Flamma ölmek üzere. Herkesin, “Öldür!” çığlıkları arasında o beklemekteydi. Büsbütün ölümü tüm çıplaklığıyla görünce inandım. Aslında daha önce de inanabilirdim ama görmezlikten geldiğim için inanmak mümkün olmamıştı şimdiye kadar. Flamma’nın bu halini görünce çok da vaktimin kalmadığını fark ediyorum bir nevi. Şimdiye kadar yazılarımda yaptığım gibi giriş, gelişme kısımları olmadan ya da kafiyeli cümleler kurmaya çalışmadan direkt ve basitçe sonuç ile başlıyorum bu yazıya. Neden bu kadar acele ettiğimi sormayın sakın. Sonuç olarak kendi sonuma da hazırlanmam lazım, değil mi!
E sen kimsin diye sorabilirsiniz tabii olarak? Çoğu yazarların yaptığı lüzumsuz ve epey uzun önsözlerle sizi sıkmak gibi veyahut en ehemmisi de kendi zamanımı boşa harcamak gibi bir niyetim yok açıkçası. Zira biraz sonra ölü diye bahsedilecek Flamma’yı düşününce kendimden, işimden, adımdan özellikle de öğrenince ne işinize yarayacağını benim bile bilmediğim doğum yerimden bahsetmek beyhude olmaz mı! En nihayetinde bende öleceğim. Yalnızca kaç nefes alacağımı unutmuşum o kadar. Belki de yaşam aldığımız nefesler kadar değildir de, nefesimizin kesildiği anlar kadardır.
Tam sol göğsünün üzerine metal kısmının hepsi saplanmış bir bıçak duruyor Flamma’nın. Kesik kesik nefes alabiliyordu. Dizlerinin üzerine çöküveriyor aniden. Sıcak kumların dizlerini yaktığını hissetse de yapacak bir şeyi yok gibi görünüyor. Karşısında kendisini yere yıkan ve yenmek üzere olan gladyatörün çamur ve yara izleriyle kaplanmış vücudunu görüyor. Artık Flamma’nın kendisine karşı bir saldırıda bulunamayacağını bildiği için rahatlamış ve sırıtmaya başlamıştı. Arenada şimdiye kadar kendi lehine tezahürat yapan seyirciler, şu andaysa kendi aleyhine vahşi arzularını seslendiriyorlardı. Bıçak sanki onun vücudunda bir tıpa görevi görüyordu. Damla damla kan sızmaya başlıyor ve sızan kan bıçağın sapına ulaştıktan sonra yere damlıyordu. Kuru toprağa çarpan kanının oldukça ince sesini duyumsayabiliyordu Flamma. Göğsündeki bıçak aşağı yukarı gerilmeye ve kendisinden uzaklaşmaya başladı usulca. Aniden fırladı bedeninden ve önüne düştü kanıyla kaplanmış olan bıçak. Bir müddet soluğu kesildikten sonra oluk oluk kan fışkırmaya başladı yüreğinden. Ama bu kan değildi sanki. Karadan da kara bir sıvıydı bu. Acaba bu da neyin nesiydi ki?
An durdu, bakışları duruldu. Göğsünden akmakta olan zifiri sıvıyı ilk gördüğünde korkmuştu adamakıllı lakin garipsememişti. Çekindiği, sevmediği bir arkadaşını görmüş gibi bir yüz hali vardı çehresinde. Yersiz bir şekilde aniden başını yukarı çevirerek tebessüm etti uzunca. Acı duymuyor değildi, besbelli vücudunda hissediyordu bu muayyen acıyı. Rahatlıyordu vücudundan bu sıvı çıktıkça, aktıkça. Acı duydukça rahatlıyordu adeta. Birçok kez bileğini kestiği gibi bir rahatlık duyumsuyordu. Ancak o bunun yanında devede kulak misali kadardı. Ve neden böyle hissettiğini yavaş yavaş idrak etmeye başladı. İnsanın kendisinden dahi hiçbir şey saklayamayacağını ve içindekilerin elbet dışarı çıkacağıyla yüzleşiyordu sanki.
Yaşamak için daima savaştım
Meğer yaşamak ölmekmiş
İşte bunu biraz geç anladım
Dünya dediğin işte bu savaş meydanı
Yere serilmiş bedenim çıkınca buradan
Beni seven ve galibiyetime alkış tutanlar
Bir sonraki gladyatörü bekliyor olacak
Önümde ayan kapkaralığım, kepazeliğim
Yaşamak için öldürdüğüm o masum insanlar
Yalanlarım, aldatmacalarım
Ve en büyüğü ise ikiyüzlülüğüm
İkiyüzlülük diye bir şey yok!
İşlediğim günahlar ve hatalar
Benim değilmiş gibi yüklediğim
Yükleyince kaçtığımı zannettiğim
Aptallığımın ta kendisi
İşte yine devam ediyorum
Bunun tek bir ismi var aslında
Bu sadece benim
Bunun başka bir ismi
Bahanesi, kaçışı, aldatması yok
Bu benim hatalarım
Benim ben
Geçmişim gözümün önünde adeta
Bana ait olmasını istemediğim
Yine de benim olduğunu bildiğimdir; geçmiş
Kim ister ki böylesi bir geçmişi
Daha fecisine sahip olan var mıdır ki hem?
Var mı ki?
Var mı?
Neden susuyorsunuz böyle?
Yok mu?
Kim ister bu dünyalık geçmişimi
Kim ister aşksız, sevgisiz sürülmüş bir hayatı
Kula kul olan bir ömrü kim sürmek ister
Duygularına, nefsine şartlı bu benliği kim ister
Kim ister bu benliği üzerine geçirmeyi!
Neden bakıyorsunuz böyle
Neden bir an önce istiyorsunuz ölmemi
Duymamak için mi bunları
Benim gibi yalanlarla avunmak için mi
Hayır! Yapmayın sakın böyle
Elbet çekeceksiniz gerçeğin acısını
Geç kalmayın, korkmayın benim gibi
Benim gibi kaçmayın gerçeğinizden
Yüzleşin hakikatinizle
Benim gibi mecbur kalmadan
Hak mecbur kılmadan
Yaşamak için…daima… savaştım
Meğer yaşamak… ölmekmiş
İşte… işte bunu… işte…
İşte bu Flamma’nın ağzından kanlar boşanmadan ve yüzüstü yere yığılmadan önce arenada bağırarak söylediği son sözleriydi. Belki de söyleyebildiği kadarıydı. Ben söz uçup, yitip gitmeden doğrudan doğruya, doğruca size aktardım Flamma’nın sözlerini. Bu sözler hikmet doludur. Karşılaşmak nasiptir bu sözlerle. Okumak irade ister, anlamak ise akıl. Yaşamak yürek ister. Ölmek canı ister. Ben canım vermeye gidiyorum. Beni merak etmeyin ki bu umurumda olmaz. Sen seni düşün ey yarının mevtası.
- Bir Sonraki Gladyatör - 1 Nisan 2023
- Kefaret - 1 Aralık 2022
- Ömür - 1 Kasım 2022
- Ölüm - 1 Eylül 2022
- Bir Damla Öykü - 1 Ağustos 2022
Okuyucuyu öykünün içine anafor gibi fırlatan çarpıcı bir giriş cümlesinin ardından, anlatıcının okurla konuştuğu ikinci paragraf tempoyu düşürse de -olmasa daha iyi olurdu- canlı tasvirler içeren üçüncü paragraf tekrar yükseltiyor. Fiziksel betimlemelerden ruhsal betimlemelere usulca geçiş edebi bir haz veriyor ve şiirle birlikte hazzın doruğuna ulaşılıyor. Bitiş cümlesi de son vuruşu yaparak okuru nakavt ediyor. Çikolata dolgulu bisküvi yer gibi hissettiren bir öyküydü. Emeğinize sağlık.