Öykü

Ambrosia’sız Satirler Aşkına

Ambrosia’yı satirlerin ulaşamayacağı yerlerde saklayınız.

“Mino! Kendine gel! Of uyan artık! Birazdan otlama saati bitiyor. Görüyorsun değil mi Praksi? İşte her sabah bununla uğraşıyorum. Annesi Mino’ya uyanmayı tembihlemeyi unutup göğe taşınmış.”

Praksi iyimser bir satir:

“Öyle söylememelisin Bat.” İçini çekti ve devam etti: “Gece yine oraya gitti demek ki. Yoksa Mino sorumluluk sahibidir.”

Bat, keçi sakalları arasından güldü. Kendini kaptırıp sesini ayarlayamadı: “Praksi, sana kalsa koca tanrı Zeus bile iyi biridir. Sen çok güzel kalpli bir satirsin.” Cümlesinin ardından koca bir kahkaha patlattı: Meehehehe!

“ŞŞH! Sus, sus Bat! Bir duyan olacak. Sessiz ol n’olursun!” Bat’ın kahkahasıyla Praksi’nin tepinmeleri birbirine karışırken Mino gözlerini araladı:

“Meh, böyle mi uyanmak ister insan, şey, keçi… Yani ikisi de…”

Bat ve Praksi gözlerini Mino’nun homurdanan ağzına dikti. Birbirine yaklaşıp fısıldamaya başladılar:

“Bat?”

“Praksi?”

“Sen mi söylersin, ben mi söyleyeyim?”

“Ben her sabah söylüyorum, bu sabah da seni kovalasın.”

“Bu yaptığın hiç hoş değil.”

Praksi sesini temizledi: Meöhümöhüm.

Mino yarı açık gözlerini karşısında fısıldaşan iki satire çevirdi. Sizin derdiniz ne adlı bakışını gözlerine oturttu. Ne söyleyeceklerini bekliyordu.

Praksi kim bilir ne biçim cümleler kuracaktı. Bat, on saniye öncesi için çok pişman oldu.

“Mino…”

“Praksi’m, güzel keçi popolum.”

Praksi’nin boynuz uçları kızardı, sağ bileğini gözlerinin dibine kadar getirdi:

“Mino, otlama saatinin son on dakikasına şu an girmiş bulunuyoruz.”

Bat ve Praksi elleriyle gözlerini kapatıp yere çöktü. Olacakları bekliyorlardı. Mino, ikisini de otlama kırına kadar kovalamaya başlamalıydı. Oraya kadar kovalamasının amacı, önünde kaçan iki satir olunca daha hızlı koşup otlama saati bitmeden oraya çabucak yetişebilmesiydi. Her sabah son on dakika kalmışken Bat’ın sarsmalarıyla uyanıp onu, oraya dek kovalardı. Bu sabah şanslı isim Praksi, Bat’la birlikte kaçacaktı. Yani, böyle olmalıydı.

Mino, yastığın soğuk tarafını çevirip yüzünü içine gömdü. Bir süre ses gelmeyince korkak iki satir gözlerini aralayıp Mino’ya baktılar. Alışılmışın dışında bir görüntüydü. Bat yaklaşıp örtüsünü açmaya cesaret etti.

“Mino! Sen kıyafetlerini çıkarmadan, toynaklarını yıkamadan uyuyamazsın ki.”

“Kulağımın dibinde bağırma Bat, kafamın içinde keçiler tur bindiriyor zaten. İki toynağın lafını mı yapacaksın?”

Bat, Mino’dan bir açıklama bekler gibi ellerini keçi poposunun üstüne koydu. Bu duruş onun, “Neler dönüyor anlat Mino,” duruşuydu.

“Dionysos’la otlama kırında şarap içip sabahladık,” dedi Mino. Sesi titriyordu. Bat, bir kahkaha daha attı, bu kez daha yüksekti: Meeeehehehe!

Hay senin meehehehlemenin de, senin de şimd…”

Bat, eliyle Mino’nun ağzını tuttu. Praksi, küfürleri kaldıramayacak kadar narin ruhlu.

Mino, ağzını Bat’ın elinden kurtarıp aldırmadan devam etti:

“Nasıl geldiğimi bile hatırlamıyorum. Sadece havanın yavaş yavaş aydınlandığını hatırlıyorum. Sabaha karşı olmalıydı.”

Bat artık gülmüyordu:

“Bu kadarı yeter Mino! Çeyrek asırdır seninle aynı odada kalıyoruz. Yürümeyi öğrendiğimiz andan itibaren her sabah seni kahvaltıya göndermeye çalışıyorum. Sadece bir kere başarabildim, onda da önceki üç gün tüm öğünleri kaçırmamak için uyumadan kahvaltı saatini beklemiştin.”

“Bunları şimdi niye anlatıyorsun Bat?”

“Bir şeyler uydurmaya ihtiyaç duyman komik geldi de Minocuğum. Uyanmıyorsun yani anladık. Öğlen yemeğinde yine benim otlarımı aşırırsın, geçen yirmi beş senede olduğu gibi. Tamam işte.”

“Ama Bat…”

“Amasıyok Mino, Dionysos’u karıştırma bari. Zeus, bir Tanrı hakkında yalan söylediğini duyarsa…”

“Keçi boynuzları Zeus’unuza g…”

Bat bu kez Praksi’nin kulaklarını tuttu:

“Mino kapa çeneni!”

Praksi her zamanki iyi niyetini göstererek:

“Bırak da Mino anlatsın öyleyse, bu kez farklı gibi görünüyor Bat.”

Kimseden ses çıkmadı. Mino daha fazla dayanamadı:

“Dionysos’la otlama kırında şarap içip sabahladık.”

“Orasını anladık,” diye bağırdı Bat, “Ama neden?”

“Ya benim Nemf perisi yok mu? Onsuz edemiyorum artık. Her gün Styx Nehri’nde eteklerinin ucunu ıslata ıslata geziniyor, canı isteyince güzel ayaklarını yerden kesip havada süzülmeye başlıyor, periler gibi… Ki biliyorsunuz; yengeniz zaten bir peri.”

Bat eğilip Praksi’nin kulağına ne anlatıyor bu diye fısıldadı. Mino hızını almış devam ediyordu:

“Gözlerimin önünde Bat… Ellerimi uzatsam dokunabilirim Praksi… Ama bir satir olduğum için yüzüme bile bakmıyor. Tanrılarla, tanrıçalarla aram iyidir bilirsiniz. Sizin şu koca tanrınız hariç elbette.”

Yataktan kalkıp küçük tarağını aldı, sakallarını taramaya başladı. Başına ne gelirse gelsin yakışıklı bir satirdi.

“Canıma tak etti Bat. Büyülü bir mucize olup nemflerin satirlerden hoşlanmasını beklersem ölüp gideceğim. En çok da bunun için istemiyor beni.  Bir tanrı ya da yarı tanrı değilim. Bir gün yarı keçi vücudumu gömecekler. Ama o Ambrosia içip çok ama çok uzun yaşayacak.  Beni sevmekle neden zaman kaybetsin?”

“Belki canı sıkılıyordur da başına iş açmak ister?”

Praksi çeyrek asırdır henüz kimseyi şaşırtabilmiş değildi.

“Başına iş açmak isteyen bir peri Arabistan’a gidip putlara sihir yapar. Canı sıkılan peri, tanrıça kılığına girip Zeus’u peşinden koşturur. Bir satirle neden uğraşsın?”

Bat bu konuşmayı hâlâ ciddiye alamıyordu:

“Eh anladık nemfler satirlere âşık olmaz. Eee? Dionysos bu yüzden seninle şarap içip sabahlayacak kadar vasıfsız bir tanrı mı? Yeme bizi Mino!”

“Aramızda kalsın ama o da bir nemf’e vurgun.”

“Nemfin birine vurulmuş bir tanrı mı? Oldu bu iş!”

“Öyle olmuyor işte Bat. Burada hayat sabahları kır otlamasına yetişebilmekten ibaret değil, gözlerini arala da etrafına bak. Dionysos kimden?”

Bat alınmıştı. Sesi karnından geliyormuş gibi anlaşılmaz bir tonda, “Zeus,” dedi.

“Tebrik ederim. Bir şeyin farkında olman gözlerimi yaşarttı. Zeus’un oğlunun çocukları ölümlü olabilir öyle mi? Peki Zeus oğlunun sadece bir içecekle uzun bir yaşamı kazanabilen bir periye âşık olmasına ortalama kaç şimşek fırlatır?”

“Tüm kırları küle döndürecek kadar.”

“Ve inanır mısın Dionysos da bunun farkında Bat!”

Bat bu kadar haklıyken azarlanmayı nasıl başardığını düşünüyordu. Mino devam etti:

Mino, dün sabah otlama saatini kaçırdıktan sonra Olympian Zeus Tapınağı’nın etrafında gezerken Dionysos’un, babasının tapınağında oturur gibi rahat rahat oturduğunu gördü. “Zaten babasının tapınağında oturuyor,” dedikten sonra yanına gitmeye karar verdi. En sevdiği tanrı şarap ve eğlence tanrısıydı. “Belki birkaç kadeh de bize düşer,” diye düşünüyordu. İyice yaklaşınca Dionysos’un tapınak merdivenlerinden birine oturmuş kara kara düşündüğünü gördü. Bir dirseğini dizine dayamış çenesine destek oluyordu. Diğer eliyle asasını en alt merdivene kadar uzatmış ritmik şekilde yere vuruyordu.

“Herkesi eğlendirdin sana kalmadı mı meheheh!” dedi Mino. Böyle gevşek satir görülmedi.

“Her gün eğleniyor olsam eğlencenin değerini unutur, iyi bir tanrı olamazdım. Öyle değil mi Mino?”

“Asanda kaldıysa bana biraz eğlence bahşetsen gözümde bir kez daha tanrılaşırsın.”

“Senin neyin var? Satirlikten mi sıkıldın? Hem insansın hem keçi. Daha ne olmak istiyorsun?”

“Bir yarı nemf yarı satir bebek babası olmak istiyorum. Sen daha ne kadar yüce olma peşinde dertlenmiş olabilirsin?”

“Bir yarı tanrı yarı nemf bebek babası olmak istiyorum,” dedi. Mino’nun gözlerinin içine baktı, omzuna iki kere vurdu, hadi kalk der gibilerdi. Satiri beklemeden tapınak çıkışına kadar gitti. Mino, Dionysos’un da bir nemf perisine âşık olması bilgisini henüz yutamamıştı. “Aynı nemf olmasa bari, küçücük umudum da şarapta boğulmuş olur,” diye düşünüyordu. Dionysos hadi der gibi asasını yere vurdu, tapınak Mino’nun poposunun altından kaydı. Koşup yetişti. Uzun bir yol yürüdüler. Mino’nun her sabah kahvaltısını kaçırdığı kıra dek ağızları açılmadı. Gölge bir yere çöktüler.

Dionysos:“Babamın yalakalarından biri şuradan geçip bir satirle ağaç dibinde oturduğumu görse Likaonya’ya sürüldüğümün resmidir.”

“Bari içinden söyleseydin Dionysos, satir olmam yeterince büyük engeller doğuruyor zaten.”

“Öyle demek istemedim Mino. Ama biz tanrıların yükü çok fazla. Herkes yeterince eğlenmezse babam gelip asama tutkal sürüyor, bir süre kaldıramıyorum. Cezaya bakar mısın? Koca Zeus olmuşsun, alem senin peşinde, sen gelip çocuğunun asasına tutkal sürüyorsun!”

“Aman ne büyük sorun!” diye kıkırdadı Mino, sesi aşağılayıcıydı. “Oysa biz satirler tüm şehir devletlerinin efendileri gibi geçtiğimiz yerleri kutsamak için zeytin bırakırız.”

 

Bu kadar patavatsız bir satir, başına gelecek her şeyi hak ediyordur. Bunu birazdan göreceksiniz. Mino, Dionysos’la arasında geçen bu konuşmaları Bat ve Praksi’yeanlatırken ağlamaklı oluyordu. Dionysos dün Satir’in iğneleyici konuşmalarına aldırmayacak kadar düşünceliydi.

“Demek sen de bir nemfe…”

“Evet, inanır mısın satirler de sever.”

Dionysos birkaç teneke şarap var etti. Mino birkaç yudumdan sonra dökülmeye başladı:

“Şu kadardan beri seviyorum onu. En yaşlı Satir dedemiz Silenos seni yetiştirirken doğmuşum ben. Gözümü açtığımda karşımda Styx Nehri vardı. Benimki de ufak o zamanlar, ayaklarını suya değdiriyor, akıntıdan gıdıklanıyor. Kalkıp bu kırda koşuyordu.”

“Bilge Silenos… Hatırlıyorum, genç bir oğlan satir olduğun ilk zamanlarda seninle bu kırda şarap içer dans ederdik. Sen bazen flütle yeni bir melodi çalardın, daha çok dans ederdik, sonra Silenos beni yeni bir şarap tarifi öğrenmem için çağırırdı. Sonraki gün o tariften yaparak gelirdim. Her gün daha çok sarhoş olurduk.”

“Öyleydi. Neyse, ne diyordum? Meem, şey diyordum… Hah! Bu periyi severek büyüdüm. Sonra ilk öğrendiğim ders, yeri ve denizleri dolduran perilerin nemfler olduğuydu. Bu kez yalnız onu sevmedim. Ayak bastığım her yere, gördüğüm tüm denizlere, denizlere dökülen akarsulara kaptırdım kendimi. Kaç kez Silenos benim için –İflah olmaz bundan– demiştir. Olmadım da… Seviyorum Dionysos, çok hem de. Elimden gelse Nemflere uzun ömürler veren sihirli Ambrosia’dan bulup bir dikişte hepsini içerim. Şu güne kadar içmem gereken tümünü bir dikişte içerim. Yeter ki onun kadar yaşayayım.”

Dionysos’un gözleri mi dolmuştu yoksa Mino ilk kadehte sarhoş mu oluyordu? Emin olamadı, devam etti:

“Ha, aklıma gelmişken, tut ki aynı nemfe âşık olmuşuz… Aradan çekilirsin Dionysos. Bir de seninle uğraşamam. Zaten satirim. Zaten ölümlüyüm. Bir de eğlencenin tanrısı ile yarışamam. Anlıyorsun değil mi?”

“Kendimden küçük nemflerle ilgilenmiyorum Mino. Ben de fena tutuldum. Senden beterim belki. Benim engelim keçi popom ve az yaşım olsa şu kırda flüt çalarak, dans ederek kendimden geçerdim. Benim engelim Zeus.”

“Sen de haklısın,” dedi Mino, “Bir şimşekle nemflerin soyunu kurutur gereksiz baban. Bu da benim hiç işime gelmez.”

En az sekiz dokuz kadeh içtiler. Mino ceplerinde flütünü arıyordu. İçli bir ezgiyle duygu seli yaratmak istiyordu. Bulamadı. Yerinden kalkmaya çalıştı, Dionysos’un üstüne devrildi. Gece yarısı olmuştu. İkisi de sarhoştu. Dionysos, tanrılığın verdiği söz üstünlüğüyle, geceyi büsbütün değiştirecek şu cümleyi kurdu:

“Kalk Mino, gidiyoruz! Bizim meseleyi çözse çözse Keçidradamus çözer! Silenus kaç kez yanlış adım atmak üzereyken ondan geleceği ya da bir gizemi öğrendi de kendine yol çizdi. Kalk, nemflerden kaçar çocuğumuz olacağını öğrenmeye gidelim.”

Mino bunları Bat ve Praksi’ye anlatırken soluk bile almıyordu. En heyecanlı yerine gelmişti:

 

“Dinleyin şimdi, en heyecanlı yerine geldik. Keçidradamus’u gece yarısı nereden bulacağımızı bilmiyordum. Yol boyu gözlerimi kapattım. Midem ağzıma geliyordu. Ama keşke kapatmasaydım. Yine giderdik. Neyse, gözlerimi açtığımda tüylü bir toynak, dondurulmuş keçi kafalarının asılı olduğu duvardan bir meşale aldı. Yere dağıtılmış uçan minderlerin ortasına koydu. Her şey daha net görünüyordu. Bulanık ve dipsiz görünen bir zeminin üstünde tüm eşyaların uçtuğu bir odadaydık. Bizim de ayaklarımız yere basmıyordu. –Dikilme, otur!– diye bağırdı bize. O kocaman tanrı Dionysos’un bir titremesi, çabucak oturması vardı, görmeniz lazım. Keçidradamus karşımıza oturdu. Gecenin bu saati bir satir ve bir tanrı sarhoş şekilde kapısına dayanmış kehanetlerini, gizemleri öğrenmeyi bekliyordu. Adam haklı.”

Bat’laPraksi’nin gözleri çukurlarından fırlayacak gibi oldu. Aynı anda “Keçidradamus’a mı gittin Mino?!” bağırtıları yükseldi. Mino duymadı bile, devam ediyordu:

Keçidradamus ne öğrenmeye geldiklerini sorduğunda Mino ile Dionysos kekelemeye başlamıştı. Az sonra her şey belli olacaktı. İkisinin de yaşamdaki tek dayanakları olan nemflere aşkları belki karşılık bulacaktı. Mino cesur davrandı:

“Nemf de beni sevecek mi?” dedi, “Keçi keçinin hâlinden anlar Keçidradamus, bağla şu işi lütfen.”

“Sen keçi değilsin Mino. Boynuzunla keçi sakalını saymazsak belden yukarın insanlara benziyor. Keçi çobanı insanlara. Onlar keçilerin dostu değildir.”

“Koca Keçidradamus olmuşsun, hâlâ çoban kini güdüyorsun. Bırak şu işleri Keçidr…”

Dionysos, Mino’nun poposunu cimcikledi. Konuşmaya el koydu:

“Biz, ikimiz birer nemfe vurgunuz efendim.” Saygı böyle gösterilirdi işte. “Ve aşk, gece yarısı, akşamüstü dinlemiyor. Kalktık geldik. Şarap koktuysa yanımda var bu arada.” Dionysos da kendinden geçti.

“Şimdi üfleyip sileceğim geleceğinizi! Söyle çabuk ne diye uyandım ben bu saatte?” Mino’ya bakıyordu.

“Bize Ambrosia’ların yerini söylemen için. Nemflerle sonumuz ne olacak, öğrenmek için,” dedi Mino. Böyle konuşmamışlardı. Dionysos şaşırdı. Mino artık susamazdı:

“Zeus’un hükmettiği her varlığın senden bir defalığına bir gizemi, gelecekten bir şeyi öğrenme hakkı var. Kuralları biliyorum. Şimdi biz de birer hakkımızı kullanmak istiyoruz. Sen uyanmadan da kullanamazdık.”

Keçidradamus’un söyleyecek sözü kalmadı. Ortada kural dışı bir şey yoktu.

“Imh… Meh… Mehem… Pekalâ… Sen Ambrosia’ların yerini öğrenmek istiyorsun. Kâhinler satirlerin aşklarını kovalamazlar, Mino. Felaketleri önceden söylerler, tüm dünyayı etkileyecek olayları bilirler, ama neyse. Kime, ne anlatıyorum, değil mi? Peki sen pek sayın Zeus’un oğlu Dionysos? Sen ne halt yemeye takıldın şunun peşine?”

“Şey… Ben ne isteyeceğim acaba? Ben… Soyumuzun Zeus’un öfkesinden ne zaman kurtulacağını öğrenmek istiyorum. Ve, kâhinlerin işi değil ama elinden geleceğini biliyorum, babamın bana şimşeğiyle zarar verememesini istemeye geldim. İstediği kadar fırlatsın, şimşekleri için görünmez bir kalkan istiyorum. Her santimimi kaplasın. Delinmesin. Görünmesin. İstiyorum. Evet, evet! Çok istiyorum. Kalkan, Keçidradamus, Zeus’tan korunma kalkanı.”

“Kâhinliğin, keçi periliğin rezil yanlarından biri bu,gerçekleşmek zorunda olan isteklerden sorumlu olmak.” Eliyle kafasına vuruyordu. Devam etti:

“İlk senin işini halledelim Dionysos. Bilmeni isterim ki, hiçbir gelecek okuyucusu Zeus’un kudreti kadar büyük bir güce sahip olmadı. Ve Dionysos, kastettiğin soykimleri kapsıyor bilemedim ama ne bir ölümlü ne de tanrı veya tanrıça, hiç kimse Zeus’tan kaçamaz.”

Ardından ürkütücü bir sesler üç kez tekrar etti:

“Ay’ın ışığı oynar bahçesinde

Güneş tepesindedir

İlkin sevinç duyarken

Sonra korku salarken

Şimşeği gökte parlayandır”

Hislerin bir rengi varsa Dionysos şu an simsiyahtı. Demek babasından kurtulamayacaktı. Keçidradamus, bulanık ve derinliği olan zemine bir elini soktu, biraz karıştırdı. Saydam bir zırh çıkarttı. “İşte, al bakalım. Giy şunu. Herkül duymasın ama onun kadar dayanıklıymışsın gibi oldun.”

Dionysos zırhı üstüne geçirdi. Hiçbir ağırlığı yoktu. Hem zırhın hem de omuzlarında bugüne kadar taşıdığı yükün. Keçidradamus:

“Peki, bir bakalımMino. Demek neflerle sonunun ne olduğunu öğrenmek istiyorsun? Keşke Delphi’ye gitseydiniz. Apollo Tapınağı’nın hemen yanında gezinir. Ben böyle şeyleri onun gibi dümdüz söyleyemem Mino, bu Zeus’un asla durulmayacağı gibi aleni bir konu değil. Delphi yakın geleceğe daha iyi bakıyordu. Ben anca sana bir giz sunabilirim, sen de onu çözersin.”

Gözlerini az önce zırh çıkarttığı yere dikti. Eline kâğıt kalem aldı. Sadece onun gördüğü bir şeyleri, Dionysos ile Mino’nun unutacağından emin olduğu için not alıyordu. Keçidradamus, Mino için bir bilmece yazıyordu. Gecenin bir yarısı, gözü neredeyse kapanacak, ağzı esnemekten yırtılacaktı. Keçidradamus ne yazdığını biliyor muydu, emin değillerdi. Nitekim o da son iki dizede ufak bir karışıklık yaparak yolu yanlış gösterdi, bilmecenin sonunda aklı Dionysos’un dileğindeki koca Zeus’a kaydı:

Mino’nun eline tutuşturduğu kağıtta Ambrosia’yı nerede bulacağına dair bir bilmece yazıyordu:

“Ne bir perinin memesinden damlar

Ne bereketli nehirlerden denizlere dolar

O yalnız yerin altını, evrenin sularını bahşedende,

Yolunuzun üzerindeki beşinci nehrin kıyısında

Kapı eşiğini geçtiksen sonraki ilk odada”

“İşte, hadi bakalım. Çıkın gidin. Bundan sonra ölene kadar sizi görmeyeyim.”

Keçidradamus nelere sebep olacağının farkında bile değildi.

Mino’ylaDionysos odadan fırladı. Bir gizin peşinde bir satir ile Zeus’un oğlu. Bilmeceyi sıra sıra sesli okumaya başladılar. Anlamaya çalışıyorlardı. Ne demek “O yalnız yerin altını, evrenin sularını bahşedende? Mino, her bir nehrin kıyısından geçtiklerinde sayıyı bağırıyordu. Üçüncü nehirden sonra yol, Dionysos’a tanıdık gelmeye başladı. Ama sevdiği periyi daha önce takip ederken buradan geçtiğini düşündü. Ne de olsa şimdi de Ambrosia’yı almak üzere nemflerin yerine gidiyorlardı. Mino o kadar heyecanlıydı ki yolu kontrol bile etmiyordu. Dionysos’u takip ediyordu. Bir kapıya vardılar. Keçidradamus, çıkarken ellerine her kapıyı açabilirsin anahtarı tutuşturmuştu. Dionysos kapıyı açtı. İşte bu tuhaftı. Daha önce hiç nemfin kapı eşiğinden geçmemişti ama girdikleri uçsuz bahçe de tanıdık geliyordu. Gece vakti karanlıkta her yer birbirine benziyor herhalde, diye düşündü. Bilmece bitmişti.

İlk kapıyı araladılar. Çok geniş bir odaya girdiler. Bembeyaz bir yatak ve devasa bir asa vardı.

Mino, “Sonunda, sonunda!”diye fısıldayarak tepinirken Dionysos fark etti.

Artık odanın içindeydiler. Dionysos eğlencenin olduğu kadar baş kaldırının da tanrısı olduğunu Mino’ya hatırlatmak istedi.

“Keçidradamus’u gece yarısı ziyaret etmek ancak iki sarhoşun işi olabilirdi zaten Mino,” dedi. Buraya kadar gelmişken Ambrosia’yı alamayacaklarsa Keçidradamus’un gerçekleştiremediği isteğini kendisi yerine getirirdi. Asayı odadan çıkartmak.

Dionysos olanca sessizliğiyle yatağın yanına kadar gitti. Sihirler Vadisi’nde olup da görünmezlik sihri yaptırmak için tanrılığını feda edebilirdi. Mino ise olanları hâlâ anlayamamış, izliyordu. Dionysos, Ambrosia’ları almaya gidiyor diye ışıltılı gözlerle olanları izliyordu. Keçidradamus’un yanlışlıkla Zeus’un asasının yerini tarif ettiğinin farkında değildi.

Fakat aniden bir kükreme ayyuka çıktı ki, ikisini de tavana çarpacak kadar sıçrattı:

“Ne sen ne de sen! Atina’nın ortak rahminden doğan perilerime dokunmayacaksınız!” diye bağırdı Zeus. Artık yatakta değildi, ayakta, gözün seçemeyeceği kadar yukarıdan bakıyordu. Dionysos korkudan kekeleyerek dökülmeye başladı. Mino’yu kurtarmak istiyordu.

“Baba, Mino’nun bir suçu yok. Her şeyi ben yaptım. Keçidradamus’a ben gidelim dedim. Senin karşına çıkmamıza ben sebep oldum. Hatta Mino’nun nemfe vurulması da benim suçum Ben işaret ettim. Nemflerden birine de ben âşığım. Yarı tanrı yarı peri çocuklar istediğimi Keçidradamus’a da söyledim.”

Mino, Ambrosia beklerken Zeus’un gür sesini, ucu tüten asasını görünce altına kaçırdı, “Ke-kesinlikle, benim bir suçum yok. Oğlunuzun yalan söylediği nerede görülmüş?”

Zeus’un vücudundaki tüm gözeneklerden ateş çıkıyordu. Kükreme daha da alevlendi:

“Oğlum bir tanrıçayla olmayacak mı? Nemfim bir satir annesi mi olacak?” Asasını yere vurdu. Dionysos zırhından aldığı cesaretle, “Bırak artık şu asa korkutmalarını!” dedi. Hâlbuki son derece korkuyordu.

Zeus, asasını yere vurdu. Ayaklarını bastıkları yerlerden ışıklar yükseldi:

“Bundan böyle ne sen bir satirsin, ne de sen bir tanrı. Nemflerimden uzak durun lanet olası ölümlüler!”

Dionysos bunları duyar duymaz satiri kucaklayıp koşmaya başladı. Zeus da arkasından fırladı. Dionysos’un zırhı sayesinde Zeus’un arkalarından attığı hiçbir şimşek ona dokunmuyordu. Dionysos, bir köşede durdu. “Burdan sonrasını kendin devam et, al bu da son şarap şişelerim. Bundan sonrasında tek kaçayım, bana bir şey olmuyor ama babam sana zarar verebilir,” dedi. Mino, bu kadar yardımdan sonra Dionysos’u yalnız bırakamazdı ama Dionysos’un bir adımı, onun yüz adımı kadardı. Dionysosdevam etti. Mino, Dionysos’a mı üzülecekti, tek dilek hakkını kullandığı Ambrosia’ları bulamamalarına mı? Üstelik artık bir satir bile değildi. Gözden kaybolana dek Zeus’un Dionysos’a şimşek atarak kovalamasını izledi.

 

Bat’la Praksi’nin yüzleri donmuştu. Zeus bir satiri ve oğlunu şimşekle kovaladı, çünkü Keçidradamus ne derse onu yaptılar, öyle mi?

Mino, Dionysos’un verdiği son şarapları da yolda buraya gelirken içtiğini söyledi. Evin yolunu sabaha karşı buldu. Tüm yol Dionysos’un iyi olmasını ümit etti. Nemf sevdası başlarına Zeus derdini açmıştı. Mino, cümlelerini bitirdi. Odada saatler sürecek bir sessizlik başladı.

Son söz Mino’dandı: Bat, dinledin işte. İnanmazsan yazları kar yağsın. Satirüstü yetenekleri olan yakışıklı bir tanrı olmadıktan sonra nemfimin kalbimi çalamazdım, şimdi de satirliğim yok oldu. Zaten kalbini çalsam bile biri gelir, geri alır. Eros’u her gün görüyoruz. Yarısı keçi birini nemfe sevdası için aşk değneği ile kutsamaya zaman ayıracak kadar boş zamanı yok. Ares kadar savaşçı da değilim. Yerler ve denizleri nemfim doldurdu, ben Uranüs’ün gökyüzünü ona sunamam ki takımı tamamlansın. Poseiodon’un denizlerinin tek bir damlası bir avucumda yok. Bir nemf perisi bir satir olmayan bir ölümlüyü neden sevsin?Ambrosia’ları bulamadım. Ve artık bir otlama saatim yok. Bir satir bile değilim.”

Elif Şeyda Doğan

Eylül 1994’te Ankara’da doğdum. İzmir’de büyüdüm. İstanbul'da yaşıyorum. İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Anabilim Dalında doktora yapmaktayım. Öykü yazıyorum. İki kişi olarak CosmicZion Zine (czz) adlı fantastik edebiyat, uzay ve mitoloji fanzinini çıkartmaktayız.

Ambrosia’sız Satirler Aşkına” için 1 Yorum Var

  1. Acayip derecede eğlendim okurken.Çalışmalarınızı devam ettirin lütfen.Yazı dilinizi ve üslubunuzu çok beğendim. =)

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *