Not: Hikâyeyi bu linkteki müzik ile okumanızı tavsiye ederim.
“Davula inecek son vuruş beni ölüme gönderecek. Ruhlarımın evinde yanan son ateş bir daha yanmamak üzere sönecek. Üstelik bu mutlak yok oluş, çok daha güçlü başka bir ateşi söndürmek için feda edilen ruhların akıbetinden farklı olmayacak. Aydınlığın ateşi karanlığınkine karşı iken, bu savaşı en parlak olanın değil en içten yananın kazanacağını bilecek kadar bu yanardağın eteklerinde diğer kardeşlerimle birlikte savaşıyorum. Üzgün değilim, düzene isyan etmiyorum. Sadece Ruhlarımın evini yakarak güçlendirdiğim son ve en güçlü darbeyi davula indirmek için hissettiğim sabırzılıkla yanıyorum.”
* * *
“Ne zamandır biliyordun?” diye sordu Yaşlı Adam.
Genç Kadın, ocağın önüne kurulmuş masada Yaşlı Adam ile birlikte otururken, ellerinin arkasına sakladığı gözlerinden süzülen gözyaşları narin parmakları arasından sızıyordu.
“Doğumundan sonraki üç – dört ay fark edemedim. Çünkü ona ne zaman seslensem gülümsüyordu. Sesimi tanıyor ve sanki kalbimin atışını duyabiliyormuş gibi nerede olduğumu her defasında biliyordu. Yemek yedirmek ya da onu eğlendirmek için oyuncaklarıyla oynadığımız zaman renkli olanlar yerine ses çıkaran zilli ya da çıngıraklı olanları sevdiğini fark ettiğimde bunu yadırgamadım. Bebeklerin neyi neden ilgi çekici bulduğunu sadece Ülgen Han bilirdi.”
Yaşlı adam ocağın önünde oturmakta olan dört yaşındaki oğlan çocuğuna baktı. Elleri arasında tuttuğu gürgen parçasını keskin bir bıçak yardımı ile katman katman soyuyordu. Yaşından beklenmeyecek bir el becerisi vardı ve sanki elinde tuttuğu ağaç parçası ona ne yapmasını söylüyor gibiydi.
“Kızım” dedi Yaşlı Adam, “Beni buraya çağırmak için biraz geç kalmadın mı?”
Genç Kadın, ellerini çekti ve sakladığı yüzünü ortaya çıkardı. Gözleri ağlamaktan kan çanağına dönmüştü. Eğer bir zamanlar hayata dair neşe ve coşku taşıyorsa bile artık yerini hüzün ve çaresizlik almıştı. Yaşlı Adam, düzenin ücra köşelerine giden bir şifacıydı ve tedavi edemeyeceği hastalık neredeyse yoktu. Hayatta bir başına kalmış bu annenin ondan ne istediğini çok iyi biliyordu.
“Başımıza gelen felaketten önce, kocamla…” Genç Kadın sözüne devam edebilmek için bir kaç kez hıçkırdı, ağladı ve derin derin nefes almak zorunda kaldı, “…kocamla bir şekilde yaşayabiliyorduk. Gözümüz sürekli üzerindeydi. Kendisine ya da çevresine zarar vermemesi için elimizden geleni yapıyorduk. Öyle zeki ve sürprizlerle dolu bir çocuktu ki o geceye kadar her şeye rağmen mutlu ve huzurluyduk. Oysa, artık kocamın bedeni evimizin önündeki mezarlıkta yatıyor. Ruhları evlerini terk etmiş. Bedeni soğuk ve cansız. Ancak ben ne istemem gerektiğini biliyorum. Kocam öldü ama ben oğlumu kendime saklamak istiyorum.”
Yaşlı Adam onları dinlediğine emin olduğu çocuğa baktı. Elindeki bıçak gürgen parçası üzerinde gidip gelirken sırtı onlara yüzü ise ocaktaki ateşe dönüktü. “Özellikle 6 aydan sonra daha da tehlikeli olduğunu söylerler. Onlarca yıldır düzende dolaşırım ancak bilginlerin gözetimi olmadan dört yaşına ulaşanına hiç rastlamadım. Kocanın ölmüş olmasına rağmen sen de hâlâ yaşıyorsun.”
Genç Kadın, Şifacının sözünü kesti “Hayır anlamıyorsunuz. Kocamın ölmesinin sebebi Baykuş değil.” dedi oğlunu göstererek. “Ona bu adı verdik çünkü uyumak için gözlerini kapatması gerektiğini bilmiyor. Beni kurtaran ve kocamı öldüren de bu yeteneği oldu. Gece evimize zorla girildiğinde, Baykuş’un gürgenini oymak için yatağından çıkıp bütün gece çalıştığını ve ocağın önünde uyuyakaldığını bilmiyorduk. Dağdan inen eşkiyalar Baykuş’un gözlerinin açık olduğunu görünce yardım çağıracağını düşünmüş olmalılar. Bu yüzden onu alıp dolaba yani tencerlerimin olduğu yere, yanından ayırmadığı bir gürgen parçası ile kapatmışlar. Dolabın kapanırken çıkardığı sese uyanan kocam, onları merdivenden çıkarken fark etti. Kılıcına davrandığı gibi iki tanesini basamaklara devirdi. Daha ben ne olduğunu anlayamadan aşağıya inmişti bile. Kılıç sesleri mutfaktan üst kata ulaşıyordu. Tam o sırada büyük bir gürültü koptu. Kalbim duracak sandım. Nefes alamadım. Kulaklarımın içine yayılan bir ritim beni sağır etti, sanki ruhlarımın evi temellerinden çatısına kadar sallandı. Bana çarpan ses yüzünden düşüncelerimi duyamaz ve hareket edemez oldum. Çok şükür bir kez daha olmadı, ikincisine katlanamaz ben de kocam gibi ölmüş olurdum. Çok sonra bile alt kata nasıl indim, mutfağımızda yatan kocamın cansız bedenini nasıl tanıdım ve evimizin içine yayılmış onca eşkiyanın öldüğünü nasıl kavradım bilmiyorum. Sanırım beni kendime getiren, dolapta kilitli olduğu yerden oğlumun bana seslenmesiydi. Doğruca dolaba gidip kapağı açtım. Elindeki gürgen parçasını bir tokmak gibi kullanıp tenceremi ise kendisine davul yaptığını gördüm. O da çıkardığı sesin yarattığı güçten korkmuş ama benim gibi elden ayaktan düşmemişti.”
Yaşlı Adam kafasını sallamakla yetindi. “Evladım.” dedi sakin bir sesle “Oğlunun gözlerinin görmediğini fark ettiğin gün onu Ateş Dağı’na göndermen gerekiyordu.”
Genç Kadın hissettiği acıyla sordu “Başka bir yolu yok mu?”
Yaşlı Adam yanıtladı “Hiçbir zaman olmamıştı.”
* * *
“Nereye gidiyorsun?” diye sordu Sol Balkon komutanı Kar. Sesinde bariz bir kızgınlık vardı. “Henüz On Bin Duman Vadisindeki vardiyan bitmedi. Eğer seni geçer seferki gibi İşaret Kuleleri Merkez Komutanlığını gözetlerken bulursam, değil işaretçilerden biri olmayı davul çalmayı bile rüyanda görürsün.”
Baykuş, Kar’ın söylediklerini yapmayacağını bilecek kadar uzun zamandır onu tanıyordu. Her ikisi de ailelerinden zorla alınıp yapmak için doğdukları şeyi yapmak üzere Ateş Dağı’nın eteklerine aynı gün varmış, tüm korkularına rağmen el ele tutuşarak ses duvarını birlikte geçmişlerdi. Aileleri ile görüşmeleri yasaktı. Ses duvarının içinde serbestçe yaşayabiliyor olmalarına rağmen içlerinde barındırdıkları güç yüzünden duvarın diğer yanına geçmelerine kesinlikle izin verilmiyordu. Aslında hiçbiri öte tarafı merak etmiyordu. Çünkü onlar için duvarın öte yanı karanlıktı, ne anne-babalarının yüzünü ne de onları geçmişe bağlayan herhangi bir şeyi hatırlıyorlardı. Duvardan önceki yaşamları kapkara bir boşluktu.
Düzen’in kurallarına göre kör doğan her çocuk özeldi. Ses, ritim ve müziğe hükmedebiliyor, davula inen tek bir darbe ile onlarca insanı öldürebilecek gücü yaratabiliyorlardı. Yarattıkları ritimler sayesinde gözlerine sanki bir ışık ulaşıyor ve doğumlarından beri onları bir türlü bırakmayan karanlık dağılıveriyordu. Bu güçleri aynı zamanda ölümcüldü. Yarattıkları ritm yine kendi eserleri olan ses duvarına çarpıp geri dönerken Ateş Dağını çevreleyen birliklerin yarattığı diğer ritimlere karışıyordu. Böylece hem duvarın etrafını saran ordugahta yerleşik Aydınlığın Askerlerini kırımdan geçirmiyor hem de yanardağını çevreleyen bunca askerin sahip olduğu tek amaca hizmet ediyordu.
“Sevgili dostum Kar, beni biraz idare edebilirsen On Bin Duman Vadisinden Lav Gözeleri Tepesine oradan da İleri Kuzey Karakoluna kadar on binlerce davulu yöneten Merkez Komutanlığı Üstadını görmeye gideceğim.” dedi Baykuş.
“Görmek mi?” diye güldü Kar. Adı gibi gözleri de bembeyazdı. Neşesini hiçbir şey bozamayacağı gibi çok güçlü bir ritim yaratıcıydı. Onun yarattığı ritimler ile Ateş Dağı İyesi yanardağından çıkarmaya cesaret edemez, yüzeye ne zaman yaklaşsa binlerce davul ve Kar’ın yarattığı ritimlerin şiddeti ile Düzen’in alev çukurlarına geri dönmek zorunda kalırdı. Bu yüzden herkesin onunla bir sevgi-nefret ilişkisi vardı.
“Sen Üstadı görmek değil onu gözetlemek istiyorsun.” diye devam etti.
“Ateş Dağının İyesi bugün sakin görünüyor. Yeryüzüne çıkıp katliam yapmak dışında başka işleri olduğuna eminim.” diye cevapladı Baykuş.
“Ne gibi başka işler?” diye sordu Kar merakla
“Ateş Denizinde bir kaç kulaç atmak, lavların üzerine uzanıp bronzlaşmak ya da ne bileyim Erlik Han’la briç oynamak gibi!”. Baykuş, Kar’ı atlatamazsa Üstadı göremeyeceğini biliyordu.
“Böyle sakin zamanlarda Üstadın sohbet etmeye yatkın olduğunu biliyorsun. Bu yüzden biraz yerime baksan olmaz mı? Yakında İşaret Kuleleri için seçmeler başlayacak. Bir şekilde aradan sıyrılabileceğim bir fırsat yakalamak istiyorum. Üstada ritim duygumun gücünü gösterebilirsem beni de yanına, İşaret Kulelerine alabilir. Belki ritim, ses ve davullardan oluşan denizi bir gün dalgalandıracak orkestra şefi ben olabilirim.”
Kar büyük bir gürültüyle güldü. “İraden, azmin ve o aptal cesaretinle bir gün Üstat olabileceğini biliyorum. O gün geldiğinde yanardağı çeviren davul hattının tek komutanı olacaksın ve emrettiğin anda ritimlerimle Ülgen Han’ın ışık taşlarına oyulmuş tahtını titreteceğim. Her ritim yaratıcısı davulların gücünü gösterecek bir Üstat ister. Ancak o zaman kadar benim aklı beş karış havada davul kardeşim olarak kalacaksın.”
“Bu bir evet mi? Beni idare edecek misin?” diye sordu Baykuş emin olmak için.
“Tabi ki edeceğim ama ruhlarımın evi yanıp küle dönmeden geri geleceksin!”
Baykuş çoktan İşaret Kulelerine koşmaya başlamıştı
“O dediğin sadece bir efsane!”
* * *
Üstat “İşaret Kuleleri!” dedi ve vadinin zeminine yığılan toprakla yükseltilmiş komuta merkezlerini gösterdi. “Her biri Yanardağın etrafını çevrelen akustik kontrol merkezleridir. Yükseklikleri, yerleştirildikleri menziller ve yükseltilirken toprağa verilen eğim sayesinde; Merkez Komutanlığından İşaret Davullarıyla verdiğim emirler vadi boyunca yayılabiliyor. Üstelik, Ateş İyesini yanardağın içinde tutmak için aralıksız çaldığımız ritimlerin arasında kaybolmuyor.”
Üstadın sözleri toprağın acı içindeki titremesi yüzünden bölündü.
“Toprak, acı içinde!” dedi komutanına.
“Nasıl olmasın!” dedi Üstat, o sırada elinde gürgen bir sopa olmayan ve davul çalmayan her ritim askerinin yaptığı gibi yere uzanıp çıplak ayakları altında titremiş toprağa uzanıp şefkatle dokundu “En büyük fedakarlığı o yapıyor.”
Baykuş’da Üstadı izleyerek toprağa dokundu ve vadinin kalanı ile birlikte aynı sözü söyledi “Sönmeyen ateşi kaplayan ellerin ve içten içe yanan gövden tekrar özgür olana, ve sürekli çektiğin ızdıraba davulum ve ruhlarımın ateşiyle son verene kadar!”
“Bir gün gerçekten başarabilecek miyiz?” diye sordu Üstat.
Baykuş bu soruyu kendisine mi sordu, yoksa; eski dostu olan Toprak İyesi’nin çilesine nesillerdir şahit olduğu için sitemini mi paylaştı, emin olamadı.
Toprak tekrar acıyla titredi. Üstelik bu sefer titremekle kalmamış, sanki güçlü bir krampla iki büklüm olmuştu.
“Bu sefer ki farklıydı.” dedi Baykuş.
“Farklıydı.” diye hak verdi Üstat “Ve farklı olduğunu, çıplak ayaklarıyla toprakla bütünleşip vadi boyunca davul çalan her ritim askeri hissetti.”
“Bugünün daha sakin geçmesini bekliyordum. Anlaşılan Ateş İyesi tatilden döndü ve göğe bir kaç ateş topu fırlatmaya karar verdi.” dedi Baykuş gergin bir gülümsemeyle.
Alev toplarını en son gördüğünde muharebe neredeyse kırk gün boyunca sürmüş, öyle güçlü ritimler çalmak zorunda kalmışlardı ki ışık askerlerinden oluşan ordugah ses duvarından uzaklaşmak zorunda kalmıştı. Artık başka ateş topunun gelmeyeceği anlaşıldığında davul stokları tükenmek üzereydi. Çünkü neredeyse bütün davullar gürgen sopalarla delik deşik olmuştu.
“Saçma!” dedi Üstat kızgınlıkla “Ateş İyesi asla tatile çıkmaz, uyumaz ve sürekli yeni ittifaklar kurup plan yapar. Senin seviyendeki bir davulcunun bunları biliyor olması gerekir. Neden toprak üzerinde çıplak ayakla dolaşıyoruz sanıyorsun. Ateş iyesinin yer altındaki hareketlerini Toprak İyesinin yardımıyla takip edebilmek için!”
Baykuş utanç içinde özür dilemek istedi ama dengesini kaybedip yere düştü. Toprak sanki şiddetli bir fırtınaya tutulmuş gibi dalgalanıyor, titriyor ve ani darbelerle İşaret Kulelerini yıkıyordu. Ritim askerleri toprağa sabitlenmiş davullarını çalmaya çalışırken vadinin genelinde gittikçe bir panik havası doğuyordu.
“Deprem oluyor!” diye bağırdı Baykuş, kendi söylediğine inananmayarak. “Bu imkansız ama deprem oluyor.”
Toprak, Toprak İyesinin kontrolünde olduğundan bu bölgede deprem olmazdı.
Üstat “O zaman vakit geldi demektir!”
“Neyin vakti?” diye sordu Baykuş merakla.
“Başarıp başaramayacağımızı öğrenmenin vakti!” diye cevapladı Üstat.
Deprem ve karmaşa yüzünden vadideki davulların gücü öyle azalmıştı ki ritimlerin yarattığı ve sadece gözleri görmeyenlerin görebileceği dünya silikleşmeye başlamıştı.
Baykuş, Üstadını anlayamıyordu.
“Toprak bize son uyarısını gönderdi, evlat. Ateş İyesi sonunda yeryüzüne çıkıyor.” dedi ve emirler yağdırmaya başladı. Yıkılan işaret kulelerini hakkında rapor istiyor, dinlenmekte olan bütün güçleri görev başına çağırıyor ve davul stoklarının açılması için emirler yağdırıyordu.
Baykuş ise ayakları altında yatan toprağın artık sadece kaya ve maden parçası olduğu hissediyordu. Toprağın İyesi, Ateşin İyesine yenilmiş ve ses duvarını çevrelen savaş hattından çekilmek zorunda kalmıştı. Vadi boyunca lav gözlerinden yeninden lav akmaya, on bin duman tekrar topraktan sızmaya ve depremle oluşan derin yarıklardan yeryüzüne çıkmaya can atan Ateş İyesinin gürüldeyen ve fokurdayan sesi yankılanmaya başlamıştı.
İşaret Kuleleri Merkez Komutanlığında devrilen bütün davullar hızla eski haline getirildi. Bunun üzerine Üstat belindeki kemerde asılı olan gürgen sopalarını çıkarıp davulun başına bizzat geçti. Önce kalp ritmine benzeyen iki vuruşlu ritimle başladı. Üstadın vuruşlarını tanıyan ritim askerleri anında cevap verdiler. Vadi iki vuruşla titrerken görev başında olmayan kimse kalmamış, bütün ritim askerleri gürgen sopaları ile büyük davulları dövüyorlardı.
Baykuş, iki vuruşlu ritmin yarattığı titreşimler sayesinde dünyayı yeniden görmeye başladığında, vadinin kuzeyinin karanlığa karıştığını anladı. O tarafa ulaşan ve oradan geri gelen hiçbir ritim yoktu. Üstada döndü, “Demek bu yüzden iki vuruşla başladı.” diye düşündü. İki vuruş “Ha-Yat” kelimesinin ritim dilindeki karşılığıydı. Mesaj gayet açıktı. “Düzendeki hayatı ve kendi hayatımızı korumak için çalın!”.
“Üstadın savaşa kendi ritmiyle başladığını anladığında Kar’ın mutluluktan deliye döndüğüne eminim.” diye düşündü ve anında geri dönmeye karar verdi. Ancak Üstadın ona seslendiğini duydu.
“Baykuş, burada kal evlat! Bu savaş başka hiçbir savaşa benzemeyecek. Benim arkamdaki ilk sırada yer almanı istiyorum.”
Baykuş, “Emredersiniz!” dedi ve üst bedeni çıplak bir halde yaşlı kolları ile davuluyla “Ha-Yat” diyen Üstadın arkasına geçti. Üstadın dinleneceği zaman onun yerini alıp Vadi’yi yönetecekti. “Ya da ruhlarının evini yakıp kendini son ve en güçlü vuruş için feda ederek öldüğünde!”.
“Tabii ki bu bir efsane!” dedi yine kendine.
* * *
İleri Kuzay Karakol’un neden karanlığa gömüldüğünü anlamaları çok hızlı olmuştu. Depremden sonra yanardağın kuzey yamacı çökmüş ve Ateş İyesi ilk olarak orada yeryüzüne çıkarak Kuzey Komutanlığını canlı canlı yakmıştı. Ne yazık ki hiçbiri tek bir ritim dahi çıkarmaya fırsat bulamadan yok olmuştu. Sonra güney yamacına yönelmiş, toprakta açılan derin yarıklardan ordusunu yeryüzüne çağırarak bir lav denizi yaratmıştı. Lav Gözeleri Komutanlığı şuan turuncu denizin ilerleyişini durdurmaya çalışıyordu.
Baykuş, Üstadın temiz, net ve kesin vuruşlarını izlerken diğer yandan konsantrasyonuna, inancına ve azmine hayran olmaktan başka bir şey elinden gelmiyordu.
Üstat, “Lav denizi biraz daha ilerlerse Lav Gözeleri Komutanlığını kaybedeceğim.” diye haykırdı. “Baykuş yerine geç ve ritme devam et!”.
Baykuş ona söyleneni yaptı ve üç vuruşluk temel üzerine inşa edilmiş ileri seviye bir savunma ritmini çalmaya koyuldu. Vuruşları için notaya ihtiyacı yoktu. Davula inen her bir darbeden sonra neyin gelmesi gerektiğini bilerek doğmuştu. Vadi, içinde bulundukları ölüm kalım savaşına rağmen Üstadın yerini yeni birine emanet ettiğini anlamıştı. Aynı savunma ritmini çalıyorlardı ama Baykuş’un kendine has vuruşlarının etkisi ile savunmaları daha güçlenmişti. Bunu anlayan davullar, ritimden ani sapmalarla ona selam gönderiyorlardı. Bunların arasında tanıdık bir başka vuruş vardı.
Baykuş gülümsedi. Ona tanıdık gelen iki vuruşluk selam Kar’a aitti. Bu yeni bir ritimdi ve ona konuşmalarını hatırlatarak “Tit-Re” diyordu. Anlamı sadece Baykuş için açıktı “Sen emret Ülgen Han’ın tahtını titreteyim.”
Diğerleri için ise Ateş İyesi’ne bir gözdağı ve uyarıydı.
Üstat, Baykuş’un yanında ritim komutanları ile konuşuyordu. “Lav Gözleri Komutanlığının arka hattının açık kalması gerekli. O bölge kayalık bir alan. Bir bakın kayalıklara gizlenmiş iyelerden geride kalanlar var mı? Onların yardımı ile Komutanlığı biraz daha yükseltebilirsek ses perdesinin içindeki ekoyu arttırabilir Kuzey Komutanlığının kaybını bir nebze telafi edebiliriz.”. Nefes almadan devam etti “Geri hizmettekiler ve ritim okulundaki öğrencilerle geçici bir komutanlık kurarak onları ses duvarını desteklemeye dış hatta gönder. Ritim gücü yükseldikçe dış dünya için tehlike bir o kadar da artıyor.”
Geri dönüp Baykuş’un yanına geldi. “Senin vuruşlarında vadiye yeni bir güç geldi. Birazdan davulumu senden geri alacağım ama öncesinde söyleyeceklerimi dinlemen çok mühim. Çünkü bundan ritim okulunda bahsetmezler.” dedi ve söyleyeceklerini sadece onun duyabilmesi için kulağına fısıldadı.
“Sopa da davul da içindeki doğuştan gelen gücün bir aracı. Ateş İyesini ne senin çıkardığın güçlü ritim durduruyor ne de elimizin altında ihsanı gizli ilimlere bağlı bir davul var. Aslında her vuruşun ruhundan bir parça! Ritim ve ses ise senin bu parçanı taşıyor ve Ateş İyesi ile savaşan da işte bu! Yani aslında her vuruşunla sana ait olduğunu sandığın yaşamın bir kısmı şehit oluyor. Sen, ben hepimiz yaşayan şehitleriz.” dedi ve Baykuş’un yerine hızla geçerek savunma ritminin yönetimini devraldı.
Baykuş, Üstadın ona söyledikleri karşısında kafası karışmış bir halde kalakaldı. Ancak Üstadın söyledikleri üzerine düşünemeden toprakta ani bir sarsılma hissetti. Kayalıklarda saklı kalan bazı iyeler var güçleri ile Düzen’in köklerine uzanıp Lav Gözleri Komutanlığının yerleştiği İşaret Kulelerini yükseltiyorlardı. Sol ve Sağ Balkon Komutanlığı yerine yerleştiğinde Üstat haklı çıktı. Akustik Bilimi yanılmamış ve yaratılan eko sayesinde sanki bir tane daha komutanlık hiç yoktan yardıma gelivermişti.
Vadi boyunca bir sevinç dalgası dolaştı.
Oysa Ateş İyesi çılgına döndü. Yanardağın güneyinden yönettiği lav denizi ile ilerleyemeyeceğini anlamıştı. Ekonun nispeten daha zayıf olduğu kuzey yamacından, yeryüzündeki tüm canlılara duyduğu kin ve nefretten beslenerek göğe yükseldi, fokurdadı ve kaynadı! Yanardağın artık sadece yarısı ayakta duruyordu. Devasa dağ, en az kendisinin büyüklüğü kadar karanlık bir yaratık doğurmuştu.
Vadideki davullar korku içinde ritimlerini kaybettiler. Bu fırsatı değerlendiren Ateş İyesi, yanardağı un ufak edip artık yükseldiği için açık hedef haline gelen Lav Gözeleri Komutanlığına ateş topları ile saldırmaya başladı.
Üstat, ritim değişikliği yaparak bilinen en karmaşık ve en güçlü saldırı ritmine geçti. İki – üç – iki vuruşluk altyapının üzerine binmiş başka kısa-uzun ve aralıklı vuruşlar ile sarmalanmış bu ritim ile ses duvarının arkasındaki ışık askerlerini hepsini anında öldürebilirdi. Buna rağmen Ateş İyesi sadece gülmekle yetindi. Bununla beraber ateş toplarını Lav Gözeleri Komutanlığına ulaştırmakta az önceki kadar başarılı olamıyordu.
Üstadın yanına gitti. “Bunun ötesi yok!” diye haykırdı. Sadece kendi düşüncesini değil tüm Vadi’nin aklındakini söylemişti.
Hâlâ çalmaya devam ettikleri en güçlü ritim bile karanlığın yaratığını durduramamıştı. Şimdiye kadar geldiği deliğe geri dönmesi gerekiyordu.
Ancak Üstat onu dinlemedi ve ritmi bir kez daha değiştirdi.
İki vuruşlu ritim savaşın başındaki ritim ile aynıydı ve “Ha-Yat” diyordu. “Sal-dır” ya da “Öl-dür” değil “Ha-Yat” diyordu. Ancak vuruşun hızı daha farklıydı. Gürgen sopaları var gücü ile davula indirmek yerine sadece bilekten bir hareketle, ritmi daha alt tonlarda tutuyordu.
Baykuş dehşete kapıldı. “Bize “Ha-Yat” mı çaldırıyorsun hem de en düşük tonda! Hepimiz öleceğiz, sadece biz değil ses duvarının arkasında savaşa hazırlanan ordugahın tamamı ve Düzen’de kim varsa, herkes ölecek.”
Üstat onu duymuyor gibi görünse de cevap verdi. “Bugün ölenler sadece anlayanlar olacak ve anlayanlar, diğerlerini kurtaracak.” dedi ve iki vuruşluk ritmin başına ve sonuna birer kısa vuruş ekleyerek ritmi mühürledi. Sonra Baykuş’a döndü, “Ateş İyesi bozguna uğrayana kadar çalacağınız tek ritim bu olacak.” dedi ve aniden bin bir kıvılcıma dönüşerek göğe savruldu. Vadi boyunca her ritim askeri iki vuruşluk ritmi mühürlendiği gibi çalarken göğe savrulan Üstatlarına inanmaz gözlerle baktılar. Çünkü az önce ruhlarının evini yakarak son darbesine içindeki son gücü katmış ve kendisi de yok olup gitmişti.
Baykuş, hemen Üstadın yerini alarak iki vuruşluk ritmi çalmaya başladı. Durmanın, şaşırmanın hele ki yas tutmanın sırası değildi.
Ritim öyle ağırdan çalınıyordu ki Vadi’de bu ritimin üzerindeki her ses rahatlıkla duyulabiliyordu.
Lav Gözeleri Komutanlığı üzerine süzülen başka kıvılcımlar daha göründü.
Birisi aşağıdan bağırdı “Gözelerdeki bütün kurmay üstatlar yanarak yok oldu!”.
Vadiyi bir dehşet sarmaya başlamıştı.
“Ateş Iyesi yapıyor! Bizi içten içe yakıyor!”diye bağırdı bir başkası.
Baykuş, İşaret Kuleleri Merkez Komutanlığındaki kurmay üstatların da davulları başında büyük bir sakinlikle ritmi çalarken kıvılcımlara dönüp göğe savrulduklarını gördü. Vadi haykırışlar içinde inliyordu. Yok olanın yerine yenisi geliyor. Gelenler de kıvılcımlar saçarak yok oluyordu.
Baykuş anlayamıyordu. Üstat yerine artık kendisi İşaret Kulelerini yöneten ritmi çıkarıyordu ama anlayamıyordu.
Vadiden başka haykırışlar daha duyuldu. “On Bin Duman Vadisi Komutanlığındaki bütün kurmay üstatlar da kıvılcımlar saçarak yok oldular!”
Baykuş, korkuyla seslendi “Kar!” Ancak cevap alamadı çünkü bütün ritim yaratıcılarıyla birlikte kıvılcımlar saçarak göğe yükselmişti. Çaresizce davuluna döndü. Vadi boyunca yankılanan diğer haykırışlara kulaklarını tıtadı. Sadece alt perdeden çaldığı iki vuruşa konsantre oldu. Belki Üstadın dediği gibi anlayabilirdi.
“Ritim “Ha-Yat” için çok kısa ve derin. Vuruşlar ise tam olarak yerine oturmuyor. Anlamı için kısa kalıyor.” diye düşündü.
Vuruşları anlamı ile birlikte çalmaya çalıştıysa da başaramadı.
Sonra anladı ve yüzüne acı bir gülümseme yayıldı. Vuruşlar “Ha-Yat” değil “Fe-Da” diyordu.
Baykuş, Üstada karşı büyük bir hürmet hissederek vurdu davuluna. Son ana kadar öğretmeye devam etmişti.
“Ruhlarımız ritimlerin sırtına binip kendilerini feda ederek Ateş İyesi ile savaşmaya gider. Böylece anlayanlar geriye kalanları korumak için kıvılcıma dönüşür. Sanatımızın en büyük sırrını ancak ölmeden önce anlayabildiğimizden de okulda öğretilemez.” diye çözdü bilmeceyi Baykuş. “Kar, sen haklıydın kardeşim, bu bir efsane değildi!”
Zaman kaybetmeden davuluna “Fe-Da” diyerek vurmaya başladı. Vadiyi yöneten ritmin Üstadı artık kendisi idi ve onun kararlı vuruşları Vadiyi tekrar kendine getirmişti. Şimdi davullar ne için çaldığını biliyordu. Kendisi gibi diğer davul kardeşleri de ritmi oturttuğu andan itibaren de içten içe yanmaya başlamışlardı. Çaldıkları ritmin geri dönüşü yoktu. Öyle büyük bir güçle doluyorlardı ki her birinin bir değil bin ruhu vardı ve bir vuruşları bin vuruşa bedeldi.
“Davula inecek son vuruş beni ölüme gönderecek. Ruhlarımın evinde yanan son ateş bir daha yanmamak üzere sönecek. Üstelik bu mutlak yok oluş, çok daha güçlü başka bir ateşi söndürmek için feda edilen ruhların akıbetinden farklı olmayacak. Aydınlığın ateşi karanlığınkine karşı iken, bu savaşı en parlak olanın değil en içten yananın kazanacağını bilecek kadar bu yanardağın eteklerinde diğer kardeşlerimle birlikte savaşıyorum. Üzgün değilim, düzene isyan etmiyorum. Sadece Ruhlarımın evini yakarak güçlendirdiğim son ve en güçlü darbeyi davula indirmek için hissettiğim sabırsızlıkla yanıyorum.”
- 3575 - 1 Mayıs 2020
- Dede Korkut Günlükleri: Baba ve Oğul - 1 Temmuz 2019
- Gök Sahanlığı Savaşı - 15 Mayıs 2019
- Körler, Davullar, Feda - 15 Ocak 2019
- Benim Adım Ne? - 15 Eylül 2018
Merhaba @Dipsiz
Müzik, öyküyle sonsuz bir ahenk içindeydi. Sanki, okurken dinlemesen bir şeyler eksik kalacak.
Finale yaklaştıkça, müziğin ritmi, öyküde de söylediğin gibi düştü. Çok etkileyici buldum bu kısmı.
Öyküye gelecek olursak, sade bir dilde, gereksiz hiçbir ayrıntı olmadan, sakin ve güzel yazılmıştı. Duvar, duvara sürgün edilen çocuk ve duvarın ardındakiler, bana çok bilindik bir diziyi anımsattı. Ama davullar, yanardağ ve kör bedenlerin buluşması, kesinlikle taze, yepyeni bir kurgu.
Emeğine sağlık.
Merhaba,
Dinlenen müziğin eşlik etmesiyle, hikayenin tam olarak içine dahil olabildim diyebilirim. Ayrıca bir enstürmanı öyküde savaş aleti olarak kullanmanız çok yaratıcı. Öykünün geneli akışkan ve sadeydi. Özellikle ritim isimleri etkileyiciydi.
Tebrikler!
Selam,
Son derece keyifli, hüzünlü olmasına, fedayla bitmesine rağmen de hayat dolu bir öyküydü. Linkteki parçayla daha da kuvvetleniyor anlam. Sanırım parçayı dinlerken aklınıza geldi öykü. Kahramanın öykünün başındaki ruh halinin sonunda açıklığa kavuşmasını da başarılı buldum.
Herşeyin ötesinde yanardağ temasından bu kadar zengin bir altyapıya geçmenizi tebrik ediyorum.
Gelecek seçkilerde görüşmek üzere…
Merhabalar Dipsiz,
Öykülerini kurgularken bu kadar geniş kapsamlı düşünmeni ve Türk mitolojisiyle metnini başarılı bir şekilde harmanlamanı gerçekten takdir ediyorum. O kadar ince detaylar vardı ki bana kalırsa bir öykü olmaktan fazlasını hak eden bir metin çıkarmışsın ortaya. Devamına dair bir şeyler var olmalı yoksa da yazılmalı.
Dokunduğun her detayı farklı bir şekilde kullanmışsın. Kurguyu zenginleştiren birçok ögeye sahip bir metindi. Bir duyunun yitimiyle başlayan öykü, duyma güdüsü hakkında genişledikçe kabına sığmaz oldu ve şahane ayrıntılarla dolup taştı. Misal Balkon Komutanlığı tabiri en başta merakımı uyandırmıştı sonda akustik bilimine bağlandığında işte bu dedim. Bunun gibi onlarca nüans vardı gerçekten.
Kelimelerin ahengini kullanış biçimin cidden kendini aşan kısımlardan bir başkasıydı. Kelimelerin ritme oturuş şekli ve kendi kendini gerçekleştiren bir efsanenin baştan sona kurguya yedirilmesi başarılıydı. Detayların çoğundan bahsetmek isterim aslında ama Baykuş’un öyküsü tamamen kendine ait bir evren yaratmıştı. Bir okur olarak bu tarz işlerden takdirin sakınılmaması gerektiğini biliyorum sadece.
Demem o ki ilham iyeleri yine seninleymiş lakin bol miktarda da araştırma yapılmış incelikli bir iş çıkmış ortaya.
Yazıda yakaladığın ritmin yankılarının kuvvetli ve daim olması dileğiyle!
Sevgili @gayekcelik
Bu öykümde olaylar aksın gitsin istedim hem yazması hem de okuması çetrefilli olmayan ve okuyucuyu da yazarı da zorlamayan bir yöntem denemek istedim.
Diğer yandan da okuyucu öyküye hızla dahil olabilmesini umut ettim.
Umarım öyle de olmuştur.
Okuduğun ve vakit ayırdığın için çok teşekkürler
Sevgiler
Dipsiz