Öykü

Komşular

Büyük salgından sonra, nekahet dönemi, bir Pazar ikindisi…

Nüfus azaldı, üretim yavaşladı, mesailer gevşedi ama salgın öncesi dünyadan kalma Pazar bungunluğu sürüyor, gelip yüreğinin üstüne çöküyor. Eski dünyanın mirasçısı olarak sana sorsalardı, “Bari pazar gününü hafifletecek bir şeyler daha kalsın.” derdin. Mesela şehrin sesleri kalabilirdi, gidenlerin gürültüsü havada asılı kalır, yankılanıp dururdu. Öyle olmadı, denge bozuldu. Gönlümüzü oyalayacak curcunayı yanlarında götürürken bungunluk hisselerini kalan sağlara bıraktılar. Denklemi yeniden kurarak sıkıntıyı defetmeye çalışıyorsun: “Yarın Pazartesi, haftanın ilk günü, üretim yavaş iş hafif, o kadar ki yok gibi, o zaman bugünden başlayan Pazartesi sendromu da olmamalı.” İşe yaramıyor. Bir ümit şehre kulak veriyor, arada birçok uzaklardan bir yankı duyar gibi oluyorsun. Bunlar şehrin tenhalığını iyice arttırıyor. Eskiden nasıldı? Salgından önce şehir insanlarla doluyken dinlediğin karmaşık senfoniden bir tını olsun hatırlayamıyorsun, onlar eski dünyada kaldı. Akşam olsa da üst kattaki komşuların cıvıltıları başlasa… Tam böyle düşünürken merkezden mesaj geliyor: Psikolojik destek için başvurabileceğin en yakın doktorun adresi. Böyle bir desteğe ihtiyacın yok ama madem Merkez dünyanın kalanını kurtarmaya girişti oyuna sen de katıl. Haksızlık etme, Merkez’in iyileşme sürecini iyi idare ettiği söylenebilir. Şu taşınma terapisi fena fikir değil. Ruhun rahatlayacağı mekânı bulana kadar taşınma hakkın var. Şehirdeki dairelerin çoğu da boş zaten. İstediğin anda sana yeni bir adres buluyorlar. Böylece kısmen özgür irade verilmiş bir dama taşı gibi ev ev dolaşabiliyorsun.

Ertesi gün işten izin alıp hastaneye yollanıyorsun. Yeni dünyanın randevularında sıra, bekleme, gecikme yok. Genç doktor toyluğunu gizlemeyi başaramıyor, “Yeni adresinizden memnun musunuz?” sesine tecrübeli bir hava katmaya çalıştıkça önlüğü büyüyor, uzayan gömlek kollarının ve yakasının içinde çocuk gibi büzülüyor. Bu hayal, gülünç mü korkunç mu karar veremiyorsun, belki her ikisi de… Doktorun acemiliğini gizleme çabası seni mahçup ediyor, içinden kızıyorsun, bu başkaları adına utanma huyundan bir türlü kurtulamadın. Dünya nüfusunun neredeyse yarısı salgında kırılmış olsa da geride hâlâ adına utanacağın birilerinin olmasına sevinmeli misin yoksa, işte yine o illet ikircikli durumlardan biri, “Başkası adına utanmak istiyorsanız sayfa 42’ye istemiyorsanız…” Bu saçma oyuna kaptırdığın için şimdi de kendi adına utanıyorsun. Doktora bundan bahsetsen mi? “Siz hatırlamazsınız (ama böyle söyleyince yaşını vurgulayıp hafifsemiş olurum) ben çocukken seçmeli macera kitapları vardı. Sözde kendi yolunuzu, yaşayacağınız maceranın istikametini seçebiliyordunuz.” Sen kendi zihninin arafında debelenirken doktor devam ediyor, “Sağ kalanlar olarak sosyal ilişkileri yeniden kurmalıyız, komşularınızla tanışın.”

Hastaneden çıktığında komşularını düşünüyorsun, hiçbirini tanımıyorsun, sabah alacakaranlıkta evden çıkıyor akşama doğru dönüyorsun, komşular en fazla camlarda, merdivenlerde beliren silik gölgeler. Gerçi üst kattaki ailenin yeri ayrı, onları bu silik gölgelerle aynı kefeye koyamazsın, üst kattaki komşuların varlıklarıyla akşamlarını şenlendiriyorlar. Derin belleğe gömülmüş anıları kımıldatıyorlar. Anne, baba ve çocukların boğuk seslenişleri, bağırışları, gülüşleri, aksırıkları… Saadetin mümkün olduğunu, bir duvar ötede de olsa, yitirilmiş bir şeylerin orada yaşamaya, nefes almaya devam ettiğini bilmek mutlu ediyor seni. Bu yüzden burası son adresin olsun istiyorsun. Tek bir kelimeyi bile anlamıyorsun ama orada olduklarını bilmek içini ısıtıyor, tonlamalardan mizaçları çiziyorsun: Babacan, anaç, afacan… Onların ninnisini dinleyerek huzurlu uykulara dalıyorsun.

Aslında bu insanların yüzlerini, bakışlarını merak ediyorsun, hem doktorun ne demişti, “Sosyal ilişkileri yeniden kurmak,” falan, genç doktorun acemiliğini şefkatle hatırlıyorsun, şimdi onun gayreti bilgece geliyor. Bu aileyi yakından tanımak daha iyi gelmez mi sana? Sesleriyle ruhunu doyuran bu insanlar kanlı canlı komşuların olsa, “Büyünün bozulacağından korkuyorsanız sayfa…” Bi sus be!

Ne olursa olsun deyip üst kata çıkıyorsun, kapısız bir daire karşılıyor seni, içerisi bomboş! Boş odalarda dolanıyorsun, uzun zaman önce terk edildiği belli çünkü gidenlerden geriye hiçbir iz kalmamış. Öyle mi?

Akşam çöküyor, üst kattan neşeli sesler gelmeye başladı.

Yatağına uzanıyorsun.

Seçimini yaptın.

Komşularına kulak ver.

Huzurla uyu.