Öykü

Sonsuzluğun Ötesinde

1. Siyahlar İçinde Ateş

“Hediyem nerede?” diye sordu çocuk. Hüzünlü değildi, heyecan ve hayal kırıklığının yeni ateşlenen dumanını seziyordum yalnızca. Her tarafım terlerle ıslanmıştı ve yapış yapıştı. Onları temizleyecek güce sahip olduğumu sanmıyordum. Çocuğa cevap vermek istemiyordum, yalnızca oradan uzaklaşmak ve görevimi tamamlamak istiyordum.

Şöminenin üzerine asılı çoraplara baktım, temiz ve yeşildiler. Her zaman temiz ve yeşil olan şeylerden nefret etmişimdir. Benim varlığıma ve amacıma tamamen karşılar. Dünyanın sonuna dek bu böyle sürecek. Ta ki geriye yeşil ve temiz hiçbir şey kalmayana kadar. O zaman ben her gün gökyüzünde dolaşabileceğim.

“Hediyeni çorabının içine bırakacağım çocuk. Beni görmemen lazımdı. Şimdi git ve uyu! Yoksa kötü bir çocuk olursun, tıpkı baban gibi.” dedim ve arkama dönüp şöminenin önünde yatan adama baktım. Kanla çizilmiş bir sınırı yurt edinmişti. Suratında yurdundan memnun olmadığını belirten bir ifade vardı. Donuk bir ifade, donuk ve korkunç. Bu, çocuğun odasına dönmesine yetmişti.

Şöminenin yanına gidip çoraplardan birinin içine iki adet altın kaplama kurşun koydum. Bir Noel Baba’nın zırhını delebilecek tek şey altın kaplamadır.

2. Akıldan Dumana

Onunla o gün tanışmıştım. İskelenin kıyısına oturmuş ağlıyordu. Yüzünü göremiyordum ancak mutluluğu temsil eden renkler giymiş olsa da üzerinden yayılan hüzün, elinizle tutup duvarınıza asabileceğiniz kadar yoğundu. Sarı küt saçları, yeşil elbisesinin üzerine kırmızı şapkasıyla tutturulmuştu. Gökyüzünün denizle buluştuğu yer. Elimdeki silaha baktım, bir de ona. Kahretsin, hayatın sonunda kaybedecek neyim var, kaybedecek hayatımdan başka?

Yanına yaklaştım ve elimi omzuna koydum, yalnızca yüzünü görmek istiyordum. Silahı tutan ellerim gerilmişti, onların istedikleriyse yanımda götürecek birileriydi. Aklım vazgeçtiği insanlara hala bağlıydı. Ölüm bile amaçladığı kadar yalnız değil.

İrkilerek döndü. Temiz bir yüzü vardı, gözyaşları yüzüne sürdüğü makyajı akıtmış, suratında koca bir ize sebep olmuştu. Küçük burnu ve dudakları titriyordu. Bir insanın görebileceği en güzel canlılardan biri vardı karşımda. Tüm tarifsizlikler. O bir temaydı. Güzellik temasının kendisiydi.

“Ne istiyorsun?” diye sordu. Sonra elimdeki silahı fark etti ve irkilerek ayağa kalktı. Oldukça kısa boyluydu. Gülümsedim.

“Merak etme, burada öldüreceğim kişi sen değilsin. Yalnızca yolda gördüğüm birini tanımak istiyorum.” dedim. Gözyaşlarını sildi ve burnunu çekti. Aslında az önceki hüznün yüzünden biraz olsun silindiğini fark ediyordum.

“Demek intihar edeceksin.” dedi sakince ve tekrar iskelenin kıyısına oturdu. Ayakları çıplaktı ve suya deyiyordu. Uçları uzatılmış ilginç ayakkabıları vardı. Altında da şişkin yeşil ve kırmızı karışımı kısa bir etek.

“Çok sıkıldım.” dedim ve yanına oturdum. Bana parlayan gözlerle baktı.

“Ben bir elfim.” dedi.

“Ölmeden önce bir elf gördüğüm için çok mutluyum.” dedim ve gülümsedim. İpi çözmüştüm ama birileri tutup tekrar bağlamaya çalışıyordu. Bu kayık sanırım henüz yola çıkmaya hazır değildi. Hayata bağlanmak için bir şeylere ihtiyacım yoktu ama işte onu görüyordum.

“İstersen seni öldürebilirim..Biliyorsun..İntihar pek hoş bir şöhret bırakmaz.” Dedi sakince ve hafif bir gülümsemeyle.

“Bana neden ağladığını söylersen bu şerefi sana verebilirim.” Gözlerinin içine bakıp ciddi olup olmadığını anlamaya çalışıyordum. Gözlerinde gördüğümse yalnızca mavi bir sonsuzluktu. Ölümden sonra bedenimin süzüleceği denizin orası olmasını isterdim.

“Ağlıyorum çünkü kimseyi ölümü tercih etmeye ikna edemedim.” dedi. Sanırım beni hayatta tutmaya çalışıyordu. Beynindeki çarkların bu derece basit çalışması rahatsız etmişti. Noel günü bu kıyafetlerle muhtemelen bir barda garsonluk yapıyordu ve şimdi birinin hayatını kurtarıp mutlu olacaktı. Hayatımın son anlarını sinirli geçirmek istemiyordum ve silahı ona verdim.

“Peki, öldür beni.” dedim. Tepkisini merak ediyordum. Ancak; mutlu bir gülümsemeden başkasını yapmadı. Silahı kafama doğrultup tek bir şey söylememe izin vermeden sıktı. Bir basınç hissetmiştim.

Gözleri açık ölenleri duymuştum. Ben ağzım açık ölüyordum. Şaşkındım, korku doluydum. Beynim işlevini yitiriyordu, kaslarım kendini salmıştı. Yere yıkılıyordum ve kafamdaki bir delikten dumanlar çıkıyordu. Gözlerim devriliyor ve dumanlarla uçan aklıma geri gelmesi için yalvarıyordu. Aklım, dumanlı havadan hoşlanmıştı. Cismin sınırlarından kurtulmanın sevinciyle küfretti bana.

3. Nadir Mutluluklar Atölyesi

Uyandığımda hiçbir şey hissetmiyordum. Sanırım beynimden uçan duman cennete kadar gitmişti. İyi bir vatandaş olmuştum ve tanrı baba beni cennetine kabul etmişti. Cennet hayalim hep bu olmuştu. Tüm hislerim yok olur. Mutluluk hissinin varlığı zıttı olmazsa anlamsız olur. Zıttının varlığıysa cennette mümkün değildir. O halde tanrı baba tüm hislerimizi alıp götürmeli, böylece tek yaşadığımız, yalnızca bir yaşama dönüşecektir. Ne onun için, ne de kendimiz için sorun yaratırız.

Ah, hayır, acı ve öfke kendini gösterdi. Bir şiltede yatıyordum. Karşımda takım elbiseli bir ihtiyar oturuyordu. Kucağında bir çanta vardı. Bu ince yüzlü, çökük yanaklı adam, hiçbir zaman bir yüz ifadesine sahip olmamış gibiydi. Cennet böyle adamlarla doluysa, şeytana bütün o elmaları helal etmek istiyordum.

“Merhaba” dedi. “ben sizin danışmanınızım. Nadir Mutluluklar Atölyesi’ne yeni kayıt yaptırıyorsunuz sanırım. Yapmanız gereken tek şey..” Çantasını açtı, içinden oraya nasıl sığdığına hiçbir şekilde emin olamadığım uzun bir Noel Baba kostümü çıkardı ve havaya astı. Evet, ölürken açılan ağzım sanırım ölü olduğum ve tekrar dirildiğim onca zaman içerisinde hiç kapanmamıştı. Gördüklerim göreceklerimin temennisi olsa gerek. Onu kapatmaya hiç zahmet etmeyecektim. “..bu kıyafeti giymek.”

“Ne?” diye sorarak çenemin hareket etmesini sağlamıştım.

“Bay Claus. Siz artık bir Noel Baba’sınız. NMA’nın bir çalışanısınız. Her türlü ihtiyacınız tesiste karşılanacak. Size buraya kadar yoldaşlık yapan elf durumdan söz etmedi mi?”

Kafamda filler sevişiyordu. Kafatasımda tutamayıp uçurduğum aklım, sanırım bedenime dönen kanlarla ilgilenmemişti. Dumanı çok sevmiş olmalı ki tüttürmeye dalıp geri gelmemişti. Olanları anlayamıyordum. O elf kız, o bana bir şeyler yapmış olmalıydı.

“Hmm.. Sanırım söz edilmemiş. Bu kurallara aykırı. Kendisiyle sonra konuşacağım. Ancak şimdi size durumu anlatmak zorundayım Bay Claus.” Çantasını tekrar açtı ve bir Revolver çıkardı, Noel Baba’nın kırmızı kıyafetindeki beyaz kuşağa taktı. Bir de küçük tahta parçası çıkardı. “Bu silah ve flüt size zimmetli. Bir elfin elinden ölümü seçtiğinizde, NMA çalışanı olmayı kabul etmiş oluyorsunuz. Bu, Noel Baba olmanız ve Santa Claus ismini almanız demektir. Atmosferin dört bir yanına kurulmuş ve hareket eden tesislerimizin her türlü imkanından yararlanma şansına sahip oluyorsunuz.”

Kafam iyice dağılmıştı. Kurşun darbesiyle parçalanmayan beynim, bu herifin zımbırtılarıyla yok oluyordu. Öldükten sonra bile danışman olduğunu söyleyen reklamcılarla karşılaşacağımı söyleseler, dostlar, dünyadan hiç ayrılmazdım. Bir yerde reklam sektörü gelişmişse, oranın başka bir yerden farkı yoktur. Çünkü size pazarladıkları şey farklılıktır. Farklılığı aldığınızda, artık farklı olmaktan çıkar.

“Çalışan.. İşim ne? Burası ne? Adam gibi açıkla bana! Ayrıca benim ismim..” ismim neydi hakikaten. Claus değildi ama hatırlayamıyordum. Ne kendi ismimi ne de başkasının ismini. Bir zamanlar sabah kalktığımda yanımda adını bilmediğim kadınlar bulurdum. Onlara farklı isimlerle seslenirdim. Şimdi ne hissettiklerini anlayabiliyordum. Kendime Claus diye seslenmek zorundaydım çünkü.

“Sizin isminiz Claus, Bay Claus. İşiniz NMA’nın verdiği görevleri yerine getirmek. Bunlar genelde lojistiktir. Bazı Noel Baba’lar anlaşma imzalarlar, diplomatlık yaparlar. Sizin gibi bazılarıysa fatura keserler.”

4 – Takı Festivaline Gelmiş Gibi

Onu bulmalıydım. Beni bu lanet yere gönderen lanetlenmiş güzelliği bulmalıydım. Ancak o danışman zımbırtısı, Reyon Görevlisi denen elflerin Noel Babalar tarafından bir daha görülemeyeceğini söylemişti. Onlar yalnızca paket satışı yapar ve görevlerine devam ederlermiş. Reyon Görevlisi. İnsanların bulundukları konumu yüceltmek için söyledikleri aptalca şeyler vardır.Sandığımın aksine bu insana has bir özellik değilmiş. Düşünceye sahip her varlık, neden düşündüğünü düşünüyor. Düşüncesinin bir anlamı olmalıdır ona göre. Etrafındaki onlarca farklı varlığın kafasına giremeyeceğine göre, onlardan farklı olmak zorundadır. O yüce olmalıdır ve yüce birine Keraneci diyemezsiniz. O Genelev İşletmecisidir.

Burada aradığımı bulmam için aylar geçirmem gerek. Her taraf beyaza boyanmış ve bir cennet havası vermek için tasarlanmış. Ancak labirent gibi koridorlar yapmamak kimsenin aklına gelmemiş. Koridorlar arasında dolaşan tıpkı bana benzeyen ve yanımdan geçerken sert bakışlar atan bir çok Noel Baba’ya rastladım. Hiçbiriyle ciddi muhabbet kurduğumu söyleyemem. Zaten isteklerim de onlardan değil, ellerinde minik minik eşyalar taşıyan onlarca güzel kalçalı elften yana.

Küçük bir şehrin orta yaşlı kadınlarının düzenlediği bir takı festivaline gelmiş gibiydim. Büyük atölye dedikleri yerde üretim yapılıyordu. Devasa kazanlar kaynıyor, bantlar akıyor, elf kızları çekiçlerini sallıyor, vidaları sıkıyordu. Kurşun askerler resmi geçit düzenliyor gibiydi. Onlarca oyuncak ve takı birilerine ulaşmak için geçiyordu çarktan. Birileri mutlu olacaktı. Bazı Noel Babalar onlara hediye sunacaktı. Mutluluk sunacaktı. Ve benim gibi bazıları da bunu onlardan geri alacaktı. Mutluluk, fabrikalarda üretilen geri dönüşümlü bir üründü. Yeni insanlara ulaşması için, eskilerin ellerinden çıkarması gerekliydi. Her zaman böyle olur. İyi bir çocuk olursan, ödülünü alırsın.

Sakallı Nikitalar ordusu kurmuşlardı. Ölümden sonra yaşamın faturasını ödemek için, fatura kesmek zorundaydık. Neyse ki hayatımızı karşılıyorlardı. Tüm ihtiyaçlarınız karşılandığında yaşamaya devam edersiniz. Hissetmek ve düşünmekse farklıdır. Onlar ihtiyaç değildir. Aslında onların ihtiyaçlarla olan bağlantısı, onlara ihtiyacınızın olmamasıdır. Bu, yalnızca yapacağınız işin engellenmesi demek olacaktır.

Ayak sesleri duyduğumda tırabzanlara yaslanmış elfleri seyrediyordum. Uzun kulakları vardı –elbette- kısa boyluydular ve sanırım hiç çirkin yoktu aralarında. İnsanların antitezi olmak için yaratılmış gibiydiler. Çok çalışkan ve güçlüydüler, bazı şeyleri ellerine emanet etmek istemezdim. Buradan kurtulma içgüdüm ağır basıyordu.

“Bay Claus.” Arkamı döndüm, konuşan danışmandı. Elinde yine çantası vardı ancak daha dikkat çekici olan, yanındaki diğer Noel Baba idi. “Tanıştırayım, bu Bay Claus, Bay Claus.” Clausla tanışmıştım. İstemeden de olsa elini sıktım. İstemeden de olsa gülümsedi. Danışman, bu samimi olmayan samimiyeti çekinmeden böldü. “Bay Claus size görevlerinizi getirecek olan teslimatçı. Bu yüzü iyi tanıyın.” dedi ve gitti.

İnsanlar size bir şeyler söyleyebilirler ya da emredebilirler. Rica edebilirler; ancak varolan tek gerçek emir, kabul ettiklerinizdir. Yalnızca kendinizden görev alırsınız. Ve şimdi dostlar, bunu düşünmeme gerek kalmadı. Çünkü herkes aynı zamanda bendi. Ben aynı zamanda herkestim. İsyan ve kabul olayını başlamadan çözmüşlerdi. Sonsuzluğun ötesinde, kimsenin sıkıntısı yoktu.

“Ne düşündüğünüzü biliyorum.” dedi.

“Sucuklu yumurta mı yoksa?” diye cevap verdim umursamazca. Güldü ve cebinden kırmızı bir hediye kutusu çıkardı. Hediyeyi reddetmemek gerekir. Giderken arkasından bakmadım bile. Görevim beni bekliyordu ya da onu bekleyen yalnızca bendim. Sanırım flütü kullanmam gerekecekti.

“Luc Besson, Paris, Fransa. Işık saçan bir altıpatlar. Kötü çocuk.”

5. Arta Kalan Son Küller

Herkes atlara binmek istiyordu ancak kimse onların ne düşündüğünü önemsemiyordu. Hayatlarını başkalarını kendi taraflarından değerlendirmekle geçiren onca insan, onları önemsemediğini söylüyordu. Oysa atlar, ağlayabilen nadir hayvanlardandır.

Burada durum farklıydı. Bizim gibi çalışan, geyikler vardı ve ne düşündüklerini size söylüyorlardı. Çok konuşmuyorlardı ve soğukta yolculuk etmeyi seviyorlardı. Öte Dünya’da ulaşım bu uçan geyikler üzerinden yapılıyordu. Onları insanlar göremezdi. Çünkü insanların gözleri her zaman yerdedir, onlar yalnızca asfalta bakarlar. Doğduklarından beri değişmeyen ve onlara nereye gideceklerini söyleyen asfaltlar. İşte onlar hayat boyunca dost olanlar. Yalnızca onlardan zarar gelmez. Gökyüzü mü? Gökyüzü sürekli küçülür. Gördüğünüz gökyüzü her zaman parçalanır. Gelecek gökyüzünün parçalardan oluştuğu bir gelecektir. Ve insanlar gökyüzündeki düşünen geyikleri değil, yeryüzündeki motoru su kaynatan metal yığınlarını tercih edeceklerdir.

“Bu taraftan olduğunu söylemiştim Bay Claus.” dedi Altınkuyruk. Biz tahsilatçılar, bir geyik kullanıyorduk. Bu gizlilik açısından önemliydi.

“İstediğin yere git dört bacak. Eyfel kulesini görebiliyorum.”

Paris’in zengin bölgelerinde bir evin üzerinde durduk. Kar yağıyordu ancak ayaklarım kaymıyordu. Aslında çimenler üzerinde yürümekten daha kolaydı. Hiç ağırlığım yokmuş gibi, kırmızı pantolonumun altındaki botlarım, tek bir iz bile bırakmıyordu. Yürüdükçe geride kalan tek şey, geçmişimdi. O bacadan atladığımdaysa, o da küllerin arkasında kaldı.

Karşımdaki adam sallanan koltuğuna oturmuş, saçı sakalı birbirine karışmış, güzel kıyafetler giymişti. Elinde eski bir tabanca vardı. Beni bekliyordu.

“Hah, sonunda geldin.” dedi ve gülümsedi.

“Geleceğimi nereden biliyordun?”

“O gün bana söylemiştin değil mi? Kötü bir çocuk olursam, bunu benden geri alacaktın.” Tabancasını havaya kaldırdı ve tetiğe bastı. Bir ışık topu çıkıp tavana çarptı, yok oldu.

“Bunun iyi ya da kötü olmakla bir alakası yok. Yalnızca hayat, bir şeyler alırsın, karşılığında başka şeyler verirsin. Örneğin; beni gördüysen, hayatını vermek zorundasın.”

Silahımı ona doğrulttum, tek bir ses çıkarmadı. Tetiğe bastım. İnsan ölürken tüm hayatı gözlerinin önünden geçermiş. Hadi oradan. Ölmüyordum, birilerini öldürüyordum. Ancak tüm hayatım gözlerimin önünden geçmişti. Gözlerimin önünde ölen babamı gördüm, kendini kaybeden annemi. İlk kez birini öldürüyordum. Demek demirin tadı bu kadar soğuktu. Onun çektiği acıyı hissediyordum. Sandalyesinden kayıp yere düşerken bir şey söylemedi. Donakalmıştım. Bir ses duymak istiyordum ve o bana kapıdan göründü.

“Hediyem nerede?” diye sordu çocuk. Hüzünlü değildi, heyecan ve hayal kırıklığının yeni ateşlenen dumanını seziyordum yalnızca. Her tarafım terlerle ıslanmıştı ve yapış yapıştı. Onları temizleyecek güce sahip olduğumu sanmıyordum. Çocuğa cevap vermek istemiyordum, yalnızca oradan uzaklaşmak ve görevimi tamamlamak istiyordum.

Şöminenin üzerine asılı çoraplara baktım, temiz ve yeşildiler. Her zaman temiz ve yeşil olan şeylerden nefret etmişimdir. Benim varlığıma ve amacıma tamamen karşılar. Dünyanın sonuna dek bu böyle sürecek. Ta ki geriye yeşil ve temiz hiçbir şey kalmayana kadar. O zaman ben her gün gökyüzünde dolaşabileceğim.

“Hediyeni çorabının içine bırakacağım çocuk. Beni görmemen lazımdı. Şimdi git ve uyu! Yoksa kötü bir çocuk olursun, tıpkı baban gibi.” dedim ve arkama dönüp şöminenin önünde yatan adama baktım. Kanla çizilmiş bir sınırı yurt edinmişti. Suratında yurdundan memnun olmadığını belirten bir ifade vardı. Donuk bir ifade, donuk ve korkunç. Bu, çocuğun odasına dönmesine yetmişti.

Şöminenin yanına gidip çoraplardan birinin içine iki adet altın kaplama kurşun koydum. Bir Noel Baba’nın zırhını delebilecek tek şey altın kaplamadır.

Özgürcan Uzunyaşa

İstanbul'da yaşıyorum. Film yapıyorum. Üç arkadaşımla birlikte Marşandiz Fanzin'i çıkarıyorum.

Sonsuzluğun Ötesinde” için 7 Yorum Var

  1. Oha.

    Sen n’aptın genç?! Bu kadarını beklemiyordum; epey şaşkınım şu an.

    Aylar süren suskunluğunu öyle güzel bozmuşsun ki, şimdi ne desem boş gelecek. Tebrik ederim kardeşim.

    Yorumuma geçersek; yaratıcılığın hudutlarını epey aşındırdığını görmek beni mutlu etti. Okurken yalnızca öykünün fikri bile bana haz verdi diyebilirim. Kaldı ki bu mahir bir anlatımla birleşince, alınan zevk üç dört kat daha fazla oluyor.

    Pulp Fiction tarzı diyorum ben böyle öykülere.. Ancak bu kadar yakışabilirdi bu olay. Helal.

    Çok anlamlı cümleler de vardı, okurken not alsaydım herhalde ayrı bir yorumu da buna ayırmam gerekirdi. Onlardan birkaçına misal:

    “Çünkü insanların gözleri her zaman yerdedir, onlar yalnızca asfalta bakarlar. Doğduklarından beri değişmeyen ve onlara nereye gideceklerini söyleyen asfaltlar.”

    “O yüce olmalıdır ve yüce birine Keraneci diyemezsiniz.”

    “Mutluluk hissinin varlığı zıttı olmazsa anlamsız olur. Zıttının varlığıysa cennette mümkün değildir.”

    Beğendiğim bir başka husus da düşünce tarzıma yakın mizah unsurları bulmaktı. Dozunu iyi ayarlamışsın bunun da.

    Son olarak, başa dönmeden önceki kısmı biraz daha açıklayıcı/uzun tutabilirdin diye düşünüyorum. Daha vurucu olurdu. Böyle sanki biraz eksik gibi… Yine de yazarın kendi tercihi tabii; ama belirtmek istedim.

    Bu zamansızlıkta bana böyle keyifli dakikalar yaşattığın için teşekkür ederim dostum. Kalemine sağlık, gelişimini görmek harika bir şey!

    Arayı açma. (Artık istesen de açamazsın sanki, ehe.)

  2. İlk okuyuşumda direk belirtmiştim Özgür’e, Onur’un tarzı gibi şükela olmuş diye. Nitekim Onur’un kendisi de bu dediklerimi destekler nitelikte yazmış, yalnız olmadığımı görmek sevindirdi 🙂

    Öykü hakkında ise diyecek bir şey bulamıyorum. Cidden çok iyi, helal.

  3. Çok teşekkür ettim ikinize de. Beğenilmediğini düşünmüştüm bir an 🙂

  4. Ey sen hikayeyi okumadan yorumlara bakmak icin cubuk kaydiran zati muhterem, bu sayfayi actiysan bu yaziyi okunmadan gecmek ayiptir, gunahtir. Sadece, ustaca diyorum. Stop.

  5. Etkileyici…

    Söyleyecek başka bir söz bulamıyorum çünkü nutkum tutulmuş durumda. Luc Besson filmleri gibi olmuş da diyebiliriz belki 😉 Seni yeniden seçkide görmek başlı başına bir mutlulukken bu kadar güzel bir hikaye ile katılman müthiş bir haz oldu benim için.

    Ellerine ve zihnine sağlık.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *