanesi vardır, yaşayanları merkezde çalışır, akşamları otobüsle, hatta yürüyerek gelir, insanı köylü gibi yaşar, onun gibi gıybet eder, ama onun gibi ekip biçmez, mahsül kendilerine bile yetmez, onun gibi harcamaz. Zenginlerle fakirleri ayıran koca duvarları vardır… “Yazar anlatıyorsun bunları da…” “evet anlatıyorum, burası araftır, ne şehirdir ne mahalle ne de köy, arada sıkışmış kalmıştır.” “peki” dedi. Hürkuş  kapıyı tıklattı, kapı soununa kadar gıcırdayarak açıldı. Hatay Valisi görünümlü, tanrı gibi parlayan yaşlı bir hürkuş sedirlerin orada oturuyordu. “Kadın karakter nerede, yine travmatik bir çocukluk anısına bağlanacak bir hikaye mi?” dedi Tanrı. “Deniyorum, sabırsızsın!” dedi yazar. Hürkuş içeri girdi, hatırlıyorum burayı. En son geldiğim günü de. Oy birliğiyle, birini öldürmek için karar alınmıştı. Arkasından genç yaşlarda hürkuş omzuna  dokundu. Hürkuş irkildi. “Şuraya baş köşeye oturabilirsiniz dedi.” Odadaki her köşede oturan Hürkuşları gördü. “Kalsın.”dedi. “Zebaniye söyleyin, ben cehennemde müteahhitle beraber bulunmaya hazırım, hatta o da kabul ederse, hileli yaptığı bütün binaların vebalini de alabilirim.”

Kapıdan çımaya çalıştı, zorladı, arkadan Hürkuşlar koşuştu: “Gitme, dur!”

– Dedim ya! Sizinle konuşmaktansa cehenneme giderim daha iyi, ya da cennet ne fark eder.
Ortanca Hürkuş kollarından, Hatay valisi görünümlü bacaklarından, sağ işaret parmağı kesik olan mavi yakalı Hürkuş, muhalif Hürkuş, hûkümet yanlısı Hürkuş, siyaseten Araf’ta kalmış Hürkuş  Hürkuş’un henüz tutulmamış bir taraflarından tutup, hep bir birlikte baş köşeye oturttular. “Otur şöyle!” konuşacaklarımız var diye. “Her birimiz hayatımızı yaşadık, günü geldiğinde geniş kapıdan öteki tarafa geçeceğiz, sıra sana geldi, önce yaşayasın ki , sonra gelip geçesin asıl kapıdan. Ama hayatın boyunca arada kalmayı seçim yapmamayı görev edindin, ve bunu başardın, “Tanrı’yı” bile işin içine kattın.

“Kandırmayın kendinizi o içimdeki ses!” dedi. “Ben biliyorum onu, kendimden başkası değil.” Arkadaki ateist Hürkuş atladı, “Ben bile gerçek olduğuna inanıyorum bazen. Bir şekilde devam etmek gerekiyor.” Dedi.

-Bakın işte! Böyle yaşayacaksam hiç yaşamam daha iyi. Hem yıllarca sizden çektim ben , sizin gibi olmayayım dedim.

“Yani suçu hep bize attın!” dedi Hatay Valisi kılıklı Hürkuş.

-Öyle olsa ne fark eder, kararınızı verin nereye gidilecekse gideyim.

Uzun zamandır görüşmeyen dostlar görüştü, sigaralar yakıldı, mavi yakalı Hürkuş oy veremeyeceğini duyunca sinirlendi ve muhalif Hürkuşla beraber, hükmet yanlısının üzerine yürüdü. Sendikacı Hürkuş onu sakinleştirdi. Odadaki geri kalan Hürkuşlar, diğer odalara çekildi. 7 tane Hürkuş kaldı.

Hürkuş, uzun uzun kendini ve hayatının bilinmeyenlerini anlattı. Tiyatrocu ve yazar Hürkuş’un gözlerinden yaş geldi. Hürkuş susunca uzunca bir sessizlik oldu, 7 kişi tekrar bir araya gelip, değerlendirmek için fısıldaştı.

Aralarından Hatay valisi Hürkuş, söz aldı ve konuştu. “7 kişi, bu konuşman sonucunda bir değerlendirme yaptık. Yıllardır özel sektörde çalışıp emekli olan hürkuş bu yaptığın etkili konuşmayı hiçbir mülakatta görmediğini söyledi ve evet dedi, dönsün. Bir şansı daha var. Ben hayır dedim dönmesin dünyaya. Ardından 4 oy daha kullanıldı ve berabere bir şekilde, kaldı. Şimdiyde sıra oyunu vermeyen, Siyasette Araf’ta kalmış Hürkuş’ta dedi.

Hürkuş kalktı ve “Evet! Dönsün!” dedi.

Hürkuş bir oh çekti. Bırakın yeninden doğayım, yeniden yaşayayım. Alkışladılar. Teşekkür etti. “Sizi yüz üstü bırakmayacağım!” dedi ve kapıya doğru yöneldi. Tam dönüp ikinci bir teşekkür edecekti ki, odada kimseyi bulamadı. Kapıyı zorladı, aradan beyaz bir ışık aralandı.

“Uyan” dedi bir ses. “Uyan Hürkuş!”