İnsanlar sahilde niye koşarlar, anladım. Rüzgâr kulak kepçelerinin yanından geçerken dünyayı yutuyor. Harika! Rüzgâr, bir perde çekiyor olana bitene. Hafif bir tempoyla koşuyorum. Arkamdan, kendi öfkemden oluşan bir köpek kovalıyor beni. Ben kaçarken sürüye dönüşüyor köpek, çoğalıyor ve daha güçlü bir soy kazanıyor. Kaç! Kaç! Kaçıyorum, kaçıyorum! Yolumu sapıtana kadar.
Soluklanmalıyım. Bir çekmece açılıyor, dilimin döndüğünce kelimeler saçılıyor sahile.
Hiçbir şeye aldırış edilmeyen bir çağ geldi. Deliler gibi içip, çılgınlar gibi sevişip, kanımızın son damlasına kadar savaşıp öldürüp, dünyayı sömürerek sonsuz zenginliğe ulaşabileceğimizi sanıyoruz. Kıymet bilmez bir zamandayız. Hep öfkeliyiz, her şey hem az hem çok yetişemiyoruz. Azımız karar değil. Çoğumuz çürümüş. Kendi öfkem tarafından ısırılacağım, parçalayacak beni bu köpekler. Kapat çekmeceyi, it var gücünle, kapat! Kapat!
İnsanlar sahillere niye akın eder anladım. Deryanın kumlarına ayaklarını gömmek güzel. Bir süre sonra kıyıya kök salmış gibi oluyorsun. Tutunduğunu hissettiriyor dünyaya. Başka bir çekmece çekiliyor, derine doğru, daha derine.
Gökdelenler arasındayız. Beton direkler hepimize birer dar ağacı. Başka birileri de gebe inekleri o beton gövdelere kurban ediyor. Pörtlemiş gözlerle bakıyorlar sığır fetüslerine. Onlar ne yapacaklarını biliyor. Henüz dört aylık olan fetüsleri de kurban ediyorlar, gökdelenlerin açılışlarına. Ne ziyafet sofraları kuruluyor görseniz. En favori yemekleri, çalınmış gebe ineklerin fetüs gözleri. Elmas gibi tutuyorlar, altın saplı kaşıklarında. İşaret parmağımı daldırıp boğazıma kusmak istiyorum, bana yutturulan her şeyi. Altın saplı kaşıklarda sunulanlar da dahil. Ben hiçbirini yutmadım ki bunların. Aptal mıyım ben?
Sonra, çıplak ayaklarımı bırakıyorum kumun ve denizin aşındırıcılığına. Denizin dalgaları ve kum, kazısın beni. İnsan saflığım ortaya çıkana kadar.
İnsan, niye kendini sıcak kumlara bırakır anladım. Bir süre tüm gövdemi toprağa serdim. Serçe kuşlarını izledim. Kaygılarımın üzerini örtüp, serçelerin sadece ayaklarına odaklandım. İncecik, çelimsiz ayaklarına.
Kendini güçlü gördü insan, her şeyi kendisi için var eden tanrılarına insan bile kurban etti. Esrikli törenlerde, defalarca kutsadı dünyaya gelişini. Damarlarında tutkulu, hep yukarı …hep ben… kanı dolaştığı sürecede yakıp yıkmaya, kendini eritip yeni kalıplar dökmeye devam edecek. O zaman ayrıntıda gizlemeliyiz kendimizi. En küçük ayrıntıda. Serçenin tırnağında saklanmalıyız mesela. Ayrıntı güçlüdür ve kapsayıcıdır aslında.
Başkalarının sebep olduğu canımızı yakan ruhumuzun kabuğunu asit dökmüş gibi incelten acılardan ayrıntılara saklanmalıyız. Ben ayrıntılarda saklanmayı öğrendim. Kimse kalmayacak yoksa, öznesiz devrik cümleler kuracağız, işaretleri kayıp. Ayrıntıdan oluşan bir çekmeceye kapat kendini. Sık sık temizlik yap, ıvır zıvırı atmak için.
İnsan gün batımına niye dalar gider, anladım. Alev almış bir zürafa yeleleri parlayarak koşuyor ufka doğru. Kendinden uzakta olan tüm yangınları severek seyreder insanoğlu. Kibriti çakmakta sorumluluk hissetmez.
Çekmecelerini kilitli tut!
İyi pişmiş ye etlerini!
Köpekler kemiklerle idare eder!
Besle köpekleri, yaşadığını hissettirir korkuların.
Çok sıkılırsan sahile at kendini, koş biraz, açılırsın.
Bu ay seçilen tema başlığına ısınamadım. Yazılan hikayeler içinde de zürafa ve ateş hep bir zorlama duruyor. İlk defa öykü bu kadar içine yedirmiş iyi işlemiş temayı. Sonuna kadar okurken galiba başlıkla hiç alakası omadan yazılmış dedim. Tak diye başlığa da bağlayarak yedirerek bitiren bir yazı olmuş.
Sahilde her hafta sonu koşan biri olarak da sevdim.
Yorumunuz için teşekkürler. Ben de koşusuyum, yürümek düşünmek için iyi,koşmak düşüncelerden kaçmak için.Başka seçkilerde görüşmek üzere.
Yetkin bir dil ve başarılı metaforlar içeren bir deneme olmuş.
Elinize sağlık
Yorumunuz için teşekkürler.
Merhabalar,
Karamsar başlayıp en sonunda işleri tatlıya bağlayan, olumlama yapan bir öykü olmuş. Kaleminize sağlık, sevgiler