Öykü

100 Yıl Sonraki Otostop

ilham alınan eser

Douglas Adams – Otostopçunun Galaksi Rehberi

Önsöz:

Bu öykü Otostopçu serisinin sadece 5 kitabına göre yazılmıştır. Çünkü serinin sıkı bir okuru olan bu öykünün yazarı henüz Douglas Adams’ın yazmadığı 6. kitabı okumamıştır ve okumaya da niyeti yoktur. Bu yüzden öykünün değerlendirilmesi yapılırken bunun göz önünde bulundurulması rica edilir.

Uyarı: Öyküyü okurken şiddetli omuz çürümesine maruz kalabilirsiniz. Bu yüzden okuma sırasında omzunuzda bir havlu bulundurmanız şarttır. Eğer havlunuzu ensenizden doğruca her iki yana sallandırarak kullanırsanız iki omzunuz da çürüme riskinden kurtulur. Sağlıklı günler.

Otostopçunun Galaksi Rehberinden, Numara: 4, Madde: 420896

Havluyu sıradan insanların da (otostopçu olmayan, ne yazık ki) kullanması gerekir. Çünkü bazı öyküler, özellikle Vogon şiirine benzer şekilde Ton’un öyküleri, romanlar ve şiirler, Vogon şiiri gibi, öldürücü etkiye sahiptir. Eğer şanslıysanız, yanınızda bir havlu vardır ve bu ölümcül etkiden korunmak için bir şansınız olur. Havlunuzu her yerinizi kapacak şekilde üstünüze örttüğünüz de oradan sağ çıkabilirsiniz. Aksi takdirde ölüm sizi memnuniyetle kucaklayacaktır.

Bu yöntemi daha önce eşiyle beraber Arsiao’lu Kapkan adında biri denemiştir. Ne yazık ki tam öykünün okuması bitmek üzereyken onunla aynı havluya saklı eşini duymak için arkasına dönmüş ve eşi dışarıda kalmıştır. Kendisi sağ kurtulsa da bu öykü okuması ona eşine mal oldu.

Otostopçunun Galaksi Rehberi, bu ve bunun gibi tıp maddelerinde sorumluluk kabul etmez. Burada yazanlar sadece tavsiye niteliğindedir. Lütfen sağlığınız için annenize danışınız.

Önsöz bitti.

Galaksinin Doğu Sarmal Kolu’nun bir ucunda, haritası çıkarılmış ama görüntülenirken o kadar da dikkat edilmediği için ne idüğü pek anlaşılmayan, oldukça göz önünde, küçük ve sarı bir güneş vardır. Bu güneşin yörüngesinde, kabaca yüz kırk sekiz milyon kilometre uzağında, tamamıyla önemsiz ve mavi-yeşil renkli, çoğunlukla yeşil renkli, küçük bir gezegen döner. Gezegenin sakinleri buraya kendi aralarında ‘’Rrien’’ derler, diğer gezegenlerin sakinleri ise ‘’bir gezegen işte’’ derler ve geçerler. Bu gezegeni şu an için önemli kılan ise, evrende milyarlarca gezegen varken, Arthur Philip Dent’in burada ölüyor olmasıdır. Söylemek de gerekir ki Arthur Dent, burayı kendisi bile isteye seçmemiştir. Sadece tesadüf.

‘’Yani şimdi ölüyorsun öyle mi?’’

‘’Galiba’’ dedi Arthur Dent. Zorlukla nefes alıyordu ve açıkçası ölüm pek de ona göre değil gibiydi.

‘’Senin için sevindim’’ dedi Marvin, mekanik sesiyle. ‘’Sonunda bu çöplükten kurtuluyorsun. Eminim için içine sığmıyordur. Ben de kurtulabilsem öyle olurdu.’’

‘’Sadece bir metal eritme meselesi aslında, değil mi?’’

‘’Sayılır’’dedi Marvin bezgince. ‘’Yine de ekler devreye girer ve yine ölmem. Maalesef. Şans işte, yaratılışa karşı gelemiyorsun.’’

‘’Ekler, pasta olan mı?’’

‘’Hayır, ek devreler.’’

‘’Ha, anladım. Yani sanırım.’’

‘’Ama yine de yaşamak zorundayız. Bilirsin işte, ölemiyorum.’’ Marvin omuzlarını silkti.

‘’Fenny!’’

‘’Fenny’’ Fenchurch’ün kısaltılmış adıydı. Yan odadan içeriye girince birden bire alkış tufanı koptu. Marvin alkışlara ilgisizdi, kendisi için yapılmadığını biliyordu.

Arthur ise şaşkınlık içerisinde gözlerini faltaşı açmış alkışları dinliyor ve nereden geldiklerini anlamaya çalışıyordu.

Fenchurch ise alkışları duyunca sağa ve sola doğru sol bacağının dizini kırarak selam verdi ve tekrar doğrularak Arthur’a baktı. Arthur Dent’in ise kafası karışmıştı.

‘’O sesler de neydi öyle?’’

‘’Bendim’’dedi Marvin. ‘’Ses devrelerimle yaptım. Ufak bir sürpriz’’

‘’Ne?’’

‘’Hani uzun bir süreden olsa ilk defa tekrar görünüyor ya o yüzden. Anlarsın ya, efekt gibi.’’

‘’Ne gibi?’’

‘’Efekt.’’

‘’Anladım, sanırım. Yine de karımı birilerinin alkışlamasını istemezdim. Takdir alkışı değilse.’’ Fenchurch’e doğru dönerek oldukça dramatik bir ses takındı. ‘’Fenny, ölüyorum.’’ Dramatik bir öksürük nöbetiyle de konuşmasını bitirdi. Onun bu son derece dramatik olan dramatik öksürükleri bittiğinde de Fenchurch ağzını açtı.

‘’Arthur, bu çok saçma. Sadece grip oldun. Alfa Sıçanı gribi o kadar da ağır değil. Sadece ilaç almaya gidilmesi lazım.’’

‘’Alfa Sıçanı gribi ağır değil mi? Keşke annem olsaydı, o şimdiye kadar beni iyi ederdi. Lanet olası Vogonlar! Ağır değilmiş, bunun virüsünü Galaktik ilaç şirketlerinin daha fazla para kazanmak için ürettiğini ve piyasaya kendi keşfettiği farklı ve kesinkes işe yarayan bir ilacı ücretsiz süren bir bilim insanını katlettiklerini bilmiyor musun? Tanrı biliyor ya, o kahrolası dümbüller geçen yıl da Alfa Domuzu gribi ve Alfa At’ı gribi de çıkardılar. Hepsi biraz daha para için.’’

‘’Evet, evet biliyorum ama sen ilaçlarını aldın mı canım?’’

‘’Evet, o yüzden böyleyim.’’

‘’Eminim o yüzdendir’’dedi Fenchurch ve Arthur’un yatağının başucundaki kare şekilli kahverengi masaya yöneldi.(Sıradan bir masaydı, çoğu masa kare şekilli, kahverengidir. Sadece Atbaşlı Nebula’da üretilen masalar ne yazık ki kare şekilli değildir, üçgendir. Buna da Atbaşlı Nebula’nın karanlığında üretilmeleri sebep olur. Atbaşlı Nebula’da masa üreticisi olan çok önemli bir şirketin, çok önemli bir yöneticisinin bu konu da yaptığı ‘’Sadece biraz daha ışık.’’ Açıklaması dışında başka bir açıklama bugüne kadar yapılmamıştır. Zaten Atbaşlı Nebula’da çoğu yerde Atbaşlı Nebula değildir. Bazı ırklar Filbaşlı Nebula ya da Salyangozburnu Nebulası’da derler. Çünkü bu ırkların dilinde bulutsunun şeklindeki yaratıklara Fil ya da Salyangoz denilmektedir. Salyangozburnuna benzerliği de yaygın kültürde baş olan yere burun demelerinden kaynaklanıyordu. Neyse bu önemsiz bir bilgiydi ama yan cebinizde dursun) Masanın üzerindeki durmakta olan mavi kaplardan birini alarak açtı ve içinden mavi bir hap çıkardı. Bu hapı, kabın yanındaki bir bardak suyla beraber Arthur’a verdi. Arthur ilk başta bunun Galaktik ilaç firmalarının kirli bir oyunu olduğunu ve Fenchurch ile Marvin’in büyük resmi görmesi gerektiğini söyledi. Sonra da onlar bahsettiği o büyük resmi göremediklerinde onları salak olmakla suçlayarak hapları bir yudum da yutuverdi.

‘’Öl… ü…yor… um” diye inledi Arthur bardağı bitirince. Bu sırada Marvin durduğu duvar kenarından doğrularak kapıya yöneldi. Aslında sabahtan beri çiftin kendi aralarında konuşarak onu dışarıda bırakmalarına içerlemişti ama şimdi bir de gerçek anlamda dışarı çıkmasının ortamda çok ses getirmeyeceğini düşünüyordu. Ama gerçek anlamda dışarı çıkması, mecazi anlamda dışarıda kalmasından daha fazla ses getirdi ve ilgi konusu oldu.

‘’Marvin… nereye gidiyorsun?’’ dedi soluk bir sesle Arthur, konuşmasına dramatik bakışlarını ekleyerek.

‘’Zaphod, sana bakmamı söyledi ve ben de baktım. Sayısız matematik hesabı yapacak, Dünya’da yok edilene kadar yazılmış bütün şiirleri, romanları, öyküleri ezbere okuyacak ve tüm çiçek adlarını sayabilecek, sonra da bunları tamamen tersten tekrar sayabilecek bir beynim var. Ama o ne yapıyor? Beni seni görmeye gönderiyor. İyi misin diye bakacakmışım. Bu kadar basit işler için enerji harcadığıma inanamıyorum, üstelik 100 yıldır sol tarafımdaki bozuk diyotlarımı da tamir ettirmedi. Ben de hastayım yani. Ama kimsenin umurunda değil. Arkadaşlar işte. Hep kendilerini düşünürler. Ona ölmekte olduğunu bildireceğim, söylememi istediğin başka bir şey var mı Dünyalı?’’

‘’Evet, aslında ilacımı da alsan fena olmaz. Bunlar bitti biliyor musun? Fenny başımda kalmalı ve Random’u da ortalıkta görmek pek mümkün değil.’’ Doğrularak Fenchurch’e baktı. ‘’Ayrıca bu kız nerede? Doğru düzgün görmüyorum bile, eve hiç uğramıyor değil mi? Tabii artık öldüğümden kimse beni sallamıyor. Aman ne güzel’’ Evhamlarının ağırlığıyla Arthur kendini birden bire yatağa geri attı. Marvin ve Fenchurch birkaç dakika boyunca beklediler, beklediler ama hiçbir anlamlı ses gelmeyince üstüne bir de horlama gelince Fenchurch yaklaşarak Arthur’a üstten baktı.

‘’İlaçlar etkisini gösterdi’’ Yana dönerek kesinlikle Atbaşlı Nebula’da üretilmemiş olan, kare şekilli masanın ilk çekmecesinden reçete ve cebinden de birkaç galaksilerarasında kesinlikle geçerli galaktiklira çıkararak Marvin’e verdi. Rrien’in bir eczanesinden alınmıştı. ‘’Bunu al ve bu da parası. İlacı eczacıya vermen ve ilacı alıp gelmen yeterli olacak.’’

‘’Evet, bana ne yapacağımı anlat’’ diye mırıldandı Marvin, parayı ve reçeteyi alırken. ‘’Satürn’ün halkasında bulunan göktaşı parçalarını ve bütün o gereksiz tozları sayabilecek kadar büyük bir beynim var ama siz de beni eczaneye ilaç almaya gönderin ve ne yapacağımı da anlatın. Belki de yapamam değil mi?’’

Marvin, Fenchurch’ün şaşkın bakışları altında abartılı bir dramatiklik ve söylenerek dışarı çıktı. Dışarı çıktığından ve kapıyı arkasından kapattığında bile söyleniyordu. Zaphod’un kendisi için verdiği havamobil’i evin yakınına park etmişti. Bu sırada uzaktan gelen Random’u gördü ve yanında da birkaç güzel kız arkadaşı olduğunu fark etti.

‘’Güzellik göreceli bir kavram olsa da’’ diye düşündü Marvin tıkırdamaya devam ederek.’’Aralarından birkaçı güzel işte.’’ Random, arkadaşlarından ayrılıp ona yaklaşınca düşünmeyi de bıraktı.

‘’Selam, robot. Nasılsın?’’

‘’Nasıl mıyım? Potansiyeli heba edilen ve küçük işlerle oyalanan bir zavallı sence nasıl olabilir? Oscar boşuna demiyor ‘’Gravyer beyinlerine benzer zihinleri.’’ Gerçekten de öyle. Ama tüm insanlar için sanırım. Dünyalı’ya ilaç almam gerekiyormuş, gitmeliyim.’’

‘’Ha, anladım.’’

‘’Babasının kızısın değil mi? Tüm bu ‘’ha, anladım’’ ve ‘’ne?’’ demeler falan, tam da öyle gibi duruyorsun.’’

‘’Her neyse, ben de seninle gelebilir miyim?’’

‘’Tabii ki ama kendini bana iyi davranmaya, konuşmak istiyormuş gibi yapmaya, bana iyi hissettirmeye zorlama.  Yani konuşmak yok.’’

‘’Tamam, zaten bunu pek istediğimi sanmıyorum.’’ Marvin hiçbir şey demeden yürüyerek Random’un yanından tıkırdayarak geçip gitti. Random da onun arkasından yürüdü. Havamobil çok uzağa park edilmemişti ve sessiz sakince bırakıldığı yerde bekliyordu. Bu yüzden de Random ve Marvin olaysız bir şekilde havamobile bindiler.

Otostopçunun Galaksi Rehberi, Numara:8,Madde Numarası: 5319107

Galaksilerarası Robot Hakları Derneği, robotların haklarını savunmaktadır. Bu derneğin robot adlarının yazımı konusunda oldukça katı önerileri bulunmaktadır. Bu önerilerden bazıları aşağıdaki gibidir:

-Robotlar cinsiyetsizdir, bu yüzden robot çalışanınızla cinsiyet içeren espriler yapmaktan kaçının. Anlamazlar.

-Robotlarınıza tekme atmayın. Boston’un sonunu gördünüz.

-Robotlarınıza arada bir tatil verin. Diyotların iyileşmesi ve motorların soğuması için bu gerekli.

-Robotlarınızı tatile yollamaktan kasıt kesinlikle fişlerini çekmek, enerjilerini sonuna kadar harcadıktan sonra bırakmak değildir. Sakın yapmayın.

-Robot, insandan daha önemli bir konumdaysa veya başrol robotsa o zaman yazılırken robot’un adı insandan önce olmalıdır.

‘’Bu, açıkça robotlar için ırkçılıktır. Hemen düzeltilsin’’ der Galaksilerarası Robot Hakları Derneği. ‘’Yoksa hukuki yaptırımlara gider ve herhangi bir gezegenin kutuplarında, Aralık ayında ve buzdolabına kapatılmış bir halde hapis sürme gibi yaptırımları bulunmaktadır’’ diye de tehdit eder.

‘’Çünkü ırkçılar başka dilden anlamaz.’’

 

Bu önerilerden söz konusu olan ve rehberin belirttiği gibi yukarıda da yapılan hata, robotun cihazları kullanıldığı, robot başrol olduğu, robot daha önemli bir konumda olduğu halde robotun adının bir insanın adından sonra yazılması.

O yüzden yukarıdaki tümceyi yeniden ve şu şekilde kuruyoruz. Dikkatsizlikten kaynaklı ırkçılığımız için özür dileriz.

‘’Bu yüzden de Marvin ve Random olaysız bir şekilde havamobile bindiler.’’

Artık hikâyeye dönebiliriz.

Marvin önde havamobil’i sürerken Random’da onun beline sarılmış halde düşük hızda seyrediyorlardı. Bu yüzden Marvin ya da Random rüzgârdan rahatsız olmuyorlardı, özellikle de Random. Böylelikle birkaç saniye içinde eczaneye vardılar çünkü eczane epey yakınlarındaydı. Ama onlar için hazırlanan sürprizler henüz bitmemişti ve onlar bunun farkında değildi.

Marvin tıkırdaya tıkırdaya, fokurdaya fokurdaya içeri girerken arkasından da Random onu takip etti. Eczane boş bir arazinin ortalık yerinde öylece duruyordu. Dünyanın alışıldık tipik beyaz eczanesi yerine, bu eczaneler maviydi. Onun dışında kabaca dikdörtgen ve başka da hiçbir özelliği olmayan tek katlı bir yapıydı. Bu hiçbir özelliği olmayan yapının içinde bir eczaneci vardı. Bir adamla konuşuyordu. Adam Dünyadan gelmiş gibi duran, tüvit bir pantolon ve düz, beyaz renkli bir gömlek giymişti. Gömleğinin de üstünde kahverengi bir ceket vardı. Dudak üstünden aşağıya doğru uzayan bıyıklı vardı ve bu haliyle komik görünüyordu.

Eczacı ise bir kadındı ve oldukça güzeldi. Yani fazla güzeldi, kızıl saçları omuzlarına dökülüyor. Yeşil gözleri parıl parıl parıldıyordu. Üstünde klasik eczacı kıyafeti olarak mavi bir önlük vardı. Kapalı maviydi ve kadının gözlerinin rengini açıyordu. Aslında kadın böyle düşünüyordu ama diğer insanlar kapalı mavi olduğu için göz rengini açmadığını ve yarım ton daha kapalı gösterdiğini düşünüyorlardı. Kıyafetleri de önlüğüne uygun olarak kapalı maviydi, eteği kapalı maviydi ve ne uzun ne de kısaydı. Üstüne giydiği gömlek de maviydi ama önlük ve etekten yarım ton daha açık görünüyordu.

Sonuçta bu sıkıcı ve aşırı uzun betimlemelerin en önemlisine noktasına gelinecek olursa: İkiniz de düpedüz, bildiğiniz insandı.

‘’Bakın’’ dedi sabırla eczacı, tezgâha eğilip, ellerini dua eder gibi* birleştirerek. ‘’Size son defa söylüyorum Bay Monty, pitonunuzun gribe yakalandığını ve kullanması gereken ilacı gösteren reçeteyi evden alıp, bana getirmeniz gerekiyor. Yoksa size ilaç veremem. Reçete lazım, anlıyor musunuz?’’

Bay Monty bir süre bıyıklarıyla oynadıktan sonra kadına baktı. ‘’Bakın Bayan Eclaine, benim pitonum oldukça hasta yani o ilaca ihtiyacım var.’’ Kuyruğunu omzundan doğruca sol eline doladığı ve başı sağ elinde olan pitonunu kadına uzattı ama kadın iğrenerek ondan uzaklaştı. ‘’Antibiyotik vermiyorsunuz, niye bu kadar uğraştırıyorsunuz? Alt tarafı bir ilaç.’’

‘’Antibiyotikte bir ilaç.’’ Yüzünü Marvin ve Random’a döndü. ‘’Size nasıl yardım edebilirim?’’

‘’Biz…’’

‘’Aslında’’ dedi Bay Monty, Marvin’in sözünü keserek. ‘’Henüz benim işimi halletmediniz. Pitonum’a ilaç lazım.’’

‘’Ben de reçete lazım demiştim. Hatırlıyor musunuz? Ayrıca burada beyefendi ve hanımefendiyle ilgileniyorum. Sizinle işim bitti, piton için ilaç veremem.’’

‘’Ama ölecek.’’ Eczacı şöyle bir adama ve omzuna doladığı pitona baktı.

‘’Açıkçası pitonunuz sizden ve benden uzun yaşayacak gibi duruyor. O yüzden bırakın da işimi yapayım.’’

‘’Ama bak acıyla inliyor.’’ Eczacı birkaç saniye pitonu dinledi.

‘’Hayır, efendim. Sadece tıslıyor. Piton, yılan, kobra gibi hayvanlar genelde tıslar. İşleri bu.’’

‘’Bir de gözleri çok halsiz, bakın. Siz de robot bey.’’

Eczacı birkaç saniye de pitonun gözlerine bakmaya harcarken, Marvin de ilgisiz ilgisiz pitonu süzdü. Random sıkılmakla meşguldü ve sıkılmak gerçekten zaman alan bir uğraştı. Eczacı pitonun gözlerine bakışı bittikten sonra arkasına döndü ve orada mavi-siyah, dikdörtgen bir kutu çıkardı.

‘’İşte alın. Vanilya aromalı prezervatif, ona iyi gelecektir. Sadece başını bununla kapatın, vanilya aroması gözlerini açar ve onu iyileştirir. Borcunuz 21 lira, efendim.’’

Adam zafer kazanmış bir Cengiz Han edasıyla parayı uzatırken söylendi.

‘’Bu ülkede şikâyetinizi dinlettirmek ya da reçetesiz ilaç almak için bir yerlerinizi yırtmanız gerekiyor.’’

30 lira para üstünü de aldıktan sonra pitonuyla birlikte oradan çıktı.

‘’Bugünler de işler çok zor değil mi? Her gün bunlarla uğraşıyorum.’’

‘’Bana mı soruyorsun?’’ dedi Marvin, huşu içinde. ‘’Galaksilerdeki her yıldızın atomlarının vektörel hesaplarını yapacak bir beyne sahibim. Ama sonuç ne? Beni ölmeye yüz tutmuş bir adamın ilaçlarını almaya yolluyorlar. Yapmam gereken tek şey para hesabı. Kendimi dram filminde oynamak zorunda bırakılmış Graham Chapman gibi hissediyorum. Tam bir potansiyel israfı.’’

Eczacı derin bir nefes alarak, birkaç saniye bekledikten sonra gülümsedi.

‘’Küçük hanımla berabersiniz sanırım?’’

‘’Evet.’’

‘’Harika, yani kurtuluş yok.’’ Bunu Marvin’in duymaması için mırıldanarak söylüyordu ama Marvin elbette ki duyuyordu.

‘’Evet, maalesef. Hayattan istifa edilmiyor. İlaçlar bunlar.’’ Reçeteyi uzattı. Eczacı kadın 1 dakika boyu elindeki reçeteye baktı. Arkasına dönerek tek kelime etmeden ilaçları raflarından indirmeye başladı. Random bu sırada hala sessizce sıkılmaya devam ediyordu. Sıkılmak Otostopçunun Galaksi Rehberinde yer alır.

Otostopçunun Galaksi Rehberi Numara: 12, Madde Numarası: 64210118

Sıkılmak, aslında telepatik bir enerjidir ve Oylum (Türkçedeki kadın adı olan Oylumla alakası yoktur, tamamıyla tesadüf eseri bu ad’da bir gezegen vardır. Tesadüfler evrende bol bol bulunur) gezegeninde ‘’sıkılganlık yakalayacılar’’ adında bir tim bile vardır. Bu tim evrenin dört bir yanını dolaşarak feci derecede sıkılanlar, sıkılmaktan dahi sıkılacak kadar çok sıkılmış olanları bularak onlardan enerji sağlarlar. Oylum bu şekilde döner.

Sıkılma teknolojisi tam olarak şu şekilde işler: Öncelikle elinizde sıkılan biri olmalıdır. Sıkılganlık Algılayıcıları, Oylum’un bilim insanları tarafından bu amaçla geliştirilmiştir. Evrende bulunan her canlı her duyguyu, zayıf ya da güçlü şekillerde, telepatik olarak doğaya salarlar. Bunların arasında sıkılma duygusu ve sıkılganlık telepatik olarak salınıldığında yakalanarak, enerjiye dönüştürülür. Sıkılma Santralleri de bunun için vardır. Yani toplanacak olursa Sıkılma yakalayıcıları ellerinde dedektör benzeri sıkılganlık algılayıcıları adlı aletlerle evrende dolaşıp sıkılan birini ararlar. Telepatik olarak çalışan bu algılayıcılar da sıkılma duygusu keşfedilince öter ve yakalayıcılar o kişiyi alarak Oylum’un yolunu tutarlar. Onu orada bol bol sıkarak bu enerjinin daha çok açığa çıkmasını ve santrallerin dolmasını beklerler. Galaksilerarası Mahkeme de bu durum çoğu zaman canlı haklarına ters sayıldığından yasaklanmıştır. Çünkü birinin canını zorla sıkmak suçtur. Onun yerine yakalayıcılar zaten hazır da sıkılan kimseler bulup, onlara aptalca sit-com’lar izlemeyi, gramer kitapları okumayı, ansiklopedi taramayı teklif etmektedirler. Bu şekilde yasak delinmiş olmaz ve ceza almazlar. Sıkılgan kişi de bu teklifi kendi iradesiyle kabul ederek Oylum’a gidip sıkılır. Yetersiz de olsa sıkılma enerjisi sağlamak bir meslek haline de gelmiştir. Oylum’da yaşayan çoğu Oyuk(onlara verilen ad budur. Yani canlıların adı, çukurların değil) ‘’sıkılganlık’’ yaparak geçimini sağlar.

İşte tam bu sırada Marvin ve Random’dan çok çok uzakta, Rrien’in yörüngesinde iğrenç denecek kadar tiksinç, havaalanları kadar çirkin, bir gri renginde uzay gemisi bulunuyordu. Bu gemi Oylum’un Sıkılganlık Yakalayıcıları timine aitti. Timin resmi rengi griydi. Üniformaları da öyle. Random öyle sıkılıyordu ki yakalayıcıların radarları etkinleşerek ‘’sıkıntıyı’’ algılayarak, kızın yerini tespit ettiler. Sadece bununla da kalmamışlardı, kızın yanında iki sıkılgan kişi daha vardı. Hele bir tanesi, robot olan, feci derecede sıkılıyor, neredeyse sıkılmaktan dahi sıkılıyordu. Müthiş bir enerjiydi. Kızı gemiye çekmek için komutanlarından izin almalıydılar.

Bu iğrenç geminin sadece dışı değil içi de iğrençti. İç tasarımı da gri olunca başları ve kolları açıkta olmasa üniforma rengi yüzünden gemi mürettebatı görünmez olabilirdi. Gemi mürettebatı garip bir şekilde bebekti. Bazılarında bez vardı, bazılarında yoktu. Ama büyük kafalı ve ellerinde çıngıraklarla etrafta dolaşan bebekler vardı. Bazıları erkek, bazıları dişiydi. Bu da saçlarının uzunluğundan anlaşılıyordu, onun dışında hepsi birbirine benziyordu. Çıngırağını sallayarak kız subay kaptan’ın odasına giriş izni istedi. Kaptan da üç uzun şekilde çıngırağını sallayarak izin verdi. Kız subay önüne gelerek, başını eğdi ve durumu anlatmaya başladı. Tabii yine çıngırağını çıngırtadarak.

‘’Efendim, üzerinden geçmekte olmadığımız gezegende büyük bir potansiyel algıladık. İki dişi ve bir de robot. Robot feci derecede sıkılıyor ve hatta neredeyse sıkılmaktan bile sıkılacak kadar çok sıkılıyor. Gemiye almak ve ikna prosedürünü başlatmak için izin istiyorum.’’

Kaptan, arkasını bile dönmeden çıngırağını çıngırdattı.

‘’Yapın, izin verilmiştir.’’

Kız bebek, Kaptan’ın sırtına selam vererek odadan çıktı ve ışınlama odasına girdi. Daha önceden tespit edilen koordinatları girdi. Kaptandan izin almak bir prosedürdü ve kaptan da bunu biliyordu. Zaten görevleri buydu ve gördükleri her kaynağı almak zorundaydılar. Doğrudan koordinatlara onay vererek ışınlanmayı gerçekleştirdi.

O sırada Marvin ve Random ilaçları vermek üzere arkasını dönmüş olan eczacı kadını bekliyorlardı. Kadın yavaş yavaş ilaçların adlarına bakarak raflara uzanıyordu. Tam da 4.raftaki ilaca uzanmak için sandalyesinin üstüne çıkacakken ışınlandılar ve kadın tek ayağı havada uzay gemisine geldi. Bir bebek ellerinde çıngıraklarını sallayarak onlara bakıyordu. Gri, temiz ve çelik bir kutuyu Random ve eczacı kadına doğru uzattı. Baktıklarında içlerinde iki tane babil balığı olduğunu gördüler. Random daha önce kullanmamıştı, yaşadığın yerin dilini biliyordu ama babasınınkini görmüştü. O yüzden Babil balığını tanıyarak aldı ve kulağına soktu. Eczacı kadın da yadırgamadan kulağına soktu. Marvin ise zaten evrenin her dilini biliyordu. Ve üçü de feci derecede sıkılıyorlardı.

Tam olarak bilinmeyen bir yerde, uzay boşluğunda, salınan Sonsuz İhtimalsizlik Gemisinde de Zaphod feci derecede sıkılıyordu. Ford da sıkılıyordu. Sıkılganlık Yakalayıcıları biliyor olsaydı, onları da alırlardı. Trillian ise yeni bir duş almıştı ve giydiği beyaz t-shirt’ü, mavi eşofman altını giymişti. Şık durmadığını kendisi de biliyordu ama zaten bunu umursamıyordu, sadece rahatını umursuyordu. Zaphod ve Ford ise simsiyah giyinmişlerdi. Zaphod’a göre bu bile azdı, Marvin ile yaşadığı düşünülünce. Ford ise dolapta bunları bulduğu için giymişti ve giymeye devam ediyordu.

‘’Marvin nerede kaldı? Alt tarafı bir ‘’merhaba’’ diyip gelecekti.’’ Ford ve Zaphod satranç tahtasından kafalarını kaldırıp ona baktılar. Gördüğü güzellik karşısında Zaphod’un sağ kafası ıslık çaldı. O zaman sol kafası, sağ kafasına şiddetli bir şekilde attı. Ford ona aldırmadan yanıtladı.

‘’Sorma Trillian, şu an ne yapıyor bilmiyoruz ama en son ilaç almaya gittiğini rapor etti.’’

‘’Boş verin, şanslıysak dikenlerle dolu bir çukura düşer ve biz de kurtuluruz.’’ Sağ kafası Trillian’a bakarken, sol kafası ise satranç tahtasına eğilmiş düşünüyordu. Uzun bir düşünme safhasından sonra sol kolunu kaldırıp piyonunu 2 kare ileriye ilerletti. Ford, göz ucuyla oyuna baktı. Trillian da yanı başlarına gelip onları izlemeye başladı, Sağ Zaphod kafası da onu izliyordu.

‘’Sabahtan beri sadece tek bir piyonu ilerletmek için mi düşünüyorsun? Üstelik bu ilk hamleymiş.’’ Dedi Trillian şaşkınlık içinde.

‘’Boşversene’’ dedi Ford, müthiş bir sıkılganlıkla. ‘’Ben boşverdim bile, 1 saattir piyonu ilerletmesi için bekliyorum ve 45 dakika piyonu 1 ya da 2 kare ilerleterek başlamasını ona ben söyledim. Oyunu bilmiyorsun değil mi Zaphy?’’

‘’Beni suçlama’’ dedi Sol Zaphod kafası. ‘’Sadece… biraz… düşünerek… hamle yapmak… istedim’’dedi sık sık duraklayarak.

‘’1 saattir bekliyorum ve sıkılıyorum.’’

Ve o anda görünmez ama oldukça kuvvetli bir sıkıntı dalgası yaratarak gemiyi aşmasına ve karanlık, bilinmez dış uzayda yayılarak Oylumluları bulmasına neden oldu. Tabii ki Ford bunu yaptığını bilmiyordu, o sadece sıkılmak işiyle meşguldü. Bunu biraz da Eddie yapmıştı çünkü şu an onlardan çok uzakta olan bu Oylumluların bu sıkıntı dalgasını hissetmesi çok çok küçük bir ihtimaldi. Ne yazık ki İhtimalsizlik Motoru böyle işler için yaratılmıştı.

Kız bebek tekrar güverteye geldi. Marvin ve Random’un yanında iki tane koruma, tabii ki onlar da bebekti, bırakmıştı. Çıngırağını tekrar sallayarak durumu kaptana izah etti.

‘’Kaptan, çok uzak bir bölgeden sinyal alıyoruz. Oldukça güçlü, onu da yakalamak istiyorum.’’

‘’Nedir bu? Bugün Evrensel Sıkılma Günü mü? Ya da birileri Sıkılma Partisi falan mı veriyor? İzin verildi ve hatta bugün içinde yakalayacağın her sıkıntılı için izin veriyorum. Bir daha beni rahatsız etme, burada korku romanı okumaya çalışıyorum.’’

Kız bebek çıngırağını çıngırdatarak odadan çıktı. Kaptan okumasına devam ederken bir yandan da sesli sesli söylüyordu.

‘’ ‘Burada hepimiz yüzüyoruz, Georgie. Sen de gel, balonlar da var.’ Çok da korkunç değil, Traal’ın Kurt Gibi Açıkmış Canavarının konuşması daha korkunç olabilirdi, palyaçolardan kim korkar ki? Bu adam çok da ‘kral’ değilmiş.’’

O böyle söylenirken kız bebek tekrar ışınlanma odasına girdi ve yeni koordinatları girerek tekrar düğmeye bastı. Zaphod tam da atını hareket ettirmeye karar verdiği sırada ışınlandı. Trillian ve Ford’da onu izliyordu. Hepsi gelince oda epey kalabalıklaştığından korumaları kapının önüne yolladı. Kız bebek, onlara babil balığını uzatınca üçü de hayır anlamında başlarını salladılar.

‘’Sağ olun, biz de var’’ dedi Trillian. Sonra Marvin ve Random’u gördü. ‘’Selam Marvin ve Random. Nasılsınız? Arthur iyi mi? Seni de özlemişim, Random’’ Yanına giderek sarılsa da Random pek bir tepki vermeden bu işin bitmesini bekledi. Kız bebek çıngırağını sallamaya başladı.

‘’Dikkatinizi çekebilir miyim?’’ Biraz bekleyerek, tam olarak bunu yapabildiğinden emin oldu. ‘’Teşekkür ederim. Sıkılganlık Algılayıcılarımız sizlerin feci derecede sıkıldığınızı ve hatta neredeyse sıkılmaktan bile sıkıldığınızı tespit etti. Bu yüzden sizi buraya çağırdık. Sizlere Oylum hükümeti ve Sıkılma Bakanlığı adına sıkılganlık teklifi öneriyorum. Merak etmeyin, tatiliniz ve yemek saatleriniz Oylum takvim ve saat sistemine göre ayarlanacaktır. Bunun için metobolizmanız düzelsin diye ufak bir hap bile vereceğiz. Sorusu olan?’’

Odayı bir süre için sessizlik doldurdu. Sadece dışarıdaki muhafızların sesi duyuluyordu, onlar da dünkü maçı tartışıyorlardı. Herkes kız bebeğe bakarak öylece bekliyordu. En sonunda Trillian konuştu.

‘’Bu bebek konuşabiliyor mu?’’

‘’Evet’’ dedi Ford, şaşırmamış bir huşu içinde.

‘’Bu kısmı geçebilir miyiz? Evet, evrendeki çoğu ırk bizi insan denen ırkın yavrularına benzetiyor ama buradaki temel sorun şu ki biz onlardan önce var olduk. Yani bir şekilde insan ırkının temellerine yardım etmiş olabiliriz ya da dna’mız karışmış olabilir. Evrende herkesin başına gelebilir, şaşırmaya gerek yok. Şimdi lütfen, şaşırmayı bırakın ve teklifi düşünün’’ diyerek odayı terk etti ama kapının önünde iki muhafızı da bıraktı. Odasına geri dönüp son çıkan korku romanlarından birini okuması gerekiyordu. Oylumlular, korku romanlarına düşkündür.

‘’Sıkılganlık nedir?’’ diye sordu Random, kurduğu cümleye inanmadan.

‘’Bir tür meslek, evrendeki her canlının duyguları bir şekilde enerji olarak etrafa yayılır. Evrende hiçbir şey asla kaybolmaz. Ya kanepenin altındadır, ya da senin göremediğin başka bir yerdedir. Dikkatli bakman gerekir. İşte Oylumlular da bunu yapıyorlar yani canlılara dikkatli bakıyorlar. Sıkılganlık algılayıcılarını kullanarak onların sıkıntı enerjisini ölçüp, gezegenlerine götürüp onlardan enerji elde ediyor ve onları sürekli besliyorlar. Bilirsin inek gibi, ta ki o kişi eğlenmeye başlayana dek böyle gidiyor. Bu yüzden Oylum’da eğlendirici hiçbir şey yoktur, her şey sıkıcıdır. Yine de arada bir hayal gücü fazla gelişmiş olanlar kendi kendilerine eğlenerek bundan kurtuluyorlar’’ dedi Ford. Onun bu kadar bilgiyi tek nefeste söylemesine şaşıran odadaki herkes ona öylece bakakalınca açıklama yapmak zorunda kaldı.

‘’Ne bakıyorsunuz? Yukarıdaki pasajta yazarın açıkladıklarının üzerine azıcık bildiklerimi ekleyince tamam oldu işte, şaşırılacak bir şey yoktu.’’

‘’Yazar mı? Hangi yazar?’’ diye sordu Random.

‘’Yazar işte, bilmiyorum. Farz et ki Tolkien.’’

‘’O kim ki?’’

‘’Arthur, sana hiç kitap okumuyor mu? Özellikle eski gezegenden kalanlar. Zaman yolculuğu sırasında oraya geri dönerek bir kütüphane çalmıştık. Eğlenceliydi.’’

‘’Kütüphane mi çaldınız?’’ dedi Trillian.

‘’Ben de onlarlaydım. Ama eminim kimse umursamaz’’ dedi Marvin, tıngırdayarak.

‘’Evet, kitaplar çok pahalıydı ve uzun süre orada kalmamız gerekiyordu. Biz de kısa kestik’’

‘’Arthur, Random’a çok iyi örnek oluyor’’ dedi Trillian, kaşlarını çatarak.

‘’Sen onu bile olmuyorsun. Yanımda bile değilsin ki’’ diye bağırdı Random.

Zaphod, kapıya kadar giderek sol kafasıyla bağırmaya başladı.

‘’Hey, gardiyanlar! Rahatsız ediyorum ama gerçekten size zahmet olmazsa buraya 6 bardak çay yollayabilir misiniz? 2 paket de kurabiye lütfen, çünkü arkadaşlarla biz buradan nasıl kurtulacağımızı konuşmak yerine sohbet etmeye karar verdik. İstiyorsan bir parça pankek alın ve siz de sohbetimize katılın.’’

Arkasını dönerek, odadakilere baktı. Hepsi şaşırmış bir halde ona bakıyorlardı.

‘’Sen Marvin’e de mi çay söyledin?’’ dedi Ford, şaşkınlığı üzerinden atar atmaz. Trillian sol koluyla onu dürtünce sustu.  Zaphod kollarını iki yana açtı, iki kafası da oldukça şaşkındı.

‘’Şükürler olsun! Kendinize gelebildiniz. Trillian, güzelim, sen de bir şeyler var mı? Buradan nasıl kurtulabiliriz?’’

‘’Onlara hayır diyerek’’ dedi Trillian umursamazca.

‘’O kadar kolay değil’’ dedi Ford, elinde rehbere bakıyordu. ‘’Bakı ne diyor: ‘Onlar sizi sıkkınlığın pençesine atmak için gramer kitaplarını, ansiklopedilerini önünüze koyarlarken sizler de sıkılmaktan korunmak için hayal gücünüzü kullanabilirsiniz. Eğer sizin yeterince eğlendiğinizi düşünür ve evrenden, hayattan keyif aldığınızı anlarlarsa o zaman kurtulma şansınız olur.’ ‘’

‘’Hayattan keyif almak mı?’’ dedi Marvin. Ama Random ona dokunup susmasını işaret edince devamını getirmedi.

‘’Sağ ol’’ dedi Random’a Zaphod. ‘’Yani müthiş derecede eğlenmemiz ve neredeyse hayattan keyif alıyor görünmemiz lazım. Tamam, bana bırakın güzellerim. Sen yeniyetme, kapat o robotu!’’

Random onun bakmasına gerek kalmadan kendi kendini kapattı.

Bu kararın alınmasından yaklaşık olarak yarım saat sonra kitabının başından kalkan ve misafirlerine sunduğu sürenin dolduğunu fark eden kız bebek, odasından çıkarak ışınlanma bölümüne geldi. Kapıda duran iki erkek bebek muhafıza çıngırağını sallayarak, kapıyı açıp içeri girdi. Kapıdan içeri girince şok olarak elindeki çıngırağı yere düşürdü. Kapının ağzında onun bu şaşkınlığını gören muhafızlar da içeriye baktıklarında şaşırdılar. Ancak onlar çıngıraklarını düşürmek yerine öylece baktılar.

İçeride yerlere minder atılmış ve Zaphod,Ford, kapanmış Marvin, Random ve Trillian oturmuşlardı. Karşılarında ise hilal bıyıklı, 30’larında, üstünde ilkel dönemlerin kabilelerine özgü, boynu ve kenarları kürkle kaplı tuhaf bir kıyafet giymiş bir adam gitar çalıyordu. Tuhaf bir şarkı söylüyordu ve sözleri de neredeyse anlamsızdı ama içeridekiler epey eğleniyorlardı. Kapanmış Marvin hariç, o da kapanmamış olsaydı da eğlenemezdi.

‘’Kımız içmek, at’ta,

Otağımız da oturmakta,

Hakkımızdır geyik vurmakta,

Sonuna kadar bağlıyız Gök Tanrı’ya,

 

İşte böyle, bizim adımız Oğuz!

Bizim adımız Oğuz!

Bizim adımız bu!

Oğuz!’’

Şarkı tam olarak buydu ve kız bebek anlatılmak isteneni anlamıyordu. Zaphod birden ıslık çalmaya başladı, iki kafasıyla da. Ve bu sırada iyiden iyiye kendinden geçmiş olan adam da elindeki gitarı alarak odanın duvarlarına çalmaya başladı. O kadar sert vuruyordu ki 3.vuruştan sonra gitardan geriye sadece sapı kalmıştı. Sapını da elinde tutarak havaya kaldırdı ve kaldırıp yere fırlattı.

‘’Oğuz!’’ diye bağırdı adam var kuvvetiyle.

‘’Fazla abarttı!’’ diye bağırdı Ford, Trillian’a. Müziğin gürültüsünden dolayı sesini duyurmak için bağırması gerekiyordu.

‘’Boş ver, biz sadece eğlenelim ki buradan kurtulalım. Zaphod’un planına uy.’’

‘’Sorun da orada ya.’’

‘’Nasıl?’’

‘’Yok bir şey, Zaphod’un planına uy.’’ Trillian da eliyle ‘’tamam’’ işareti yaparak onu onayladı.  Zaphod ise bu sırada ayağa kalkarak ayağa kalkmıştı ve sol kafasıyla kız bebeğe de selam vermeyi ve sırıtmayı unutmadı. Adamın yanında giderek elini sıktı.

‘’Sağ ol Mete Han, sayende çok eğlendik. Gitarın için üzgünüm, ben öderim.’’ İçindense haykırıyordu. ‘’Hayatımda gördüğüm rezil müzikti.’’ Ama dışından çıkan ses şu oldu. ‘’Çok güzel bir şarkıydı, tekrar söyler misin? Biliyorum, yoruldun ama bizim için. Herkes istiyor. Değil mi mllet?’’

Kız bebek çıngırağını sallayarak onların dikkatini çektiğine emin olunca konuşmak istedi ama Zaphod lafı ağzına tıkadı.

‘’Gördün mü? Senin için delirdiler dostum.’’

‘’Hayır, müziğinizi dinlemek istemiyorum’’ diye itiraz etti kız bebek. ‘’Bu adam da kim?’’

‘’Mete han’’ dedi Zaphod. İlerleyen tümcelerde belirtilmese de kız bebekle konuşan Zaphod olacaktır.

‘’O da kim?’’

‘’Bir imparator! Bilirsin işte, askeri sistemi falan icat etmiş.’’

‘’Pekâlâ, onu buraya nasıl getirdiniz?’’

‘’Eddie sağ olsun, sadece Marvin’i kullanarak onunla konuştuk.’’ Eliyle kapanmış haldeki Marvin’i gösterdi. ‘’Aslında süper olay.’’

‘’Sizler eğleniyor musunuz?’’

Hepsi bir ağızdan haykırdılar. Kapanmış Marvin hariç. ‘’Evet!’’ Kız bebek, bunun üzerine çıngırağında yer alan küçürek sıkılganlık algılayıcıya baktı. Gerçekten de hiç sıkıntı yoktu ve bu kız bebeğin canını fena derece de sıkmıştı. Neredeyse sıkılmaktan sıkılacak kadar sıkmıştı.

‘’Adams aşkına! Gidebilirsiniz. Sizler eğlenirken sizleri alamam. Galaksinin bu tarafında olmaz. Geminizin koordinatlarını verin, lütfen.”

Zaphod, daha önceden hazırladığı kâğıdı kız bebeğe uzattı. Kız, kağıdı alarak koordinatları alete girdi ve eliyle kabinlere geçmelerini işaret etti.

“Tek tek, geldiğiniz gibi. Üçer üçer.”

Bunun üzerine ilk olarak kapanmış Marvin, eczacı kadın ve Random kabinlere girdiler. Tam burada eczacı kadının neden konuşmadığı belirtilmelidir. Bunun başlıca iki nedeni vardır: Birincisi, öykü içinde söyleyebileceği fazla replik bulunmamaktadır. Diğeri yani ikincisi ise olanlar yüzünden şoka girmesidir. Çünkü o Rrien’de yaşayan sıradan insanlardandır. Bu yüzden bu yaşananlar özellikle de gitar parçalayan bir Mete Han ona fazla gelmiştir. Şimdi hikayenin gidişatına dönelim.

Sonrasında Zaphod, Trillian ve Ford’da kabine girdiler. Mete Han’da arkalarından davrandıysa da Zaphod onu engelledi. Kız bebeğe adamı işaret etti.

“Onu da sonra yollayın, lütfen.”

Kız bebek tamam anlamında başını salladı ve hepsini yolladı. Mete Han’ı da zorla, itiş kakış kabine soktu ve hemen panele koşup, düğmeye bastı. O da gidince derin bir soluk alarak, yarım bıraktığı korku romanını okumak için odasına geri döndü. Mete Han, gemiye ışınlanınca etrafta tek olduğunu fark etti. Güverte bomboştu. Eddie dile gelerek şakıdı.

“Selam genç, nasılsın?”

“Göklerden sesler duyuyorum ya da bu taşlar konuşuyor! Aslında iyi sayılırım ama işte bu garip yerlerde ben de yalnızım! Efendim, beni kendi evime gönderebilir misiniz? Sorum için affedin, Tanrının dileğiyle her şey olur.”

“Ne Tanrısı?” Eddie’nin düşünme devreleri karışmıştı. “Ama sana geldiğin yere nasıl gideceğini söyleyebilirim. Şimdi önündeki koridoru görüyorsun, oradan dümdüz git. Yeşil kapıyı gördüğünde içeri gir. Odanın içindeki alan ayarlı, seni zamanına ışınlar.”

Mete Han ellerini geminin tavanına doğru açarak şükretti. “Şükürler olsun sana, kutsal talimatlarınızı derhal uyguluyorum.” Geminin söylediği gibi koridor boyunca dümdüz yürüyerek gitti. Eddie, bu sırada hoşnutça mırıldandı.

“Sonunda birileri bana hak ettiğim saygıyı gösterdi.”

Bu sırada geminin durduğu yerin kilometrelerce altında Arthur hasta yatağında yatıyordu ve Fenchurch’de onun başındaydı. Eczacı kadını şoktan çıkarıp,ilaçları alan ve parasını da ödeyen Marvin, Random, Zaphod,Trillian ve Ford eve doğru yola çıktılar. Marvin’in aracı bıraktıkları yerdeydi. Hemen hepsini de alabiliyordu. Bu yüzden yer sorunu yoktu. Trillian bu tip araçlara “İngiliz teknolojisi, içi dışından büyük” diyordu ve diğerleri de  delirmiş gibi bakıyorlardı. Çünkü anlamıyorlardı. Araç, Arthur’un evinde durunca hepsi indiler, Random önde yürümeye başladılar.

“Maymunadamı tekrar görmek güzel olacak. Hepimiz İhtimalsizlik Motoru’nun çok çok ufak ihtimalsizlikleri sayesinde 100 yıldır hala yaşıyoruz. Ve bazılarımız da hala genç, bazılarımız yaşlandı. Yine de yaşıyoruz.”

Bu sırada Arthur’un evine geldiler. Random önden, diğerleri de arkadan eve girdiler. Marvin, ilaç kutusunu Fenchurch’e vererek duvar köşesine çöktü. Arthur gözlerini aralayarak onlara baktı.

“Nerede kaldınız?”

“İnan bana, oldukça sıkıcı bir olay. Daha sonra anlatırım.”

Marvin, çöktüğü duvar köşesinden başını kaldırdı.

“Vurucu söz geldiğine göre öykü bitebilir.”

 *: Burada bahsedilen dua etme şekli yazarın, kitabın ve karakterlerin büyük bir çoğunluğunun yer aldığı ülke ve kültürleri göz önüne alınarak Hristiyan usulü bir dua etme şekli olarak betimlenilmiştir.

Emrecan Doğan

13 Ağustos 1996’da İstanbul’da doğdum. Halen Medeniyet Üniversitesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı okuyorum. Daha önce Kayıp Rıhtım forumunda ve Aylık Öykü Seçkisi içerisinde yer aldım. Gölge E-Dergi, Bilimkurgu Kulübü, Genç Yazı ve Pejmürde Dergisi bünyesinde gerçekleştirilen Ortak Hikâye projesi gibi elektronik platformlarda ve basılı olarak da Adı Yok dergisinin 75. sayısında yazılarım yayımlandı. Yaklaşık olarak 12 yaşımdan beri yazıyorum.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *