Öykü

İnanç

‘‘İnsan kolay inanan bir canlıdır. Bir şeylere inanmak zorundadır. İnanmak için iyi bir sebep bulamadığında, elindeki kötü sebeplerle yetinir.’’

Bertrand Russell

Dükkandan içeriye, beyaz sakallı yaşlı bir adam girdi.

Soğuk mermerlerin arasından geçerek, mezar taşı ustasının yanına geldi. Ne usta, ne de yanındaki çırak yaşlı adamın geldiğini fark etmişlerdi. Ses çıkarmadan ne yaptıklarını gözlemledi. Adam taşı ustaca yontuyordu. Bir sürü harfi kısa sürede yan yana dizdi. Yaşlı adam ortaya çıkan metni okudu.

‘‘Yemedim yedirdim. Hayrını göremedim. 1978-2010 ruhuna el Fatiha.’’

Yaşlı adam kendini tutamayarak güldü. Usta ve çırak adamın varlığını o zaman fark ettiler.

‘‘Buyurun’’ dedi usta, eseriyle dalga geçildiğini düşündüğünden, tepkili bir ses tonu kullandı. Yaşlı adam sakalını sıvazladı.

‘‘Sizin bu civardaki en iyi mezar taşı yontucusu olduğunuz söyleniyor.’’ Adam bu kez gururlanmıştı. ‘‘Öyledir.’’ Diye cevap verdi.

‘‘Fakat siz pek beğenmediniz sanırım. Çünkü az önce bitirdiğim eseri komik bulup güldünüz.’’ Yaşlı adam kaşlarını çattı. ‘‘Bu işi dalga geçecek kadar bilmem. Sadece az önce taşın üzerine işlediğiniz metin, bana biraz komik geldi. Belli ki çocuğu kullanmak amaçlı dünyaya getirmişler.’’

‘‘Haklı olabilirsiniz. Ama ben bir profesyonel olarak, insanların istediği taşı, en güzel şekilde hazırlamak zorundayım. Benim işim bu. Ayrıca insanın bencilliği ilk kez apaçık gözlerimizin önüne serilmiyor. Bu taşı hazırlatan insan ne demek istediğini bile anlamayacak kadar saf bir müşterimdir. Kadıncağızın kaybettiği üçüncü oğlu. Artık sıkıldı ve böyle baştan savma metinler getiriyor. İlk ikisi gerçekten edebi değeri olan metinlerdi.’’

‘‘Demek böyle sürekli müşterileriniz var.’’ Karşısındaki ustayı garip bir şekilde baştan aşağı süzdü.

Usta bundan rahatsız oldu. Birkaç saniye süren sessizliği bozmak adına tekrar konuştu.

‘‘Evet. Hatta öyle müşterilerim oldu ki, neredeyse tüm bir sülale benim taşlarımı kullandı. Büyük trafik kazalarını kastetmiyorum. Öyle durumlarda seri çalışmamız gerekiyor ve bazen inanın bana hiç istemeyerek de olsa aynı taştan birkaç tane yapmak zorunda kaldığım oluyor. Ben genelde bu tür işleri almam. Bunlar daha çok para kazandıracak piyasa işleridir. Ben sanatsal özellik taşıyan çalışmalar yapmaktan hoşlanıyorum. İşte beni diğer mezar taşı ustalarından ayıran özellik budur. Sanırım siz de sipariş vermek için buraya geldiniz. Size öncelikle birkaç çalışmamı göstereyim. Daha sonra aklınızdaki tasarıyla birleştirip hoşunuza gidecek bir taş hazırlarız.’’

Adam çırağına bir göz işareti yaptı. Çırak işareti alır almaz kayboldu ve bir süre sonra fotoğraf albümü ve iki fincan sütlü kahveyle birlikte geri döndü.

Usta albümü aldı ve yaşlı adama tozlu dükkanın içindeki tozlu sandalyelerden birini göstererek oturmasını istedi. Çevik çırak kaptığı kirli bir bezle sandalyenin tozunu iki harekette temizledi. Yaşlı adam küçük sandalyeye, bir tahta kurulmuşçasına oturdu. Usta elindeki albümü yaşlı adama uzattı.

O sırada çırak çoktan önlerine küçük tahta bir masa koymuştu. Üstünde duran sıcacık kahveyi içmek için albümü masaya koydu. Niyeti ustayı dinliyormuş gibi yapıp kahveyi içmekti.

‘‘Bu gördüğünüz ağaç sembolleri, eskiden gördüğünüz hemen hemen her taşta vardı. Hayat ağacını simgeler. Yaratılış öyküsündeki ağaçtır bu…’’

Adam ustayı dinliyormuş gibi yapıp, bir yandan kahvesini içerken diğer yandan dükkanı inceliyordu. Vitrinde duran mermer taşlar yılbaşı nedeniyle süslenmişti. Vitrinin en köşesine kocaman bir çam yerleştirilmişti. Tepesinde gümüş renk yıldız vardı.

Böyle bir yerin süslenmesi komiğine gitmişti. Dudaklarında beliren tebessümü saklamak için başını çevirip öksürüyormuş gibi yaptı.

Bugün yılbaşıydı. Evini özlemişti. Daha doğrusu sıcacık yatağını evinden çok özlemişti.

Kahvesini bitirip masanın üstüne koydu. Usta anlatması gereken her şeyi anlatmıştı.

Uzun bir sessizlik oldu.

Usta yine sessizlikten rahatsız olup konuşması gerektiğini düşündü. Aklına gelen ilk soruyu sordu.

‘‘Tanrıya inanır mısınız?’’

‘‘Hayır. Ben hiçbir şeye inanmam. Çünkü inanç çok tehlikelidir. Bir şeye inanırsanız onun gerçek olduğunu kabul etmişsiniz demektir.’’

Usta içinden söylendi. İnançsız bir adamın kendi dükkanında işi neydi? Adama sinir olmuştu.

‘‘Ee albümden bir şey beğendiniz mi? Siz nasıl bir şey istiyorsunuz?’’

‘‘Bir şey istemiyorum. Ölmeden mezar taşının siparişini verecek kadar kaçık birisi değilim ben.’’

‘‘O halde neden buraya geldiniz?’’ İnançsız insanlardan nefret ederdi Cemal Usta. Bu adamı da gözü tutmamıştı zaten.

‘‘Karşıdaki mezarlıkta işe başladım. Buranın yeni gece bekçisi benim. Mesaimin başlamasına daha epey vakit varken, şöyle bir dolaşıp çevre esnafıyla tanışayım dedim.’’

‘‘Öyleyse efendi beni ne diye bu kadar meşgul ettin. Bir tanışıp gitseydin ya…’’

Masada duran albümü hızla çekip aldı. Çırak kutsal bir emaneti devralıyormuşçasına ustanın elinden aldığı albümle gözden kayboldu.

‘‘Adım Murat. Yeni mezarlık bekçisiyim.’’

‘‘Memnun oldum ben de Cemal. Madem tanışmak istemiştiniz, işte tanıştık. Burada yeterince zaman geçirdiğinize göre artık işi gücü olan insanları daha fazla oyalamayı düşünmüyorsunuzdur umarım.’’

Bu cümlelerden sonra bir taşın başına geçerek taşı okşamaya başladı. Yaşlı adama yapacak tek şey kalmıştı. Nezaketle müsaade isteyerek oturduğu sandalyeden kalktı. Kapıdan çıkmak üzereyken içeri orta yaşı geçkince bir kadın girdi. Oğlu için sipariş ettiği taşa doğru hızla yürüyüp taşa sarılarak ağlamaya başladı. Cemal Usta kadının sırtını sıvazlayarak teselli etmeye çalışıyordu. Murat, bu tür acıklı olayları sevmediğinden, müdahale etmeden dükkandan ayrıldı. Saatine baktı, mesaisinin başlamasına az bir zaman kalmıştı. Bu süreyi de, iş arkadaşıyla bir iki laflayarak geçirmeye karar verdi.

Küçük bardaklara çay doldururken uzun zamandır burada olduğunu söylüyordu. İlk başta çocukluğunda dinlediği hikayeler yüzünden, geceleri ürkmüş. Ama zaman bu korkusunu silip almış üzerinden. Eğer evlenmeyecek olsa hayatta vazgeçmezmiş gece çalışmaktan. ‘‘Ama garı kısmı’’ diyordu, ‘‘gece evde yalnız kalmaktan korkuyor. Söylesen kabullenmez bunlar.’’ Murat tek kelime etmeden karşısındakini dinliyordu. Genç, deneyimsiz bir delikanlıydı. On senedir, gece gündüz demeden mezarlığı beklermiş…

‘‘Senin ilk gecen, sakın korkma babalık. Bazen garip sesler duyduğun olur. Hani şu korku filmlerindeki gibi, o zaman ne kadar dua biliyorsan oku, tanrıya sığın. Bi şeycik olmaz. Ama yok tanrıya inanmıyorsan, çarpık Rıza gibi iki büklüm olursun vallah. Densiz gece içki içip sızmış. Mezarlık gibi bir yerde olacak iş mi? Sabaha iki büklüm bulduk dinsizi. Onca hacı, hoca çözemedi. Ama sen yaşını almış dini bütün birine benziyon, bu biçarelerin ruhları ortada dolansa bile sana dokunmaz. Sana kalana kadar bir sürü günahkar bulurlar içerde.’’

Murat delikanlının suratına inanmadığı şeyi söyleyemezdi. Kesin tartışma çıkar, tekme tokat girişirdi bu deli dolu çocuk ona.

İnsanları anlamıyordu. İlla bir şeye inanma ihtiyacı duyuyorlardı. İnandıkları tanrı onlara acı çektiriyor, canının istediği her şeyi yapıyordu.

Bu adalet miydi?

Tanrı bir gün insan olsa, onların yaşadığı boktan hayatı kendi yaşasa günün sonunda kesinlikle intihar ederdi.

‘‘Ooo… Saati geçmişiz. Sayende fazla mesai yaptık babalık. Bugün yılbaşı nedeniyle hanım beni evde görmek ister. Ben çıkıyorum. Hadi sana kolay gelsin.’’ Diyerek, ceketini kaptığı gibi bekçi kulübesinden çıktı. Murat yalnız kalmıştı. Bir çay daha içti. Daha önce böyle bir işte çalışabileceği aklının ucundan geçmemişti. Ruhlar, Çingeneler… Onun yaşındaki bir adam için oldukça hareketli bir işti.

Hava iyice kararmıştı. Baykuş seslerinin ve rüzgarın birbirine sürttüğü yapraklar gerçekten korkunç uğultular çıkarıyordu. Murat genç adamın anlattığı gibi çocukluğunda dinlediği hikayelere dönmüştü.

Yağmur da yağmaya başlamıştı. Kendine gel Murat dedi içinden. Sen artık çocuk değilsin. Unutma ki inanmadığın sürece hiç bir şey gerçek olamaz.

Birden dışarıdan gelen korkunç bir kahkaha sesi duydu. Yavaşça oturduğu yerden kalktı. Kendini rüzgarın sesi olduğuna inandıramadan tekrar o kulak tırmalayan korkunç sesi duydu. Bu seferki ağlamaklıydı.

Kulübenin kapı koluna eli uzandı. Ama sonra geri çekti.

Tam biraz daha durup beklemeyi düşünüyordu ki dışarıdan gelen gürültüyü duydu. Biri çöp konteynırını devirmişti.

Kapıyı hızla açıp dışarı çıktı. Dışarısı soğuk ve karanlıktı. Duvarda bir ipe bağlı duran el fenerini aldı. Sesin geldiği taraf doğru yürüdü. Korkmaya başlamıştı. İçinden sürekli aynı şeyi tekrarlıyordu. İnanma, inanma Murat… Büyük meşe ağacının olduğu tarafta biri vardı. Büyük mermerden mezar taşının üstüne oturmuştu. Üstündeki kıyafet çok garipti. Parlak kan kırmızı renginde bir pantolon ve üstünde aynı renk olan bir ceket. Kafasındaki kukuletanın üstünde beyaz bir ponpon sallanıyordu.

Murat adama yaklaştıkça bunun zararsız Noel Baba kılığına girmiş ton ton bir dede olduğunu düşündü. Büyük bir ihtimalle huzur evinden kaçmış bir dedeydi. Kaçmak için Noel Baba kılığına girmiş ve yolunu kaybetmişti.

Ama içinden bir his ona kaçmasını söylüyordu.

Noel Babanın bir metre ilerisinde durdu. Başı önüne eğikti. Ellerini kucağında birleştirmişti.

‘‘Size yardım edebilir miyim?’’ Noel Baba kılıklı adam kafasını kaldırdı.

İşte o zaman onun kor gibi yanan kırmızı renk gözlerini gördü. Suratı siğillerle doluydu. Dudağın kenarında yarım ay şeklinde kırmızılaşmış bir yara izi vardı. Bu yara onu sanki gülümsüyormuş gibi gösteriyordu.

O an anladı. Bu insan değildi. Olamazdı.

Kendine hakim olamayarak histerik bir şekilde çığlık attı. Hızla koşmaya başladı. Bir yandan imdat, yardım edin diye bağırıyor, diğer yandan yerde kendini koruyacak herhangi bir şey arıyordu. Elindeki feneri arkasından gelen yaratığın üzerine doğru fırlattı. Kalbi göğüs kafesinden fırlayacakmış gibi hızla atıyordu.

Murat genç biri değildi. Ellisine merdiven dayamış bir adamdı o. Artık koşacak gücü kalmamıştı. Buraya kadar diye düşündü. Ölümüm bir yaratığın elinden olacak.

Yaratık ona yetişmişti. Ellerindeki beyaz eldivenleri çıkarıp fırlattı.

Upuzun eğri tırnakları vardı. Ağaç dallarına benzeyen anormal derecede uzun parmaklarını ağzının kenarındaki yara izine götürdü.

Korkunç bir şekilde sırıttı. Ağzından yayılan pis koku midesini bulandırdı.

Murat yaratığın yavaş bir şekilde kendisine doğru gelişini izledi. Hareketleri acele etmeden avına yaklaşan yırtıcı bir hayvana benziyordu.

Artık çok yakınındaydı. Murat bir şey fark etti. Yaratıktan çok daha korkunç olan bir şey. Artık yaratığın gerçek olduğuna inanıyordu.

‘‘Sana inanmıyorum!’’ diye bağırdı. ‘‘İnanmıyorum! Sen gerçek değilsin!’’ Söylediği şeye inanmayı ne kadar çok isterdi. Ama inanmıyordu.

Yaratık tek bir hamleyle boğazını çizdi. Boynu kırılırken çıkan sesi duydu.

Nefes alamıyordu. Boynundan akan kanlar yerde küçük bir gölcük oluşturmuştu.

Son düşündüğü şey inanmaktı. ‘‘İşte tüm mesele bu inanç…’’

Genç adam içeri girdiğinde usta yine bir taşın önünde durmuş, onu yontmakla meşguldü.

‘‘Bir mezar taşı istiyorum.’’

‘‘Kimin için istiyorsunuz?’’

‘‘İş arkadaşım Murat ağabey için. Dün gece korkunç bir şekilde öldürüldü.’’

Cemal usta şaşırmıştı. Daha dün kendisini görmeye gelen adam bugün ölüydü artık. Hayat işte böyleydi. Şu kapıdan çıktıktan sonra kimin başına ne geleceği bellimiydi ki? Genç adamın suratına bakınca olayla ilgili soru sormaktan vazgeçti. Nasıl olsa birisinden öğrenirdi işin aslını.

‘‘Nasıl bir şey istersiniz? Üzerine özlü bir söz yazalım mı? Ya da herhangi bir motif?’’

‘‘Hayır bir şey yazmanıza gerek yok. Kendisini tanımıyorum zaten. Ama üzerinde motif olursa iyi olur.’’

‘‘Şurada duran bol gül motifli taşlar olsun mu?’’

‘‘Tamam olabilir. Ama daha ilginç bir şey yok mu?’’

Cemal usta Köşede duran bir mermer taşı gösterdi. ‘‘Şu gördüğünüz taşın üzerinde ki motif Hayat ağacını simgeler… İsterseniz onu yapabilirim.’’

‘‘Hayat ağacı motifleri… Gerçekten geri dönüşü simgeliyorsa, böyle bir şey mümkün olabilir mi?’’

‘‘Neye inanırsanız o mümkündür.’’

‘‘Öyleyse hayat ağacı istiyorum.’’

İnanç” için 5 Yorum Var

  1. İnanç üzerine sorgulamaya gitmek Noel Baba öyküsü için oldukça güzel bir fikir. En azından seçkide bulunması gereken bir öykü çeşidi olduğunu düşünüyorum.

    Senin bir çok cümlen ve diyaloglarda kullanılan kelimeleri seçişin oldukça hoş. İçerik seçimindeki başarıyı her öyküde tekrar tekrar tebrik etmekten bıkmayacağım sanırım. Yalnızca gramerini biraz daha geliştirmen gerekli.

    Yalnız sonlarına doğru verdiğin mesajı sanırım ben bu yorgun kafayla pek alamadım. İnanca dair güzel tartışmalar dönerken bir anda bunu ölüme bağlaman ilginç geldi doğrusu.

    Çok hoş yazıyorsun, geliştirerek devam 🙂

  2. Beğenmene sevindim. 🙂
    Sonunda bir mesaj vermek istedim. Mesaj şuydu;
    Neye inanırsanız o gerçektir.
    Tabi bu benim görüşüm. İnan yazarken sonunda karakteri öldürmeyi düşünmüyordum. Ama olaylar geliştiği için ve sonunu nasıl bağlıyıcağımı bilemediğimden( Her amatör yazarın karşılaştığı en büyük sorun.) dolayı biraz ilginç oldu. 😀

  3. İlk paragraflarda bir kaç tekleme yaşadım ama hikayenin temposuna ve anlatım biçimine sonradan çok ısındım. Gerçekten de artık bağlaçları çok daha efektif kullanıyorsunuz.

    Hikayeyi çok beğendim. nedenleri ise şöyle:
    -Başlığa koyduğunuz inanç kavramını iki kişi gözünden iyi vermişsiniz.
    – Tempoyu tam hikayenin ortasında çok iyi bir şekilde tavan yaptırmışsınız.
    -Ve son olarak daha önce önemsiz bir diyalog içinde geçen ufak detayları (yaşam ağacı motifi) hikayenin sonunda etkileyici bir son için kullanmışsınız.

    Detaylı ve etkileyici bir çalışma olmuş ellerinize sağlık.

  4. Selamlar;

    Senden ilk kez bir öykü okuyorum ve yazım tarzını gerçekten başarılı bulduğumu söylemek isterim. Cümleleri kuruşun, oluşturduğun diyaloglar vb. hepsi yerinde ve kıvamında. Noel Baba için biçtiğin rol ve inanç üstüne yazdıkların da ilginçti doğrusu.

    Kalemine sağlık.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *