Öykü

Dünyanı Yarat

Uzay mekiğine bağlı olması gereken güvenlik kablosu uzay boşluğunda savrulurken ben önümde uzanan hiçliğe bakıyordum. Boşlukta nereye doğru süzüldüğümü bilmesem de artık çok geç olduğunu biliyordum. Mekik benim için gelemezdi ve gelseydi bile o kadar uzun süre hayatta kalamazdım. Büyük bir hızla uzay boşluğunda savrulan bir adam için umut yoktu. Kendimi ölümüne hazırlamış olsam bile içimde bir parça son ana kadar mücadele etmek istiyordu. Bu yüzden kaskı çıkarıp bu işe hızla son vermemiştim. Sadece son anlarımın keyfini çıkarmak için değildi, bir şekilde savaşmadan teslim olmayacaktım.

Bu felaket başıma gelmeden önce ölmeyi isteyen bir insandım. Zaman zaman bunu yapacak cesareti buldum ama geride üzgün insanlar bırakmayı vicdanıma kabul ettiremedim. Yine de bu istek içimden hiç gitmedi. Dünyadan fazlasıyla sıkılan bir insandım. Bir şeylerden uzun süre tat almasını hiç beceremedim. Her şey ilk birkaç seferinde güzel oluyordu ancak her şey eninde sonunda beni sıkıyor ve ilgim, gördüğü her şeyi koklamaya çalışarak sahibini oradan oraya çekiştiren bir köpek gibi beni durmadan hep başka bir şeye çekiştiriyordu. Hayata ve içindekilere karşı bu genel tatsızlık bende intihar etme isteği oluşturmuştu. Her sorunun kesin çözümü. İşte tam da bu sebeplerden ölüm bana uzak bir kavram değildi. Şimdi ise en küçük umuda bile hayata en sevdiği oyuncağı kimse almasın diye gözyaşları içinde sıkıca sarılmış bir çocuk gibi sarılabilirdim. Ancak kendime bir ölü gözüyle bakıyordum. Her ölüm kesindi ancak benimki diğerlerinden biraz daha kesindi.

İşte şaşkınlığım burada başlıyordu. Ben zaten hayatı boyunca ölmeyi dilemiş bir insan değil miydim? Ne diye son anlarımda çırpınıyordum? Daha hayatta kalırsam ne yapacağımı bile bilmiyordum. Hayata böyle sıkıca sarılmama rağmen ölmeyi istemeyecek kadar büyük hiçbir hayalim yoktu. Hatta hiçbir hayalim yoktu. Ölmemeyi istiyordum ancak sorsalar neden yaşamak istiyorsun diye hiçbir cevap veremezdim? Bu kez aynı hataları yapmayacağım, bu sefer hayatı tadını çıkararak yaşayacağım gibi bir söz söyleyebilirdim ancak öyle hissetmiyordum. İçimdeki yaşama isteğinin asıl sebebini bulamamıştım bir türlü. Hatta belki de kurtulursam birkaç yıl içinde intihar edecektim. İşte bu gerçekten komik bir hareket olurdu. Özellikle de kendimi boğsam.

Yıldızlar, eski tanrıların gözleri gibi beni izliyordu. Kendimi, ölmüşüm ve milyonlarca yıllık bir mahkeme salonuna getirilip tanrıların beni yargılamasını bekliyormuşum gibi hissettim. Onların suçlayıcı bakışlarına bağırdım. “Doğmayı ben istemedim şimdi de ölmeyi istemiyorum. Yargılarınız umurumda değil!”

Şimdiye kadar duyduğum en yüksek ses cevap verdi. “Tek bir atom bile bir anlık farkındalık için sonsuz hayattan vazgeçer ama kendi varlığının farkındalığı ona armağan edilene kadar bu gerçeği bilmez. Doğmayı isteyemezdin, istemek için zaten doğmuş olmak, var olmak gerekir.”

Korkudan delirdiğime ve kafamın içinde sesler duymaya başladığıma emindim. Bir an korktum ama sonra bunun bir fark yaratmayacağının farkına vardım. Çok geçmeden ölecektim, şu an delirmek durumu daha da kötü yapamazdı. Yine de sormak istedim. “Kim… Nesin sen?”

“Bunun bir önemi olmadığını düşündün biraz önce.”

“Sen ben misin? İç sesim belki veya bilinçaltım.”

“Bir anlamda. Olmadığımı da söylesem olduğumu da güvenemezdin. Her durumda delirmeye başladığını düşünen insan en çok güvenmesi gereken şeye güvenemez. Kendine. Yani başa dönüyoruz. Bunun hiçbir önemi yok.”

“Evet, sanırım haklısın. Yine de benim dışımda bir bilinç olmanı isterdim. Belki beni kurtarabilecek bir güç.”

“Mesela sana sinsice baktıklarını düşündüğün tanrılardan biri gibi mi?”

“Belki de. Seçim yapacak konumda değilim.”

Seste hafif bir alaycılık vardı. “Evet bunu görebiliyorum. Belki seni kurtarabilirim ama önce farkına varmanı istiyorum.”

“Neyin?” diye sordum.

“Kendinin. Düşüncelerini okuyabiliyorum. Hayır, kendinin farkında olduğun küstahlığını bırak artık. Farkında olduğun şeylerin birçoğunu kendinden gizliyorsun. Zaten kendinden nefret eden bir insan için garip bu. Neyden korkuyorsun, kendinden daha çok nefret etmekten mi yoksa başka bir şey mi? Kendin de bilmiyorsun değil mi?”

“Sen neyden bahsediyorsun?”

“Senden tabi ki. Kendinden nefret ediyorsun ama aynı zamanda kendinden çok da hoşlanıyorsun. İlginç bir çelişkiler yumağısın. Tutkulu ama tembel. Meraklı ama sıkılgan. Kendinden nefret etmek mütevazilik gerektirir, kibrinden nefret etmek ise bambaşka bir şey. Kendini, daha iyi biri olmanın peşinde olduğuna inandırarak kandırıyorsun ama içten içe peşinde koştuğunun daha iyi olmak olduğunu biliyorsun. Daha arzulara gelmedim bile! Kendi cezanı kendi kendini yargılayarak verdiğini düşünüyorsan yanılıyorsun. Kendini yargılamayı bile belirli bir kibirle yapıyorsun sen. Kendini yargılamak, farklı biri olmak olduğu için ve bunu başkalarına bırakmadan, onlardan duymadan, çabucak kendi içinde halledip bunu bitirmek istiyorsun. İnkar etmiyorum, kendine gerçekten kızdığın zamanlar çok fazla ve kendinden nefret etmen tüm bunlara rağmen oldukça gerçek. Ancak arada bir kendine koyduğun kurban veya suçlu sıfatları seni tanımlamıyor.”

Ben hiç konuşmadan tüm bu söylenenleri düşünürken, Ses bir süre sonra devam etti.

“Ölmek istedin ama öldürmedin kendini. Ölmek için her zaman geç olduğunun farkındaydın. Geç kaldıktan sonra ne yaptığının önemi yoktur pek. Bazen de zararın neresinden dönsem kardır dedin ama içinde bir parça şu gerçeğin farkına vardı: eninde sonunda yaşayacağın bir şey için neden risk alasın ki? Şimdi de hayata sımsıkı tutunmaya çalışıyorsun. Bir şeyleri ancak hayattayken düzeltebileceğinin farkına vardın. Yine de emin değilsin. Bazı şeyleri değiştirsen de değiştirmesen de fark etmeyeceğinin farkına da vardın.”

“Evet” dedim şevkle kafamı sallayarak. “Evet bir fark yaratmayacak. Bir fark yaratması önemli değil. Ya da önemli olmamalı ama oluyor. Söyle bana, gerçeği açıkça görmemize rağmen neden sahte olanı devam ettiriyoruz?”

“Hayvansal bir içgüdü. Denenmiş olan diğerlerinden daha güvenlidir. Bilinen küçük limanları bilinmeyen büyük limanlara tercih ediyorsun.”

“O zaman tek gereken o ilk adımı atmak, denemek ve sonrasında hep gerçek olan limana gitmek mi?” diye sordum.

“Gerçek değişkendir ama sabit olduğunu kabul etsek bile başka bir sorun var. İnsanları dibe çeken duygular, yukarı çıkaranlardan daha güçlüdür ve insan psikolojisinin evrimi hayatta kalmaya odaklanmıştır. Dibe çeken şeylerin etkisini en aza indirmek için var olanı sürdürür. Sürdürmek bir hayatta kalma yöntemidir. Bu akıştan kurtulup başka bir şeye adım atsan bile eğer bunu yeterince istekle ve bilinçle yapmıyorsan, hayat seni akışın içine geri sokar veya delirtir.”

“İstediğim cevap bu değil. Değiştireceğim hiçbir şey bir fark yaratmayacak ve bu önemli olmamalı ama yine de neden hala bunu önemsiyorum? Bilmeme ve anlamama rağmen.”

“Çünkü bu doğal değil. Var olmak bir yer kaplamaktır ve bir yer kaplamak bir şeyleri değiştirir. Bir elma düşün. Havaya fırlattığında yol boyunca geçtiği bölgedeki hava moleküllerini iter. Artık orada kendisi vardır. Eline aldığında ağırlığını hissedersin. Varlığının bir etkisi vardır evrene. Elmayı havaya attığında havadaki atomların elmanın atomlarının içinden geçtiğini ve elmanın evrene hiçbir etkisi olmadığını hayal et. Eline aldığında ağır değil. Onu görmek dışında hiçbir şey yapamıyorsun. Ne büyük karmaşa. Doğal olmayan, bir şeyleri değiştiremeyeceğini bilmek değil değiştirmenin bir fark yaratmayacağını bilmek. Beynin bunu kabul etmiyor.”

“Bir şeyleri değiştirip değiştirememenin önemli olmadığını düşünen insanlar var ve onlar intihar ediyorlar. Bunu kabul ediyorlar.”

“Onlar bu doğal olmayan kabullenişi yaptıkları için mi öldürüyorlar kendilerini yoksa bu kabullenişi yapmak, artık var olmamayı gerektirdiği için mi yapıyorlar bunu? Hala hayatta olan kişi şu ana kadar ölmeyi gerçek anlamda hiç istememiş kişidir. Senin gibi. Sen de bir amaç, bir anlam bulamamana rağmen devam ettin yaşamaya. Tüm nefretin ve kederinle. Kendini öldürmeyi seçmiş birçok kişiden daha iyi sebeplerin oldu ama sen hep bir bahane buldun. Hayata karşı bu yoğun tatminsizliğine rağmen ona çoğu insandan daha sıkı sarıldın.”

“Daha iyi bir hayat yaşamalıydım. Daha iyi ve daha güçlü olmalıydım. Yapmak ve söylemek istediğim onca şey var ki…”

“Hayır daha iyi veya daha güçlü değil, daha kendin olmalıydın. Büründüğün ve tiksindiğin rolleri yok etmiş gibi davranmak yerine gerçekten yok etmeliydin. Kim olduğunu sorguladığın ve tam olarak bulamadığında üzüldüğün geceler olmamalıydı.”

“Artık her şey için çok geç” dedim.

Bir süre sessizlik oldu. Sonra Ses yine konuştu. “Her şey için değil. Hala kendinin farkına varabilirsin.”

“Biraz önce beni tarif ettin zaten.”

“En sığ insan bile o kadar sığ değildir. Sen bu söylediklerimden daha fazlasısın. Ben bunların farkına varmanı istiyorum.”

“Nelerin farkına varmamı istiyorsun?” diye sordum.

Önümde dikey bir ışık çizgisi belirdi. Uzunluğunu ve benden uzaklığını kestiremiyordum ancak inceydi. Giderek genişledi. Bir kapı gibi açıldı ve bakmakta zorlanacağım kadar parlak bir hal aldı. İçine doğru çekildiğimi hissettim. Bir panik dalgasıyla “ne oluyor?” diye bağırdım ama cevap alamadım. Işık kütlesinin içine girerken gözlerimi kapattım ama yine de her şey bembeyaz oldu. Uzayın engin karanlığının yerini, sınırını veya boyutunu tahmin edemediğim engin bir ışık almıştı. Ardından beyaz ışıkta çatlaklar oluşmaya başladı. Bir duvarın çatlayıp dökülen boyası gibi dökülüp hiçliğe karıştı. Artık bir odada duruyordum. Renkler sanki yavaş yavaş daha canlı bir hal alıyordu. Odanın zeminine bastığımı ama hissetmediğimi fark ettim. Rahatsız edici bir histi.

Oda bana tanıdık geliyordu. Arkamdan bir ses duyunca dönüp baktım. Bir çocuk defterlerini çantasına yerleştiriyordu. Tam çocuğun benim çocukluğuma benzediğini düşünüyordum ki odanın çocukluk odam olduğunu fark ettim. Çocuk da ben olmalıydım. Şaşkınlığım sürerken çocukluk halim odadan çıktı. Montunu alarak dış kapıyı açtı. Hemen peşinden gittim. Ne olduğunu anlayamamıştım ama merak ediyordum. Ses bana bir şey mi göstermeye çalışıyordu?

Eski mahallemde kendi çocukluğumla beraber yürüdüm. Gördüğüm her şeyde bir başka anı vardı. Sonunda bir parka girdik. Orada başka çocuklar vardı. Çocuk halim onların yanına gitti. Bazılarını hatırlıyordum ama bazıları kimdi en ufak bir fikrim yoktu. Hiçbiri beni görmüyor ve duymuyordu. Etrafı izlemeyi bırakıp bir kenardan onları izlemeye başladım. Birbirleriyle şakalaşıyor ve sohbet ediyorlardı. Benim çocukluk halimde onlara katılıyor, birlikte gülüyordu. Bir tuhaflık olmamalıydı ama vardı. Çocukluk halimin arkadaşlarıyla arasında insan büyüklüğünde siyah bir boşluk vardı. Kenarları ışığı içine çekiyor gibiydi. Hepsinin yanında böyle bir siyahlık vardı ama benim çocukluk halimde çok daha fazlaydı. “Bu nedir?” diye sordum. Ses cevap verdi. “İlk büyük hatan kendini onlardan biri gibi görememekti. Hepsini inceledin. Fikirleri ve hareketleri sana saçma geldi. Öğrenmeye ve bilgiye olan duyarsızlıkları aptalca. Hareketlerindeki tahmin edilebilirlikleri basit geldi ve senin de kendileri gibi olduğunu düşünmeleri seni hayal kırıklığına uğratıp öfkelendirdi.”

Kendime bakarken Ses’in söylediklerini görebildiğimi düşündüm. Konuşmalara katılıyor, konuşulanları dinliyordum ama diğer zamanlarda hepsini gereksiz bir dikkatle izliyordum. Sanki çok önemli bir iş yapıyormuşum gibi. Arada bir gülünecek bir şey yokken kendi kendime gülümsüyordum. Söylenecek şeyleri, tepkileri tahmin etmek, sınamak, denemek, bunlar oyun olmuştu benim için.

Ses yine konuştu. “Evet bir oyun. İlerde tüm hayatında istemeden sürdüreceğini bilediğin bir oyun. Tüm ilişkilerine bulaşacak bir mizah.”

“Mizah değil. Benim için değil. Gösterdiğin bu anı, zaten bilincinde olduğum bir gerçekten başka bir şey göstermedi bana.”

“Hayır iyice bak. Kibirli bir çocuk değil karşındaki. Anlaşılamadığı için hayal kırıklığına uğramış bir çocuk. İnsanlardan nefret ediyor ama kendinden ettiğinden daha fazla değil. Kendisi gibi hissetmiş birileriyle karşılaşmamış, dünyada yalnız olduğuna inanan bir çocuk. Yetişkin olunca farkına varması gereken şeye, çocukken varmış. Deneyebildiği her şeyi denemeye çalışmış. Arayan ama ne aradığını bilmeyen bir çocuk.”

“Önemli olan farkına varmak. En azından daha büyük bir hayal kırıklığına uğramadım.”

“Ama uğradın.”

Ne demek istediğini soracaktım ki anladım. Ben bir şey demeyince Ses devam etti. “Bu dünyada yalnız olduğunu ve bir an bile olsun senin gibi hissetmiş birini bulamayacağını düşündün. Çocukken kazandığın bu özelliğini kullanarak insanlarla aranda görünmez bir duvar yarattın ve rollerle kendini eğlendirdin. Onların basit düşünceleriyle kendini iyi hissettin. Ancak onunla tanıştın ve oluşturduğun yanılsama sona erdi. Bir daha eskisi gibi hissedemeyeceğin için hayal kırıklığına uğradın. Çünkü bir daha asla kendini eskisi gibi güçlü hissedemezdin.”

Etrafımdaki oda tekrar değişmeye başladı. Her şey biraz önceki gibi parladı ve bu parıltı duvardaki çatlamış boyalar gibi dökülerek arkasındaki görüntüyü ortaya çıkardı. Farklı bir odadaydım. Karşımda Liha vardı. Şimdiki yaşıma daha yakın yaşlardaydım. Derin bir sohbetin içindeydik. Sevinç doluydum çünkü biliyordum ki Liha her zaman söylediklerimden daha fazlasını anlıyordu. Beni herkesten daha iyi biliyordu ve bana her şeyimle değer veriyordu. Gözlerindeki bir anlayış, dudaklarındaki bir gülümseme, sözlerindeki sıcaklık. Onun dostluğundan aldığım keyif adeta elle tutulurdu. İçimde yaşadığım mutluluğun dışarı da bu kadar yansıdığını görünce şaşırdım. Ayrıca aramızda daha önce başkalarıyla aramda gördüğüm siyah boşluk da yoktu. Nedense bu beni rahatlattı.

“Bu hayal kırıklığı için ona minnettarım” dedim. “O tüm hayatımı değiştirdi ve ben bundan memnunum. Benim için bir dosttan daha değerli.”

Ses cevap verdi. “Evet öyle. Seni senin sandığından da iyi anladı ve sen de onu onun sandığından iyi anladın ama şuraya bir bak. Kendinden nefret etmen azalmamış. Bu sessizlik neden?”

Liha ile konuşurken arada bir duraksadığımı fark ettim. Söyleyecek bir şey bulamıyor gibi değil sadece doğru sözcükleri seçmek için. Aklımdan geçenler yerine doğru olanları seçer gibi. Bakışlarımı indirerek cevap verdim. “Onun yanında rolleri ve poz kesmeleri bırakıyorum. Tüm acınası halimle karşısındayım. Yine de tamamını sözcüklerle anlatamam. Sözcüklerin yetersiz olduğunu hep bildi. Anlatmak istediklerim bilinen sözcüklerin ve kavramların çok ötesinde oldu. Yanlış anlaşılmaktan ne kadar korktuğumu biliyor. Söylediklerimden çok söylemediklerimi bilmesi gibi.”

“Söylemediklerin nedir?”

“Kendimden neden nefret ettiğim. Derinlerdeki parçalarım, çatlaklarım. Başka birinin görse şaşkına döneceği karanlıklar.”

“Herkesin içinde keşfetmeye korktuğu topraklar vardır” dedi ses. “Ama sen çoğunu keşfettin değil mi? Sonu gelmez merakın ve insanları inceleyip sınıflandırma arzun onlarla sınırlı kalmadı. Kendini de onlar gibi bir denek, bir bulmaca yaptın. Sınırlarını ve köşelerini görmek istedin. Tutku mu körükledi seni yoksa korku mu? Ne bulmayı bekliyordun?”

“Ne bulmaktan korkuyordun diye soracaktın sanırım ama sen bunu zaten biliyorsun. Tek yaptığın benimle oynamak.”

“Oynamıyorum” diye cevap verdi Ses. “Sadece söylemeni istedim. Söylemenin bir gücü vardır. Bu bazen susmaktan çok daha zordur.”

İç çektim. Bir süre Liha ile sohbetimizi izledim. “Bana benziyor” dedim. “İnsanları sevmiyor, kendini de çok sevdiğini sanmıyorum. Hayatla ilgili bazı cevapları bildiğine inanıyor veya kendini bildiğine inandırmaya çalışıyor ama bence bilmiyor.”

Liha’ya doğru yaklaştım. Ellerimi saçlarına götürdüğümde boşlukla karşılaştım. Bir hayaletten farksızdım. “Diğer insanlar gibi günlük heyecanlara kendini kaptıramıyor. Kendisine biçilen rolleri oynamaktan nefret ediyor. Oynamak zorunda olmaktan. Çığlığını duyuyorum. Bu sadece yalnızlıktan veya anlaşılamamaktan oluşmuş bir çığlık değil. İnsanların varlığının ağırlığını hissediyor. Bu yüzden her şeyin kıyısında duruyor. Elini suyun içinde gezdiriyor ama suyun içine girmiyor. Dışarıda ve güvensiz. Aynı zamanda isteksiz. Ben suyun içine atlayıp en derinde ne var diye merak ederek ıslanırken o buna ihtiyaç duymuyor. Dışarıda daha çok eğleniyor.”

Ses sordu. “Hayranlık mı duyuyorsun?”

“Duyuyorum” diye cevap verdim. “Onun cesaretine ve kavrayışına hayranlık duyuyorum. Liha, yaşamak için mutlu olmaya ihtiyaç duymayan biri. Hayatın anlamını kavramak da bunun yüce bir anlam olması da umurunda değil. Uçurumlara bakarken atlamayı düşünür ama hiçbir uçurum hissettikleri kadar derin değildir. Evet en çok ona saygı duyuyorum. Çünkü hiçliğe ve yalnızlığa boyun eğmeden sadece onların gerekliliğini kabullenmiş başka birini daha tanımıyorum.”

Her şey yine parlamaya ve değişmeye başladı. Farklı bir mekandaydım. Biraz önceki anıdan bir yıl kadar sonrası. Bu sefer karşımda Sebera vardı. Loş bir ortamda birbirimizi öpüyorduk. “Bunları göstermenin, bu analizleri yapmamızın amacı nedir?” diye sordum Ses’e.

“Hayatını görmeni ve fark etmeni istiyorum” diye cevap verdi. “Bazılarını fark ettin, bazılarının şimdi farkına varıyorsun ama hiç yüksek sesle söylemedin. Yüksek sesle söylemenin belli bir gücü vardır, söylemiştim bunu.”

Döndüm ve Sebera ile kendime baktım. Öpüşmekte hiçbir zaman çok iyi olmamıştım ve şu an bunu daha iyi görebiliyordum. Kendimi bu şekilde görmek bir miktar rahatsız etmişti beni ve Ses’in bunun farkında olması daha da sıktı canımı. Bir an böyle şeylere canımın sıkılması şaşırttı beni, zaten uzay boşluğunda ölmek üzere olan ve şimdiden kafayı yemiş bir astronottum. Artık böyle basit şeylerin önemi yoktu.

“Madem istiyorsun yapayım. Güzeller güzeli Sebera. Liha’dan daha farklı şekillerde benziyor bana. Bilgisinin derinliği ve ilgilendiği şeyler sadece hoşuma gitmiyor aynı zamanda beni baştan çıkarıyor. Sadece beyaz teninde değil zihninin en uç noktalarında da kaybolmak istiyorum. Bazen onu arzulamaktan başka bir şey düşünemiyorum ve arzularıma karşılık vermesi beni daha da heyecanlandırıyor.”

Bir an Ses’in gülümsediği gibi bir izlenime kapıldım ama bu saçmaydı çünkü onu göremiyordum. Ne olduğunu bile bilmiyordum. “Ama bir sorun var değil mi?” diye sordu.

Bir süre konuşmadan yere baktım. Kelimelerimi toparlamaya çalıştım. “Evet var” dedim. “Bir yeri daha iyi anlamak için yüksek bir yerden bakmak gerekir. Hayatı biraz daha iyi anlamak için de şiddetli tutkular var ama şiddetli tutkuların da bir sorunu var. Bittiklerinde arkalarında bıraktıkları boşluk çarpıcıdır. Ne kadar yüksekten düşersek canımız o kadar acır. Hayata karşı, bende bulunan tatminsizliği ve arayışı o da taşıyor. Aynı soruyu sormuyoruz belki ama aynı cevabı arıyoruz. Nasıl daha farklı hissederiz? İçtikçe daha çok susadığını düşün. Kısır bir döngü.”

Aklıma anılar doluştu. Sorunu daha iyi anlamaya çalıştım. Onunla konuşmalarımız, tartışmalarımız, sevinçlerimiz, hepsini düşündüm. Bu süre içinde Ses hiç konuşmadı. Anıdaki Sebera ve ben de artık kısık sesle sohbet ediyorduk.

“Bu döngüyü birlikte kıramaz mıydınız?” diye sordu Ses.

“Sanmıyorum. Şunu anla, Sebera önemsiz. Narsizmin doruklarında yaşıyor. Korkak ve korkaklığının sebebi kendine güvensizliği. Başkalarının övgüleri olmadan yaşayamayacağını biliyor ama bir yandan gözlerindeki ve boynundaki kırışıklıklar daha da arttıkça övgülerin önemsizliğinin de yavaş yavaş farkına varıyor. Bu onu çok öfkelendiriyor olmalı. Ona kızmıyorum onun için üzülüyorum. Kendim için üzüldüğümden çok daha fazla. Umarım bir gün onu olduğu gibi sevecek birini bulabilir.”

“Bunun farkına varman iyi” dedi Ses. “Hayat önemsiz insanları önemseyecek kadar uzun değil.”

Kafamı sallayarak onayladım. Her şey tekrar parladı ve değişti. Başka anılar arasında dolaştık. Her seferinde yeni şeylerin farkına vardım. Anılar ve insanların arasında dolaşırken ne kadar zaman geçti bilmiyordum. Bu yerde zamanın bir önemi olup olmadığını da bilmiyordum. Konuştukça ve düşüncelerimi yüksek sesle söyledikçe daha da rahatlıyordum. Mevcut konumumla içimi kaplayan huzur tezatlık oluşturuyordu.

Sonunda kendimi tekrar uzay boşluğunda buldum. Sadece ben, sonsuz bir hiçlik ve deliliğim vardı. Ses, bu sefer daha alçak sesle konuştu. “İnsan kabuğundan çıkmadıkça, sisleri aşıp kendine yukardan bakmadıkça asla kendisinin tam anlamıyla farkına varamaz. Bunu yapınca artık içindeki ağırlığın var olmaktan kaynaklandığının bilincine varır.”

Biraz çekinerek biraz da umutla sordum. “Şimdi bana ne olacak?”

“Buna sen karar vereceksin.”

“Yani dünyaya dönebilir miyim?”

“Evet veya kafanda yarattığın cennete. Senin vereceğin bir karar.”

“Kafamda yarattığım cennet mi?”

“Hayal gücünle oluşturacağın bir yeri kast ediyorum.”

Bunu düşündüm. Hep yaşamak istediğim, dilediğimi yapabildiğim ve hiç acı çekmediğim bir yer. Mükemmel olabilirdi, mükemmel yapabilirdim. Düşündükçe kararımdan daha da emin oldum.

“Peki dünyaya ne olacak?” diye sordum.

“O senin yaratacağın cennetten bağımsız olarak devam edecek. Bir daha göremeyeceksin orayı. Hayal ettiğin insanlar senin kafanda yarattığın şekilde var olacaklar.”

Bu hoş bir ayrıntı değildi. Sevdiklerim benim şekillendirdiğim birer kopya olacaktı. Bu o kadar kötü olur muydu? Kararsız kalmıştım. Aklıma birden Liha’ya verdiğim söz geldi. Mekik kalkış yapmadan saatler önce ona geri döneceğime dair söz vermiştim. Hayır, hem sözümü bozamazdım hem de kopyalarla yaşayamazdım. Bir an tamamen benim oluşturduğum bir dünya imgesi aklımda daha gerçekçi bir şekilde oluştu. Tüm hataların, mutsuzluğun sebebi olduğumu gördüm. Tek sorumlu bendim.

“Eve dönmek istiyorum” dedim.

Bir an her şey yine parladı. Ancak bu sefer hareket edenin ben olduğunu düşündüm. Mancınıkla fırlatılsam aynen böyle hissederdim herhalde. Sonunda sarsıntıya dayanamadım ve bayıldığımı hissettim.

Uyandığımda laboratuvar ortamına benzer bir yerdeydim. Etrafımda not alan, ekrana bakan ve beni inceleyen beyaz önlüklü insanlar vardı. Gözlerimi tam açamıyordum ve kulaklarımda basınç vardı. Birileri konuşuyordu ama ne söylediklerini anlayamıyordum. Biri kafamı kendine doğru çevirdi. Elindeki ışığı doğrudan gözlerime tuttu. Gözlerimi kapatarak acıyla inledim. “Sakin olun lütfen, gözlerinize bakmam gerek” dedi adam.

Gözlerimi zorla açtım ve ışığa tahammül etmeye çalıştım. Gözlerimden yaşlar süzülüyordu. Adam kafasını sallayarak “sorun yok gibi görünüyor” dedi. “Orada normalden biraz daha uzun kaldınız. Bu pek yaşanan bir şey değil.”

“Ne… Neler oluyor?” diye sordum. Başım çatlayacak gibiydi. Midemin de bulandığını hissettim.

“Sakin olun lütfen. Hafızanız şu an karışık ve bazı şeyleri hatırlamıyorsunuz ama sizi temin ederim hepsi eski yerine gelecek. Ben Doktor Fagan. Şu an ‘Dünyanı Yarat’ simülasyon şirketindesiniz. Bize, uyutulup kendi yarattığınız bir gerçekliğe girmek için başvurdunuz. Test aşamasındaydınız ama başarılı olamadınız.”

“Ne… Ne saçmalıyorsun sen be adam! Ben bir astronottum, bir kaza oldu…”

“Evet ve uzaya savruldunuz, öleceğinizi sandınız ama bir ses sizinle konuştu” diye sözümü kesti. Şaşkınlığıma gülümsedi. “Bakın bu genel bir prosedürdür. Hayatlarından sıkılan, umutsuzluğa düşen veya sadece heyecan arayan insanlar bize başvurur.  Dünyanı Yarat simülasyonu bir oyun değil. Oraya girmek için ödenmesi gereken bir bedel vardır. Cihaza bir kez bağlandıktan sonra sizi oradan çıkarmak ölmenize sebep olabilir. Çoğu zaman da olur. Bu yüzden kararınızdan emin olmamız gerekiyordu. Anılar ve Ses bizim yarattığımız farklı bir simülasyon. Size hayatınızdaki, iyi veya kötü, önemli anları ve kişileri göstererek düşünmenizi ve hayatınızı farklı bir perspektiften değerlendirerek seçim yapmanızı istiyor. Siz dünyaya dönmeye karar verdiniz. Bu kötü bir şey değil. Pişman olacağınız bir şey yapmanızı istemezdik.”

Adam gülümserken bu sözleri ezberden tekrarladığını hissettim. Yine de haklı taraf vardı. Bu simülasyon olayını hatırlıyor gibiydim. Bunu düşündüğümü hatırlıyordum ama eyleme geçmek için karar aldığımı hatırlamıyordum. Astronot olmadığımı da iyi biliyordum. Birden sorma ihtiyacı hissettim. “O ses… o siz miydiniz veya program?”

“Hayır” diye cevap verdi Fagan. “Sadece o sesi duymanız için beyninizi uyarıyoruz. Herkes farklı şeyler duyuyor. Kendi iç seslerini. Anılarınızı görmeniz için de uyarıyoruz beyninizi. Hepsi size ait anılardı ama bunu biliyorsunuz zaten.”

“Ses sürekli bir şeylerin farkına varmam için uyarıyordu beni” diye cevap verdim. Adam anlayışla başını salladı. “Açıkça söylemek gerekirse bunun sebebi biziz. Sesi kontrol etmesek de onun size farkına varmanızı söylemesi için hipnotize bir seans uyguluyoruz. Beyniniz geri kalanı kendi kendine tamamlıyor. Sorularınız var biliyorum. Merak etmeyin biraz dinlendikten sonra size iyileştirici bir seans uygulayacağız. O zaman hem kafanızda soru işaretleri kalmayacak hem de deneyimi daha iyi anlamış olacaksınız.”

Birilerine işaret etti. Yanıma geldiler ve sedyeyle beni başka bir yere götürdüler. “Nereye götürüyorsunuz?” diye sordum. Sedyenin yanında notlar alan bir kadın başını kaldırıp cevap verdi. “Beyninizi çok yorduk. Dinlenmeniz gerek. Biraz sakinleştirici verip uyutacağız sizi. Merak edilecek bir şey yok”

Başımı salladım ama bu sadece ağrıdan dolayı inlememe sebep oldu. Sonunda, biraz önce benimle konuşan kadın sakinleştirici iğneyi yaparken konuştum. “Söz vermiştim. Dönmem gerekiyordu, pişman değilim.”

Kadın nedenini anlamadığım bir şekilde şaşırdı. “Yanlış hatırlıyor olmalısınız” dedi. “Kararınızı doğrudan etkileyecek hiçbir şeye izin verilmez. Mantıklı bir karar vermeniz için özlem benzeri duyguları bile bastıracak ilaçlar verilir. Kararınızı mantığınızla aldınız.”

“Hayır” dedim iğneyi kolumdan çıkardıktan sonra. “Yanılıyorsunuz, ben ne gördüğümü biliyorum.” İlacın kanıma karıştığını hissettim. Uyku bastırmaya başlamıştı şimdiden. Gözlerim kapanırken son kez konuştum. “Ona söz verdim. Çok önce. Bunun anlamını biliyor musun?”

Derin karanlığa dalarken kadının cevabını duyamadım.

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Merhabalar Can :slight_smile:
    Sen de benim gibi öykü seçkisine hoş geldin kadim dostum :slight_smile:
    Öncelikle; bu öyküyü senin yazdığını bilmeseydim bile, okuduğumda sana ait olduğunu anlaybilirdim. Ya da anında sana gönderirdim ‘Bak aynı senin gibi biri yazmış!’ diye.

    Darılmaca yok; ne yalan söyleyeyim ilk halini daha çok sevmiştim. Biliyorum insana kendini sorgulatan bu derin diyalogları çok seviyorsun. Ama bu sefer biraz fazla olmuş gibi geldi bana. Ve birazcık yoruldum okurken diyebilirim. Öykünün kurgu kısmı sadece son kısımda ufacık yer bulabilmiş kendine. Oysa ki; o kurguyu da çok beğendim. Fakat bütün o ağır diyaloglar, sanki bir öykünün tamamını kaplayarak art arda değil de, bir romanda ara ara yapılan sohbetler olsaydı belki çok daha etkileyici olabilirdi.

    Hepsini bir kenara bırakırsak; yine şizofrenliğimizin bir kanıtı gibi, bütün o cümlelerde kendimi gördüm, kendimi buldum.

    Kalemine sağlık, bir diğer seçkide görüşmek üzere :hugs:

  2. Avatar for Ishamael Ishamael says:

    Merhaba kadim dostum hoş buldum, öncelikle üşenmeyip öykümün ikinci halini de okuduğun için teşekkür ediyorum. : )

    Öyküm hem benden hem de yazım şeklimden birçok parça taşıyor ama kimse anlamasa bile dostlarımın anlayacağına eminim. :slight_smile: İlk hali daha kurguydu ama senin de belirttiğin gibi bazı mantık hataları vardı. Onları düzeltebilirdim ama yeniden yazmaya karar verdim. Ancak senin de belirttiğin gibi kurgudan çok felsefi derinliği olan (veya olduğuna inandığım) bir öykü çıkmış ortaya. Aslında bu biraz etkisinde kaldığım yazarlardan kaynaklı. Uzun bir kurgu yazacaksam pekâlâ RJ’den BS’den ilham ve esinlenme alıyorum ve onların tarzlarına yakın yazıyorum ama öyküler öyle değil. Ne kadar derin düşünen yazar varsa onların tarzlarını kullanıyorum ama derinlik kısmı biraz fazla kaçıyor sanırım.

    Kendini görmen doğal şizofrenliğimiz artık sınırları aşıyor yürümeye başlayacak yakında :slight_smile:

    Çok teşekkürler dostum görüşmek üzere diğer kurgularda :slight_smile:

  3. Çok güzeldi. Forumda okuduğum ilk öykü bu oldu. Çok beğendim.

  4. Avatar for Ishamael Ishamael says:

    Okuduğun ve yorum yaptığın için çok teşekkür ederim. Beğenmene de ayrıca sevindim. : ) Diğer öyküleri de okumanı ve diğer temada kendi öykünü göndermeni öneririm. : )

  5. Merhaba,
    Öncelikle finali beğendiğimi ve etkileyici bulduğumu söylemek istiyorum. Karakterin ruh dünyası, iç sesi güzel aktarılmış. bluesedai; nin dediği gibi karakterin diyalogları bana da biraz uzun geldi, her ne kadar düşündürücü olsa da biraz öyküden kopmama sebep oldu. Genel olarak dikkat çekici ve insanın kendiyle olan kavgasını gerçekçi şekilde yansıtan bir öyküydü. Ellerine sağlık. :slight_smile:

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

13 cevap daha var.

Yorum Yapanlar

Avatar for Melkor Avatar for Agape Avatar for Kitsune Avatar for maviadige Avatar for Voldemort Avatar for bluesedai Avatar for Ishamael Avatar for Gurlino Avatar for Dipsiz