Öykü

Karnıyarık

– Nasıl yani? Kafa mı buluyorsun oğlum benimle? Karnıyarık diye uçan daire ismi mi olur?

– Ya amirim onu bilemem ben. Her gün uzay şeyli alet mi görüyoruz. Ben üstünde ne gördüysem onu söylüyorum.

– Alın bu salağı. Allahın delisi ya.

Eyüp Sultan meydanında görülen ama her ne hikmetse hiçbir kameraya yansımamış olan ve adının kimilerince Karnıyarık olduğu iddia edilen uçan daire, ülkenin gündemine bomba gibi oturmuştu. Normalde böyle bir söylentiye uzmanlar pek kulak asmazdı lakin meydanın bembeyaz mermerlerinde görülen tuhaf mavilikteki boya lekeleri yetkilileri harekete geçirdi.

Polis teşkilatının uzaysal ilişkiler departmanının sorumlusu olan Komiser Ece, meslek hayatının ilk gerçek vakasıyla karşı karşıyaydı. Bu bölümü açtırana kadar canı çıkmış, dedesinin adı içişleri bakanlığının kuvvetli kimseleri arasında olduğundan tüm zorluklara rağmen büroyu kurdurabilme. Her ne kadar torpille açılan bir bölüm olsa da Ece ve 4 kişiden oluşan ekibi bilime, uzaya, bilim kurguya meraklı hatta bu konularda eğitim almış kimselerden oluşuyordu. Kenarda kalmış küçük odalarının önünden geçen her polis cam duvarlı ofise şöyle bir bakıp bıyık altından gülerdi genelde ama bugün ekip nihayet iş sahibi olmuş, mavi uzaylı boyası vakası meydana geldiğinden beri onlarla dalga geçenler de nedense etrafta görünmez olmuşlardı. Ece upuzun ve dopdolu geçen iş gününün şaşkınlığıyla eve gece 12 gibi ancak dönebildi. Neydi bu? Büyük tantanaydı elbette ve birkaç güne unutulacaktı. Peki ya gerçekten varsa, diye düşündü Ece. Ne demek gerçekten varlarsa, dedi sonra. Tabii ki varlar. Bu büro da bu yüzden var zaten, diyerek kendini azarladı. Ece’nin evi Eyüp Sultan Meydanı’na bakıyordu. Burayı çok severdi. Her ne kadar yıllar içinde bozulsa da küçüklüğünden beri bu meydan ona büyülü gelirdi. Hatta yıllar önce buradan bir kara kedi bile evlat edinmişti. Yağmurlu bir Ekim akşamında Ece okuldan dönerken Pierre Loti yokuşunun girişinde bir simitçi tezgahının altına saklanmış kapkara tüylü, yemyeşil gözlü, yağmurdan sırılsıklam olmuş bir kedi Ece’nin ayaklarına sürtünmüştü, daha önce bir kara köpeği olan ve onun vefatıyla zaten çok zor günler geçirmiş olan Ece bu kara kediyi görünce köpeği Frigo’yu hatırlamış, gözleri dolmuş ve sanki hipnoz olmuş gibi kediyi kucağına alıp eve götürmüştü. Evdeki herkes de Frigo’nun yerine gelen kara kediyi benimsemiş, Ece de Ursula, demişti kedinin gözlerine bakarak. Ursula bana başka dünyaların mümkün olduğunu öğreten yazardır. Sen de bana başka sevgilerin mümkün olduğunu gösterirsin belki, diye kulağına fısıldamış ve ebedi dostlukları böylece başlamıştı. O günün üzerinden 10 sene geçmesine rağmen Ursula hiç yaşlanmamış, doğum yapmamıştı. Veterinere götürdüklerinde zaten kısır olduğu söylenmişti. Ece şaşırmış, herhalde hormonal bir şey, diye düşünmüştü o zamanlar. Bu 10 senede anne ve babasını kaybeden Ece, Ursula ile bir başına kalmış ve kedi onun tek ailesi olmuştu. Şimdi de biricik ailesi, güzeller güzeli kara kedisine bakıp mavi uzaylı boyası vakasını düşünüyordu. Perdeyi açıp meydana bakınca bugün 30 Mayıs 2017 diye düşündü. Normalde o günlerde meydanda ve civarda kesinlikle gösteri olur ve İstanbul’un fethi kutlanırdı. Ama bu sene meydan 29 Mayıs gecesi burda zuhur eden uzaylı vakası yüzünden kapatılmıştı.

