Öykü

Noksansız

Kahvesinden birkaç yudum alırken karşısında duran “şey”e baktı. Eksiksizdi, her şeyi tamdı… Yıllardır süren hesaplamaların, akademik çalışmaların ve uluslararası ödül kazanan her şeyin karşılığıydı. Onu başarılı bulup alkışlayan meslektaşları, dünyanın ileri gelen profesörleri -ki çoğu yaşça oldukça büyüktü- bunu görse ne yaparlardı acaba?

Zaman zaman engellendiğini hissetmişti. Ama bu dışarıdan bir güç değil, bizzat kendi “silahı”yla vurulmasıydı. Topallayan ayağı, tek kusuru.

Ömrünce hep lanet etmişti o kazaya, gerçi suç biraz da ondaydı ya; neyse. Küçük yaşta ayağı kırılmış, kemiği kaynamış ve bu yüzden sol bacağı sağ bacağından kısa hale gelmişti. Eskiden futbol oynamayı sevdiğini hatırlıyordu, o kazadan sonra hiç evden dışarı çıkmamıştı ki! Aklında kaza anını büyütmüş, büyütmüş ve tekrar tekrar yaşamıştı. Bir yerden sonra film kopuyordu ama o yeri bir türlü keşfedememişti…

Ama şimdi, tüm sorunları çözülecekti… Karşısında duran şaheser; tamamen kendi emeği, çabası ve sonuca gidecek formülleriyle ömrünün özetiydi…

Kahve bardağının dibi görünmüştü… Kimbilir, eve kapatıp kendisini; hatta bu odaya, çalıştığı aylar boyunca kaç fincan kahve içmişti? Uykusuzluk dört koldan sarmıştı adamı, kaç gündür uyumuyordu? Kaç gündür yarım yamalak uyuyordu? Bir özlemle emeğinin karşılığına baktı, uyuması gerektiğini biliyordu… Kavuşmaya az kaldı, diye mırıldanarak yatağa uzandı.

Yattığı yerden hala onu görüyordu. Gülümsedi. Eksiği yoktu, hayallerine kavuşturacak olan makinenin hiç eksiği yoktu… Hata yapmış olması imkansızdı… Gülümseyerek uyuyakaldı ve aylardır ilk defa rüya görmeden, huzursuzluk yaşamadan bir uyku çekti…

Uyandığında hava kararmıştı, minicik pencereden içeri süzülen sadece sokak lambasının ışığıydı. Gülümsemesinin yüzünden hiç azalmamış olduğunu hayretle fark etti. Gözü tekrar yatağın hemen yanındaki “şey”e takıldı. Gülümsemesi daha da arttı, kendini tutamadığı için bir kahkaha attı hatta. Sonra nedensizce utandı. Yıllar boyunca ailesinin isteği doğrultusunda hep en iyi okullara gitmiş, tüm sınavlarda hep yapabileceği en iyi sonuçları almış ve hep istenilen yerlere gitmişti.

Uluslararası bir kongre mi var? Ceyhun oradaydı.

Seminerlerin vazgeçilmez konuğu olmuştu.

En sonunda konuk koltuğundan sahneye terfi ettiğindeyse yaşı 35’i birazcık geçmişti… Dile kolay, 24 yıldır aktif bir eğitim sisteminin içindeydi… Sonra eğitim bitmemişti de!

Uluslarası diplomalar, sertifikalar, sunumlar, kabuller, davetler…

45 yaşına gelmiş ve kimsesi olmayan bir profesör olarak lüks bir malikanenin tek kişilik varisi şeklinde yaşamını sürdürüyordu.

Her şeyi tamdı, hiçbir zaman eksikliğini hissetmediği bir hayat arkadaşı hariç, tabii bir hayat arkadaşından ne beklenirse yerine getiren yıllardır hem asistanı hem de ev işlerinde yardımcısı olan Asu hariç…

Genç kadını ülke dışına yollatmıştı, sırf projeyi tamamlayıp kendisini noksansız hale getireceği günlerin sürpriz olarak kalması için!

Tek hatalı yer, bacağıydı. Ama artık bir son verecekti bu duruma… Yılların hıncını artık alacaktı!

Gerindi, günlerin uykusuzluğu yerini dinginliğe ve huzura bırakmışıt. Gelecek güzel günlerin sinyali, böyle veriliyor olmalıydı!

Gülümseyerek oturdu…

Bir döner sandalye üzerinde aylar süren çalışmaları ve hesapları klasik bir bilgisayar masası setinin bu dandik parçasını yer yüzünün gördüğü görebileceği en işlevsel aygıta çevirmişti: Zaman makinesine!

Kütlesel çekim kanununu alt etmek biraz zor olmuştu ama başarmıştı. Yıllar önceki kazanın beş saniye öncesine gidip sadece beş saniye orada kalacak ve aynen dönecekti… Üstelik, kütlenin korunumunu da hesap edip kendisini o yılki yaşına, boyuna ve kilosuna döndürecekti…

“Ne maharetli sandalyesin sen…” diye homurdandı, gözlerinde çılgınca bir hırsın ateşi yanıyordu. Sandalyenin kolunu hayal meyal okşadı ve sımsıkı kavradı. Dişlerini sıkıyordu artık, çenesi titremeye başlamıştı; içini saran bu korku, bu huzursuzluk hissi son bulmalıydı. Düşünmeden kolun altındaki düğmeye bastı…

Yılı, saati, günü ve coğrafi koordinatı günlerdir ayarlı bir şekilde bekleyen manyela; düğmenin basılmasıyla harekete geçerek dönmeye başladı. Dönüş önce yavaş olsa da gittikçe hızlandı ve en sonunda adam artık odayı göremiyordu. Mavi bir gökyüzü, nostalji kokan sokaklar ona kucak açmıştı.

Az süresi vardı, içini çekerek üstünü başını kontrol etti; hesapları şaşmamıştı. Boyu ve kilosu yaşına uygundu… Yıllardır hasretini duyduğu sol bacağı da yere normal basıyordu. Gülümseyerek başını kaldırmıştı ki, donup kaldı.

Arabanın gelip çarptığı ana da sadece şahitlik etti ve beş saniye sonra her şeyi unutup o dönemden hayatına devam edeceğini bilerek dişini sıktı. Yere düştüğünde hala gözü kaldırıma takılı kalmıştı.

Hesabı o kadar mükemmel olmuştu ki, kendisini şaşırtan ve yolun ortasında duraksamasına neden olan şey; hayatını kendi elleriyle bir kısır döngüye teslim ettiren sandalye… Döner sandalyelerin olmadığı bir devre ayak uydurup basit bir tabure halini alarak tecrübeli bilim adamını 1965 yılında sokağın ortasında koyverip gitmişti…

Alper Kaya

1990 yılında Ankara’da doğdu. Orada hiç yaşamadığı hâlde, Ankara’yı çok sevdi. BirGün ve soL’da spor yazıları yazdı. Halen Evrensel’de cumartesi günleri maç yazısı olmayan futbol yazıları yazmaktadır. 2010 yılında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nden “Yılın Spor Köşe Yazısı Övgü Ödülü”ne layık görüldü.* Yedi romanı yayımlandı, on kolektif kitapta yer aldı. Yazar, kendisi gibi yazar olan eşi Gizem Şimşek Kaya ve beş kedileri ile birlikte İstanbul’da yaşamaktadır.

Noksansız” için 2 Yorum Var

  1. Enteresan bir hikayeydi. Okurken çok keyif adlım. Özellikle profesörün kişiliğini ve çektiği sıkıntıları çok güzel aktarmışsın okuyucuya. Sonunu biraz daha farklı beklemiştim ama olsun. Böyle de güzel… (adamın kazayı önleyeceğini fakat sağlam bir bacak ile sürdüğü hayatın çok farklı olacağını, sonuçta da fakir bir serseriye dönüşeceğini sanmıştım. Çok uçmuşum 🙂 )

    Kalemine sağlık.

  2. Mit, teşekkür ediyorum yorumun için. Açıkcası profesörü aktarırken beklediğimde daha hafif mi oldu diye düşünmedim değil… Ama sen beğenmişsen, düşündüğümden daha iyi aktarmışım demektir 🙂

    Son konusunda ise, itiraf ediyorum ki uçmuşsun, ben hiç öyle bir şey düşünmedim en nihayetinde tema çöküş olduğundan kelli umudun çöküşü sonu gayet mantıklı gelmişti yazarken 🙂

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *