Öykü

Yitikköy Destanı

Tek yapraklık manzum destanların ilk örneklerine 19. yüzyılın ortalarında rastlanmaktadır. Yaşanmış felaketleri iletmek için kaleme alınan bu destanlar, 1980’lı yıllara kadar varlıklarını sürdürürler. Bu manzum metinler bir çeşit erken magazin medyası işlevi görmektedirler. Amaç, yaşanmış acıklı bir felaketin haberini vermektir. Yangın, sel, deprem, cinayet… gibi facia niteliği taşıyan olaylar genelde tek bir sayfaya sığacak şekilde dörtlükler hâlinde yazılır. Olayın bütün safhaları, kurbanların yaşadıkları, olabilecek en vurucu şekilde aktarılır. Bütün bu belirtilenler, manzum destanların geneli için geçerlidir.

Yitikköy Destanı’ysa tek başına istisnai ve kafa karıştırıcı bir örnek olarak karşımıza çıkıyor. Burada anlatılan felaketin bir çeşit işgal olduğu anlaşılıyor. İşgalcilerin kimlikleri ve kökenleri tam bir muamma. Demir kubbeli gemilerden çıkan bakır donlu ifritler bir temsil olmalı. Maalesef henüz elimizde bu alegoriyi çözebilecek bir anahtar yok. Yitikköy Destanı muammasının daha tafsilatlı bir çözümleme olmadan anlaşılması mümkün görünmüyor. Biz şimdilik destan nüshasının okuyabildiğimiz kısımlarının çeviri yazısını kamuoyuna sunmakla yetiniyoruz.

 

Dağ başına konmuş bir mahaldi

Talihi adıyla mühürlü Yitikköy

Kimseler bilmezdi neredeydi

Dünyanın unuttuğu bir beldeydi

 

Yıl dokuz yüz Yitikköy uykudayken

İmansız bir velvele koptu birden

İndi gökten demir kubbeli gemiler

Çıktı içinden bakır donlu ifritler

 

Fırladı ahali don gömlek haneden

Yarıldı yüreği milletin korkudan

Dediler ‘Ne bu! Kıyamet mi kopan?’

Bilseler beter beladır bu gelen

 

Üç arşın kızıl gözlü zebaniler

İn midir cin mi bunlar nedir

Ateş kusar ellerinde borular

Bir acayip görülmedik nesnedir

 

Taş üstünde taş bırakmadılar

Önlerine çıkanları vurup yaktılar

Tutup götürdüler sağ kalanları

Bastıkları yerde can koymadılar

 

Kimisi direndi karşı koydu

Kazma kürekle tırpan nacakla

Kafa tuttular ecinni ordusuna

Akıbetleri bir avuç kül oldu

Yaman oldu şu feleğin hasadı

Kalmadı Yitikköyün ne cismi ne adı

Ot bitmez bu yerin harabında

Dağ taş ağlar viran türabında

 

Kim bilirdi ki onları arayıp sorsun

Hatırası soranların dilinde solsun

Var mıydı ki Yitikköy kaybolsun

Bu destan yitiklere yadigâr olsun