Balkonda oturmuş güneşleniyor, çayımı yudumluyordum. Kapı zili çaldı. Kalkıp kapıya yürüdüm, kapıcı olmalıydı. İki ekmek, beş litre su, kimyon, bir kilo da patates. Tam dört parça, bu defa da eksik almayayım diye saydım. Kapıyı açtığımda kimse yoktu. Kafamı uzatıp koridora baktım, apartmanda da hiç ses yoktu. Tam kapıyı kapatacaktım ki yerde duran minik kutuyu fark ettim. Kapıyı tekrar aralayıp kutuyu aldım. Üzerinde rengarenk bir mürekkeple yazılmış bir isim vardı: Ruhi. Kutuyu aldım, salonda her zaman oturduğum eskimiş tekli koltuğuma geçtim. “Ruhi! Bunca zamandan sonra beni sonunda hatırladın demek, ben seni bir gün bile unutmazken.” İşte yine uzaklara daldım ve o günü hatırladım.
Saçı sakalı birbirine karışmış, bıyıkları sigaradan sararmış, ağzı leş gibi kalitesiz şarap kokan bir adamdı Ruhi. Üstü başı sersefil, kir pas içinde sokaklarda yatan garibin biriydi. Hanımla kavga edip kendimi sokaklara vurduğum bir gündü tanışmamız. Hanımı kırmışım, deli gibi de haksızım. Hay sıçayım dedim karakterime, vallahi ben karaktersiz bir adamım. Eve dönüp o kadının yanında nasıl yatarım, utanırım. Kesin uyuyamaz da şimdi, öyle bekler beni sırtı dönük köşesinde. Korka korka girsem yanına, kesin üzgün titreyişini duyar daralırım. Kahretsin, Allah da beni kahretsin! Bir baktım sahildeyim, ben böyle kendimi yiyip bitirirken bayağı yol gelmişim. Hani yürüyüşe diye çıksam silah zoruyla yürütemezsin, o kadar mesafe yürümüşüm. Bir bankın önünde durdum, o kadar yürüyüşten sonra durunca sıcak bastı haliyle. Çıkardığım ceketimi toparlayıp başıma yastık yaptım ve soğuk banka uzandım. Soluklanırken seyrettiğim parlak yıldızlardan duyduğum memnuniyeti dile getirecektim ki hanımın üzgün yüzü gözümün önüne geldi. Ulan sen ne karaktersiz bir adamsın, öyle laf edilir mi hiç kadına! Sonra birden bankın arkasında bir karanlığın hareket ettiğini hissettim. Hemen sarkan ayaklarımı toparlayıp bankta iki ayak üzerine dikiliverdim. Umarım kedi değildir, kediden de çok korkarım. Meğer yerde yatan bir adam varmış, nasıl görmedim hayret kendime şaştım. İnsan kendiyle kavga ederken kendinde kaybolurmuş meğer, anladım. Adam birden derince oflayıp konuştu; “Ne laf ettin be!” Hemen korkuyla etrafıma baktım, kimse yoktu. Ben de hiç sesli konuşmamıştım. Zaten adamın gözleri de kapalıydı, sayıklıyordu besbelli. Çevreme baktım, yakınlarda başka bir bank da görünmüyordu. Mecburen sessizce banka uzandım. Sonbaharın başları, hava hâlâ ılık. Şimdi balkonda sıcak çayımı yudumlamak vardı diye iç geçiriyordum ki adam birden “Bu havada ne yapmalı biliyor musun, içmeli!” diyerek beni korkutan ikinci çıkışını yaptı. Yanındaki şarap şişesini yattığı yerden kafasına dikti. Kalan şaraplar şişenin sonuna doğru uzun bir yol alıp yüksek bir bocalama sesiyle dibe çakılıyordu, son yudumlarıydı besbelli ki. Adam birden banka tutunup kalkmaya çalıştı. O kalkamadan hemen toparlanıp ceketimi üzerime geçirdim. Sarhoşun sağı solu belli olmaz, başıma bela almadan uzaklaşayım istedim. Adam dizleri üzerinde “Gitme, daha değil!” dedi. Şaşkınca birkaç saniye adama baktım, ellerimi ceketimin cebine koydum ve arkama bakarak hızla uzaklaşmaya başladım. Adam “Kedi var dikkat!” diye bağırdı, önüme dönmemle ayağımın ucundaki kediyi görmeyeyim mi! Korkuyla adama doğru gerisin geri koşmaya başladım. Baktım adam yeniden yere yıkılmış ama bu defa ölesiye gülmekten. Ben kedi hâlâ oralarda bir yerde mi diye etrafı kolaçan ederken adam da “Kedinin ödünü patlattın, ulan ya!” diyerek kahkahasını besliyordu. Ben panik olunca kedi de korkudan yerinden zıplamıştı haliyle, şimdi ortalarda görünmemesi normaldi. Adam gülmeyi bıraktı, tekrar banka tutunup dizleri üzerine doğruldu ve “Sigaran var mı?” diye sordu. “Kullanmam” dedim. “Sende o tip yok zaten” dedi ve geçip banka oturdu. Tekrar ama bu defa daha sessizce gülmeye başladı. Kedi sahnesinin detayları zihninden kaybolmadan keyifle tekrarını izliyordu. Sinir olmuştum. Ceketinin iç cebinden jelatini hâlâ üzerinde olan bir kutu sigara çıkardı ve jelatinini açıp içinden bir dal aldı. Meğer sigarası varmış. Ben ayakta öylece dururken adam gülümseyerek “Otur otur, yemem!” dedi. Kolumdaki saate baktım, hanım daha ayakta olmalıydı. Samimi bir özür düşünmeden eve gidemezdim, onun o üzgün gözlerine bakıp da öyle haklı gibi susamazdım. Ah, ah! Haksız, karaktersiz bir adamım ben! Çekinerek de olsa adamın yanına oturdum. Adam, “Ben Ruhi ama dostlarım bana Roharo der,” dedi. Çevresine şöyle bir bakıp “e hiç dostum kalmamış” diyerek gülümsedi. Yüzüne tam bakmamaya çalışıyordum ama sesine yerleşen hüznü hissetmiştim. Roharo da ne biçim bir isimdi. Ben Ruhi isminin Roharo’ya dönüşümünün nasıl olabileceğiyle ilgili farklı kombinasyonlar düşünürken bir süre sessiz kaldık, sonra gözlerini üzerime dikti. “Senin de ağzından laf almak için Livlo köprüsünden geçirmek lazım be!” dedi. O köprüyü hiç duymamıştım, deyim miydi bu şimdi hiçbir şey anlamamıştım. “Kerim” dedim, konuşmaya pek de hevesli olmayan bir tonda. Gülümseyerek kafasını salladı, aşırı gergindim. Daha önce bir sarhoşa bu kadar yakın durmamıştım, gerçi adam hiç sarhoş gibi de durmuyordu, gayet güzel konuşuyordu. Hatta daha önce duymadığım değişik bir aksanı vardı. Yani öyle dünyadaki tüm dillere aşina olduğumdan değil de ne bileyim işte, bana biraz yabancı gelmişti. Kendimi tutamayıp merakla sordum; “Livlo köprüsü dedin, nerede o duymadım hiç daha önce?” Kendi isteğimle konuşmama şaşırmamıştı, aksine yüzünde bunu soracağıma dair eminmiş gibi bir ifade vardı. Gülümseyerek sigarasından derin bir nefes çekti, dumanını keyifle üfledi. “Uzakta, çok uzakta. Buradan senin ev kadar bir mesafe gibi düşünme ama bayağı uzakta” dedi. Evimi nereden bilecek ki diye düşünürken lafına devam etti, “Zaleyo diyarında.” Yüzümü buruşturdum, ne biçim bir isimdi bu, Afrika’da falan mıydı acaba? Adam yüzüme bakıp gülümsedi ve “Hayır, Afrika’da değil” dedi. Kocaman olan gözlerim yuvalarından fırlayacaktı, hemen yanından kalkıp birkaç adım geri uzaklaştım. “Na..na..sıl yaptın bunu!” diye kekeleyerek sordum. Adam umursamazca gülerek “neyi” dedi, sonra da uzatmadan çok sıradan bir şey söylermiş gibi “Zihnini okudum” dedi. Korkuyla uzaklaşmaya başlamıştım ki adam arkamdan yine “kedi!” diye bağırdı ve önüme yine bir kedi fırladı. Yine korkuyla adama doğru koştum, adam bu defa da banka yayılmış keyifle kahkaha atıyordu. “Se..se…sen yapıyorsun bunları değil mi, cin misin nesin!” diye bağırdım. Bir yandan da korkuyla kediyi arıyordum, ortalarda görünmüyordu. Hangisinden daha çok korkmalıydım bilmiyordum. Gülmeyi bırakıp tekrar doğruldu, sigarasının dumanını üfledi, “Biz cinlerle pek iyi anlaşamayız, hatta bayağı ağır vize koşullarımız vardır, öyle elini kolunu sallayarak giremezler Zaleyo’ya. Hem sen onu bunu boş ver de ne söyledin hanımına da geldin buralara?” dedi. Korkudan şimdi düşüp bayılacaktım, adam resmen zihnimi okuyordu. Uzaklaşmaya çalışsam bu defa da önüme binlerce kedi çıkar diye korkuyla olduğum yerde durup kalmıştım. Adam da boş durmuyordu tabii. “Ha onu mu dedin, e ayıp etmişsin cidden” dedi fütursuzca. Bir deli cesaretiyle “zihnimi okumazsan sevinirim!” dedim. Sonra da pişman olup korkuyla çevreme baktım, neyse ki hiç kedi görünmüyordu. Adam gülümseyerek üç parmağını şaklatır gibi garip bir hareket yaptı, “pekala, bundan sonra zihin okumak yok” dedi. Zihin okuma tuşunu mu kapatmıştı şimdi, bu hareket de neyin nesiydi. Kafayı mı yemiştim acaba, şu an burada kendi kendime konuşuyor olabilir miydim? Adam biten sigarasını yere fırlattı, “ben, basit bir periyim” dedi. Korkmuyor da değildim ama bunu duyunca kendimi tutamayıp gülmeye başladım, “Peri mi?” Adamın biraz canı sıkılmış olacak ki hemen savunmaya geçti. “Gülersin tabii, kanatları olan güzel bir kadın bekliyordun değil mi? Elinde yıldızlı bir asa tutan, ışık saçan bir peri! Böyle ayyaşın birini değil. Ne kendini beğenmiştir onlar bir bilsen!” dedi ve oturmam için eliyle bankın boş yanını gösterdi. Belki kafayı yiyen adamdır diye bir aklımdan geçirdim ama gerçekten de zihnimi okumuştu. Huyuna gidip yanına oturmakta fayda vardı. Banka oturdum ama bu defa gidebildiğim kadar köşeye, adamla arama olabildiğince mesafe koyarak. “Bayağı bildiğimiz peri misin şimdi sen?” dedim inanmayı reddeden bir tonda. Bu tiple cinim falan dese daha rahat kabul ederdim sanki. Sinirlenerek ayağa kalktı, “Sizin bildiğiniz perilerin hepsi birer suçlu, hepsi aşağılık egoistler!” dedi. Karşımda kısa voltalar atmaya başladı. “Bir insanın dileğini gerçekleştiriyorsan eğer bir numaralı kural: hafızasından kendini derhal sileceksin. Ama onlar ne yapıyorlar, kanatlarını çırpıp yıldızlı şovlar yaparak insanları kendilerine hayran bırakıyorlar. Hatta bunu yapmaya bayılırlar, karşılıksız iyilik yapmaz onlar” dedi ve uzaklara daldı. Şaşırmıştım, bu konunun adamın zoruna gittiği belliydi. Gerginliği azaltayım istedim. “Ben de yani öyle her gün kanatlı güzel perilerle karşılaştığım için değil de çizgi filmlerde falan öyle görüyorum, genelde o tarz resmediyorlar. Hatta benim küçük kızın en sevdiği çizgi film Peri Liya!” dedim. Adam durup büyük bir şaşkınlıkla yüzüme baktı. “Kendi çizgi filmini mi yaptırmış bir de, sen artık çok oldun Liya!” deyip tekrar banka oturdu. Gerginliği azaltayım derken onu daha da sinirlendirmiştim, Peri Liya gerçekmiş demek. Adam yine parmaklarını garip bir şekilde şaklattı ve birden elinde değişik bir kalemle bir kâğıt beliriverdi. Ağzım açık kalmıştı. Gözümün önünde sihir yapan gerçek bir peri vardı. Adam bir gayretle, hangi renk olduğunu anlayamadığım karışık renklerdeki mürekkepli kalemiyle hiç görmediğim harflerle bir şeyler yazmaya koyuldu. İki üç garip satırdan sonra ayağa kalkıp sanki bir ferman okuyormuş gibi yazdıklarını sesli okumaya başladı.
“Saygıdeğer ve çok görkemli yüce Olissa!
Dünyada çekildiğim inziva sürecinde çok sayıda ihlalle karşılaştığımı ve her defasında bunu büyük bir görev aşkıyla size bildirdiğimi biliyorsunuz. Aldığım bir haberi üzülerek vermek zorundayım. Bu Liya’nın yaptıkları artık sınırı aştı! Şimdi de dünyada kendi adında bir çizgi film yaratmış! Tehlikeyi görüyor musunuz, tüm insanlık onu tanıyor. Zaleyo aşkına yüce Olissa, bu işle ilgilenin.
Sevgilerimle, Roharo.”
Yüzüme bakıp “ee ne düşünüyorsun, nasıl olmuş?” diye sordu. Yazdıklarından bu şikâyetlerin ilk olmadığı anlaşılıyordu. Biraz umutsuzca hatta yalvarırcasına yazılmış bir metin gibi gelmişti bana, sanırım oralarda pek kâle alınan birisi değildi. “Bence güzel” diye cevap verdim. Zihnimi hâlâ okuyor olsa kucağımda bir sürü kedi belireceğine de emindim. “Ben bunu bir şikâyet halesine atıp geleyim, sakın bir yere kaybolma” deyip birden ortadan kayboldu. Şaşkınlıkla yerimden fırlayıp sağa sola baktım, resmen yok olmuştu. Neyse ki etrafta kimseler de yoktu. Biri adamın kaybolduğunu görüp yanıma gelse ben bunları nasıl açıklardım. Daha otuz saniye bile geçmemişken adam birden ortaya çıktı, gelip yine banktaki eski yerine oturdu. Yüzüne büyük bir haz yerleşmişti, hatta biraz rahatlamış görünüyordu. Merakla sordum, “Sen neden böylesin, yanlış anlama kanatlı güzel perilerle karşılaştırdığım için sormuyorum ama yani böyle sokaklarda, bu hâlde.” Donuk bir ifadeyle “İnzivadayım” dedi. Güldüm, “sizin oraları bilmem de bizim buralarda inziva böyle bir şey değil, daha çok güzel sessiz bir sahil kasabasında bir eve yerleşmek gibi” dedim. Yüzünü buruşturdu, parmaklarını göstererek “Denedim, elimi sallasam ellisi sonuçta ama olmadı. Hırpalanmak istedim, yok sayılmak, herkesin iğrenerek bakıp yanından uzaklaşmak isteyeceği, belki biraz da korkacağı biri olmak. Yüzlerce insanın arasında hiç olmak ne demek bilir misin; inziva!” dedi. Saate baktım, gece biri geçmişti, hanım kesin merak etmişti ama hiç de kalkıp gidesim yoktu. 40 yıllık ömrü hayatımda ilk defa gerçek bir periyle karşılaşmıştım. Böyle bir cümle kuracağım da hayatta aklıma gelmezdi ya, nasibime böyle bir gün yazılmış işte ne yapalım. Neden inzivaya çekilmek istemişti ki acaba, sorsa mıydım? Ben böyle düşüncelere dalmışken birden tam karşımızda bir kadın belirdi, haliyle korkuyla biraz bağırdım. Peri gibi diyebileceğin güzellikte bir kadındı bu. Adam şaşkınca ayağa fırladı, “Liya!” dedi. Kadın dişlerini sıkarak “Roharo seni aptal, beni yine Olissa’ya şikâyet etmişsin!” dedi. Onu tanımıştım, heyecanla “Aa sen o çizgi filmdeki perisin!” diye bağırdım. Kadın orada olduğumu o an fark etmiş olacak ki beni şöyle bir boydan süzüp adama döndü, “Sonunda kendine doğru düzgün bir arkadaş bulmuşsun tebrikler!” dedi. Bu laf hoşuma gitmişti, içimden kendimle böbürleniyordum ki kadın bana dönüp “İnan bana bu gurur duyulacak bir şey değil” dedi. Bozulmuştum, ortam aşırı gergindi. Yine de yaşadıklarıma karşı çocuksu bir sevinç duyuyordum. Adam susup tek kelime etmeden kadına bakıyordu. Az önce nefretle bağıran o sinirli adam gitmiş yerine ayran budalası bir adam gelmişti. Kadın, “Sen ne zaman büyüyeceksin Roh” deyip volta atmaya başladı, “Şu yaşadığın hayata bak, sefil bir halde sokaklarda yatıyorsun aklım almıyor. Sorunlarınla yüzleşmek bu kadar zor olmamalı. Sanki durumu nasıl daha kötü hâle getirebilirim diye düşünüp bunu bulmuşsun gibi, inanılır şey değil!” dedi. Kadın adamın tam karşısında durup ona doğru bir adım attı, gözleri dolmuştu. Üzgün bir sesle “Beni görmek için böyle aptal şikâyetlerde bulunmayı bırak artık, sadece yanıma gel” dedi ve silinerek kayboldu. Adamın da gözleri dolmuştu, göz yaşları artık sığınacak yer bulamayınca öylece yanaklarına boşaldı. Kendini güçsüzce banka bıraktı. Bense orada sessizce kalakalmıştım. İkisinin kötü bir geçmişi olduğu ortadaydı, adamın acı çektiğini görebiliyordum. Ben de sustum. Belki de hâlâ yanında oturduğumun farkında bile değildi. Bir süre böyle sessizce oturduk. Sonra ilki gibi olmayacağını umut ederek yine ortamı yumuşatmaya karar verdim. “Yıldızlı asası yoktu ama yine de onu tanıdım” dedim, gülümseyerek yüzüme baktı. “İstersen kızın için bir imza alabilirim” dedi. Gülümsemişti, bu defa işe yaramıştı. “Sen şimdi bu peri gibi kadın bu adama nasıl bakmış diye düşünüyorsun ama ben eskiden böyle değildim” dedi. O böyle söyleyince sinirlenerek kaşlarımı çattım, fark edip hemen savunmaya geçti. “Bunu düşündüğünü anlamam için zihnini okumama gerek yok” dedi. Bir anlığına şüphelenmiştim ama parmaklarını şaklattığına da şahit olmamıştım. Nedense ona güveniyordum. “Aylardır kimseyle konuşmadım ben. Bir sürü insan gelip geçti buradan, hatta bir sürü benim gibi sefil şarapçı arkadaşlarım da oldu ama onlarla da tek kelime konuşmadım, sadece birlikte içtik. İçkileri biterdi, gelip geçen insanlardan içki parası dilenirlerdi, ben ceketimin içinden hep yenisini çıkartıp verirdim. Bir gariplik olduğunu sezerlerdi ama sarhoşluklarına verirlerdi. Ben de zaten çok durmazdım oralarda, hep yer değiştirirdim. Biri diğerine söyler, kalabalık olurlardı hemen. Kendi kendine kavga edişini duyunca seninle konuşmak istedim. Pişman, evinden kaçarcasına uzaklaşmış, yaptığından nefret duyan âşık bir adam. Ne geri gidebiliyor ne de uzaklaşabiliyor, aynı benim gibi. Gitmene de o yüzden müsaade etmedim, konuşalım istedim. Kediler için de üzgünüm” dedi. Karşılıklı gülümsedik. “Peki neden bu hâle geldiğinizi sorabilir miyim, anlatmak zorunda değilsin, sadece merak ettim?” dedim. “Sen de zorunda değildin ama ben iznini almadan zihnini okudum değil mi, sanırım sana borçluyum” dedi. Haklıydı, hem bu kadar şeye şahit olup yaşadıklarını öğrenemeseydim meraktan çatlardım. “Biz mutlu bir çifttik, Zaleyo diyarında tanınırdık hani. Ben güvenlik denetim biriminin lideriydim, o da basın biriminin güzeller güzeli lideriydi. Benim görevim dünyada peri diyarının gizliliğini sağlayıp ihmallerle ilgilenmekken, onun görevi benimkinin neredeyse tam tersiydi. O dünya dışındaki gezegenlerde peri diyarının şöhretini artırmakla meşguldü” dedi. Biraz şaşırmıştım, “Neden dünyada gizleniyorsunuz ki?” diye merakla sordum. Susup kaldı. Söylemekten çekinir bir hâli vardı, “Yanlış anlama ama insanoğlu biraz kötü. İnsan evrende gücü olmayan tek yaratık, eline bir güç geçirdiklerinde ise ruhları tamamen dönüşüyor. Mitolojide resmettiğiniz perilerin çoğu zamanında insanlar tarafından silah olarak kullanılmış, türlü işkencelere maruz bırakılmış atalarımız. Tabii bu sadece perilerin başına gelen bir şey değildi, diğer gezenlerdeki yaratıkların da fazlaca deneyimlediği bir şeydi. Yani bizim oralarda sizin lanetli bir şöhretiniz var diyebilirim. Hatta bak atasözlerimiz bile var; ‘İnsan yapar, sen yapma.’ ‘İnsan sanır kendini yüce, bilse değeri zerrece. Bak bu da en fenalarından; ‘İnsana düşseydim de bunları yaşamasaydım.’ Neyse işte, Liya’yla görevimiz gereği çok sık tartışırdık. Ben dünyadaki ihlalleri bildirdikçe o görev alanında olmamasına rağmen insanlarda gizli bir hayranlık oluşturma hevesinde hamleler yapardı. ‘Dünya, perilerin gerçek olarak kabul edilmediği bir yer, insanları bir masal kahramanı olduğumuza yeterince inandırırsak kendi güvenliğimizi işte o zaman sağlamlaştırırız’ diye düşünüyordu. Bense bunun kocaman bir saçmalık olduğu fikrindeydim. Zaleyo ileri gelenleri ise bizimle birlikte iki tarafa bölünmüş, bu gerginliğin bir türlü çözülememesi üzerine sıkılıp kararı bize bırakmışlardı. Tabii ikimiz de inat edip işi bir sonuca vardıramıyorduk. En sonunda Liya’yı perileri yücelten sahte tarihi eserleri dünyanın pek çok yerine yerleştirirken yakaladım, büyük kavga ettik. Hatta bir tanesini sinirlenip paramparça ettim. Duymuşsundur belki, geçenlerde haberlere çıktı. İnsanlar onu bulup parçalarını bir araya getirdi de büyük haber oldu hani” dedi. Heyecanla bağırdım. “Evet evet, şu Kahire’de bulunan taşlar. Sahteydiler demek ha, vay canına!” dedim. Masal dinleyen bir çocuğun meraklı heyecanıyla devam et der gibi gözlerimi adamın üzerine dikmiştim. “İşte o zaman ona ‘bu işe devam edeceksen artık hayatında olmak istemiyorum’ dedim. Benden böyle bir şeyi duyunca çok şaşırdı, ‘beni böyle bir seçim yapmaya zorlayamazsın, buna hakkın yok’ dedi. Anlamıştım, beni seçmeyecekti. Canını yakmak istedim ve ‘sanırım artık seni sevmiyorum’ dedim. O anki yüzü, o hayal kırıklığı. Buna sebep olan kişinin ben oluşuma dayanamadım, kendimden nefret ettim. O laf ağzımdan çıktığı gibi delicesine pişman olmuştum, onu ölesiye seviyordum. O an içimden çıkıp gidişini hissettim, sanki kendini almıştı benden. Tek kelime etmedi, ben de kendimi dünyaya attım. Gözümü her kapattığımda o anki yüzünü hatırlarım, içim acır” dedi. Sinirlenip ayağa fırladım. “Yanlış anlama ama biraz aptallık etmişsin. Kendinle kumar oynamışsın ve iyi bir kumarbaz olduğunu da söyleyemeyeceğim. Hem Peri Liya’ya da katılıyorum. Dünyada perilerin gerçek olduğuna gerçekten inanan bir kişi bile bulamazsın. Çocuklar çocuk oldukları için inanıyorlar tabii ama onlar da büyüdüklerinde gerçekte olmadıklarının farkına varıyorlar. Yani biraz araştırmayla bu edinemeyeceğin bir bilgi de değil, sen bence bunu bahane etmişsin” dedim. Bunu duyunca o da sinirle yerinden fırladı. “Ne saçmalıyorsun, ne bahanesi!” dedi. “Bilmiyorum, bu yaptığın bana hiç mantıklı gelmedi. Kendini ikinci plana atılmış olarak hissettiğin için böyle bir şey yapmış olabilir misin? Onu yenemeyeceğini anladın, savaşı kaybetmektense sevdiğin kadını kaybetmeyi göze aldın!” dedim. Adam cevap vermeden sinirle bir süre yüzüme baktıktan sonra suratıma bir tane yumruk savurdu. Yumruğun şiddetiyle yere serilmiştim, işte bu haklı olduğumun apaçık kanıtıydı. Suratına bakıp zaferle kahkaha attım. Bu onu daha da sinirlendirdi ve iki üç kere parmaklarını şaklattı. Birden üstümde beş on tane kedi belirdi, delirmiş gibi yerimde yuvarlanmaya başladım. Zavallı kedilerden tutabildiğimi fırlattım, tutamadığımsa zaten korkarak kaçtı. Yerimden hızla kalkıp ben de onun suratına bir tane patlattım, o da banka düştü. Benim gibi kahkaha atmaya başladı, yanına oturdum. Artık ikimiz de gülüyorduk. “Hanımından nasıl özür dileyeceğini düşündün mü?” diye sordu. “Yani pek düşünecek zamanım olmadı, perilerin problemli aşk hayatıyla ilgileniyordum” dedim. Saate baktım neredeyse iki olmuştu, hanım meraktan ölmüştür. Yerimden kalktım, “Benim artık gitmem lazım” dedim ve biraz çekinerek “merak ediyorum, hafızamı silecek misin?” diye sordum, asla silsin istemiyordum. Gülümseyip ayağa kalktı ve “Perilerin bir masal karakteri olduğuna inanan bir adamın hafızasını silmek mi, ilgileneceğim daha ciddi işlerim var” dedi. Çok sevinmiştim. “Benimle konuştuğun için teşekkür ederim” dedi, güldüm. “Başka şansım yoktu sanırım, yanlış periye çattım. Dilek dilemem gerekirken başıma gelmeyen kedi kalmadı, bir de üstüne yumruk yedim” dedim. Birbirimize sıkıca sarıldık, sonra kollarımda kayboldu. Eve döndüğümde saat üçtü. Hanım salonun koltuğunda beni beklerken uyuya kalmış, kapının sesini duyup da kafasını kaldırdığında beni böyle dudağı patlamış olarak görünce korkuyla paniklemişti. Hemen konuşup özür dilemeye girişmiştim ama hanım beni konuşturmuyor, peçeteyle dudağıma bastırıyordu. Sadece yaralı olarak geldiğim için affedilmek istememiştim, bu öyle geçiştirilip unutulabilecek basit bir şey değildi. Defalarca özür diledim, bir daha olmayacağına dair ona söz verdim. Sevgiyle saçımı okşadı, affedilmiştim. İşte o günden beri de Ruhi’yi bir daha hiç görmedim.
Şimdi aradan neredeyse üç ay geçmişken kapımda bu kutuyu buldum. Heyecanla kapağını açtım, içinde bir fotoğraf vardı. Bu Peri Liya’ydı. Yakışıklı bir adama sarılmış gülerek poz vermişlerdi. Bir saniye, olabilir miydi! Ağzım açık kalmıştı, bu Ruhi miydi? En az Liya kadar güzel bir adammış meğer. O sakalının, dağılmış saçlarının, kirden kararmış suratının altında sakladığı şu cevher, küçük dilimi yutacaktım. Sonunda barışmışlardı demek, biraz uzun sürmüştü sanki. Onun için en az kendim kadar mutlu oldum. Belki bir şeyler yazmıştır umuduyla fotoğrafın arkasını çevirdim, işte bunu hiç tahmin etmezdim. Rengarenk mürekkepli kalemiyle yazmıştı yine;
“Dile benden ne dilersen!”
Dostun, Roharo.
- Afili Robot - 1 Mart 2021
- Adı Ruhi - 1 Şubat 2021
- Yasak Elma - 1 Aralık 2020
Merhaba; Çok güzel, eğlenceli, keyifle okunan öykünüz için sizi kutlarım. Parktaki atmosferi çok güzel yaratmışsınız. Kaleminize, yüreğinize sağlık…
Merhaba!
Çok teşekkür ederim, ne mutlu bana
Merhaba @mervelous,
Sevimli ve sıcak bir dolaylı dilek hikayesi okudum. Sonunu merak ettirmesi de ayrı bir güzellikti.
İki de geri bildirim vereyim;
İlki, paragrafların çok uzun olması. Bölünerek, diyaloglar satır satır ayrılarak, akıcılık çok daha iyi sağlanabilir. Aslında zaten akıcı ama göz korkutabilir bu haliyle. Bunu böyle rahat söylüyorum, çünkü sadece paragrafları bölmek gibi basit bir yolla izale edilebilir bir durum bu.
İkincisi, ana karakterin psikolojisindeki pişmanlık öğesinin -öykünün çatısı olduğunun farkında olmakla birlikte- çok gerçekçi olmadığını düşünüyorum. O derece sert bir kavganın pişmanlığı o kadar çabuk ele geçirmez erkek karakteri diye düşünüyorum. Ve perinin eski sevgilisi ile ayrılıklarına dair analizin de yine çatıdaki görevini yapmakla birlikte realiteden bir tık daha derin olduğunu şerh düşmek isterim.
Uzun bir eleştiri gibi görünebilir ama sadece birkaç “enter” daha öneriyorum aslında. Onun dışında son derece keyif alarak ve tekrar etmek gerekirse uzun paragraflarına rağmen son derece akıcı bir öykü okudum.
Elinize sağlık.
Çok teşekkür ederim
Sevgiler,
Teşekkür ederim yorumlarınız için
Uzun paragraflar konusunda haklısınız, son öykümde bolca enter yaptım.
Bazı tartışmalar sonunda pişmanlık karakteri çabuk ele geçirmeyebilir haklısınız. Ana karakterin eşiyle tartışması sırasında onu pişmanlığa iten lafı gizli tuttum. Çünkü bazı laflar silah kadar öldürücü olabilir, ağızdan çıktığı anda insana pişmanlık hissettirebilir. Karakter ettiği laf ile yüzleşecek cesareti olmadığı için de kendini yollara vurarak uzaklaşmış.
Peri karakterleri arasında ise süregelen bir tartışma ortamı hakim ama ilişkiyi bitiren yine pişmanlık verici bir laf ve yüzleşecek cesaretin olmaması durumu. Ama perinin insandan farklı olarak bu laf dışında da kendisine yediremediği bazı durumları var tabii.
Ama anlatmak istediğiniz gerçekçiliği anladım. Yorumunuz çok değerli teşekkür ederim.