Öykü

Zamanın Ruhu

Şu lüks araçtan inen uzun boylu, hafif kilolu, güler yüzlü adam bizim Turhan, 52 yaşlarında, bakmayın böyle umarsız duruşuna, görünüşüne, kılığına kıyafetine bazı zamanlar filinta gibi giyinirde bu ara kendini bırakmış gene salaş takılıyor. Birazdan sahibi olduğu saatçi dükkanına gelecek. Dükkanı 20 yıldır yanında çalışan Serdar Usta çoktan açmış, saatleri vitrine yerleştirmiş ve tavşan kanı çayını demlemiştir.

Ha burası mı? Burası tarihi yarımadanın en gözde mekanlarından günde binlerce İstanbullunun ve turistin gezdiği, alışveriş yaptığı Kapalı Çarşı ve çarşının içinde tam 200 yıldır varlığını sürdüren nadir işletmelerden biri Osmanlı Saat.

Osmanlı Saat’in Kuruluşu hikayesi 1800’lerin başlarına dayanır. Fransa ve İngiltere’de büyük elçiliklerinde görev yapan Silahtar ailesinin büyük oğlu Ahmet Salih Efendi yurt dışındayken Osmanlı eşrafı için bir çok saat siparişi vermişti. Siparişler nedeniyle saat işine adam akıllı merak sardı. Avrupa da el yapımı mekanik saatlerin zirvede olduğu yıllarda İstanbul hala saatçilik açısından bakir bir yerdi. İstanbul’a dönünce saat işine girmeyi kafasına koyan Ahmet Salih Avrupa’da ki bir çok saat ustası ve saat tüccarı ile sağlam dostluklar kurdu. İstanbul’a dönünce ilk iş Kapalı Çarşı’da bir dükkan bakındı ve Osmanlı Saat’in şimdiki yerini satın aldı. O günlerde büyük oğlu Mustafa ve Avrupa’dan getirttiği saat ustası Armiyan Efendi ile saatçiliğe başladı. Osmanlı Saat açılışından itibaren ufak tefek imalatlar yapsa da, genellikle Saray Eşrafının Avrupa’dan siparişlerini getirir ve bozulan saatlerinin tamiratı ile ilgilenirdi. Cumhuriyetin Kuruluşu ile bu kez genç cumhuriyetçilerin uğrak yerlerinden biri olmuştu.

Bu güzide işletme tam 7 nesil boyunca Silahtar ailesinde kaldı. Taki 1990’ların başında ki o talihsiz soygun ve cinayete kadar. Ahmet Rıza o talihsiz gün hiç yapmadığı bir şey yaptı ve yanındaki bütün çalışanları gittiği halde iş yerinden bir türlü ayrılmadı. Tam iş yerini kapatacağı esnada gelen hırsızlar tarafından işletmenin kasası, değerli saatleri, takılar, hatta Ahmet Bey’in cebinde ki harçlık bile alındı. Hırsızlar işletmeden ayrılırken arkalarında iz bırakmamak adına ailenin son temsilcilerinden Ahmet Rıza Bey’i bıçaklayarak öldürdüler. Daha sonra iş yerini ateşe verdiler ve oradan ayrıldılar. Katiller kamera görüntülerinden tespit edilip aynı gün yakalansa da, bütün Türkiye’nin konuştuğu bu canice soygun ve cinayet aileyi derinden etkiledi. Sonuçta Silahtar ailesi Kapalı Çarşıda iki yüzyıldır devam ettiği saat işinden çekilmeye karar verdi.

Satışa çıkartılan Osmanlı Saat bu günkü sahibi Turhan’a tamı tamına 1 milyon dolara satıldı. Turhan yangından devraldığı Osmanlı Saat’in dekoru içinde 200 bin dolar kadar para harcadı. Turhan’ın nereden geldiğini niçin saat işine girdiğini hiç bir zaman kimse bilemedi. Ama o zamanlar bir efsane gibi bütün Kapalı Çarşı onu konuştu. Çünkü Kapalı Çarşı tarihinin en pahalı satın alımlarından birine imza atmıştı.

O zamanlar her gün bir yenisi açılan Alışveriş Merkezlerinin yanında artık Kapalı Çarşının esamesinin okunmayacağı, sadece tarihi dokusu nedeniyle insanların ve turistlerin buraya gezmek için geleceği, bu kadar parayı buralara vermenin anlamsızlığı konuşulsa da Turhan bu alışverişten kazançlı çıkacağına inanıyordu. O zamanlar kendisi ile röportaj yapan bir gazetecinin ölü bir yatırım böyle bir yere nasıl bir milyon dolar verirsiniz sorusuna “Osmanlı Saat iki yüzyıllık tarihi ile misyonunu sürdürecektir. Ben Kapalı Çarşı’nın tılsımına her zaman inandım. Hakeza Kapalı Çarşı 500 yıllık bir geçmişe sahip. Tarih boyunca buraya yatırım yapan hiç kimse pişman olmamıştır” demişti.

Osmanlı Saat Turhan’ı mahcup etmemişti. Turhan kısa sürede Osmanlı Saat’i eski şaşalı günlerine döndürmeyi başarmıştı. Öyle ki İstanbul’da mantar gibi çoğalan lüks alışveriş merkezleri ve bir dünya yeni markaya rağmen İstanbul’un en zengin insanları onun saatçi dükkanına gelir saat alır veya özel yapım saat siparişlerini verirlerdi. Turhan mesleğin ilk yıllarında Cemiyet hayatının da içindeydi. Zaman zaman magazin gazetelerinde Osmanlı Saat’in patronu çapkınlık turlarında diye başlıklar atılıyordu. Bu onu ziyadesiyle mutlu ediyordu çünkü bu haberler yapıldıkça Osmanlı Saat’in bedava reklamı yapılıyor cemiyet hayatının en tanınmış isimleri onun iş yerine gelip saat alıyorlardı. Turhan çapkınlık, iş güç koşturmaca arasında evlenmeye bile fırsat bulamamıştı.

İşte Kapalı Çarşıya giriş yaptı. Birazdan Osmanlı Saat’in içinde olur. Osmanlı saat yaklaşık 100 metrekare civarında, bu günkü kapalı çarşı dükkanlarının 3 katı genişliğinde bir mekan. İki bölümden oluşuyor. Giriş kısmında saatler yer alıyor. İçeride ise Turhan’ın ofisi, aynı zamanda müşterilerinin ağırlandığı kısım var. Burada ceviz ağacından koskoca bir masa, Masanın arkasında Turhan’a ait yüksek bir koltuk, masanın önünde ise 4 adet misafir koltuğu ve koltukların arasında ceviz oyma bir sehpa yer almakta. İçerisi ışıl ışıl, antik görünümlü avizelerle aydınlatılan iş yerinde ahşap kaplama duvarlar, ahşap ve gümüşün birlikte kullanıldığı vitrinler bulunmakta. Saatler iki kısımda teşhir edilmekte. Birinci kısımda harcı alem, gelen geçen yol müşterilerinin alacağı türde saatler ki bu tür müşterilerle genelde Serdar ilgilenir. İkinci vitrinde ise altın kaplama, elmas, yakut, zümrüt süslemeli, pırlantalarla bezenmiş, özel el yapımı, antik görünümlü üst düzey alıcılara hitap eden saatler bulunmakta ki bu müşterilerle bizzat Turhan ilgilenmektedir.

Turhan gülümseyerek, “Rastgele Serdar Usta. Mart’ın en güzel günü bu gün ve sen sabahın köründe karanlıklara gömülmüşün, insanın içerilere giresi gelmiyor, sende dışarı çıkmıyorsun. Sahi senin güneşle bir sorunun mu var arkadaş? ” dedi.

Serdar’da gülümseyerek “Haklısınız beyim bizim gibi garibanlar sabah namazını müteakip iş yeri açtığı için ne güneşi görebiliyorlar ne de mart ayının hangi gününün daha güzel olduğunun ayrımına varabiliyorlar. Yani iki gün güneş görecek ve güneşsizlikten solacak olan benzimiz kendine gelse, patronumuz olacak zat-ı şahaneleri hemen bizi kapı önüne koyuverirler ki, hep güneş görelim de rengimiz bir daha solmasın diye ” dedi. Turhan bu sözlere kahkahalarla güldü.

45 yaşlarında 1,60 boylarında göbekli, güler yüzlü bu adam yıllardır Turhan’ın yanında çalışıyordu. Belki de hayatta en güvendiği kişiydi. Müşteri olmadığı zamanlar iki arkadaş gibi konuşur, şakalaşır, dertleşirlerdi. Serdar “Neyse şanslısınız beyim hiç yoktan tavşan kanı çayımız var, gerçi zat-ı şahaneleri kahve mi arzu ederler bilinmez ama” dedi.

Turhan kahvenin yerinin başka olduğunu ama çayı da küstürmemek gerektiğini söyledi. Günlük rutin işlerin yapıldığı saatlerin ardından kapanışa yakın 18.00 sularında gelen Selma, Ziya Bey’in selamı ile geldiğini ve Turhan Bey’i görmek istediğini söyledi. Serdar, Turhan’a haber verdi ve Selma’yı Turhan’a yönlendirirken “Çok şanslısınız 5 dakika sonra gelseniz kendilerini buralarda bulamazdınız” dedi.

Bir şirkette sekreter olarak çalışan Selma 35 li yaşlarda, kumral balık etli, şık giyinmeye çalışan, güler yüzlü bir kadın. Selma’nın kapıyı çalıp içeri girmesiyle Turhan ayağa kalktı ve tokalaşmak üzere elini uzatırken “hoş geldiniz Selma Hanım” dedi.

“Merhaba Turhan Bey beni size Ziya yönlendirdi, sizi arayıp geleceğimi haber verecekti.”

Turhan bir yandan, heyecanını bastırmaya çalışan bu güzel kadını gözlemlerken bir yandan da Ziya’nın kendisini arayıp aramadığını düşünüyordu. “Kusurumuza bakmayın Selma Hanım hakkınız var. Dün Ziya geç saatlerde aradı konuştuk. Sizden bahsetti, geleceğinizi söyledi ama günün telaşesi birazda yaşlılık umarım kendimi size affettirebilirim.”

Selma biraz daha asil gözükmeye durmaya çalışarak “Estağfurullah Turhan bey, konu biraz özel olunca, Ziya’da biraz unutkandır malum. Size göstermek istediğim bir saat var elimde. Aile yadigârı ve güvenilir birine satmam gerekiyordu. Bu nedenle eski mahalleden komşumuz olan Ziya’dan bu konuda bize yardımcı olmasını istedik. Ziya’da sizi önerdi. Nihayetinde biz her zaman antika malzeme satmıyoruz.”

Turhan babacan bir tavır takınmaya çalışarak “Tabii ki Selma hanım, aslında bende antika işine pek girmiyorum. Malum ortalık sahte ve kaçak mallardan geçilmiyor. Ama madem bir dostumuz sizi bana yönlendirmiş o zaman yardımcı olmak isterim. Bu arada öncelikle ne ikram edelim size.”

“ Orta şekerli bir kahve alabilirim”

Turhan telefonla kahveleri söyledikten sonra birazda havadan sudan konuştular. Kahveler geldi, bir taraftan kahvelerini yudumlarken Selma çantasından özenle çıkarttığı mücevher kutusunu elleri titreyerek Turhan’a uzattı. Mücevher kutusunu eline alan Turhan aynı hassasiyetle kutuyu açtı. Mücevher kutusunun içinden çift zarflı, altın üstüne mine, arka kapakta siyah-beyaz deniz manzarası yer alan, üst kapağı ise zümrüt, yakut ve elmaslarla süslenmiş olan bir koyun saati çıktı. Saati eline alan Turhan gözlerine inanamıyordu. Selma’nın varlığını bile unuttu ve bu muhteşem saate hayran hayran bakakaldı.

İlk şoku atlatan Turhan Selma’nın heyecanını daha iyi anlıyordu. Bu saatin benzerlerinden Topkapı Sarayında ayrıca yurt içi ve yurt dışında bir kaç müzayede görmüştü ama aynısını hiç bir yerde görmemişti. Saati incelerken, saatin kadranında 12 rakamı biraz garibine gitti, biraz daha dikkatli bakınca meşhur saat ustası Abraham Lois Breguet’in 12 rakamının altında yer alan gizli imzasını gördü.

18. yüzyılın sonlarında ürettiği saatlerin kusursuzluğuyla tanınan tüm zamanların en büyük saat ustalarından biri kabul edilen Abraham Lois Breguet dünyanın her tarafından aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğundan’da özel saat siparişleri alıyordu. Meşhur ustanın saatlerinde ki 12 rakamının altına bir çeşit imza atıyordu. Bu da saatlerin kopyasının yapılmasının önüne geçiyordu. İşte bu saatte Avrupa’nın ve dünyanın en iyi saatçilerinden biri olarak kabul gören Breguet’in eserlerinden biriydi. Böyle bir saate sahip olmak her kula nasip olmazdı. Aslında Breguet’i herkes tanımazdı ve bu şekilde saatin onun yapımı olup olmadığını anlayamazdı ama Turhan sıra dışı bir saatçiydi. Mesleğiyle ilgili dünden bu güne ne var, ne yok araştırıyor, Müzeleri geziyor, müzayede müzayede dolaşıyordu.

Bu antik saat en az 250 -300 bin dolar ederdi. Ama bu saatin karşısında soğuk terler döken, saati çıkartıp Turhan’a uzatırken heyecandan elleri tir tir titreyen, Selma’ya ve ailesine ait olma olasılığı yoktu. Çünkü bu tür saatler Osmanlı İmparatorları, Saray Eşrafı, yada paşalar tarafından yurt dışına sipariş edilir ve getirtilirdi. Bu saatlerden ellerinde olanlar satmak istediklerinde nerelere gideceklerini çok iyi bilirlerdi. Bu saatin Irak, Suriye gibi ülkelerin yağmalanan müzelerinden kaçırılıp Türkiye’ye sokulmuş olma ihtimali vardı. Ancak daha kötüsü büyük bir kolleksiyonerin, kolleksiyonundan çalınmış olma ihtimaliydi ki buda gözardı edilemeyecek kadar önemli bir ayrıntıydı. Eğer ikinci seçenek doğruysa bu saati çalan hırsızda karşısında oturan ve saati uzatırken elleri titreyen Selma’dan başkası olamazdı.

Şu an yapılacak en doğru hareket saati almamak ve polise bilgi sızdırmaktı. Ancak karşında emek vermediği bir saati satmaya gelmiş, saatten, antikadan, sanattan anlamayan bir kadın vardı. 250 -300 binlik bir saati 20-30 bin dolara alma ihtimali Turhan’ın iştahını kabartttı. Ülkede herkes çalıyordu ve sadece dürüst insanlar zarar görüyordu. Sonra insanın karşısına kaç defa böyle bir fırsat geçerdi ki. Büyük ustanın saatlerinden birine sahip olabilme arzusu, buna yaklaşabilmek, dokunabilmek bile heyecan vericiydi.

Turhan karasızlık içindeydi. Bir yanı bu fırsat kaçmaz en fazla 20 bin kaybedersin diyordu. Bu saatten ben benim diyen kolleksiyonerlerin elinde bile yoktu. Her neye mal olursa olsun bu saati alacaktı. Zaten evindeki gizli kasada muhafaza edecekti. Belki de uzun vadede yurt dışında çok rahat yüksek bir ücretle elinden çıkartabilirdi.

Turhan 15 dakikaya yakın saati inceledikten sonra, heyecanını belli etmeden Selma’ya saat için ne kadar istediğini sordu. Selma 150 bin dolar istediğini söyledi. Turhan Bu saate hayatta gerçek fiyatına yakın bir fiyat vermeyecekti. Selma’ya baktı “Yabancı değilsiniz. Ziya’nın hatırına bu saate 20 bin dolar öderim.”

Selma beklentisinin aksine verilen komik rakam karşısında şok oldu. ” Hayatta olmaz! Lütfen! bu teklif beklediğim fiyatın onda biri bile değil. Ben sadece tanıdıksınız diye önceliği size vermiştim ” dedi.

Turhan bu tür pazarlıkları uzatmayı çok sevmezdi. Çalıntı olduğunu bildiği halde ilk kez bir antika melzemeye para teklif ediyordu. Saat resmen aklını başından almıştı yoksa bir kuruş bile teklif etmezdi. Birde işin içinde Ziya vardı. Saati bir kez daha eline aldı ve “Kabul ederseniz size en son 25 bin dolar öderim. Onun dışında bu saati alma şansım yok, ayrıca elinizde bu saatle çok da fazla dolaşmamanızı tavsiye ederim” dedi.

Selma Turhan’ın kendisine inanmadığını ve saatin çalıntı olduğunu anladığını, son sözleri ile de aba altından sopa gösterdiğini anladı. Heyecanın yanında, korku, panik ve şaşkınlık hali de yaşamaya başladı. Karşısındaki adam Kapalı Çarşının kurt esnaflarından biriydi. Fazla ısrar etmek anlamsızdı. Telefonuyla biraz oynadı ve Turhan’ı izlemeye başladı. İçinden de Mehmet ve Ziya ile iş yapmanın sonu buydu işte diyordu.

“Teklifinizi bir şartla kabul ederim, daha öncede belirttiğim gibi, saat ailemiz için çok değerli atalarımdan yadigar. Bu yüzden büyük annem ve annemin aile yadigarı bu saatin satıldığını bilmemesi gerekiyor. Sizden bu saati Türkiye de müzayedelerde satmayacağınıza dair bana söz vermenizi istiyorum.”

Turhan o yapmacık babacan tavrıyla ” Tabiki Selma hanım annenizin ve büyük annenizin üzülmesini istemeyiz. İçiniz rahat olsun bu saat kesinlikle Türkiye’de satılmayacaktır.” derken saatin çalıntı olduğunu teyit etmişti resmen.

Turhan birazdan Selma’nın eline 25,000 doları sayarken, Selma bir an önce parasını alıp buradan uzaklaşmak istiyordu. Selma Turhan’la el sıkışıp Osmanlı Saat’ten ayrılırken saat 20.00’ye yaklaşmıştı. Kapalı Çarşıda ki bütün iş yerleri kapanmıştı nerdeyse.

Turhan günün değil 20 yılın en kazançlı alışverişini yapmıştı. Bir anda aklına Selma’nın takip edilme ihtimali ve lanet olası Ziya geldi. Ama Ziya’ya güveniyordu. Selma sıkıntı çıkaracak biri olsa Ziya onu Turhan’a yönlendirmezdi. Daha öncede birkaç kişiyi yönlendirmişti.

Turhan saati özenle kutusuna yerleştirdikten sonra bond çantasına koydu ve iş yerinden ayrıldı. Yanına beylik tabancasını da aldı. Nihayetinde metropol gecenin bir yarısı insanlar için tehlikelerle doluydu ki, birde zengin olursanız bu tehlikeleri iki ile çarpmak gerekiyordu. Otoparka gitti. Arabasını çalıştırıp eve gitmek üzere yola koyuldu. Yolda atıştırmalık bir şeyler aldıktan sonra evine geldi.

Turhan’ın evi 200 metrekare, salon, yatak odası, oturma odası ve kullanılmayan bir çocuk odası ve mutfaktan oluşmakta. Gayet modern malzemelerle donatılan eve giren Turhan İlk iş olarak saati yatak odasında ki elbise dolaplarından birinin içinde yer alan ve önünde elbise bulunan, kimsenin bulamayacağı özel kasasının içine yerleştirdi. Bu odaya hizmetçisini bile sokmuyordu. Sonra mutfağa geçip bir şeyler atıştırdı. Yemekten sonra Ziya’ya telefon açıp hem olanları üstün körü anlattı, hem de biraz çene çaldı. Asıl niyeti Ziya’nın nabzını yoklamaktı. Ziya sadece aracı olmuştu anlaşılan. Kızın elindekinin ne olduğunu bile bilmiyordu. Ziya ile yaptığı görüşmenin ardından, deri kaplama oturma grubunun bulunduğu salona geçti ve biraz televizyon seyrettikten sonra derin bir uykuya daldı.

Saati aldıktan 1 hafta sonrasıydı. Turhan her zaman ki gibi akşam 19.00 sularından iş yerinden ayrılmış, çarşıda bir yerlere bir şeyler yemiş içmiş, sonrada evine gelmişti. Asansörle evinin bulunduğu kata geldi. Anahtarı kapıya soktu ve çevirdi. Ancak anahtarı bir kez çevirince kapı açıldı. Oysa daha yukarıdaki kilide anahtar bile sokmamıştı. Turhan buz gibi oldu. Bir anda eli ayağı boşaldı. Ne yapacağını şaşırdı. Evine birileri girmişti, bundan emindi. Ancak girenler hala içerdeyse diye düşündü. 1990’lı yıllarda Osmanlı Saat’te yaşanan korkunç olay geldi aklına. Polise haber vermeye karar vermişti. Hiç bir şey canından daha kıymetli değildi. Polisi aradı, polisler gelene kadar kapının önünde bekledi.

Polisler gelince onlarla birlikte eve giren Turhan gördükleri karşısında şok olmuştu. Eve giren hırsız o kadar profosyoneldi ki özel kasasının yerini bulmuş, kasayı açıp içinde ki bütün paraları alıp gitmişti. İşin en kötü tarafı hırsızın eve gündüz elini kolunu sallayarak kendi evine girer gibi girmesiydi. Aklına hemen Selma, Ziya ve onu takip edebileceğini düşündüğü kişiler geldi. Ama antik saat yerinde duruyordu. Demek ki hırsızlar paraları alınca evrakların altında kalan bu özel saati farketmemişlerdi. Bu da hırsızların Selma, Ziya ya da saatin peşinde olan birileri olmadığını gösteriyordu. Yada tam kasayı açınca panik olmalarını sağlayan bir durum yaşamış ve paraları alıp kaybolmuşlardı. Büyük bir özenle mücevher kutusunu eline alan Turhan koyun saatini kutudan çıkardı ve kontrol ettikten sonra kimselere çaktırmadan tekrar kutuya koyarak çantasının içine attı.

Asıl kıyamet Cemil gelince koptu. Polisler Cemil’e kamera kayıt odasını sordular ve hep birlikte oraya gittiler. Tamı tamına 10 kamera ile izlenen bu apartmanda kameraların bozuk olduğu ve hiç bir görüntünün kaydedilemediğini öğrenen Turhan çıldırdı. Ağzına geleni söyledi. Sonra kameraların hırsızlığın yapıldığı gün bozulması da ayrı bir muammaydı. Kameraların bozuk olması nedeniyle şüpheler kapıcı Cemil’de yoğunlaşsa da, o gün Cemil’in izin günü olduğunu ve şehir dışında oturan akrabalarının yanına gittiğini söyleyen Cemil’i polis ifade için karakola çağırdı.

Karakol ekibi, olay yeri inceleme gelince evden ayrıldı. Olay yeri incelemeden gelen polisler parmak izi falan derken bir kaç saat evde kalmışlardı. En son evden ayrılırken Turhan’a ifade için Karakol’a gitmesi gerektiğini söylediler. Karakola giden Turhan ifade ve şikayetçi olduğunu belirtti. 10 bin dolar parası çalınmıştı. Bu arada gece yarısı olmuştu. Turhan’la bire bir ilgilenen Baş Komiser Çetin “Gelişme olunca sizi bilgilendireceğiz Turhan Bey geçmiş olsun,” dedikten sonra, Turhan teşekkür ederek karakoldan ayrıldı. Elden gelen bir şey yoktu Turhan’ın tek tesellisi hırsızın yeni aldığı antika saati farketmemesiydi. Yoksa bu hırsızlık olayını 10 bin dolar kayıpla kapatamazdı. Aynı saatlerde Cemil’de ifadesini vermiş karakoldan ayrılıyordu. Turhan aynı gün karakoldan ayrıldıktan sonra evine dönmedi. Hotele gitmeyi düşündü ve geceyi Grand İstanbul Hotel’de geçirdi.

Sabah ilk iş bir anahtarcı alarak gittiği evinin bütün kilit sistemini değiştirdi. Evini bir kez daha kolaçan ettikten sonra evden ayrıldı. Yolda Emlakçı bir dostunu aradı. Evini satmayı düşündüğünü ve konuyla ilgilenmesini rica etti. Artık buradan taşınma zamanı geldiğine inanıyordu. Daha kötüsü bu adamlar yine gelebilirlerdi Bu kez bu kadar şanslı olmayabilirdi.

Antika saati aldıktan 4 hafta sonra,

Turhan uykunun en tatlı yerinde kulağıma gelen sesin nereden geldiğini anlamakta güçlük çekiyordu. Ancak sesten dolayı içini bir huzursuzluk kapladı. Gecenin bir yarısı üst katından geldiğini düşündüğü bu sesten dolayı biraz üst komşusunun kulaklarını çınlattı. Birazda mahallenin salaşlığına ve kalite düşüklüğüne yordu bu durumu. Zaten 3 hafta öncede evi soyulmuştu ve istim üzerindeydi. Keşke soygundan sonra bu evde kalmasaydı, ya da bir an önce şu evi satmış olsaydı. Zaten soygundan beri huzurlu bir uyku uyuyamamıştı. Tavşan uykusundaydı. Bazı geceler kabuslarla uyanıyordu. Şimdi de şu lanet olası ses uykusunu bölmüştü.

Sesin kapısından geldiğini anlayınca huzursuzluğu, gerginliği iki kat arttı. Biri kapısını yumrukluyordu adeta kırarcasına. Demek ki zilim gene bozuk dedi kendi kendine. Bu saatte kim gelirdi ki apartmanda Ziya dışında kimseyle muhatap olmazdı. Ayrıca adresini de Serdar hariç kimseler bilmezdi. Gelen Ziya ya da Serdar olsa mutlaka telefon açarlardı ki bu saatte kapısına dayanmaları mümkün değildi. Elini uzatıp gönüllü gönülsüz ışığı yaktı. Kafasını kaldırıp saate baktı. Saat sabahın 05.00’iydi ve kapısı hala yumruklanıyordu.

Yalnız yaşamanın en kötü yanı bu olsa gerek diye düşündü. Keşke dostlarımı dinleyip evlenseydim dediği nadir anlardan birindeydi. Kendi kendine “Evli olsam hiç yoktan yanımdaki kadın bana cesaret verebilirdi. Ya da ona kendimi ispat edebilmek uğruna kalkar kapıya yönelebilirdim” dedi.

Dışarda ki her kimse çokta zamanının kalmadığını anlatmak istercesine, daha sert yumruklamaya başladı kapıyı. Yataktan zar zor kalkan Turhan üzerine bir pantolon ve gömlek geçirdi. O an içinden bir ses kapıyı açmaması gerektiğini söylüyordu. Son anda tabancasını da yanına alması gerektiğini düşündü.

Bu saatte kimse hayır için kimsenin kapısını çalmazdı. Ayrıca Turhan gibi memleketinden yüzlerce kilometre uzakta, hiç bir akrabası olmayan zengin bir adamı kim arayacaktı. Kapıyı açmadan önce sokağa göz atması gerektiğini düşündü. Cam kenarına yöneldi. Çaktırmadan perdenin arkasından dışarıyı gözlemeye başladı. Garip bir durum gözükmüyordu. Şu 100 metre ilerde yürüyen komşularından Hacı Mehmet emmi değimliydi. Sabah namazına gidiyor olmalıydı. Çünkü bu adam namazlarını hiç aksatmayan bir piri faniydi kapıcı Cemil’e göre. Turhan bir sabah zil zurna sarhoşken asansör girişinde karşılaşmıştı da Hacı Mehmet emmi selamını almadığı gibi, Turhan’ın yüzüne iğrenç bir yaratıkmış gibi bakmış ve sonrada yoluna devam etmişti. Bu arada Hacı Mehmet emmi kapıyı yumruklayan şahsı görmüş olma ihtimali vardı. Ama nedense hiç bir şey yokmuş gibi yoluna devam ediyordu.

Aşağıda polis aracı falanda gözükmüyordu. Parmak uçlarına basarak kapıya yaklaştı. Gözünü kapının merceğine dayadı. Bir kadının hala kapısını yumrukladığını gördü. Ben bu kadını nereden anımsayacağım diye düşünürken birden irkildi. Evet bir ay önce antika saati aldığı Selma’dan başkası değildi bu kadın. Evini nereden öğrenmişti? Ama aklının almadığı mesele Selma’nın bu saatte burada kapısının önünde ne işi vardı.

Daha fazla bekleyemezdi artık komşular uyanacaktı neredeyse. Evine polis gelmesi bu saatte hiç işine gelmezdi. Önce kapının sürgüsünü açtı, sonra alttaki anahtarı, en sonda üstteki yıldız anahtarı çevirdi ve yavaşça kapıyı açtı. Selma Turhan’ın hiç bir şey söylemesine fırsat vermeden içeri daldı ve kapıyı çarptı. Nefes nefeseydi. Sanki birilerinden kaçıyordu.

“Merhaba Turhan evde yoksun diye çok korktum.”

“Uykum biraz ağırda ondan dolayı kapıyı geç açtım.”

Turhan’ın yüzü kaygı ve korkudan kireç gibi olmuştu. Selma aradaki bütün resmiyeti kaldırmış 10 yıllık dostmuş gibi konuşuyordu. Oysa daha geçen gün karşında ezilip büzülen bu kadın değil miydi. Ancak güler yüzlü Selma’dan eser kalmamıştı. Göz kapaklarını zor açık tutuyordu sanki. Gözleri şiş içindeydi. Makyajı akmış alelade bir peçeteyle silmişti muhakkak. Belli ki Selma buraya gelmeden önce ağlamıştı galiba.

“Beni gördüğüne pek sevinmedin galiba Turhan cin çarpmışa döndün.” dedi.

“Haklısın Selma seni davul zurna ile karşılamalıydım. Allah aşkına adını bile zor anımsadığım bir kadın bir sabah kapıma dayanıyor. Neden geldiğini bile söyleme gereksinimi hissetmiyor, Sonrada şaşırdın mı diyor. Ne ala memleket .”

“Gelmek zorundaydım yoksa özlenecek bir varlık değilsin Turhan. Dört yüz bin dolarlık antika bir saati 25 bin dolara satın alıyorsun. Söz verdiğin halde söz konusu saati ülkenin en büyük müzayedelerinden birinde satıyorsun. Bütün basın saatin nerden gediğini son yüzyılın en aptalca hırsızlığını yapanların kimler olduğunu sorguluyor. Ülkenin bütün kolleksiyonerleri kendisinden bile şüpheleniyor ama Turhan bana ziyaretini neye borçluyum diye soruyor öylemi?”

Turhan sarsılmıştı. Saatin aynısından bir tane daha olmadığına emindi. Çünkü meşhur Usta sipariş saatlerden asla çift yapmazdı. O yüzden “Yalan söylüyorsun Selma, o saat hala bende müzayede de satılma ihtimali yok. Satılan saat başka bir saattir. Birde senin kadar zeki bir kadın yarım milyonluk dolarlık bir saati neden bana birkaç bin dolara satsın ki.”

Ne söylerse söylesin hiç bir işe yaramayacaktı. Selma nasılsa Turhan’a inanmayacaktı. “Haklısın aslında bu saat 18. yüzyıldan kalma ve yarım milyon olmasa da bir kaç yüz bin dolar eder, ancak bu saatin çalıntı olduğu gün gibi aşikar. Sen şanslısın ki saati bana getirdin, yoksa başkası bu saate para bile vermez ve senden alırdı. Ya da şu an hırsızlık ve tarihi eser kaçakçılığından olman gereken yerde yani kodeste olurdun. Ayrıca hiç bir aklı başında adam bu saati bir müzayedeye götürüp kolleksiyonerlere satmaz. Bunu yapmak insanın kendi kafasına iki el ateş etmesiyle eş değerdir. ” dedi.

Bu esnada Selma ile birlikte salona geçtiler. Selma gülümsedi sadece ” O zaman neden götürdün Turhan.” Bu sözleri duyunca Turhan’ın rengi attı, Selma hala ısrar ediyordu. Hırsızlık olayından sonra saate bakmıştı ve saat yerindeydi. O günden sonra saati sürekli yanında taşıyordu. Peki sürekli yanında taşıdığı çantasından saati kim alabilirdi ki? Serdar dedi kendi kendine ama bunu düşünmek dahi istemiyordu. Saati bir kez daha kontrol etmeye karar verdi. Yatak odasına gitti çantasını getirdi. Mücevher kutusunu çıkardı. Kutunun içinden saati çıkardı. Saati gören Selma da şaşkınlığını gizleyemedi. ” Nasıl olur?” diyebildi.

Turhan saati incelemeye başladı. “Lanet olası tabii ya bu saati senden aldığımdan beri başımdan bela eksik olmuyor. Evime giren hırsızlar bu saat için gelmişler demekki. Saati sahtesiyle değiştirmişler. Hemde çok sağlam bir kopya. Ama ustanın imzasını atamamışlar.” dedi. Sinirden deliye dönmüştü. Selma demek ki bana da birileri kazık attı diye düşündü. Onun bir piyon olduğuna Turhan’ın şüphesi kalmamıştı çünkü piyon olmasa şu an burada olmazdı.

“Sanırım bana bir açıklama borçlusun Selma”

Selma bu saatten sonra bir şey saklamanın anlamının olmadığından olayları anlatmaya karar verdi. ” Tamam Turhan beni dinler misin biraz?”

“Başka şansım var mı sence Selma?”

Selma “Gazetelerden ve internet haberlerinden edindiğim bilgiye göre sana sattığım antik saat çalınmadan önce Zamanın Ruhu adı altında uzun yıllar Topkapı Sarayında sergilenmiş. Ancak müzedeki modernizasyon çalışmaları nedeniyle depoya kaldırılmış ve 25 yıldır müzenin deposunda unutulmuş.” dediğinde, Turhan son yüzyılın en büyük hırsızlık olaylarından birinin içinde olduğunu anladı. Hırsızlık boyutu onu şaşırtmadı ama işin içine Topkapı Sarayı girince bu hırsızlık ötesi bir şeydi.

“Sen mi çaldın?” diyebildi.

“Tabii ki hayır Topkapı Sarayı gibi ülkenin en büyük, en iyi korunan müzelerinden birinden öyle alelade bir şekilde hırsızlık yapamassın. Bu profosyonel bir hırsızlık olayı. Sen benim çaresizliğimden yararlanarak o saate 25 bin dolara el koydun ama birileri o saatin sadece müzeden çıkartılmasına 50 bin dolar ödediler. “

“Saat İstanbul’un en büyük kolleksiyonerlerinden Mustafa Sermih Bey tarafından müzeden çıkarttırılmış. Çıkartılma esnasında yerine çok iyi bir kopyası yapılıp bırakılmış. Ta ki 2 gün önce saatin orjinali bir müzayede de 400,000 dolara satılana kadar kimse müzedeki saatin iyi bir kopya olduğunu anlayamamış.” Turhan alt üst olmuştu. Selma’nın anlattıklarını şaşkınlıkla dinliyordu.

“Topkapı Sarayının Müze Müdürü Prof. Dr. Süreyya ARTUKLU dün sabah kahvaltısından sonra evinde gazete keyfi yaparken, gazetelerden birinde İstanbul’da Cumartesi günü yapılan Müzayedelerden birinde 400 bin dolara satılan antika saatin öyküsünü okumuş, saatin resmini görünce gözleri fal taşı gibi açılmış. Resimdeki saat Breguet’e Osmanlı Sultanları tarafından verilen özel sipariş saatlerden biriymiş ve son 25 yıldır müzede sergilenmeyen, müzenin deposunda yer alan, Zamanın Ruhu diye adlandırılan saatin aynısıymış.

Aynı saatten iki tane olma ihtimali bulunmadığından, Profosör Artuklu hemen aracına atlayıp soluğu Topkapı Sarayında almış. Bu arada yolda bütün yardımcılarını ve uzmanları aramış. Müzede ki saatle resimdeki saati karşılaştırmışlar ve müzedeki saati incelemeye almışlar. Yapılan inceleme sonucu saatin orjinal olmadığını anlamışlar. O andan itibaren müzede işler karışmış. Ünlü Profosör kendiside dahil olmak üzere bütün müze çalışanları hakkında Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunmuş.

Tabii ki soruşturma derinleşince müzeden saati değiştiren uzman Mustafa Sermih’i arıyor. Bu görüşme teknik takibe takılıyor ve saati kimin müzeden çıkarttırdığı tespit ediliyor. Ama gel gör ki uzman yakayı ele verse de, milyarder iş adamımıza dokunmak ne polisin ne savcılığın işine geliyor. Nihayetinde güçlü siyasi bağlantıları olan milyarder iş adamımızdan saati müzayede de satın alan kolleksiyonerden satın alıp, hiç bir şey yokmuş gibi müzeye teslim etmesini, böylece başının ağrımayacağını söylüyorlar. Saatin zaten kendisinde olduğuna inanan Mustafa Sermih saati müze yetkililerine teslim edince kendisinde ki saatinde sahte olduğunu ortaya çıkıyor. Sonra başını belaya sokmamak adına müzayedede 400 bin dolara satılan saate 600 bin dolar ödeyerek satın alıyor ve müzeye teslim ediyor.

“Peki sorun çözüldüğüne göre sen neden buradasın Selma bu işe sen nasıl girdin.”

“Söz konusu saati kolleksiyonerden çalan kişi benim. Ben kolleksiyoner, aynı zamanda milyarder iş adamı Mustafa Sermih Bey’in sekreteriyim. Mustafa Sermih Bey saatin bir kopyasını İsviçrede 5 bin dolara yaptırdı. Bu kopyanın ödeme talimatını veren kişi Mustafa Sermih’in muhasebecisi Mehmet’ti. Mehmet her nasılsa saatin yaptırılma nedenini anlayınca kopyadan bir tane daha yaptırdı. Kopyanın biri Mustafa Sermih Bey’e giderken diğer kopya da Mehmet’e gelmişti.

Mustafa Sermih kopyayı müzedeki uzmana verdi ve tereyağından kıl çeker gibi son yüz yılın en muhteşem saatlerinden birine zamanın ruhuna sahip oldu. Ayrıca yüzyılın en profosyonel hırsızlıklarından da birine de imza atıyordu. ”

Turhan’ın Kafası allak pullak olmuştu. Nasıl bir işin içine girdiğini anlamamıştı. Kimbilir birazdan daha neler çıkacaktı ortaya. Bu işe girdiğine ve şu karşısında oturan Selmayı, Ziya’yı tanıdığı güne şimdiden lanet okumaya başladı içinden.

Selma ” Yaklaşık 10 yıldır Mustafa Sermih Bey’in yanında çalışıyorum. Ailecek beni çok severler. Mehmet konuyu bana açtı ve bu konuda ona yardımcı olursam paranın yarısını da bana vereceğini söyledi. Yaklaşık yarım milyon dolardan bahsediyordu. Para çok cazip geldi sonuçta ben aylık 2000 liraya çalışan bir sekreterim. Ayrıca 65 yaşındaki patronum arada orama burama ellediğinde sesimi bile çıkartamıyordum çünkü işsiz kalabilirdim.”

“Nasıl yani bunağın birinin yanında 2000 liraya çalışıyorsun ve bu adam sana tacizde bulunuyor, sende sesini çıkartmıyorsun öylemi?”

“Dünyada durduğun yere, parana, makamına göre muamele görürsün Turhan senin olduğun noktadan beni görmen imkansız. Sonuçta bu bunak adam sahte olan saati hiç bir zaman anlamayacaktı belkide bir gaflet anında saati metreslerinden birine hediye edecekti bizde paraları götürecektik. Neyse ben sevgili patronum çağırınca Mehmet’in getirdiği ilaçlardan viskisine attım, birazda şuh bir tavır takınarak salına salına odasına girdim. Yalnızdı, oturmamı istedi oturdum. Karşımda ki koltuğa oturdu. Viskisini uzattım bir kaç yudum içti. Bana dokunmak istedi müsaade ettim. Sonra viskisinden biraz daha içince Mustafa Sermih uyudu. Bende çekmecesinden kasasının anahtarlarını aldım ve o esnada saatleri değiştirdim. Sonrada yerime geçtim. Bunak uyandığında hiç bir şey anımsamıyordu. Sanırım tadım damağında kalmıştı. Çünkü daha bir garip bakıyordu artık.

Selma bu noktada biraz duraksadı.” Bir bardak su alabilir miyim?” dedi. Turhan’ın sessizce getirdiği suyu içtikten sonra anlatmaya devam etti.

“Saatin bende kalmasını öneren Mehmet birde alıcı bulmamı istedi. O akşam Ziya’yı aradım saati sana satmamı önerdi. Teklifi Mehmet’e ilettim bir göster dedi. Sana gelince, sen saati incelerken çalıntı olduğunu anladın ve üstü kapalı 25 bin dolara satmassam polise haber verebileceğini ima ettin. Son teklifini ve ortadaki durumu kısa mesajla Mehmet’e ilettim. Saati satmamı ve bir an önce orayı terk etmem gerektiğini söyledi. Bende zaten bir kez işin içine girdiğime pişmanken başıma daha fazla dert açmamak adına belaya bulaşamadan 25 bin kazanmak iyi diye düşündüm ve saati sana sattım. Bu arada saatin yurt içinde satılmasını da engellemiş oluyordum. Buda Mehmet’in fikriydi. Parayı Mehmet’le bölüştük. 1000 dolarını da Ziya’ya verdik.”

“Peki neden kaçıyorsun Selma.”

“Çünkü Mustafa Sermih’in kasada ki saati değiştiren kişinin kim olduğumu anlaması için dedektif tutmasına gerek yoktu. Saati çaldığımı anlaması anlaması an meselesiydi. Önce suç ortağım Mehmet’i aradım telefonunu açmadı. Sonra Ziya’yı aradım o da bakmadı telefonuma. Cep telefonumu kapattım. Eve gidemiyordum çünkü Mustafa SERMİH ve adamaları gelecekti Gecenin büyük kısmını korku ve panik içinde bir petrolde arabamın içinde geçirdim. Bu arada saati senin sattığını düşünerek sana da lanet okuyordum. Sonra Ziya’nın evine gelmek geldi aklıma. Alt katın zilini çaldım ama Ziya bir türlü dış kapıyı açmadı. Sonra birinin ayak sesleri gelince binanın yanına gizlendim. İhtiyarın biri binadan çıktı ve biraz ilerledi. O esnada binaya girdim. Asansöre bindim o anda aklıma sen geldin ve bu kata çıktım. Çünkü Ziya evde yoktu. O gün beni sana yönlendirdiğinde üst komşum Turhan demişti. Bir kat yukarıda olsan sana ulaşamazdım senin anlayacağın.”

Turhan içinden nerde bende o talih diye geçirdi. Bu işten sıyrılması gerekiyordu ama nasıl o kadar çetrefilli bir işin içindeydi ki ne yapacağını bilmiyordu.

Birazdan kapı tekrar çalmaya başladı. İkisi de anlamsız anlamsız birbirlerine baktılar. Gelenler Mehmet SERMİH’in adamları olabilirdi. Kapının merceğinden bakan Turhan gelenlerin polis olduğunu söyledi. Çaktırmadan camdan dışarı bakınca aşağı ki polis arabalarını gördü.

“Başka şansımız yok yolun sonuna geldik.”

“Bu ara poliste olmak daha güvenli bence, yoksa Mustafa Sermih zaten öldürürdü beni” diye söylendi Selma.

Turhan çaresiz ve tükenmiş bir halde kapıya yöneldi ve kapıyı açtı. Kapıdaki sivil polis elindeki arama belgesini gösterdi ve diğer polislerle birlikte içeri girdiler. Aynı polis şu andan itibaren Selma ve Turhan’ın gözaltında olduklarını ve merkeze götürüleceklerini söyledi.

Polisler Turhan’ın evini didik didik aradılar. Sonra evden çıkan paraları, Turhan’ın çantasından çıkan sahte antika saati de alıp karakola gittiler.

Karakolda onları bekleyen en büyük sürpriz ise Mehmet Sermih’le karşılaşmalarıydı. Birazdan Mustafa Sermih’in tutuklandığını duyunca şaşkınları bir kat daha artacaktı. Çünkü Selma saatin iade edildiğini biliyordu ve Turhan’ada bu şekilde anlatmıştı.

Bir başka sürpriz karakola gittikten yarım saat sonra getirilen Ziya ve Hacı Mehmet Emmiydi. Aslında Ziya tamamdı ama Hacı Mehmet Emmi’nin ne işi vardı burada. Sonra Muhasebeci Mehmet neredeydi acaba? Demek ki o malı götürmüş, olayın günahını çekmekte buradakilere kalmıştı.

Sorgulamaların ardından polis Mustafa Sermih’i, Ziya’yı, Hacı Mehmet Emmiyi, Turhan’ı ve Selma’yı savcılığa sevketti.

Savcılık sorgusunun ardından çıkartıldıkları nöbetçi mahkeme tarafından Mustafa Sermih, Müzedeki uzman, hırsızlıktan, tarihi eser kaçakçılığından tutuklu yargılanmalarına, Ziya ve Hacı MEHMET’in Hırsızlık, tarihi eser kaçakçılığı ve cinayet suçlarından tutuklu yargılanmalarına, Turhan ve Selma’nın tarihi eser kaçakçılığından tutuksuz yargılanmalarına karar verdi.

Mahkeme sonunda serbest bırakılan Turhan ve Selma soluğu Baş Komiser Çetin’in yanında aldılar. Selma’nın kafasındaki soru hangi saatin gerçek olduğuydu. Birde Ziya ve Hacı Mehmet ne cinayeti işlemişlerdi. Olay korkunç bir boyut almıştı. Peki olayın baş aktörlerinden Muhasebeci Mehmet neredeydi yoksa…

Turhan ise Hacı Mehmet ve Ziya olayına takılmıştı. Burada ne işleri vardı. Evine giren hırsızlar onlar mıydı? Ayrıca Hacı Mehmet gibi dini bütün bir adamın bu işle na alakası vardı.

Baş komiser 50 li yaşlarda, saçları ağarmaya başlamış, hafif göbekli, görmüş geçirmiş bir adamdı. Evi soyulduğunda da Turhan’la epey ilgilenmişti. Bu yüzden buraya gelmelerini yadırgamadı ve onlara olayın eksik kalan kısmını anlatmaya başladı.

“Selma Osmanlı saate sattığı saatin parasını bölüşünce her şeyin bittiğini sanmıştı. Ama 25 bin dolar Mehmet için çok komik bir rakamdı. Oyunun ilk perdesi oynanmıştı ve çok başarılı bir şekilde Selma aradan çıkartılmıştı. Planın ikinci aşamasına geçmek için saati Turhan’ın evinden almak gerekiyordu.

Bu işi Hacı Mehmet Emmi yapmıştı. Hacı Mehmet, Ziya’nın akrabasıydı ve kendisi eski bir çilingirdi. Ziya ile Mehmet ise Üniversiteden arkadaşlardı. Ziya konuyu Hacı Mehmet’e açtı, oda bu işi yapabileceğini söyledi. Bunun karşılığında da 100 bin dolar istedi. Mehmet ve Ziya bunu tek bir şartla kabul ettiler para söz konusu mal satılınca verilecekti.

O gün Cemil’de izinli olduğundan Hacı Mehmet sabah namazına giderken binanın kamera sistemini bozdu. Sonra Turhan evden ayrılınca Ziya ile birlikte bir kaç deneme ile Turhan’ın kapısını açtı. İçeri girdiler kasayı buldular. Biraz uğraşınca kasayı da açtılar. Kasanın içindeki 10 bin doları aldılar. O esnada 3. kopya saati kasada bulunan mücevher kutusunun içine koydular ve kapıyı çarpıp evden ayrıldılar.

Turhan mücevher kutusunu koyduğu yerde evraklarda vardı. Eve gelip soyulduğunu anlayınca polisi aradı. Polis gelince çaktırmadan kasadan mücevher kutusunu aldı. Ama saatin değiştirildiğini anlayamadı.”

Bu arada Baş Komiser kibarca ne içersiniz dedikten sonra, telefonla 3 çay söyledi.

Turhan ” Demek benim eve giren hırsızlar bizim Hacı Mehmet ve Ziya” dedi.

” Maalesef Turhan bey.” dedi Baş komiser.

Selma donup kalmıştı. ” Peki sonra” diyebildi.

“Sonrasında devreye Mehmet giriyor. Saati İstanbul’un en büyük müzayede evlerinden birine götürüyorlar ve 450 bin dolara satıyorlar. Satışın yüzde 10’luk kısmı müzayedeyi düzenleyen şirkete kalırken, bizim 3 kafadar 405 bin dolarla oradan ayrılıyorlar. Bunlar yoldayken bizim Hacı Mehmet ve Ziya sakin bir yerde aracın içinde Mehmet’i iple boğarak öldürüyorlar. Tabii klişe bir söz ama gerçeklik payı her zaman vardır ne derler mükemmel cinayet yoktur.”

Cinayeti duyan Selma’nın kanı dondu. Şuan bu adamalar yakalanmasa bir kaç güne kadar beni de öldürebilirlerdi diye geçirdi içinden.

Baş komiser anlatmaya devam ediyordu. “Bu arkadaşlar cesedi ıssız bir yerde denize atıyorlar. Tabi bu esnada o bölgede fotoğraf çeken amatör bir fotoğrafçı bunları farkediyor ve her saniyelerini kaydediyor ve bize geliyor. Hacı Mehmet’i bu sabah Cami çıkışında gözaltına aldık. Kısa bir sorgulamanın ardından suçunu itiraf etti. Ziya ise Elinde 200 bin dolarla Gürcistan uçağına binmek üzereyken Hacı Mehmet’ten bir saat sonra Atatürk Havalimanında yakalandı.”

Bu kadarını kimse hesaplayamamıştı. “Peki Mustafa Sermih” dedi Selma.

Başkomiser “Mustafa Sermih aslında saati teslim etti ve olay kapandı. Ancak olayın bu şekilde kapatılacağını farkeden Profösör Dr. ARTUKLU dün gece bütün televizyon kanallarını gezdi ve bu olayı anlattı. Olay skandal olarak haberlerde geçince çanlar milyarder iş adamımız için çalmaya başladı. En sonunda siyasi desteklerin hepsi geri adım attı ve olayı bize bıraktılar. Bizde Sizden 15 dakika önce başka bir ekibimize Mustafa Sermih’i aldırttık. Gerçi bu adam yatmaz içerde ama bakalım.” dedi.

Turhan çalışmalarından ve bilgilendirmelerinden dolayı Başkomisere teşekkür etti ve müsaade istediler. Selma ile Karakoldan çıkarken basın mensupları Turhan ve Selma’nın fotoğraflarını çektiler.

Zamanın ruhu Turhan’a çok şey kaybettirmişti. Gazetelerde bir gün sonra boy boy fotoğrafları çıkacak, 20 yıldır dişiyle tırnağıyla kazıyarak eski şaşalı günlerine getirdiği Osmanlı Saat büyük bir prestij kaybına uğrayacaktı. Selma ise artık işsizdi. Hikayeleri bütün gazetelerde çarşaf çarşaf yayınlanacaktı. Turhan Selma’ya döndü “Sigaran var mı?” dedi. Selma cebinden çıkarttığı paketten bir sigara Turhan’a uzatırken bir tane de kendisine yaktı. Ne yapacaklarını bilmez bir halde yürümeye devam ederken Selma Turhan’a ” Ya Mehmet’in yerinde olsaydık” diyebildi…

Zamanın Ruhu” için 4 Yorum Var

  1. Selamlar,

    Öykünle aramıza katıldığın için teşekkürler. Umarım sürekli yazmaya devam edersin. Öyküne gelecek olursak, polisiye okumayı pek sevmem; ama merakla okudum öykünü. Amatör bir polisiye yazarına göre iyi kurgulanmış sayılabilir.

    Ancak, yanlış anlamamanı umarak öykünde çok fazla yazım hatası olduğunu söylemek isterim. Neredeyse bütün -de, -ki gibi takılar yanlış yazılmış. Ve noktalama işaretlerine gereken önemi vermemişsin, noktalama işaretleri önemlidir.. 🙂

    “Belli ki Selma buraya gelmeden önce ağlamıştı galiba.” bu cümlede, iki sözcükten birini seçmen gerekirdi. Hem belli ki hem galiba demen olmamış.

    “yapmazsın”, “satmazsam” gibi sözcükleri “yapmassam”, “satmassam” diye yazmışsın.

    “orijinal” sözcüğünü “orjinal” diye yazmışsın, yazım hatası olmuş; ama ben olsam, orijinalin yerine Türkçe sözcükler kullanmaya çalışırdım, mesela buradaki anlamına göre “gerçek” diyebilirdin.

    “allak pullak” diye bir tamlama kullanmışsın, sanırım onun doğru yazılışı “allak bullak” ama ben de tam olarak bilmiyorum. 🙂

    “fark ediyor”, fark eden” sözcüklerini birleşik yazmışsın; ama ayrı yazılmaları gerekiyordu.

    Gözüme çarpan ve okumamı yavaşlatan ki internet okurlarının çoğuna uzun gelebilecek uzunluktaki bir öykü için bu önemlidir, bu unsurları göz ardı etme derim. Öykünü bitirdikten sonra otomatik düzeltme özelliğini kullanarak bu hataları görebilirsin, programın fark edemeyeceği hatalar için de bir kez de paragraf paragraf okuyarak hatalarını düzeltme yoluna gidebilirsin.

    Beni yanlış anlamamanı umuyorum. Bu eleştirileri yapmamız ve bu eleştirilere alınmamamız gerekir ki yazarlığımızı geliştirebilelim. 🙂

    Tekrar aramıza hoş geldin diyerek öykünü paylaştığın için teşekkür ediyorum. Umarım her ay katılmaya devam edersin. Sevgiler.. 🙂

  2. Yanlış anlaşılacak bir husus yok dostum. Belirttiğiniz hususlara daha çok dikkat edeceğim. Her geçen aşama daha az hata yapabilmek için bu yorumlar bencede çok önemli ve değerli. Zaman ayırıp öykümü okuduğunuz için, ayrıca değerli yorumunuz için çok tşk ederim Adil.

hacı imrağ için Yorum Yap Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *