– Yaşıyor. Ölümün kıyısında bile değil. Önümüzdeki 3 kışı birden atlatabilir. Ama… Ben, çok üzgünüm. Çok üzgünüm.
Acıklı ilahilerin arasından tiz bir ses göğe doğru yükseliyor. Ses acı çekiyor, toprağın derdinin ne olduğu bu sesin içinde gizli adeta. Şef, sözlerini bitirdikten sonra acı içinde inlemeye başlıyor. Vücudu ilahilerle şekil alıyor, tınının değiştiği anlarda sağlıklı bir omurgaya sahip insanın yapamayacağı hareketler yapıyor. Kendini ortaya atarak halkanın merkezindeki büyük taşın etrafında garip hareketler yapmaya başlıyor şimdi. O esnada arka saflardan fırlatılan bir kemik bıçağı daha yere düşmeden kaparak avucunun içine defalarca kesik atıyor. Atılan her kesikte, akan her damla kanda adamın rahatladığı açıkça görülüyor.
– Ben bir tohumum, ekilip biçileceğim. Ben toprağın altındayım, büyüyüp güneşe ereceğim. Beni yut, beni tükür, beni göm; ey toprağın Tanrısı! Beni güneşe sun!
Gruptaki herkesin ağladığı, atmosferin birdenbire değişmeye başladığı, şefin cümlelerinin bütün ruhları mest ettiği anlardayız. Boynunda, belinde ve bacaklarında zil düzenekleri olan grup üyeleri, zangır zangır titreyerek özgün bir ritim ortaya çıkarıyorlar. Şefin hareketleri de gittikçe hararetleniyor. Bir elinin sıkıca tuttuğu bıçak, diğer elinin sonunu getirmek üzere. O bıçağı her saplayışında topluluk daha da heyecanına yenik düşerek birbirine uyumlu çığlıklar atıyor. En sonunda bıçak, adamın bileğinin tam ortasından girerek öbür taraftan olduğu gibi çıkıyor. Ardından saniyeler içinde kıvrak hareketlerle elini kendi bileğinden ayırıyor adam. Bir anda ilahilerin, zillerin ve davulların sesi kesiliyor. Şef, olduğu gibi yere yığılıyor.
Sessizlik, bir yanlışlık olduğunu düşündürecek kadar sürdüğünde çemberin arkasında kalan, görünmeyen kısımdan alevler yükseliyor ve gökyüzünde yuvarlak bir desen oluşturarak etrafı kısa süreliğine aydınlatıyor. Daha önce ortamda görülmeyen yüzlerce suret parıldıyor ve çembere doğru koşuşturuyorlar. Nihayet sahnenin ışıkları açılıp her yer tamamen aydınlanınca topluluğun arasında sevinç çığlıkları ve alkış sesleri yankılanmaya başlıyor. Yerde ölü gibi yatan şef de gururlu bir tebessümle ayağa kalkıyor.
– Farkındalık gösterimizin bir parçası… Merak etmeyin benim zaten sol elim yok, o sadece bir maket. Teşekkür ederim dostlarım, şeref verdiniz. İyi şanslarınız besin vermeyen toprağa, düşmanımız haline gelen güneşe ve bozulan dünyaya güzellikler getirsin.
Sözlerini bitiren şef şimdi elastik hareketler yaparak, az önce sergilediği gösteride aslında ritüelin büyüsüne kapılmamış olduğunu, vücudunun zaten buna müsait olduğunu göstermeye çalışıyor. Sahne alan diğer zilli arkadaşlarını işaret ediyor. İlahi mırıldanan sanatçılar da kendilerini göstererek çemberin gerisindeki izleyicileri selamlıyor. Sonunda seyircilerin katılımını tescilleyen ve derneğe yardım amaçlı para toplanılan küçük bir törenin ardından herkes dağılıyor.
Derin sessizlik, bu sefer bir yanlışlık olduğunu düşündürecek kadar…
Şef yeniden sahnenin ortasında. Diz çökmüş, avuçladığı toprağı ağzına atıp yutuyor. Toprağı tükürüyor. Tükürdüğü yerde bir çukur açıyor ardından. Bu sefer kimse izlemiyor onu. Tanrılardan başka hiç kimse izlemiyor.
– Çok, çok üzgünüm Tanrım. Sen öleceksen, seninle öleyim.
- Ölüm Meleğinin Milenyum Paydosu - 1 Aralık 2022
- İkinci Ritüel - 1 Ağustos 2022
Ah o ritüel heveslileri… Ve şovmenler… Sanırım anladım anlatılanı, derinine inmemek gerek sanki… Çok güzeldi, elinize sağlık.
Güzel bir öykü. Elinize sağlık. Uzun yazacak enerjiye ve zamana sahip olmadığım bir anda okudum ve beğendim. İki satır da olsa bir olumlu yorum yazmadan geçmeyeyim dedim. Derli toplu, lafı uzatmayan bir öykü olmuş. Belki farklı anlamlar çıkaranlar olacaktır ama bu farklı anlamların yazarın niyetinden uzaklaşmayacağına eminim… sanıyorum
Kaleminize sağlık, hikayenin açılış sekansı beni oldukça yükseltti. İkinci kısımdaki geçiş bana biraz hızlı geldi. Belkide hikayenin sonunu, başlangıçtaki gibi fantastik bir düzlemde beklediğim için olabilir. Zevkle okudum sonrakiler için beklemedeyim.