Saat gecenin 3’üne doğru Ece ani bir sesle uyandı. Pencereye koştu. Meydanda birkaç polis arabası dışında kimse yoktu. Bembeyaz mermerler masmavi bir ışıkla kaplanmış, mermerlere üzerinde KRNYRK yazan bir uzay aracı park etmişti. Ece ne yapacağını şaşırdı. Rüya değil bu, dedi. Gözleri odada olmayan Ursula’yı aradı. Kalbi sebepsizce delicesine atmaya başladı. Eli ayağına dolanmış ne yapacağını bilemezken yeniden pencereden baktığında Ursula’nın uzay aracının yanında olduğunu gördü. Ursula, diye bağırdı ve şaşkınlığı kedisini kaybetme korkusuna dönüşünce hemen aşağı indi. Pijamaları, elinde kedi kutusu ve diğer elinde uzay aracına doğrulttuğu silahıyla titriyordu.

– Ursula, Ursula kızım çabuk buraya gel. Çabuk.

Ursula dönüp bakmadı bile. Zümrüt damlası gözlerini uzay aracına dikmişti. Ece çevreye baktı. Kimse yoktu. Sanki herkes donmuş sadece o ve kedisi yaşıyordu. Uzay aracının kapıları yavaş yavaş açılmaya başladı. Ece bunun bir rüya olmadığının o kadar farkındaydı ki sakin olmalıyım, diye düşündü. Araçtan inen ve aşırı şekilde insana benzeyen iki uzaylı Ece’ye baktı. Kıpkırmızı ve vücuda yapışan elbiseleri, masmavi saçları, bembeyaz yüzleri ile Ece onların insan olduğuna yemin edebilirdi. Kekeledi.

– Siz ki… kimsiniz?

Adının Sasu olduğunu telepatik bir şekilde Ece’ye aktaran varlık gülümsedi.

Bu bilginin dimağına indiğini fark eden Ece sendeledi.

– Hayır, dedi diğer uzaylı.

– Hayır Sasu sana bunu yapmaman gerektiğini kaç kere söyledim. Onların dilinde konuşacağız. Evet merhaba Ece. Ben Jeta, bu da Sasu. Biz KRNYRK gezegeninden geliyoruz. Yüce kedi kraliçesini almaya geldik.

– Ne?

Ece anlayamıyordu.

– Hah yani böyle açıklayınca anlayacak öyle mi Jeta? Şuna baksana titriyor. Merhaba Ece. Biz Ursula’yı almaya geldik. Ursula 560 sene önce buraya KRNYRK gezegeninden getirilmiş bir kedi kraliçesi. Zamanında İstanbul’u fare bastığından Fatih tarafından özel olarak bizden talep edildi.

Ece kafasına ani ani vuran cümlelerin sersemliğiyle sallandı ama uzun bir sessizlikten sonra dakikalar geçtikçe duruma alışmaya, kelimeleri kafasında açmaya başladı. Silahını yavaşça indirdi.

– Ama o benim kedim.

Tüylü kafasıyla biricik dostuna dönen Ursula söze karıştı.

– Bundan 560 sene önce 1457’de İstanbul’u fare bastığında ben buraya geldim. Yüzlerce çocuk doğurdum. İnsanlar farelerden kurtuldular. Bizi seven oldu, sevmeyen oldu. Fatih 560 sene sonra kendi gezegenime dönme şartıyla beni kabul etti. Bense 10 yıldır gezegenime büyük bir özlem içindeyim. Bundan 10 sene önce şu ileriki yolda senle karşılaştım. O zaman lisedeydin. Masmavi saçların vardı. Kırmızı lise eteğin, bembeyaz yüzünle bana baktın. O an seni bir KRNYRK’lı gibi sevdim. O gün işi bıraktım ve sana yerleştim. Aslında dün gitmem gerekirdi ama burada kaldıkça duygularım insanlarınkine benzemeye başladı sanırım. Seni bırakamadım. Yama yine de bugün gitmeliyim Ece.

Ece ne yapacağını bilemez durumdaydı. Uzaylılara mı şaşırsın, uzay aracının üstünde gerçekten Karnıyarık yazmasına mı, Ursula’nın onu terk edeceğine mi, bilmiyordu. İrkildi.

– Hayır! Seni bırakmam. Bu durumu da kimseye anlatamam.

– Beni bırakmadın. Hepsini kanıtlayabilirsin. Hepsi kedi risalesinde. Hatırla.

Ursula son cümlelerini Ece’nin yüzüne üfleyerek Sasu ve Jeta’nın ardında mavi boya bırakan aracına bindi. Araç havalandı ve bir anda yok oldu.

Ece uyandığında dün yaşananların rüya olma ihtimaline karşın evde Ursula’yı aradı. Bulamadı, içi yandı. O ne yapacağını bilemez haldeyken uzaylı mevzusu ülkenin gündemini işgal etmeye devam etti. Olay polis teşkilatını, itfaiyeyi, ülkenin tüm birimlerini, uzayla ilgilenen ya da o gün ilgilenmeye başlamış herkesi harekete geçirmişti. Normalde kandil ve Ramazan günlerinde bu kadar kalabalık olan Eyüp Sultan çevresi araç trafiğine kapatılmış ama insanlar buna rağmen meydanın beyaz mermerlerine saçılan ve “Uzaylı Boyası” olarak adlandırdıkları boyayı görmek için yürüyerek gelmeye devam etmişlerdi. Çevre halkının yanına İstanbul’un dört bir yanından gelen turlar da eklenince devlet işin içinden çıkamaz olmuş Balat ve Alibeyköy yolu tamamen kapatılmak zorunda kalınmıştı. Ülkenin gündemine bomba gibi oturan bu uçan daire meselesi zamanla uzaylı boyası meselesine dönüşmüş, iki gün içerisinde tüm Türkiye’de uzaylıların saçları mavi olanları yanlarına alacağı söylentisi patlak vermiş, bir kısım insan mavi saç boyalarını imha ederken, bir kısım insan da fellik fellik boya arayıp saçlarını maviye boyatmaya başlamıştı. Her mesele gibi bu meselede de ikiye ayrılan Türkiye, mavi saç boyasıyla uğraşadursun olay tüm çözülmezliğiyle uzmanların önünde duruyordu. Fakat bu vaka da uzun zaman ülke gündeminde kalamadı. Ama Ece’nin gündemi hep aynı kalmaya devam etti.

* * *

Aradan bir sene geçti. Herkes –birkaç ufo gözlemcisi hariç- mavi uzaylı boyası olayını tamamen unuttu. Ece ise işine devam etti ama uzaysal ilişkiler bürosu hiçbir vaka alamadığından kapandı. Artık masabaşı işi yapan bir polis olan Ece’nin hayalleri yarım kalmış, bürosu elinden alınmıştı. O senenin 29 Mayıs’ında Ece yine zaten hiç unutmadığı Ursula’yı andı. Camdan gösteri yapan mehterana baktı. “Fatih emretmişmiş peh. Saçma sapan bir rüya gördüm. Kedi de evden kaçtı. Bu kadar.” dedi kendi kendine. Aşağı inip fetih marşını çalan mehteranın yanına gitti. Hüngür sepelek ağlamaya başladı. Mehterana bakıp kahrolurcasına ağlayan kızı gören teyzeler ve amcalar Ece’ye bakıp bakıp ah evladım nasıl bir vatan aşkı bu, diyerek sırtını sıvazladılar. Ağlamasına destek olunduğunu gören Ece daha sesli ağlamaya başladı. Ağlaması durup mehteran meydanı terk ettiğinde ise bir banka oturup uğultulu kalabalığa daldı. Pierre Loti kapısının hemen yanında kapkara bir kedi belirdi. İçinin sızısını kediyi izleyerek geçirmeye çalıştı ama dayanamadı, fırlayıp kedinin yanına gitti. Bu kez de kedi kaçmaya başladı. Karnına bıçak saplanmış gibi irkilen Ece can havliyle kaplan gibi koşan kediye yetişmeye çalıştı. Kedi tepeye tırmanıyor, o kovalıyordu. Mezarlığın içine, en ıssız yerine doğru girdiklerini o an fark etti. Ursula, diye bağırmaya başladı. Kara kedi yeniden belirdi.

– Ece. Ben Ursula değilim. Onun yavrularından biriyim. Seni buraya getirmem söylendi. İşte bak burada. Buraya gel.

Ece kedinin gösterdiği yere baktı. Masmavi boyayla dolu, derin bir kuyu vardı önünde.

– Bu ne demek?

– Bu kuyuda kedi risalesi var. Bu risaleye sadece Ursula’ya bir zamanlar bakıcılık yapmış olanlar dokunabilir. Yani sen ve …

– Kim?

– Sen ve Fatih Sultan Mehmet. Şaşırdın biliyorum. Fetih olmadan bir sene önce uluslararası gezegenler konfederasyonu 2. Mehmet tarafından Dünya’ya çağırıldı. Tüm liderler surdibinde yani burada toplandılar. Sultan 2. Mehmet İstanbul’u yakında fethedeceğini ve zamanla Dünya’nın lideri olacağını bildirdi. Diğer gezegenlerin liderleri niyeyse bundan pek hoşlanmadı çünkü Dünya üzerindeki birçok liderle de irtibat halindeydiler. Fethe karşı çıkmayan tek gezegen adı o zamanlar ASNKR olan KRNYRK gezegeniydi. Bu karşı çıkmayışın en büyük nedeni de insan ırkına diğer gezegenlerin ırklarından daha çok benzeyen ve o güne kadar hapla beslenen ASNKR gezegeninin Fatih’in davetinde karnıyarık yemeğini tatmış olmalarıydı. Bu yemeği o kadar sevdiler ki gezegenimizin adını KRNYRK olarak değiştirdiler. Kural gereği gezegenlerarası dolaşan her araçta o gezegenin adı yazması gerekli. Bu yüzden uzay araçlarının üzerinde KRNYRK yazıyor. Ha tabii Dünya dilinde olduğu gibi sesli harf kullanmıyorlar. KRNYRK yazılmasının sebebi de bu. Tabii bunlar gereksiz ayrıntı ama yine de belki bilmek istersin. KRNYRK gezegeni o günden sonra 2. Mehmet’in en büyük destekçisi oldu. Çünkü karnıyarığın yanında diğer yemekleri de öğrenip gezegenimize getirdiler. Bunun karşılığında Fatih’e her şeyi vermeye hazırlardı. Fatih de birkaç sene sonra, 1457’de onlardan İstanbul’un fare sorununun çözülmesini istedi. Ursula böylece Fatih’in isteğiyle 560 sene sonra geri dönmek koşuluyla İstanbul’a iniş yaptı. Fatih’in özel ekibi tarafından bir süre bakıldıktan sonra gözden kayboldu ve çeşitli yerlere yavrular bırakarak uzun seneler fare sorununu çözdü. Sonrası malum zaten.

Ece artık sorgulamayı bırakmış sadece dinliyordu. Masmavi boya dolu kuyuya baktı. Kedi risalesi, dedi. Kedi risalesi ne demek?

– Bir tür mesaj. Senin aracılığınla ortaya çıkabilecek bir mesaj. Zamanında Fatih’in açmayıp sadece göz attığı bir mesaj.

Şaşkınlığı geçmiş, durumun gayet farkında, kendini fantastik-bilim kurgu karışık bir kitabın tam ortasında gibi hisseden Ece, Ursula da olsa böyle hissederdi. Kedi olanı hariç, dedi ve elini mavi boya dolu kuyuya daldırdı. Bu işlem tamamlandığı gibi kendini bembeyaz bir odanın ortasında buldu. Meydanın mermerlerinden bile daha beyaz olan bu odanın her duvarı sanki sonsuzluğa açılıyor, her hücresi insanda hem rahatlama hem de uçsuz bucaksızlığın içinde sıkışmışlık hissi veriyordu. Zaten İstanbul’da yaşadığından böyle hislere alışkın olan Ece arkasını döndü. Önünde tüm heybetiyle, gül koklayan portresinden tanıdığı Fatih Sultan Mehmet duruyordu. Gördüğü tüm bu olağanüstü hallerin verdiği alışkanlık vardı ama yine de Fatih’i görmenin şaşkınlığıyla olduğu yerde kalakaldı Ece. Fatih konuşmadı. Elinde bir kırmızı bir mavi gül vardı. Ece’ye uzattı. Ece gülleri aldı, kokladı. Fatih kaybolmuştu. Kafasını kaldırıp padişahı göremeyen Ece etrafa bakındı. Kimseler yoktu. Elindeki güllerin yaprakları yere döküldü, çoğaldı, çoğaldı. Her yer gül, her yer gül yaprağı oldu. Ece bembeyaz zemine dökülmüş mavi ve kırmızı gül yapraklarının arasından koşa koşa kendisine gelen Ursula’yı gördü. Ursula kucağına atlayıp yaladı onu.

– Tam 561 sene oldu Ece. Artık insan olarak sen kırmızı ya da mavi gülü seçmek zorunda değilsin. Mesaj buydu. Sen geldin mesajı anladın. Fatih de anlamıştı ama yine de kırmızıyı seçti. Sana ikisini de uzattığında sen ikisini de aldın. Sadece kırmızıyı almak İstanbul’a nice sınavlar yaşattı. Ama senin sayende artık İstanbul’un sınavı kalmadı Ece. Tam 560 yılımız daha var. Biri gelip beyaz gülü de alana kadar. Yeni çağ başladı Ece. Sayende!

Ece o gün mezarlıktan çıkıp eve dönerken tüm sokakların mavi ve kırmızı gül yapraklarıyla dolu olduğunu gördü. İnsanlar sakin, huzurlu ve dengeliydi. O da öyleydi. Şaşkındı da. Birkaç gün sonra uzaysal ilişkiler bürosunun yeniden açılacağını öğrendi. O ise artık bu işi yapmak istemiyordu. Mesleğini bıraktı. Yeniden üniversiteye başladı. Hem uzay bilimleri hem tarihi aynı anda okumaya başladı. Çözmesi gerekenler için öğrenmesi gerekenler fazlaydı çünkü. 20 yıl sonra İstanbul’un sokaklarında artık hiçbir huzursuzluk yokken, İstanbul dünyanın en mükemmel şehrine dönüşmüşken hoca olduğu üniversitenin caddesinde bembeyaz gül ağaçlarının arasında bir lokanta açıldığını gördü. Lokantanın adına bakmadan sadece yemek kokusunun güzelliğine aldanarak kapısından içeri girdi. Onu ayakta karşılayan mavi saçlı garson bembeyaz bir gül uzatarak şöyle dedi: KRNYRK Lokantası’na hoş geldiniz. Ece gülümseyerek mırıldandı:

– Zaman izafi 560 sene ne çabuk geçti…

Merve Aydın

Kendimi bildiğimden beri yazıyor, yazıyorum. Lisans ve yüksek lisansı tarih olan, doktora çalışmalarına yine tarih bölümünde devam eden bir akademisyenim. Bu esnada öyküler yazıyor, okuyor, diller öğreniyor, gerçekle masalın ortasında gide gele ne gerçek ne değil anlamaya çalışıyorum. Marquez ve Le Guin başımın tacı ve tabii ki Potterheadliği de yakamda parlak bir yıldız gibi taşıyorum.

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Avatar for soulmate soulmate says:

    Karnıyarıktan matrix. Eğlencelik bir öykü. Elinize sağlık. Sesli harfleri kullanmama metaforunu bir hikayemde ben de kullanmıştım. Köleliği hatırlattığı için sesli harfleri kullanmayan bir kabilem vardı benim de.

    Bir miktar imla hatası var. Yakalamak için tüyom; farklı çözünürlükteki ekranlarda tekrar okumanız. Cep telefonu ekranı, akıllı tv gibi.

  2. İmla hatası yok da birkaç kelimeyi eksik yazmışım klavye hatasıyla. Ben de sonradan fark ettim evet. Typo hatası diyelim :slight_smile: Çok teşekkür ederim değerli yorumunuz için.

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

Yorum Yapanlar

Avatar for merveriii Avatar for soulmate