Öykü

Çıkış

Fabrikanın öğle arasında birden kırmızı alarm çalmaya başlamıştı. Tavşan maskeli uzun namlulu silahlarla kimliği belirsiz gangsterler fabrikaya baskın yapmıştı. Puslu bir ekim sabahıydı. Tavşan maskelilere karşı güvenlik görevlileri bir etkinlik gösterme girişiminde dahi bulunamadan biri etkisiz hale getirilmiş bir diğeri ise altına pisleyerek metan gazı salınımını arttırmıştı.

Artan metan gazı salınımı ortamdaki sıcak uçlu iş aletleriyle temas edince ortaya havai fişek gibi patlamalar çıkmıştı. Adeta fabrikada kutlu ve absürt bir soygun yaşanıyordu. Müdür önce bunun kasasına yönelik bir klasik hırsızlık girişimi olduğunu sanmıştı. Ancak çok sonra güvenlik kameralarından haydutları an be an izleyerek yukarıya kasa katına değil de yer altına özel güvenlikli odalara doğru ilerlediğini gördüğünde benzi soluklaşmış ve nefesi tıkanmıştı. Bu adamların amacı başkaydı. Esas değerli olan şeyin istihbaratını almış olmalıydılar.

Yer: Nevada’nın kuzeyi, yıl: milenyumun ortaları.

Ultra siber lazerli güvenlikle korunan alt kattaki göz kontrollerini, ölü personelin gözünü oyup ellerinde okutucuya tutarak geçen haydutların dış güvenlikleri aşarak bu kale gibi korunan yere nasıl girdiği anlaşılamamıştı. Hareketlerindeki ara ara gözüken pelteklik de kameradan olan biteni tırnaklarını yiyerek izleyen fabrika müdürünün dikkatini çekmişti.

“Aman tanrım bizi bir çeşit ucube sakatlar mı soyuyor? Johnson, Husein’e söyle Pentagon’a hemen haber versin!”

Müdürün sağ kolu Johnson çoktan beyaz saray ve ilgili tüm güvenlik kurumlarıyla teması kurmuştu. Saldırı helikopterleriyle bu kendini bilmez bir avuç çapulcunun vurulması an meselesi olacaktı.

Beyaz neon lambalı duvarlar özel korumaların kanlı bedenleriyle kaplanmıştı ve çapulcular yasak bölgeye girmişlerdi.

15 mil öteden Kobra tipi Atak helikopterleri ile SWAT timleri bu çok özel bölgeyi kurtarmak için son süratle geliyor ve çöl tozunu unutulmuş diyarlara kaldırıyorlardı.

Haydutlar çetesi asit dolu havuzların içine girerken slip mayolarını ve uranyum kaplamalı mayokinilerini giydiler. Tüfeklerini omuzlarına asarak şnorkellerine zehirli dart fırlatıcı cihazları montelediler. Micky Mouse çıkartmalı paletleriyle asit dolu buharlı havuza atlarken soyguncudan çok eğlenmeye gelen bir avuç anaokulu çocuğu gibiydiler.

Güvenliklerden hayatta kalanlar arkalarından ateş etseler de 7.65 lik yivli mermiler Derişik Sülfürik Asit çözeltisine girdikleri andan itibaren eriyip fokurdayarak katı fazlarını yitiriyorlardı. Soyguncular kıs kıs gülerek birbirlerine okey işareti yaptılar. Bu ucube nihilistler her türden şeytani detayı düşünmüşlerdi.

Asit havuzlarının dibindeki gideri adamantiyum alaşımlı kaynak makineleriyle keserek kompleks askeri yapının kalbine giden yolu açtılar

* * *

Merkezi karargah yerin 7 metre altına inşa edilmişti. Koruyucu cyborglar ve kafeslerdeki Corona mutasyonu virüslü zombiler hedefe atılmaya hazır halde giriş kapısında bekliyordu. Şnorkelli alüminyum mayokinili ucubeler takımı, çelik konstrüksiyonlu kapıyı yanlarındaki katlanabilir canavar testereleriyle keserek askeri üssün merkez top secret odasına adımını attı.

Karşılarında gördükleri şeye hazırlıklı olduğunu düşünseler bile bir anlığına donakalmışlardı.

Dev bir akvaryumun içinde, gudubet bir mürekkep balığına benzeyen beş metrelik bir uzaylı kafası, bir yaşam destek ünitesine sibernetik ağlarla bağlı şekilde aşağı yukarı süzülüyor ve burun deliklerinden nefes aldığına dair kabarcıklar çıkıyordu. Yeşil suratında pörtlek gözleri merak ve kin ile içeriyi inceliyordu. Görüntüyü iğrençleştiren asıl durum ise kafasının üst derisi saydamdı ve beyinden başka her şeye benzeyebilecek o organının çıplak gözle görülebiliyor olmasıydı. Uzaylı kafasının içindeki ağdalı bir mürekkebe benzeyen yapış yapış ve fokur fokur kaynayan şeyin her tarafında binlerce küçük göz benekçik parlayıp sönüyordu. Sanki organik bir elektrik devresinin dünya dışı bir mürekkep salgısı ile kaplanmış grotesk izdüşümü gibiydi. Kaynayan ve kendine ait iğrenç, kötücül ve dünya dışı bir bilinci olan elastik beynin üstündeki binlerce göz saydam derinin altından haydutların her hareketini şaşkınlıkla izliyor ve alarm çığlıkları atıyordu. Kafaya ait büyük çift göz ise önce şaşkınlık sonra da eğlenmişçesine bir ifadeyle manzarayı izlemeye başladı. Yeşil sıvı içindeki kapsülde kafaya bağlı elektrotların ve devrelerin dışarıdaki ucu hoparlörlere bağlanıyordu. Yaratık bu sayede dış dünya ile iletişim kurabiliyordu.

Haydutların rezil soytarı hallerinden duyduğu hissine karşılık gelen iğrenç bir gülmeye benzer dijital boğulma sesi hoparlörden çıkarak salonda yankılandı. Dünya dışı bu sanal ağlardan gelen parazitik ses dalgaları haydutlar çetesinde ciddi akıl sağlığı dalgalanmalarına sebep oldu. Beş tanesinden üçü kusup çığlıklar atarak deliler kervanına katıldılar. Silahlarını yere atıp çılgıncasına kahkahalarla yerlerde yuvarlanmaya başladılar. Gardiyan cyborglar anında o üç haydutu etkisiz hale getirerek bilinçsiz karanlığın diplerine yolladı.

Kalan iki tane haydut zorlukla da olsa akli dengesini toparlayabilmişti. Hedefleri o iğrenç yaratığın ağzının tam da içiydi. Orada başka bir aleme açılacağının gnostik düşleriyle orta çağdan beri ilk Hristiyan lejyonlarının ruhsal alemlerinden modern dünyaya bir mirasla gelmişlerdi.

Ruhlarında Yeşua’nın aslında haçta sadece ilkel Pazuzu dürtülerini kurban verdiğini ve orada yeniden dirildiğini biliyorlardı. Pavlus’un bozduğu kanonik ışığı yeniden diriltecek kozmik kaynağa bu uzaylı dev Yaldabaoth’un ağzından geçileceğini biliyorlardı.

Cyborgları mahvedecek EMP bombasını patlattılar ve lazerli chaingun silahlarıyla bir salon dolusu piyadenin canına okudular. Sis bombalarıyla kendilerini görünmez kıldılar ve dev akvaryumdaki yeşil buharlı kapsüle yaklaştılar. Uçuşan mermiler ve lazer ışınları altında taklalar atıp parendelerle uçtular ve akvaryumun kapağına ulaştılar.

Haydutlardan biri içeri dalacakken kapaktaki elektrik akımından etkilenerek on metre geriye uçtu. Öyle şiddetli bir akımdı ki ayakları çoraplarından çıkarak odanın diğer tarafına kafasını vurup boyun kırılmasından oracıkta ölmüştü.

Son kalan haydut, elektrik akımını nötralize etmek için ultra yalıtken eldivenlerini alet çantasından çıkarıp özel dalgıç tüpünü sırtına geçirerek akvaryumun içine uzaylıya doğru atladı.

Uzaylı kafasının yaşadığı korkuyla mürekkepli beyin dokusunun üstündeki o iğrenç gözcükler öfkeyle kırpışmaya ve oradan oraya koşuşturmaya başlamıştı. Uzaylı, haydudun onun ağzından içeri geçip başka boyutlara gitmek istediğini iyi biliyordu ve ona son bir numarası vardı. Kafasındaki elektrotlar ve sibernetik devreler ışıldayarak titredi. Bu bir komutu işaret ediyordu. Akvaryumun dibinde, orada olması imkânsız bir açıyla açığa çıkan bir kapıdan dışarı görüp görülebilecek en ezoterik ucube varlıklar çifti çıkmıştı.

Televizyonlarda sıklıkla gözüken ufologlar Hartan Aydoğan ve Ayhan Yolbaşı birbirine ; birinin ağzı diğerinin anüsüne gelecek şekilde çıplak bağlanmışlardı. Yuvarlak bir eziyet halkası şeklinde sürekli dönüyorlar ve uzaylı dev kafanın kendilerine telepati yoluyla ilettikleri emirleri uygulamak üzere acı içinde can çekişiyorlardı. Uzaylının öfkeyle verdiği bir emirle acı içinde ıkınarak bağlı çift döne döne ilerleyip haydut ortadaki boşluktan geçecek şekilde durdular. Şimdi döne döne sıkışıyor ve haydudu et duvarının içinde ezmeye çalışıyorlardı.

Bu korkunç ve bir o kadar absürt durum karşısında son kalan haydut kahkahasını tutamadı. Ancak hayatının ciddi tehlikede olduğunu biliyordu. Kıvrak hareketlerle Micky Mouse çıkartmalı paletlerini Hartan ve Ayhan’ın kafalarına kafalarına vurarak onları sersemletti. Onca ufoloji ve kozmik dokunuş yazılarını yazan o nadide beyinlere böyle zarar vermek onu üzse de başka çaresi yoktu. Kozmik gerçekliğe ulaşmak için verilmesi gereken fedakarlıklardı bunlar.

Son engeli de aştıktan sonra dijital dehşet çığlıkları içinde uzaylının yeşil suda süzülen ağzının içinden geçti.

* * *

Önce tüm molekülleri birbirinden ayrışıyormuş gibi korkunç bir acı duysa da bu sadece bir anlıktı. Işınlandığını anladı. Toplumlardan saklanan bu gizli teknolojiyi burada bulmayı zaten ummuştu. Galaksiler arası bir tünelden geçerek uzay boşluğunda bir köpük gibi balonun içinde kendini bulmuştu. Bu içinde bulunduğu balon saydamdı ve uzayın tüm karanlık uçurumunu gözler önüne seriyordu. İçinde limitsiz oksijen vardı. Joystick benzeri bir kumandayla kolayca kontrol edebiliyordu. Ve O’nu gördü.

En yukarıda, milyarlarca ışık yılı ötede olsa da kutsal Tapınak’ı, kozmik merkezi, acıların yok olduğu bahçeyi, ışıktan kaleyi, o sözlerin tarif edemeyeceği güzellikteki Kaynak’ı gördü. İşte hedefini bulmuştu. Tüm acıları ve dünya denen cinneti sona erdirerek bu uzaylı şeytanların kıskacından kurtarıp kaynağa döndürecek gücün kanıtı milyarlarca öteden parıldıyordu.

Tam gaz kapsülü yukarı alemlere ve sonsuzluğa sürdü.

Karşısına dünyanın uydusu Ay’ın düşük seviyeli iblis gardiyanları Reptilian uzay mekikleri çıktığında hiç şaşırmadı. Ezelden beridir insanı hapseden bu çürümüş parazitlere bir avuç uzay dinamiti lokumu atmanın vakti gelmişti.

Haydut gülümsedi ve tetiğe bastı.

Can Çelikel

12.03.1992 Alanya doğumluyum. Kimya mühendisliği mezunuyum. İzmir’de yaşıyorum.