Öykü

Kabaçka Kahramanı

Kış gelmiş, kıyafetlerini çıkartmıştı ağaçlar. Bütün gün kendi kendine konuşup, sandalyesinde gacur gucur sallanırken zamanın nasıl geçtiğini fark edememişti Kahraman. Hizmetçisinin getirdiği kekten döke saça bir ısırık alıp, şık bir porselen bardaktaki çayını höpürdeterek yudumladı. Bunlar yaşının ona kazandırdığı küçük ayrıcalıklardı. “Konfor adamı çürütüyor.” diye iç geçirdi. İstemsizce elini yanından hiç ayırmadığı kılıcın kabzasına götürdü. Gücü kuvveti gibi duyularının keskinliği de günbegün solup gidiyordu yaşlı bedeninden. Çok değil on yıl önce ufuktaki en ufak değişikliği bile fark eder, bulutların konumundan yağmurun ne zaman yağacağını, dolunun nereyi vuracağını öngörebilirdi. Bir on yıl daha önce ise bulutlardan gelen kadim düşmanını.

Macera dolu hikâyelerinden birini anlatmaya başlayacak gibi derin bir nefes alıp, ciğerlerini doldurdu. Dinleyicilere reverans yaparcasına sağ elini kaldırdı. Saray adabı hareketlerinde kendini belli ediyordu. Ağzını açtı; ancak sözcükleri bir türlü aklına getiremedi. Ofkurarak kendini sandalyesine attı. Fazla hızlı sallanmış olacak ki sol ayağı sehpaya çarptı. Porselen ve ahşabın çarpışmasından gelen tok bir ses duyunca gözünü araladı. Neyse ki devrilen çay değildi. Sehpaya doğru uzanıp yan yatık duran; içerisinde zerdeçal, ceviz, yaban mersini, balık yağı ve bilumum yeşillik karışımı olan şişeyi eline aldı. Her gün aynı saatte demişti şifacı. Saati gelmese, Caneda şişeyi buraya bırakmazdı. Yüzünü ekşitti. Hain hizmetçi kesinlikle onun acı çektiğini görmeyi seviyordu. “Haydi Kahraman sen daha kuvvetli zehirlere maruz kaldın.” diyerek tek dikişte ilacı bitirdi.

Zinde hissettiği zamanlar baş düşmanı olan ejderhanın resmini çizerek mutlu oluyor. Geri kalan zamanında ise huzur dolu günlerine küfrediyordu. Yaptıkları yaşarken unutulmuştu. Efsanesinin yaşaması için kahramanın ölmesi gerekiyordu. Savaşa katılan yoldaşları çoktan şiirlerde ve şarkılardaki yerlerini almışlardı. “Can Suyu, Tanker Necla, Cabbar” hepsi ejderha ile olan büyük savaşta göçüp gitmişti. Haklarında yazılan kitaplarsa daha tamamlanamamıştı. Dostları muzaffer olmak için Kahraman’ı bekliyorlardı.

Zihni bu düşüncelerle çalkalanırken. Üç tık sesiyle kapı çalındı. Caneda kıyafetini düzelterek içeri girdi. “Efendim bu ayın erzakını göndermişler, kileri düzenlemeye gidiyorum benden bir isteğiniz var mıdır?”

“Yok.” dedi Kahraman. “Sanki her istediğim oluyor da.” diye söylendi giden hizmetçinin arkasından. Eli bir kez daha kılıcının kabzasına gitti. İç geçirerek, yarım ağız gülümsedi.

“Kurtlar gidince köpeği sürüden kovarsınız tabii; ama ne olur ne olmaz diye beslemeye de devam ediyorsunuz.” dedi.

* * *

“Hoş geldiniz hanımım, biz de malları indirmeye başlamıştık. Kahramanımızın sağlığı nasıl?” dedi kervancı, nefes nefese kalmış adamlarının yanında durmuş Caneda’ya sırıtıyordu.

“Siz de hoş geldiniz. Yaşlı keçi, herkes gibi ölüme yürüyor. Durun kilerin kapısını açayım.” dedi. Paslı kilide elindeki desteden uygun anahtarı yerleştirdi. Uzun süredir yağlanmamış menteşelerin çığlıkları eşliğinde kiler kapısını araladı. İki eliyle tutup biraz kaldırdı, omuzuyla yüklenince zemine sürten kapı tamamen açıldı.

“Hadi çocuklar, elinizi çabuk tutun! Daha festival için malzeme alacağız.” diyerek adamlarını cesaretlendirdi kervancı.

“Yeni bir seçilmiş kişi olduğu doğru mu?” dedi hemen Caneda.

“Evet hanımım. Demek haberi buraya kadar geldi. Ay sonu büyük bir festival var, biz de malzeme tedarik edeceğiz.”

“Bu sonuncusu beyim.”

“İyi günleriniz olsun, bize müsaade hanımım.”

“İyi günleriniz olsun.”

Kilerin kapısını kitleyen Caneda eve yönelmişti ki kervancıların gittiği yoldan tozu dumana katarak eve doğru gelen iki atlı olduğunu gördü. Kahramanın yanına seğirtti.

“Efendim atlılar geliyor.”

“Bakalım dertleri neymiş.” dedi Kahraman. Kök saldığı sandalyesinden kalkıp kapıya doğru yöneldi. Yeri titreten adımları bedenini titretir olmuştu; ancak elinde kılıcıyla hala heybetliydi.

Bahçeye çıktıklarında atlılar eve varmak üzereydi.

“Kabaçka ulakları.” dedi üniformalarını seçen Caneda. Sesi titrek çıkmıştı. Silkelendi. İki eliyle yüzünü tokatlayıp boğazını temizledi.

Bahçe kapısında Kahraman ve hizmetçisini gören ulaklar atlarından inmeden mesajlarını iletmeye başladılar.

“İyi günleriniz olsun. Ejderha katili yüce Kahraman ve saygıdeğer hizmetçisi. Kralımızın buyruğudur. Ay kaybolurken, eski kahraman kılıcını düzenlenecek merasimle yeni kahramana takdim edecek ve Kabaçka kahramanı vazifesinden azledilecektir.”

“Kılıcımı isteyen buyursun gelsin, alsın. Bu yaşta kimsenin ayağına gidecek değilim.” Kahraman’ın sözlerinin ne anlama geldiğini anlayan Caneda dua eder gibi ellerini yüzüne kapattı.

“Efendim bu kral buyruğu.” dedi ulaklardan biri.

“Senin kralının tebaası değilim ulak. Bir de bana bunak derler, kiminle konuştuğunu unutuyorsun galiba.”

“İhtiyar kafayı yemiş. Mesajı ilettik gerisini kendi bilir. Hadi gidelim.” dedi diğeri.

“Peh! Krallar her devirde riyakârlar. Vermediği vazifeden beni kim azledebilirmiş ki.”

* * *

Kabaçka Krallığı kıtada jeopolitik bir öneme sahipti. Verimli ovalarında pek çok mahsul yetişir, yollarında ticaret kervanları eksik olmazdı. Stratejik önemi, yer altı ve yer üstü zenginlikleri paralı askerlerden ziyade bir kahraman tarafından korunmasını gerekli kılıyordu. Önceki Kabaçka kralı olan babası bu iş için tüm kıtaya bela olmuş ejderhayı kovan büyük kahramanlardan birini tutmuştu. Daha doğrusu sunduğu imkanlarla kahramanı ülkesine yerleşmeye ikna etmişti. Zamanla kahraman yaşlanmış, caydırıcılığı azalmıştı. Hatta kimi krallıklarda öldüğüne dair söylentiler yayılmaya başlanmıştı. Kabaçka güçlüydü. Fakat ordusunun çoğu paralı askerdi. Onları para idare ederdi. Ticaret yollarını güvende tutmak bile hayli masraflıyken, uzun sürecek savaşların masrafı hazineye yüklenemezdi. Bu şartlar altında istikbalinin pamuk ipliğine bağlı olduğunu düşünen yeni kral, ülkesine yeni bir kahraman yaratmaya karar verdi. Caydırıcı olacak, daha genç bir kahraman.

* * *

Kralım tören hazırlıkları için Kahraman’ın yanına gönderdiğiniz ulaklar geldi.

“Gelsinler.” dedi kral duyacağı haberin neşesiyle.

Kahraman’ın sözlerini duyunca kızarıp bozardı. “Komutanları toplayın hemen” dedi. Olaylara kulak misafiri olan yeni kahraman kralı sakinleştirmek için atıldı.

“Efendim belli ki Kahraman oldukça yaşlı ve yorgun. Bedeni başkente yapacağı bir yolculuğu kaldıramıyor, beni çağırmış ki kılıcı teslim etsin. İzin verin de gideyim.”

“Hiç böyle düşünmemiştim, otoriteme baş kaldırdığını sanıp boş bulundum. Sonuçta Kahraman kıtaya büyük hizmetlerde bulunmuş önemli birisi, onu yaka paça buraya getirtmek yakışık almaz doğrusu. Senin gitmen daha münasip. Tören alayıyla tabii ki.” dedi kral. Yeni kahraman başıyla onaylarken o en güvendiği komutanın koluna girerek kulağına eğildi “Kılıcı vermemeye yeltenirse, öldürün gitsin. Tören heyecanına yüreği dayanmadı deriz.” dedi.

Yeni kahraman ve tören alayı kısa süren hazırlığın ardından; Kahraman’ın evine doğru yola çıktılar.

* * *

Kahraman’ın evine vardıklarında onu bahçede sandalyesine oturmuş kılıcını bilerken buldular.

Tatsızlık çıkmasını istemeyen yeni kahraman konuşmak için öne atıldı.

“Neden o kılıcı biliyorsunuz efendim?” dedi.

“Savaş başladığında kılıç bilemek için geçtir de ondan.”

“Savaş sizin için bu yaşta tam bir delilik olur.”

“Olacakları kapıma bir ordu getirmeden önce düşünmen gerekirdi delikanlı.”

“Ordu değil efendim bu, tören alayı. Görevinizi bana devredeceğiniz merasim için.”

Kahraman kılıcı yeni yetme kahraman ile arasına saplanacak şekilde savurdu. Okçular yaylarını germiş atışa hazırlanıyorlardı; ancak tecrübeli komutanlar onları bir işaretle durdurdu.

“Bileğinin hakkıyla al bakalım.” dedi Kahraman toprağa saplanan kılıç sallanmayı bıraktığında.

Gencin kılıca hamle yapmasıyla; ayaklarının yerden kesilip, sırt üstü devrilmesi bir oldu.

“Gençlerde işte tam da bunu seviyorum. Olgunluktan ve ölümden öyle uzaklar ki her şeye cesaret edebiliyorlar. Ölümlerine yol açabilecek olsa bile.” dedi Kahraman kılıcı saplandığı yerden çıkartıp kınına soktu ve ters çevirip genç kahramana uzattı.

“Benim seçilmiş kişi olduğum üzerinde uzlaşılmış bir yalandan ibaretti. Muhtemelen seninki de öyle. Başarılarımız da başarısızlıklarımız da düşündüğümüz kadar büyük değil. Şunu unutma genç kahraman neyi hedeflersen hedefle oraya ulaştığında başın gövdende olsun. Ve yanında manzarayı paylaşacağın dostların. Yoksa son nefesine kadar malikanende oturur ejderha resimleri yaparsın.” dedi eski Kabaçka kahramanı.

Genç kahraman yaşlı bir adam tarafından yere serilmenin şokunu atlattığında eski kahramanın demek istediğini anladı.

“Her insan gibi, en büyük kahramanın bile aşamayacağı bir sınır vardı. O da zamandı.”

Burak Şentürk

Süper kahramanı Zorro, çocukluk hayali yazmak olan biriyim. Felsefe, tarih, bilimkurgu, fantastik kurgu ve manga okumayı severim. Yürümekten, doğal cümbüşün içinde olmaktan ve kahve içmekten keyif alırım. Gözü açıkken gördüğüm düşleri, kurduğum dünyaları paylaşmak ve biraz da yazma disiplini kazanmak adına Kayıp Rıhtım’a aylık öykü gönderiyorum. Umarım keyifle okursunuz… Nam-ı diğer “Spectrosomnium”: Görür, okur, yazar, düşünür ve düşler.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *