Öykü

Zamansız

Huzursuz bir uykudan uyandı. Saati görmek için telefonuna uzandı ve dördü iki dakika geçtiğini görerek hayıflandı. Yapacak bir şey yoktu; gecesi sona ermişti. Eylül, zorla gözlerini kapatmıştı ve maalesef çok kolay bir biçimde geri açmıştı. Zorlu bir gün bekliyordu kendisini. Belki tekrar uykusu gelir umuduyla çekmecenin üzerinde duran kitabına uzandı. Normalde şakağına gömülü akıllı çip sayesinde milyonlarca e-kitaptan birini zahmetsizce görsel arayüzüne çağırıp okuyabilirdi ancak hâlâ fiziki kitapları okuyordu. Conrad’ın Karanlığın Yüreği… Üçüncü kez okuyordu. Bir şekilde başucu kitabı olarak görüyordu kendine. İnsanın kendini tanıyışına dair bir roman. Birkaç satır okudu ancak doğacak yeni günün heyecanıyla konsantre olamadı. Bir gazeteci olarak çok önemli bir sunuma davet almayı başarmıştı: OmniPresent Şirketi’nin heyecan uyandıran yeni teknoloji lansmanı. Sınırlı sayıda gazetecinin katılacağı etkinlik başlı başına büyük bir olaydı ancak Eylül daha büyük bir haberin peşindeydi.

Gün aydınlanana kadar kitabı okuyup bitirdi. Sonra yatağından kalktı, çayı koydu ve demlenmesini beklerken bilgisayarında duran dosyalara göz attı. Parlamaya çalışan bir gazeteci olarak kısa meslek hayatı boyunca müthiş bir haber peşinde koşmuş ancak henüz amacına ulaşamamıştı. Birgün rastgele bir internet forumunda, Paralel Bilinç kullanırken hayatını yitiren birinin öyküsü dikkatini çekti. Bunun üzerine araştırmaya başlayınca bu teknolojinin bazı ciddi yan etkileri olabileceğini fark etti. Ancak böyle bir haber milyarlarca dolarlık bir şirketi karşısına almasını gerektiriyordu ve editörü bu konuda pek istekli değildi. Konuyla ilgili ufak haberler yaptı ancak dikkat çekmedi. Sonra bir gün e-posta kutusuna bir mektup geldi ve küçük araştırması ciddi bir hal aldı. OmniPresent’ta çalışan ve kısa süre önce intihar eden bir mühendisin karısı kendisine pek çok dosya göndermişti.

Editörü ile dosyaları paylaştığı zaman adam ikna olmuştu, hemen haberi basmak istedi. Ancak bu sefer de Eylül fikrini değiştirmişti. Sonunda ödül kazanacağı daha görkemli bir habere ihtiyacı vardı. Haberini detaylandırmak için şirketin başındaki adamla da görüşerek hikâyesini daha çarpıcı hale getirebileceğini, belgeselleştirebileceğini düşündü. Normalde Bilge Zamansız ile röportaj yapmak imkânsıza yakındı ancak onun yapacağı özel bir sunuma bin bir zorlukla davetiye bulmuştu.

* * *

OmniPresent’ın şehir merkezindeki gökdeleni çevresindeki yapıların en uzunu ve en görkemlisiydi. Eylül, binadan içeri girdi ve ziyaretçi kimliği çıkartmak gibi bir takım güvenlik prosedürlerinden geçtikten sonra bir host eşliğinde uzun koridorları aşıp sunum salonuna götürüldü. Burası kubbesel tavanı olan devasa bir konferans salonuydu. Bu özel sunuma yerli ve yabancı birçok basın kuruluşundan yüz kadar gazeteci çağrılmıştı. Bilge Zamansız, yeniden insanlığı şaşırtacak bir buluşla soyadının hakkını verecek ve çağının ilerisinde olduğunu gösterecekti. En azından salonu dolduran gazetecilerin beklentisi buydu.

Eylül, İngiliz bir meslektaşının yanında yerini aldı ve sağ şakağına gömülü akıllı mikroçipin yardımıyla kendi gözlerini kullanarak kayda başladı. Bir süre sonra salona sunumun beş dakika içerisinde başlayacağına dair bir anons geçildi. Bu esnada sahneye tekerlekli bir masanın üzerinde genişçe bir kutu getirildi. Sonra Bilge’yi sahneye davet eden anons geçildi ve ülke topraklarından çıkmış en büyük deha, paralel bilincin mucidi ve milyarder yüzünde geniş bir gülümseme ile sahneye çıktı. Sportif yapılı, uzun boylu ve yakışıklı bir adamdı. Mavi bir ceket ve mavi bir gözlük takıyordu. Gazetecileri saygıyla selamladı ve ardından oldukça rahat bir tavırla sunumunu yapmaya başladı.

“OmniPresent yıllardır insanlara kendi potansiyellerini aşma şansı veren Paralel Bilinç teknolojileri ile insanoğlunun kısa tarihinin daha hızlı bir biçimde ilerlemesine yardım ediyor. Benden mütevazi olmamı beklemeyin. Yani, kabul etmelisiniz ki, eminim burada bu sunumu izleyen siz gazeteci arkadaşlarımın en az yarısının, şu anda iş bilgisayarlarında makale yazan veya evde sezon sezon dizi izleyen paralel bilinçleri var. Hayatınıza bu kolaylığı yıllardır katıyoruz ancak hâlâ yazılımsal bir bilince beden kazandırmak için çalışıyoruz. Beden kazandırmanın önemi, fiziki bedeninizin zaman ayırmadan birçok şeyi öğrenmesini sağlamak. Beyninize; herhangi bir fiziksel faaliyet için kas koordinasyonunu nasıl kullanacağını öğretmek. Zihninizin bir parçasını evde bırakarak örneğin gitar çalmayı ve 3-top çevirmeyi istemez miydiniz? Maalesef bu aktiviteler bedensel pratik gerektiriyor.”

Bilge, duraksayıp seyircileri süzdü ve ardından konuşmayı sürdürdü.

“Evet, zihninizi herhangi bir bilgisayar gibi birden fazla işlemi birbirine paralel olarak aynı anda yapacak şekilde parçalara ayırmayı uzun süre önce başardık ama insan bedeni maalesef parçalara ayrılamıyor. Ellerimi evde bırakayım da piyano çalmayı öğrensinler diyemiyorsunuz. Ar-Ge departmanındaki arkadaşlarımla uzun zaman bu konu üzerine kafa yorduk ve çalıştık. Bugün size bu çalışmanın ilk meyvesini göstereceğim.”

Bilge, sahnenin ortasında duran kutunun yanına gitti ve üzerindeki butona basarak kapakların masanın yanlarına doğru kayarak açılmasını sağladı. Kutunun içinde gri renkte mekanik bir kol vardı. Mekanik iskeletinin etrafını mavi renkli kaslar sarmıştı. Bilge, sözlerine devam etti.

“Bu gördüğünüz sıradan bir robot kol değil. Üzerinde dolaşan mavi fiber kasları ve motor nöronları taklit eden silikon sinir sistemi ile insan anatomisinin birebir taklididir. Paralel Bilinç’in normal çalışmasında olduğu gibi, şakaklarınızda yer alan akıllı mikroçiplere yüklü yazılım sayesinde bilinçaltınız ile etkileşime girerek, gerçek bir insanın istemli kas faaliyetlerini birebir gerçekleştirebilir. İnsan fizyolojisinde; öğrenme aşamasında bilinçli bir şekilde yapılan kas hareketleri belirli bir öğrenme eğrisinin ardından beyin tarafından, omuriliğe devredilir. İşte bu devretme aşamasına kadar hizmet verecek bu kol yardımıyla, insanlar el ve kollarıyla gerçekleştirebilecekleri bedensel aktiviteleri de yorulmadan ve hatta zaman ayırmaya ihtiyaç duymadan gerçekleştirme deneyimine sahip olabilecekler. Görmüş olduğunuz robot kol salonda görevli stajyerlerimizden birinin zihnine bağlı durumda.”

Bu esnada Bilge, robot kolun eline bir pinpon raketi verdi ve robot kol aktif hale gelerek raketi yere paralel tutmaya başladı. Ardından bir pinpon topunu raketin üzerine bıraktı ve robot kol topu sektirmeye başladı ancak dördüncü denemede düşürdü. “Öğrenmek kolay iş değil tabi,” diyerek eğlenen Bilge başka bir pinpon topunu raketin üstüne bıraktı ve bu sefer robot kol daha uzun süre topu sektirdi.

Bilge, robot kolun özelliklerini ve hayatımıza katacaklarını bir süre daha anlattı ve ardından soruları almaya başladı. Sıra Eylül’e geldiğinde ise salonda Bilge dışında kimseye anlam ifade etmeye bir soru soruldu; “geçen ay hayatını kaybeden mühendisiniz Ahmet Baran Varlık, paralel bilincin ölümcül yan etkileri olduğu konusunda size bir rapor vermişti. Kendisi de paralel bilinç kullanırken öldü. Paralel bilincin tehlikeleri konusunda açıklama yapmayı düşünüyor musunuz, Bilge Bey?”

Bilge Zamansız’ın gülümsemesi sunumu boyunca ilk defa gölgelendi. Ardından “böyle bir rapor okuduğumu hatırlamıyorum ve spekülatif bir haber için paralel bilinç kullanırken birinin hayatını kaybetmesinin, iyi bir malzeme olduğunu kabul ediyorum. Ancak böyle bir risk söz konusu değildir. Sıradaki soruyu alalım lütfen!”

Eylül soruya devam etmek istese bile mikrofonun sesi kısılmıştı ve bir başka gazeteci robot kolla ilgili bir soru sorarak konunun kapanmasına sebep olmuştu. Bilge Bey’in, “böyle bir risk söz konusu değil,” cümlesini, yapacağı haberin kurgusunda nereye yerleştireceğini düşünmeye başladı.

* * *

Sunum bittikten sonra çıkışa kimliğini almaya giden Eylül’e güvenlik görevlisi, Bilge Zamansız’ın kendisini ofisine davet ettiğini söyledi. Beklenmedik davetin şaşkınlığından çabuk sıyrılan Eylül, gazetecilik içgüdülerine güvenerek bir süre sonra yanında güvenlik görevlisiyle beraber Bilge’nin ofisine ilerlemeye başladı. Kısa süre sonra bir asansöre bindiler ve geniş bir lobiye açılan bir kata geldiler. Eylül, binanın son katlarından birinde bulunduklarını tahmin etti.

Bilge, Eylül’ü ayakta bekliyordu. “Merhaba Eylül; Umarım ‘Eylül’ dememin mahsuru yoktur. Bu daveti hakettiğini düşündüm.”

“Açıkçası beni bir daha bu binadan içeri sokmayacağınızı düşünmüştüm.”

Bilge omuzlarını silkip devam etti, “gel! Seninle paylaşacaklarım var.” Eylül komuta uyarak takip etmeye başladı. Lobinin camekanlarla bolca güneş alan bir tarafına gittiler. Bir tarafta şehir manzarasını gören geniş bir masa vardı. Bir tarafta ise üzeri beyaz bir örtü ile örtülmüş uzunca bir nesne duruyordu. Bu nesnenin yanında bir telefon kulübesi boyutlarında camla kaplı bir kabin vardı. Bilge konuşmaya devam etti.

“Ahmet müthiş bir mühendisti ve geliştirdiğimiz teknolojilerin hayranıydı. Bizzat geliştirme aşamasında çalıştığı bu teknolojinin kendi üretkenliğine muazzam bir katkı sağladığını söylerdi.” Bilge duraksadı sonra devam etti, “ancak Paralel bilincin yan etkileri olduğuna inanırdı. Bununla ilgili bir rapor oluşturmaya bile başlamıştı. Bu teknoloji nasıl çalışır bilir misin Eylül?”

“Bu konuşmayı kaydetmek istiyorum. Sizin için de uygunsa,” diyen Eylül, onay beklemeden akıllı mikroçip yardımıyla kayda başladı ve devam etti, “insan beyninin kapasitesini farklı işlemleri aynı anda yapmak üzere paylaştırıyorsunuz.”

Bilge onaylayarak başını salladı ama Eylül’ün sözünü kesti.

“Kesinlikle! Ancak normal bir insan bilinçli bir biçimde çok hızlı düşünse bile asla aynı anda iki şeyi düşünemez. Bazen çok hızlı düşünüyor olmak böyle bir yanılsama yaratabilir ancak gerçekte olan, sırayla düşünüyor olduğumuzdur. Ama bilinçaltı daha farklı çalışır. Bilinçaltı, her saniye duyu organları vasıtasıyla aldıklarını toparlar ve kendince motifler yaratır. Bu motifler yardımıyla her birimiz bir karakter oluştururuz.”

Bilge masasının üzerine hafifçe oturdu ve Eylül bir öğrenciymişçesine konuşmasını sürdürdü.

“Bilinçaltı tüm bu veriyi bilincin aksine çok daha geniş imkânlar ile bir bütün olarak değerlendirir. İşlem kaynakları sınırsızdır ve aynı anda birden fazla zihinsel işleme olanak verir. İşte bizler OmniPresent’ta bilinçaltı kaynaklarını teknoloji yardımıyla bilincin emrine sunuyoruz. Bilgisayarına zihninle bağlantı kurarak bir makale yazdırabilir veya e-kitap okuyucundan bir eseri okuyabilirsin.”

Eylül dersten sıkılıp sonuca gelmek istiyordu “peki bu teknoloji neden insanların ölümüne sebep oluyor? Elimdeki dosyalardan birinde, bir bilgisayar programcısının kod yazmasına yardım etmek için bilincinden ayırdığı kısmının, kendi evinin akıllı sistemini bozarak doğalgaz zehirlenmesine sebep olması var. Bir diğerinde aracın kontrolü paralel bilincin kontrolündeyken anlamsız bir şekilde bir kamyonun altına giren bir başka kurbanın bilgileri var. Bunun gibi bir sürü garip ölümün ve sakatlanmanın bulunduğu vakalar… Hepsi Ahmet tarafından toplanmış veriler. İntihar ettikten sonra dosyalar bir şekilde bana ulaştı. İşin ilginci intihar etmek için kullandığı ilaçları, paralel bilinç tarafından sipariş edilmişti…”

Bilge sıkılarak Eylül’ün sözünü kesti.

“Şimdi size, sorunun teknolojide olmadığını kanıtlayacağım. Lütfen her şeyi kaydetmeye devam edin,” dedi cam kabinin kapısını açıp içeri girerken. Kabinde bulunan ufacık kumanda panelinde bir butona bastı ve sesi odanın etrafındaki hoparlörlerden gelmeye başladı. “Buluşumuz işini mükemmel şekilde yaparak bilinçaltını kişilerin hizmetine sunuyor. Ancak maalesef insan denen memeli hayvan kendi ürettiği toplumsal normlar içerisinde o kadar kusurlu kişilikler yaratıyor ki; mucidi olduğum teknoloji mükemmel de olsa, bilinçaltı vasıtasıyla medeniyetin ortasına çıkardığımız ‘insanlık’ kendisinden nefret ediyor… Deyim yerindeyse kendisini parçalara ayırmak istiyor.”

Bilge kumanda panelinde bulunan başka bir butona daha bastı. Bunun üzerine kabinin yanında duran beyaz örtülü nesne, doğrulmaya başladı. Sonra üzerindeki örtü kayarak açıldı ve ayakta duran, fiber kasları açıkça görülen iki metre boyunda insanımsı bir robot, saydam gözleri ile etrafına bakmaya başladı. Sadece ağzı yoktu.

“Anatomi atlasında görebileceğin bütün kasları; tepki hızları ve refleksleriyle taklit edebilen insanımsı bir robot. Sunumda gösterdiğimiz robot kol, başardıklarımızın çok küçük bir kısmını kapsıyor. Ama insanlık henüz böylesi bir gelişmeye hazır değil. Kullandığın akıllı mikroçipin yardımıyla, ki üreticisi biziz, odaya girdiğin anda senin bilinçaltının bir kısmı ile robot senkronize oldu. Kendinle yüzleşmeye hazır mısın Eylül?”

Eylül, panikle şakağındaki mikroçipe elini attı ancak çıkarması imkânsızdı. Geri dönüp asansöre doğru koştu. Bu esnada robot, etrafını inceledikten sonra üzerinde bulunduğu portatif kaideden indi. Eylül, asansörün butonlarının tepki vermediğini anlayarak gerisin geri robota baktı. Göz göze geldikleri zaman, robot irkilerek geriye doğru birkaç adım attı. Ardından hemen solunda duran kabine baktı ve yüzünde kaşlarının olduğu yerde bulunan tüm fiber kaslar aynı anda kasıldı. Kızgın bir yüz ifadesiyle geri dönüp, Eylül’ün şaşkın bakışları altında portatif kaideyi yerinden kaldırdı ve cam kabine doğru fırlattı. Ancak kırılmaz camın üzerinde sadece bir çizik oluştu.

Robot daha da öfkelenerek kaideyi yerden kaldırıp art arda cam kabine vurmaya başladı ama bir noktadan sonra elindeki kaide yamuldu. Bunun üzerine onu bir kenara fırlattı. Hoparlörlerden “kendini tanımanın en kolay yolunu icat ettim. Yıllarca psikologlara döktüğümüz paralara yazık. Tüm o gurular, meditasyonlar, içsel yolculuklar; hepsi bununla yüzleşmek içindi. En yalın halimizle!”

Robot, Eylül’e doğru döndü. Bu sefer öfkeli suratındaki kasları milim oynatmadan ona doğru yürümeye başladı. Eylül asansörün kapısına sırtını dayadı, ardından yere çöktü; kaçacak yer yoktu. Sadece “imdat” diye bağırabildi. Robot yanına geldi ve eğilerek kendi öfkeli yüzünü dehşet içindeki Eylül’ün yüzüne yaklaştırdı. Saydam gözler kızıl renge dönmüştü. Sonra sabitlenmiş mimikleri bir anda değişti; sentetik kaşları hüzünle havaya kalktı, kızıl gözleri tekrar saydamlaştı ve olduğu yerde doğruldu. Ağız olması gereken yerden havada titreşen mekanik iki kelime duyuldu.

“Ne dehşet!”

Ardından robot ellerinin parmaklarını, kendi metal kafasına gömüp kâğıt gibi buruşturarak kopardı. Kopan boynundan elektrik kıvılcımları etrafa saçıldı. Bir an sonra büyük bir gürültüyle geriye doğru devrildi. Bilge, kabinden çıktı ve Eylül’ün yanına geldi. Genç kadın korkudan dizlerini göğsüne çekmiş, gözünde yaşlarla yerde oturuyordu. “Gördün mü,” dedi. “İnsanların bilinçaltları ortaya çıktığında fazla tehlikeli olduğu için kırılmaz bir kabin yaptırdım. Biliyor musun, dayanamayıp kendi üstümde de denedim. Bilirsin, neyle karşılaşacağımı, kendimi doğru tanıyıp tanımadığımı anlamak istedim. Ne oldu dersin? Kendimi tanıyormuşum,” dedi neredeyse mutsuz bir şekilde. Bilge asansörü tekrar aktif hale getirdi. Neden sonra asansör gelince travma halindeki genç kadını ayağa kaldırıp yalnız başına asansöre bindirdi. Sonra dayanamayıp sordu “robotun ne yaptığını bilmek istemez misin?”

Eylül sadece başını çok az daha kaldırabildi. Bunu cevap kabul eden Bilge, asansörün kapıları kapanmadan son sözlerini söyledi.

“Benden başka herkesi öldürmeye çalıştı.”