Baba olan şeyin akıl hastanesinin karantina odasında kafasını duvarlara vura vura öldüğü günü hatırlamıyorum, başkalarından duydum. Aslında baba olan şeyi de hatırlamıyorum, onu düşündüğümde bir görüntü gelmiyor gözlerimin önüne; seslerden, öfkelerden, dinmek bilmeyen konuşmalardan ibaret bir şey; ona baba diyorum
Beş yaşına kadar bu sesler eşlik etti uykularıma, uykudan öncelerime, uyuyamadığım gecelere. Susmasını beklerdim, anlatmamasını, ara vermesini, beni rahat bırakmasını, defolup gitmesini, olmazdı. Yavru ayıların dans ettiği yorganımı yüzüme örter ve başka çocuklardan duyduğum –bizim evdekiler konuşmaktan dua etmeye zaman bulmazdı- duaları gökyüzüne gönderirdim.
Babam anlattıklarına masal derdi, çocuklar uyumadan önce bunları dinlemeyi çok severmiş. Annemin bazı geceler rahat bırak şu çocuğu diye araya girmesi de kâr etmez, her gece aynı hikâye en baştan, aynı şevkle yatağıma ziyarete gelir, ucuz viski kokan ağzıyla sızana kadar anlatırdı. Bugün diye başlardı baba olan şey; bir cep telefonunu bozmak, bir yerde internet bağlantısını koparmak, çamaşır makinesinde beyazlarla renklileri aynı anda yıkamak ile bir insanı öldürmek arasında etik bir mesafe kalmamıştır; insan denen şey bir makineye, hazzı makineler arasındaki ilişkinin uyumlu işlemesine muhtaç bir şeye dönüşmüştür.
O konuşurken elime bulaşan kanı silmek ister gibi çarşafa sürerdim, her yer kıpkırmızı olurdu. Baba olan şey devam ederdi, senden her şeyini almayacaklar, sen onlara vereceksin, neyi verdiğini bilmeden. Bir gün senden açık olmanı, orada olmanı ve olduğun şeyi göstermeni isteyecekler, göstereceksin ve gizemden ve büyüden ve insan olmanın anlaşılmaz güzelliğinden geriye bir şey kalmayacak.
Masalın burasına geldiğimizde yorganıma iyice sarılırdım, birazdan duyacaklarımı daha önce yüzlerce kez dinlemiş olsam da korku bacaklarımdan başlayarak yukarı doğru çıkar, ağzım kurur, boğazıma yapışmış bir el bilinmeze doğru sürüklerdi beni.
Ve derdi baba olan şey, korkudan iyice açılmış gözlerimin içine bakarak, bir gün gelecek ki çok uzak değil, gölgelerimiz de terk edecek bizi, şeffaf, saydamlaşmış bedenlerimiz ışığı tutamayacak artık ve bizden geriye gölgesi bir duvara yansımamış, birbiriyle buluşmamış canlı olmayan bir şey kalacak. O gün geldiğinde bu masalı unutma derdi baba olan şey, gölgen başka bir gölgeye değmeyecekse gitmenin vakti gelmiştir.
Bu gölgesini kaybetmiş bir çocuğun hikâyesi, ne masal kaldı geride ne de masaldan çıkarılacak bir ders. Bir sabah güneş tam da olması gereken yerde dururken olması gereken yansımanın olmamasının hikâyesi ve eğer bunu okuyorsan bir akıl hastanesinin karantina hücresinde kafasını duvarlara vuran son kişi ben olmayacağım demektir.
Hoş geldin…
- Neuralink - 1 Ocak 2021
- Kara Cuma - 1 Aralık 2020
- Şeffaflık Toplumu - 1 Kasım 2020
Öykünün dilini çok beğendim. İyi çalışmalar.
Okurken ağladım. Özellikle etik mesafenin kalmadığını söylediği kısım çok iyi. Klişe bir deyiş ama kaleminize sağlık!