Öykü

Minotor’un Son Günü

Uyandığında karşısında gri yekpare duvarı gördü. Duvarın dibinde ne zaman öldürdüğünü hatırlamadığı birinin kemikleri vardı. Yavaşça ayağa kalkıp esnedi. Daha sonra yanında duran büyük sopasını alıp oradan ayrıldı.

Gelenlerin dediğine göre kral onu anasından ilk sütü emdikten sonra buraya hapsetmişti. Çok geçmeden öleceğini düşünmüşlerdi. Civar köyün bazı sakinleri meraktan labirente girip geri dönmeyince kral birkaç muhafızını labirente yollamıştı. Muhafızlar onu bulduğunda yeni öldürdüğü bir adamın kemiklerini çiğniyordu. İlk kez o zaman kendi suratını gördü. Yeni çıkmakta olan boynuzlarının altında çarpık bir boğa suratı vardı. Gördüğü bu çarpık surattan korkup geri sıçradı. Muhafızlar onun bu ani hareketine karşılık olarak ona hücum ettiler. Korkudan ne yaptığını hatırlamıyordu ama birkaç dakika içinde kendisine saldıranlar kanlar içinde yerde yatıyordu. Kendisinin de durumu pek iyi sayılmazdı ama ayaktaydı. Başını kaldırdığında diğerlerinden daha cılız olan muhafız ona dehşet içinde bakıyordu. Ona doğru bir adım attığında muhafız kılıcını bırakıp oradan kaçtı.

O günden sonra daha farklı kişiler labirente geldi. Sonradan öğrendi ki bunlar ona sunulan kurbanlardı. Gelenlerin her biri farklı dillerde kendi tanrılarına dua ediyordu. Bu duaları taklit ederek konuşmayı öğrendi. Onların yanına yaklaşırken onlarla aynı duayı ederdi. Bir süre sonra gözlerini açtıklarında karşılarında kâbustan çıkma yaratığı gördüklerinde dualarını keser ve oradan kaçarlardı. En nihayetinde nefesleri kesilirdi. Gördükleri son şey ise yaratığın kafalarına doğru inen sopası olurdu.

Labirentte giderken nedense mimar ve oğlunu hatırladı. Onların konuşmalarından duyduğu kadarıyla kâhinler o anasının rahmindeyken krala bir canavarın doğacağını söyledikten sonra kral bu mimara labirenti yaptırmıştı. Labirentin inşası biter bitmez ise mimar ve oğlunu labirentin derinliklerine attırmıştı. Uzunca bir süre onlara rastlamamıştı. En son onları gördüğünde ise kanatlanıp uçmuşlardı. Kurbanlardan birinde bulduğu bir cadı aynasından onları izlemişti. Baba-oğul yavaş yavaş kanatlarını çırpıp şehre doğru uçuyorlardı. Birden oğlan yönünü yukarıya çevirdi. Babası onun peşinden bağırıyordu ama nafile. Oğlan yükseldikçe yükseldi. En sonunda güneş onun kanatlarını eritene kadar uçtu. Sonra denizi boyladı. Aşağı düşerken bile güneşe bakıyordu. O gün bugündür aklında uçma ve buradan kurtulma fikri dönüp dolaşıyordu.

Bu sefer labirentte dolaşırken ayağına bir şey dolandı. Eğilip baktığında bunun bir ip olduğunu anladı. Başka biri daha buraya gelmişti ama bu seferki geri dönmeye niyetliydi anlaşılan. Sopasından kurtulabilirse ne âlâ, ama korkarsa sonu diğerlerinki gibi ölüm olurdu. Yanında tuttuğu cadı aynasını eline alıp ipin sahibini aradı. Çok geçmeden aynada o güne kadar gördüğü en güzel adamlardan biri vardı. Avcı misali tavırları vardı. Bunu görünce gülümsedi. “Bu seferki dişli çıkacak belli.” diye düşündü.

Kahraman labirentin derinliklerinde öldürmesi için görevlendirildiği yaratığı arıyordu. Kahraman şehrindeyken gökyüzünden ağlayarak inen bir adam ona bu labirentin canavarını anlatmıştı. Adam oğluyla beraber kaçmıştı ama oğlu güneşe ulaşmaya çalışırken kanatları eriyip denizin dibini boylamıştı. Kahraman, mimarın labirentteyken yaşadığı dehşet verici anılarını dinlerken o canavarı öldürmeye yemin etti. Mimar kahramana oraya giderken yanına bir iplik almasını söyledi. Kahraman kılıcını, kalkanıyla beraber büyük bir iplik aldıktan sonra canavarı avlamaya çıktı.

Karamanın elindeki ip azalıyordu. Karanlığın içinde ilerlerken mimarın anlattığı hikâyelerin korkunç izlerine rastladı ama korkusunu bastırıp yoluna devam etti. Çok geçmeden ürkünç bir ses duydu. Bu mimarın anlattığı canavar olmalıydı. Kılıcını hazırlayıp canavarı beklemeye başladı. Canavar ona adım adım yaklaşıyordu. Derin bir nefes alıp vermesiyle birlikte canavar bulunduğu koridorun sonunda gözüktü. Kafası ve ayakları boğalarınki gibi, gövdesi ve kolları ise insanınki gibiydi. Yaratığı kızdırmak için birkaç söz söyledi. Yaratık bunları umursamadan yavaşça ona yaklaşmaya devam etti. Yaratık, kahramanın bilmediği bir dilde dua okuyordu. Kim bilir bu hangi kurbanının son sözleriydi. Kahraman kışkırtıcı sözlerinin bir işe yaramadığını anladığında yaratığa doğru ilerledi. Yaratık bunu görünce adımlarını hızlandırdı. İki hasım birbirlerine doğru koştu. Yaratığın sopasıyla kahramanın kılıcı büyük bir gürültüyle çarpıştı.

Dövüş çok şiddetli sürdü en sonunda kahraman canavarı yendi. “Artık seni yendim Minotor. Bu labirentte aldığın binlerce can için Tartarus’ta acı çekeceksin.” dedi kahraman. Demek adı Minotor’du. Labirent dışında ondan bu adla bahsediyorlardı, Minos’un boğası. Kendine ait doğru düzgün bir adı olmadığı için o an üzüldü. Gözlerini ilk açtığında karşısında yekpare gri bir duvar vardı. Şimdi gözlerini son kez kapatırken onu öldüren adamı görüyordu. Son nefesini vermeden önce aklına buradan uçarak kaçan mimar ve oğlu geldi. Belki Tartarus denilen yerde uyandığında onlar gibi uçabilirdi.

Ali Sarp Sunay

Join the discussion at Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *