Yaşadığı gizemli devranı çözmeyi umut eden yaşlı kadın bakışlarını gökyüzüne çevirdi, Boşluk İlmi’ne. Boşluk ilmi, gökyüzü kadar genişti, evren kadar sonsuzdu ve abartılan isteklerden arındırılmış bir yaşam sunuyordu. Kutsal bir bağ ile içindeki bilgeliği keşfetmek adına her şeyin üstesinden gelebilirdi. Özüne dönmeye dair inancını hiç olmadığı kadar kuvvetle yüreğinde hissediyordu. Her günün lûtfuyla adım adım, Yedi Gök Katları denilen basamaklardan çıkıp tecrübe edinirken artık son basamağa kavuştuğunu biliyordu. Tabiatın ahenk yaratmasını ve giz ile devranın sanatsal uyumunu kavramasına bir kanat çırpması kadar yakındı. Yeryüzünde kalacak olan varlıklar hayatlarının karmaşasında günlerini geçire dursunlar, yaşlı kadın veda vakti geldiğinde gizi öğrenecekti. Gizin farkında olacağını idrak etse de veda vaktini düşünürken yüreğini uzun zaman sonra yeniden keder kapladı. Lakin duygularını tanıyordu; iki karşıt hislerin iç içe geçtiğini kavradığı günün tecrübesiyle bedeninin denge kurmasını bekledi. Keder, yalnızlığını bozup sevinçten beslenmek isteyince yaşlı kadın olgunlukla karşıladı. Sevincini bir yaşam ağacının altında bağdaş kurup oturarak; sakinliğiyle yeryüzünden gökyüzüne, maddiyattan maneviyata doğru yolculuk yapmaya hazırdı. Özüne dönmek için salt Bilge Rüzgâr’ı bekliyordu. Derin bir nefes aldı, bir süre tuttu ve nefesi tamamen verirken kuşlar da ağacın dallarından uzaklaşıp kanatlarıyla gökyüzüne kavuştular. Kanatlarının hafızası öylesine güçlüydü ki hepsi senkronize hareketlerle aynı alanda toplanıp, aynı anda o alandan ayrılıyorlardı.
Kuşlar yükselişin işaretiydi. Uçmayı ise henüz bilmiyordu. Yedinci basamakta edinmesi gereken birkaç tecrübesi daha kaldı. Boşluk İlmi’nin gizine varabilmesi için uçmayı öğrenmesi şarttı. Öğrenir öğrenmez, kanatlarını özgürce açan minik kuşlar gibi sürüye katılacaktı. Eskiden öğrendiklerini hatırladı aniden. İlk dört basamak yaşlı kadının dönüm noktası olmuştu;
Yakılan mumun verdiği tüm tutkulardı doğduğu andan itibaren gençliğine kadar uzanan serüveninde. Bedeninde dolaşan Ateş‘in sıcaklığını hissederken sevgiyi, aşkı ve yaratıcı olmayı öğrenmişti. Doğadan ilham alabilmişti. Böylelikle doğada gözlemlediklerini sanatına yansıtabilmişti. Güzelliği tanımış, onun hakkında fikir yürütmüş ve uğraşı haline getirmişti. Tecrübelerin yanında alışkanlıklar da edinip özüne katmıştı. Pekiyi özüne dönmek için bunlar yeterli miydi?
Vazgeçebilmeyi öğrenmişti ateşin Su‘yu söndürmesiyle. Kendisini rahatsız eden basmakalıp düşüncelerinden ve alışkanlıklarından kurtulmuştu zamanla. Bazı günler üzüldüğü veya kırıldığı tüm olgular birer birer onarılmıştı.
Özgürlüğün tadını alırken, Hava‘da süzülen kuşların kanatlarını, maviliğin güzelliğinde gözlemledikçe hayatın nefretten ya da sevgiden ibaret olmadığını anlamıştı. Nefreti sevgiye dönüşebilmişti. Sevgisi de nefrete dönüşebiliyordu. Hislerini olgunlukla birbirine bağlamayı öğrenmişti. Öğretmenini henüz tanımıyordu lakin Bilge Rüzgâr’ın yardımıyla bakış açısı çoktan gelişmişti.
Olgunluğunu sağlamlıkla sürdürmüştü. Toprak ile bağlılığını hissetmek için tecrübeleriyle kök salmıştı devrana. Böylelikle dengesini hiç kaybetmemişti.
Şu an ise berrak suyun üzerinde lotus çiçeğinin tazeliğini gördü karşısında. Gönül rahatlığıyla ağacın altına uzandı bu sefer. Üstüne toprağın kokusu sinmişti şimdiden. Zihninde imgeledi çiçeği; saniyeler öncesinde tüm güzelliğiyle karşısında dururken, ilham alevlerini yüreğinde yaratıcılıkla karşıladı. Çiçeğin kırmızı taç yaprakları, doğanın zarafetini göstermek için kendi kendine açmıştı orada. Zihninde gezinmeye devam ederken beyaz tuvalin üzerine aktarıyordu gözlemlediklerini. Bitkinin rengi, görme sistemine ilettiği ışığın rengiydi. Çizdiği her kırmızı yaprak, yaşlı kadının duygularını temsil ediyordu. Yaşam daha derin anlamlar kazanıyordu gitgide. Tecrübelerinin bir sonucu olarak keder tüm sıcaklığıyla son kez uğramıştı bedenine. Beklediği Bilge Rüzgâr ise insana güven veren esintisiyle ateşin sıcaklığını söndürdü. Yaşlı kadın, teninde rüzgârın dokunuşunu hissederken ruhunun külleri nihayet Boşluk İlmi’ne yayılmıştı. Sırlarla dolu yolculuğu, huzur bulduğu yerde küllerinden doğarak devam ediyordu. Oradaki gizi ve güzelliği salt o bilecekti, oraya giden diğer her varlık gibi. Peki ya giz gerçekten de varlıklar tarafından bulunmayı bekliyor muydu? Nazlı bir güzellik miydi yoksa keşfedilmek istenmeyen? Belki de oraya giden varlıklar da henüz görememişlerdi gizi.
Rüzgâra bıraktığında kendini, yalnızca mektubu kalmıştı yaşlı kadından kalan:
“Visal, görünmez bir gize kavuşmak demektir. Gizle örtülü bir ölüm. Kimseyi korkutmadan ve endişelendirmeden. Üzülmesin hiçbir varlık ölenler için. Yeniden doğduğum an bir ağaç olursam, korumak ve beslemek isterim devranda yaşayan tüm varlıkları. Dut ağacı olsam ne güzel olur; böylelikle aşık bir ozanın şiirlerini yazdığı kâğıda veya dörtlüklerinin şarkıyla söylenmesine yardımcı olacak hoş tınılı saza dönüşürüm. Dönüşmek. Tabii ya, dönüşmek! Yaşamım bir ateş kadar güçlüyse rüzgârın yardımıyla küllerimden yeniden doğacağım. Belki de hiçliğe dönüşeceğim. Nerede veya hangi koşulda var olursam olayım Boşluk İlmi’dir benim yerim yurdum. Boşluk İlmi ise özümdür. Bilgeliğe giden yol, aslında kendime yaptığım yolculukmuş. Her yok oluşumda olmam gereken yerde var olacağım. Var olduğum yerde başka sevgi dolu günler yaşayacağım.”
- Sis - 1 Ağustos 2022
- Âşıklar Destanı - 1 Temmuz 2022
- Baharat Kervanı Masalı - 1 Mayıs 2022
- Avın Seçimi - 1 Nisan 2022
- Anıların Dünyası - 1 Mart 2022
Kelimelerle iyi dans ediyorsunuz, beğendim. Elinize sağlık…