Öykü

İsekai Evliya Çelebi “Devlet-i Aliyye’den”

Artus Devleti; muhtelif zanaatlarda ehlileşmiş Adele, Karun, Yumi, Bibara ve Saka ada devletlerinin Osteros ile yapılan “Büyük Savaş” zamanında birleşmesiyle hasıl olmuş genç bir devlettir. Adalar Aimi Denizi ile çevrilidir; yönetimleri özerktir. Devletin toplam nüfusu 9.311 kişidir.

Adele Adası; 496 hanedir. Toprakları hayli verimlidir. Adam eksen, adam çıkar. Adada her türden mahsul yetişir. Peyniri ve kurutma eti lezzetlidir. Burada olan üzüm çeşitleri başka bir diyarda yoktur. Erbabı tarafından ibretlik şaraplar yapılır. İçki ve erzak tüccarlarının uğrak noktasıdır.

Karun Adası; 373 hanedir. Adanın merkezinde Nusa dağı bulunur. Dağın eteklerinde bulunan ocaklardan her tür maden çıkmaktadır. Krallığın tüm maharetli demircileri buraya toplanmıştır. Pazarında birinci kalite mallar satılır. Silah işlemeleri ve işçilikleri muntazamdır.

Yumi Adası; 794 hanedir. Diğer adalara göre daha mamurdur. Bir harp okulu. 250 atlı, 1000 yayadan kurulu ordusu vardır. Çekirdekten yetişmiş alimleri savaş sanatında ve stratejide ileridir. Yuen ve Mien hisarları buradadır. Sancakları kalkan işlemelidir. Artus devletinin sigortasıdır.

Bibara Adası; 212 hanedir. Merkezinde adayla aynı isme sahip büyükçe bir han bulunur. Burası dansçıları ve ozanlarıyla ünlü bir zevk-ü sefa adasıdır. Suyu ve havasının hoşluğundan kızları nur gibi güzeldir. Hoş bir limanı vardır. Yakınından geçtik, gördük ama içine girmedik. Bazı ozan ve dansçıların casusluk ve suikast yaptıkları da rivayet edilir.

Saka Adası; 530 hanedir. Geniş limanı vardır. Yüz gemiyi alır. Limanın asayişinden Kuzey Karakolu sorumludur. Halkın ekserisi balıkçılık, taşımacılık ve içki üretimiyle geçinir. Adada çocuklar bile tekne yapımı, bakım ve onarımı hakkında bilgilidir.

Eminim içinizden bu hakir evliya yine ne hülyalara kapılmış gidiyor diyorsunuzdur. Bir durun hele; bu kez gezip gördüğümden ziyade, size başımdan geçeni anlatayım.

“Seyahat ya Resulullah!” diyerek yollara düşmüştü Evliya Çelebi, Medine seyahatleri sırasında pazarda karşılaştığı epeyce yaşlı bir kadından deri kaplamalı bir defter hediye aldı. İlk bakışta göze çarpan hiçbir özelliği olmayan bu defterin, zamanla ortaya çıkacak türlü gizleri vardı.

Pazardan çıkmak için sola döndüğü sırada korkudan çıldırmış atların çektiği bir at arabası son sürat üzerine doğru geliyordu. Arabacı son anda dizginleri çekince, kazadan kıl payı kurtuldu.

Dönüş yolunda Evliya’nın kervanına azılı bir haydut çetesi saldırdı. Kör bir ok atışı kulağında uğuldayıp ardında duran çuvallara saplandı. Verilmiş sadakası varmış vesselam.

Aynı günün akşamı; handa konaklarken, yaşlı kadının defterini bir günlük yapmaya karar verdi. Yazdıkça yazdı. Gezdikçe yazdı. Günler birbirini kovaladı. Mısır seyahatleri sırasında defterin son sayfasına ulaştı. Defter son bulurken gizi de çıkmıştı ortaya. Henüz biten sayfanın ardına yepyeni bir sayfa daha belirdi. Belli ki defter efsunluydu. İlk şaşkınlığı atlatınca boş sayfaya bir şeyler daha karaladı. Her seferinde sonuç aynıydı. Biten sayfanın ardına bir yenisi ekleniyordu. “Kör şeytanın işi bu.” diye düşünüp efsundan kurtulmak için var gücüyle son sayfayı kopardı. Bilinci karardı. Ve böylece defterin ikinci gizi ortaya çıktı.

Artık o bildiği karış karış gezdiği dünyada değildi. Bambaşka bir diyarda dört tarafı denizlerle çevrili bir adada uyandı. Hakir hayatında; alimlerden eğitim almış. Elçilere vekalet etmiş. Kadılara, beylere mektup getirip götürmüş. Kimi zaman köy tahrir etme ve vergi toplama görevlerini kabul etmişti. Seyahatleri için her zaman bir bahanesi olmuştu. Hayatında ilk defa kendi isteği dışında hiç bilmediği bir diyardaydı. Kendine gelip içinde bulunduğu durumu idrak ettiğinde; yüreği korkuyla karışık çocuksu bir heyecanla doldu. Olduğu yerde doğruldu.

“Hey bakın! Limanda şüpheli bir adam var. Hemen Karakola haber verin.” dedi Evliya’yı gören orta yaşlı bir balıkçı.

“Giriş kartın nerde!” dedi devriyelerden birisi.

“Yoksa Kuzey Karakolu’ndan kayıt yaptırmadan mı geldin?”

“Kaçak yolcu var!”

“Her hafta böyle biri çıkıyor. Sıkıcı hayatımızın yegâne eğlencesi.”

“Seyirlik var beyler. Toplanın.”

“Bart’ı çağırdınız mı?”

“Hey sen! Kesinlikle bu adadan değilsin. Hatta Artus’lu bile değilsin. Barbarların yurdundan mı geldin?”

“Devlet-i Aliyye’den. Alimler arasından geldim.” dedi Evliya göğsünü gererek.

“Hiç Yumi adasından gibi görünmüyor. Bibara’nın efsanevi suikastçılarından olmasın.”

“Hangi deli balıkçılara suikast düzenler. Seni aptal.”

“Adı da pek garip. Devleti Aliyyeden.”

“Aliyyeden… Hmm garip bir tınısı var.”

“Sor bakalım karaya yüzerek mi çıkmış.”

“Öyle olsa üstü ıslak olurdu ahmak.”

“Hey sen karaya nasıl çıktın? Yüzerek diye yalan söylersen anlarız tamam mı; çünkü üstün hiç ıslak değil.”

“Günlüğümün sayfasını yırtmıştım ki bir anda bu limanda buluverdim kendimi. İnanın.”

“Bart geldi. Açılın sonunda eğlence başlıyor.”

Kuzey Karakolu’nun delifişek Onbaşı Bart limandaki olası kaçak yolcu vakasına el koymaya gelmişti. Bir el hareketiyle balıkçıları Evliya’dan uzaklaştırıp;

“Adabınızı takının beyler. Ihm! Konuşmanıza kulak misafiri oldum Bay Aliyyeden, buralı olmadığınız aşikâr. Adamıza hoş geldiniz; ancak nasıl geldiniz. Limanımızda öylece belirme teziniz bir hayli şaibeli görünüyor. Buralarda tüm yük ve yolcu taşımacılığı Sakalılar tarafından yapılır ve hiç kimse sizi teknesine aldığını hatırlamıyor. Kuzey karakoluna da hiç uğramamışsınız, hatta varlığımızdan bile bir haber gibisiniz. Bu da kaçak yolcu olduğunuz tezini hayli güçlendiriyor.”

“Hey Bart, suçlularla niye kız gibi konuşuyorsun. Doğru söyle, geçen gün sorgusuz sualsiz dövdüğün adam yüzünden Yüzbaşından azar mı işittin. Tavrın hiç eğlenceli değil.”

“Şaibeli de olsa elimde başka tez yok azizim.” dedi aslında şansı bir hayli yaver gitmiş olan Evliya.

“Baksanıza meczup bu, muhtemelen pruvadan kafasının üstüne falan düştü.”

“Meczup değil, ünlü bir gezginim esasında.”

“Meczup rolü de yapsanız, ünlü bir gezgin de olsanız; bu limana yasa dışı girmiş olduğunuz gerçeğini değiştirmez. Kaçak yolculuktan Kuzey Karakolu nezarethanesinde en az 3 gün rüya gibi bir tatil kazandınız. Her ne kadar balıkçı dostlarımız aksini görmek istiyor olsalar da direnmemek sizin faydanıza olur.” dedi Bart kibarlıktan kaşı gözü titriyordu. Davayı bir an önce kapatmak istiyordu.

Başka seçeneği olmayan Evliya boynunu büküp teslim olduğunu belli etmek için ellerini onbaşıya doğru uzattı. Ardından elleri sıkıca bağlı bir vaziyette Onbaşı Bart’ın eşliğinde Kuzey Karakoluna götürüldü. Üç gün süren nezaretinin ardından komutanlar zararsız olduğuna ikna olmuş olacaklar ki geçici bir kimlik ve giriş kartıyla serbest bırakıldı.

Adı: Devleti Aliyyeden, Mesleği: Gezgin.” yazıyordu. Evliya’nın limanda ve karakoldaki ifadelerine göre verdikleri kimlik kartında. Üç gününe mal olsa da en azından artık özgürce dolaşabilirdi.

* * *

Mucizevi bir şekilde Artus dillerini anlayabiliyor, konuşabiliyordu. Ancak hayallerindeki hayatı yaşamak için yazmayı yeniden öğrenmesi gerekiyordu.

Yazmayı öğrenene kadar geçen zamanda limanda yük taşıyıp, balıkçılık yaptı. Saka’lı balıkçılar ve yüklerini taşıdığı tüccarlarla yakınlaştı. Yeni dostluklar kurdu. Sosyal becerileri ve aldığı iyi eğitim sayesinde şans yine yüzüne güldü.

“Okuman yazman var. Ağırbaşlı, zeki ve nüktedansın. Hamallık ve balıkçılık sana göre değil. Açıkçası gemime de bir kâtip lazım. Bu iş için aklıma senden daha uygun bir aday gelmiyor Aliyyeden. Teklifime ne dersin?” dedi Evliya’nın tüccar dostu, Kaptan Donat. Gemisinin adı Claris’ti Saka limanına üzüm satıp, içki satın almak için uğramışlardı. Erzak satın alıp depolarını doldurmak içinse pek yakında Adele adasına yelken açacaklardı.

“Ziyadesiyle memnun olurum. Dostum hemen hazırlanıp geliyorum.” dedi Evliya seyahat damarı kabarmıştı bir kere.

Limanda belirmek seyahatten sayılmazsa; bu onun ilk seyahati olacaktı heyecanlıydı. Gerekli olacağını düşündüğü eşyaları hızlıca toplayıp akşam olmadan Claris’teki kamarasına taşıdı.

Evliya yerleşmeyi henüz bitirmişti ki, Kaptan Donat kabzasında yaprak desenleri olan Karun işçiliği kaliteli bir kılıç ile çıkageldi.

“Yolculuk hediyesi, deniz her türden insanı barındırıyor. Temkinli olmaktan bir zarar gelmez.”

“Alim de olsak, zalimle uğraştık.” dedi Evliya kılıcı kuşağına takarken.

* * *

Gemi envanteri ve seyahat kayıtlarını tutmak dışında onu yoracak ağır bir işi yoktu.

“Seyahat ya Resulullah.” diyerek, Artus’ta ilk yolculuğuna başladı. Hava açıktı. Birkaç gün olaysız süren seyahatlerinin ardından. Bir sabah Claris tayfası Osteros kilisesinin Engizisyon gemisinin baskınına uğradı. Rehavetten çabuk kurtulan tayfayla birlikte kılıcını kuşanmış Evliya’da güvertedeydi. Adamları saldırıya geçmek üzere olan Kardinal:

“Osteros’a boyun eğin.” dedi eliyle Claris tayfasını işaret ederek.

“Şirktir. Biz yalnız alemlerin rabbine secde ederiz.” dedi Evliya kılıcına davrandı.

Evliya’nın dediğinden bir şey anlamayan Kaptan Donat ve adamları da onun peşinden kılıçlarını çektiler. Çatışma kaçınılmazdı. Osteros kilisesi Engizisyon gemileriyle Aimi denizinde yargı dağıtmayı kutsal bir görev biliyordu. Korsanlardan tek farkları inandıkları kutsal davalarıydı. Her ne kadar yağmaladıkları tüccarlar öyle düşünmeseler de.

“Bu kutsal köpeklere sakın merhamet etmeyin. Davranın.” dedi Kaptan Donat.

Kılıç çarpışmalarının sesleri top seslerine karışıyordu. Evliya yakaladığı bir halatla düşman gemisine atladı. İki kişiyi biçtikten sonra kılıcını keklik gibi açıkta kalan Kardinal’e yöneltti. Kardinal daha kılıcına davranamadan onu da kılıçtan geçirdi. Başsız kalan adamların çoğu kılıçtan geçirildi, diğerleri ise denize atlayıp kaçışmaya başladı.

“Böyle savaşan bir kâtip ender görülür Kaptan. Nerden buldun bu adamı.” dedi dümenci Ezra.

Tayfası “Yaşa Claris! Yaşa Aliyyel’den!” naraları atarken. Kaptan Donat Evliya’nın omzuna vurup onu kutladı.

“Sahiden böyle savaşmayı nerede öğrendin dostum. Balıkçı limanında yük taşırken demeyeceksin herhalde.” dedi Donat gülümsemesi bütün suratına yayılıyordu.

“Ben Devlet-i Aliyye’den Evliya Çelebi. Ömrüm yollarda bu gibi türlü kefereyle boğuşarak geçti. Havlayan birkaç köpeğe pabuç bırakacak değilim elbet.”

O akşam ve daha pek çok akşam Claris tayfası güvertede zafer kutlaması yaptı.

* * *

Şu hakir Evliya seyahat ettikçe Artus Krallığı’nın muhtelif köşelerinde; Kuzey Karakolu nezarethanesinde, Claris tüccar gemisinin pruvasında, Adele yel değirmenlerinde, Yuen hisarı surlarında, Nusa dağı maden bölgesinin giriş tabelasında, Saka hanındaki 11 numaralı odanın kapısında malum bir yazı peydah olmuştu.

“Evliya ruhiyçün el-Fatiha.

Burak Şentürk

Süper kahramanı Zorro, çocukluk hayali yazmak olan biriyim. Felsefe, tarih, bilimkurgu, fantastik kurgu ve manga okumayı severim. Yürümekten, doğal cümbüşün içinde olmaktan ve kahve içmekten keyif alırım. Gözü açıkken gördüğüm düşleri, kurduğum dünyaları paylaşmak ve biraz da yazma disiplini kazanmak adına Kayıp Rıhtım’a aylık öykü gönderiyorum. Umarım keyifle okursunuz… Nam-ı diğer “Spectrosomnium”: Görür, okur, yazar, düşünür ve düşler.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *