Öykü

Kırpılan Koyunlar Kuyucusu

Koyunlarımı otlatmanın mutluluğuyla doluydum.

Koyunlarım benim için değerlilerdir. Dünyada sizi yalnız hissettirmeyen yegane şeylere sahip çıkmalı ve onlara gereken önemi vermelisiniz. Aksi takdirde zaman, onları sizden alır.

Benim zamana karşı olan savaşım ise kısaca şöyle başladı:

Küçüktüm. Aslında çok da küçük değildim. Fakat şu anki yaşıma oranla küçüktüm. Lisenin henüz başında, bıyıkları yeni terlemeye başlamış, cinsel arzuların tavan yaptığı bir dönemde, sıradan bir ergen çocuktum ben de.

Ben okumak istemiyorum, dediğimde, karşılaşacağım tepkileri tahmin edebilseydim eğer, demezdim. Bunu tahmin edemeyecek bir zekaya sahip olduğum için beni suçlayamazsınız. Nitekim, demiştim bir kere ve tepkilerle karşılaşmıştım çok kere. Peki sığdırabilir miydim bu öfkemi yere göğe?

Bizim buralarda kışlar çetin geçer. Sıfırdan başlayıp eksi kırka kadar sayamadan donarsınız kış günleri dağlarda. Ve yine bizim buralarda, okumak, büyük bir övgü kaynağı ve kendini üstün görme durumudur.

Fakat benim okumayı reddetmemle bunların hiçbir ilgisi olmadığını belirtmeliyim. Hiç okuyan bir çocuk tipi de yoktu zaten bende. Okurken sıkılırdım üstelik. Dışarıda arkadaşlarla futbol oynamak, yazları dağlarda gezinip keşif yapmak varken, bir odaya tıkılıp okumanın nesi çekici, anlamış değilim.

O lafın ağzımdan çıktığı gün, babam adeta canıma okumuştu. Sanki dün gibi…

Hala gözlerimin önünde, pantolonundan tek hamlede çıkardığı kayışıyla sırtıma vurduğu anlar. Günlük sıkıntılarıma ek olarak anılarımın ağırlığını taşımak zorunda kalmak o kadar zor ki, zaman zaman pes edip, alıp başımı gidesim gelir Plüton’a.

O kadar geniş bir kalbi var ki Plüton’un, her seferinde beni sarıp sarmalar, öz evladıymışım gibi bakar. Sevgili Plüton, sana cüce diyenler utansın.

Sözün özü: çoban olmayı ben istedim. Ve şimdi tek başıma hayatta kalmaya çalıştığım şu dünyada, koyunlarımla gayet mutluyum. Yani son günlerde canımı sıkan şu olay da olmasa çok daha mutlu olurdum.

Koyunlarımın kırpıldığını öğrendiğim günden beri uykularım kaçar oldu.

Onları öyle, tüyleri kırpılmış bir vaziyette görmek beni derinden sarstı. Elimden gelen tek şey ise, yünleri alıp işlemek oldu. Duvara süs mahiyetinde astığım halı, yere serip üzerinde yürüdüğüm kilim, dağlara çıkarken içerisine erzaklarımı yerleştirdiğim çantam ve daha birçok şeyi bu yünler sayesinde elde ettim. Bu durum bana bir duvar halısı, bir kilim ve de bir çantadan başka bir şey kazandırmadı. Yitip giden onca koyunumun ardından üç parça eşyaya sevinmek de bana yakışık almazdı zaten.

Geçen hafta bugün rastlamıştım ilk kırpılan koyunuma. Gerçi koyun demek için bin şahit gerekirdi ama neyse. Bir kuyunun hemen yanı başına bırakılmıştı. Bu manzarayı görür görmez kalbime bir ağırlık çöküvermişti. Bir süre öylece durup izledim ve bir süre öylece durup izlememin bana hiçbir faydasının olmadığını anladığımda ise, izlemekten vazgeçtim.

Temkinli adımlarla kuyunun yanına doğru ilerledim. Kuyucu’nun içeride bir yerlerde olduğunu biliyordum ve dikkatli olmam gerektiğinin farkındaydım.

Kuyucu’nun, kuyudan fırlayıp beni kuyuya çekeceği ve tıpkı koyunlarım gibi beni de kırpabileceği düşüncesi, daha fazla yaklaşmamam için gayet yeterli bir sebepti. Hem zaten, bu gencecik yaşımda kırpılmaya da hiç niyetim yoktu. En azından kırpılan koyunlarımın intikamını almalı ve ondan sonra kırpılmalıydım. Yine de kırpılmak, tercih edeceğim bir ölüm şekli değildi.

Açlık ve susuzluktan kendini öldürme düşüncesi bile kırpılarak ölme düşüncesinden çok daha yeğdi. Bu benim tercihim. Eğer sizin tercihiniz kırpılmaktan yanaysa, buna saygı duyarım. Yine de, çok sağlıklı bir ölüm şekli olmadığını hatırlatmakta yarar var.

Bir plan yapmalı ve daha fazla koyunumun kırpılmasını engellemeliydim. Ama nasıl?

Eve döndüm. Bir süre sakin kafayla düşünmeliydim. Eskiden babamın anlattığı hikayeler aklıma geldi. Ona da kendi babası anlatırmış. Bunlar genelde dağlarda geçen klasik çoban öyküleri olurdu, bir süre sonra dinlemekten bıkacağınız türden. Çok iyi anımsadığım hikayelerden biri de “Lanetli Koyunlar ve Kırpılan Kuyucu” idi.

Evet, yanlış duymadınız, hikayenin ismi doğru. Olayın ilk baş gösterdiği zamanlar bizim köy halkı ne yapacaklarını bilememişler, çünkü onlara nesiller öncesinden anlatılagelen bir hikayeleri yokmuş. Bu olay onlar için ilkmiş. Hikayenin ismi ise olayın başlangıç zamanında “Lanetli Kuyucu ve Kırpılan Koyunlar” imiş.

Sonra beklenmedik şeyler olmuş, koyunlar kırpılan arkadaşlarının feryatlarına dayanamayarak ayaklanmaya karar vermişler. Liderliği en iri koyunlar devralmış. Plan basitmiş: çobanlarının, kendilerini otlatmak için dağa götürdüğü sırada herkes bir arada durup kenetlenecekmiş ve Kuyucu ortaya çıktığı zaman hep birlikte, korkusuzca Kuyucu’nun üzerine yürüyeceklermiş.

Şu anda benim size bunlardan bahsediyor olmam, yıllar önce bu şeylerin aynen gerçekleştiğinin bir kanıtıdır.

Nihayetinde koyunlar amaçlarına ulaşmışlar ve Kuyucu’yu alt etmeyi başarmışlar. Öykünün adı da bu yüzden değişikliğe uğrayıvermiş. Umutsuz olan köylüler, bir anda koyunlarıyla gurur duyar olmuşlar ama bir yandan da onları lanetli olarak adlandırmaya devam etmişler. Böylesine dehşetengiz bir varlığı koyun gibi akıl yoksunu hayvanların yenilgiye uğratmış olması, onlar için oldukça sıradışı bir olay olduğundan, şaşkınlıklarını gizlemeye gerek görmeden bu öyküyü dilden dile dolaştırmışlar.

Bu öyküleştirilmiş gerçeği size neden anlattığımı bilmiyorum.

Oturduğum yerden gözüm duvar halısına takıldı. Bir zamanlar canlı bir mekanizmanın üzerindeki tüyler tam şu anda, bu odanın duvarında evi güzelleştiren bir süs görevi görmekteler. Sizi bilmiyorum ama bana çok garip geliyor.

Evden çıkıp ahıra doğru ilerledim. Koyunlarımın orada emniyette olduklarından emindim. Ahıra vardığımda karşılaştığım manzara ise, köyümüzün meşhur soğuklarını anımsatırcasına, buz gibi bir etki bıraktı üzerimde.Bir an donduğumu zannettim, bir sonraki an ise, kendimi dağa doğru koşarken buldum.

Çok uzaklarda, karanlığın içinde büyükçe bir beyazlık sezdim. Bunlar benim koyunlarımdı, nereye gittiklerine dair bir fikrim vardı ama emin değildim. Aramızdaki mesafe ise azımsanmayacak derecede çoktu.

Şu an için tek yapabileceğim şey, koşarak onlara yetişmeye çalışmak olacaktı. Koştum, koştum, koştum. Hızım yavaşlasa da ben durmadım, koşmaya devam ettim.

Ve sonunda yanlarına varabildim. Hemen ilerideki kuyuları fark ettiğimdeyse, koyunlarımın yapacağı şeyin farkına vardım. Bu gerçek beni şaşkına çevirdi. Onları durdurmalıydım. Yaklaşık iki yüz koyunu durdurmak için bana bir düdük bir de sopa yeterdi normal bir zamanda, ama şu anda gördüğüm manzara, bana onları geri döndüremeyeceğimi bas bas bağırır cinstendi. Artık yapılacak tek bir şey kalmıştı, geri çekilip ve beklemek.

***

Rüzgarın tenime sıcak hava üfürdüğü bir ilkbahar gününde, kırpılan koyunlarımdan geriye kalan tüylerle yaptığım çantamdaki yiyecekleri çıkarıp, yemek için bir ağacın gölgesine oturmuştum. Koyunlarım ise gayet mutlu bir şekilde otlamaktaydılar.

O gün, tarihin tekerrür ettiğine tanıklık etmiştim. Koyunlarım cesurca savaşmış ve Kuyucu’yu kuyusuna gömmüşlerdi.

Her şey yolundaydı.

Kırpılan Koyunlar Kuyucusu” için 2 Yorum Var

  1. Belki küçüklüğümde köyde yaşadığımdan olacak, köyde hayvancılıkla uğraşan çocukların okuma, çoban olma ikilemine aşinayım, o yüzden öykü daha bir anlam kazandı benim için. Öyküde takıldığım yer Plüton’dan bahsedilmesi oldu, bilmiyorum belki bir yere gönderme yapılmış olabilir. Kuyucu hakkında biraz daha şey öğrenmek isterdim bir de. Ama bu haliyle de gizemli bir kahraman olmuş, öykü sade olduğu için öyküye oturmuş.
    Eline sağlık, iyi günler dilerim.

  2. Okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Ve yorumladığınız için de.

    Plüton kısmı direkt Plüton’a bir gönderme evet, zaman zaman yaparım bunu. Öykü çok aceleye geldiği için eksiklikleri olduğunu kabul ediyorum, daha iyi olabilirdi.

    Tekrar teşekkürler, iyi günler.

Mümin Can için Yorum Yap Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *