Öykü

Ömür

Biz mi zaman için yaşarız? Zaman mı bizim için akar?

Biz mi zamana muhtacız? Yoksa zaman mı var olmak için bize?

Geçmiş ve gelecek; bunlar mıdır zamanı var eden şimdi ile birlikte?

Akıl ve kalp; bunlar mıdır insan ortaya çıkaran ruh ile birlikte?

Yoksa parçalarından biri, kalır mı ortada zaman ve insan?

Biz mi zaman içinde yaşarız? Zaman mı bizim içimizde akar?

 

Yıllardan bilmem kaç! Siz tahmin edin. Zira bir önemi yok yılın tarihin. Yaşanılan hep aynı sadece isimler ve şekiller değişiyor. Ben ölüp gidiyorum mesela. Yerime ise yüzü ve namı farklı biri geçiyor yalnızca. İnsan yine insan değil mi? Tarihte böyle değil mi keza! Bir savaş biter ikincisi başlar ardından. Bir müjdeleyici gider, bir diğeri gelir. Bir gaddar gider, sonrasında bir zalim gelir. Bir nefes gider bazen, öldüm sanırsın ve gelir tekrardan bir nefes. Böylece devam edersin yaşamaya. Bir âşık ölür maşuğunun gönlünde ve bir maşuk doğar âşığının ömründe. İşte tarih! Kendini tekrar eder durur.

 

Biz mi sahibizdir yola? Yoksa yol mu bize?

İlerledikçe değişen yol mudur, insan mı?

Biz geliştiğimiz için mi yol güzelleşir?

Bizler mi güzelleşiriz yol geliştiği için?

Yahut yol gerilediği için mi kötüleşiriz bizler?

Olabilir mi zamansız, mekânsız ve olaysız bir yol?

Mümkün mü korkak, tembel ve tekdüze bir yolcu?

 

Biz. Bizler. Kim bu biz? Biz deyip duruyoruz da, gerçekten kim bu biz dediklerimiz? Sen, ben ve o’radaki adamla mı biz oluruz? Ya da sen zaten biz olabilir misin sen, sen ve sen ile birlikte? Geçmiş ve gelecekteki sen ile sen, biz olabilirsin şimdiki sen ile birlikte. Peki ya yol? Yürünür ama ayakla değil. Görünür ama başgözü ile değil. Yol her şeydir; seni sana yaklaştıran. Yürüdükçe büyür ve gelişir, geliştikçe öğrenir, öğrendikçe bilmez, bilmedikçe de yok olunur. Yoktuk. Var edildik. Ve yürüyoruz, yok olmak için. Arşınlanır tüm bu yollar farkında olmak, yaşamayı yaşamak için, başladığımız yere dönmek için. Hem neden, niçin yürürüz ki? Varacağımız yer, başlangıcımız olacaksa eğer? “Varmak mı? Yolda olmak mı?”. Varmak an’dan ibarettir. Yol ise yaşamdır. Farkında olmalı yolumuzun. Yol; tek şanstır sahip olduğumuz. Akıştadır bizden bağımsızcasına ve bundan ötürü akmalı yol ile bircesine, yolcasına, durmamacasına ve acele etmemecesine. Çember bilinseydi eğer, yürünür müydü hiç bu yollar? ‘Yol nasıldır? Neler olacak?’ diye endişen olmasın. Gel! Yürüyelim biricik yollarımızda, geçmişsiz ve geleceksiz, sadece şimdili. Gel! Yürüyelim biz yollarımızı gücümüzce, gönlümüzce, ecel aman verdikçe. Hem ne demiş Mevla’nın Mevlana’sı: “Sen yola çık, yol sana görünür.”

 

Ayrılabilir mi yol ve zaman birbirinden?

Ya da et ve tırnak gibi imkânsız mıdır ayrılmaları? Veyahut ayrıldığında kalabilir mi insan, insan olarak?

İnsan, yol ve zaman; bir ömrün hizmetçileri midir?

Olmadığında içlerinden biri, kalır mı diğerlerinin bir önemi ya da varlığı?

İnsan zamanla yolda yürüdüğünde mi var olur insanın ömrü acaba?

Acabalarla yol yürünebilir mi acaba?

 

İnsan. İnsanlar! Kim bu insanlar? Kapılmışlar zaman yolculuğu yapmak için beyhude bir ihtirasa. Öncelikle başka dünyaları keşfe çıkarken kendi dünyasından uzaklaştı insan, farkına varmadan, varamadan. Şimdiyse an’dan uzaklaşmak için tutulmuş zaman yolculuğuna insan, idrak etmeden, edemeden. İnsanın ömrü; düşündüğünde anımsayabildikleri kadar değil midir? Ayrıca insanın anımsayabildikleri anı yaşadığı zamana tekabül etmez mi?

 

Geçmişi değiştirebilme ve geleceği öngörebilme ihtimali heyecanlandırıyor büsbütün bu insanları. Aslına baktığımızda hata yapmak istemiyorlar. Hatasız bir ömür diliyorlar. Oysa hataları değil midir insanı insan eden. Bizleri birbirimizden farklı ve eşsiz kılan hatalarımızdan başka nedir ki? Tabiat ana kusursuzluğunu kusurlarına borçlu değil midir?

 

Ve işte bizler; Şimdiciler. Bizler anı yaşamayı yaşıyoruz. Anı an ile güzelleştiriyoruz. Erdemli olup yaptıklarımızdan dersler çıkarıyor, ferasetli olup da hayata rağmen değil hayat ile birlikte da akıp gidiyoruz. Biliyoruz ki başımıza gelenler değil hayatımızı şekillendiren. Hayatımızı şekillendiren başımıza gelenlere verdiğimiz tepkilerdir. Ne izahı olabilir ne de gösterilebilir anı yaşamak. Anı yaşamak ise büsbütün yaşanılabilir yalnızca. Yaşamadan nasıl anlaşılabilir ki yaşamak. Bu yüzden olmayan geçmişi bıraktık, hüzün gitti. Olmayan geleceği bıraktık, tasa gitti. Ortada kalakaldı öylece şimdi. Sımsıkı sarılıyoruz ve yaşıyoruz şimdiyi. Umut geldi. Neşe geldi. Huzur geldi. Ferahlık geldi. Niceleri geldi ve gelmeye de devam ediyorlar. Eğer soracak olursanız nasıl Şimdici olabilirim diye. Derin bir nefes alalım. Düşünelim. Düşünelim. Düşünelim varlığına inandığımız geçmişin ve geleceğin tutarlılığını. Nafile bir şekilde takılı kalmak geçmişe ne katıyor sana. Sonsuz ihtimaller içeren gelecekten bir olasılığı alıp ona göre yaşamak akıl kârıdır elbette! Ardından yaşayalım anı, anı yaşayanlarla birlikte.

Görkemli bir heykelin önünden geçiyoruz. Adeta büyülüyor kendisine bakanları. Bir baba ve iki kızı heykelin önünde duruyorlar. Baba telefonunu eline almış heykelin önünde duran kızlarının fotoğrafını çekmekte. Baba telefon ekranındaki kızlarına bakmakta. Kızlar da babalarının elinde tuttuğu telefon kamerasına. Baba gülümsemelerini işaret eder. Kızlar bir anda ortada hiçbir sebep yokken ağızlarını olabildiğince açarak gülümserler ya da sırıtırlar diyebiliriz. Ve fotoğraf çekilir. Baba yeniden kızlarına bakar, telefon ekranındaki. Kızlarda kendilerine bakar, telefon ekranındaki. Kalmaz ortada hiçbir iz biraz önceki gülümsemeye dair. Yalnızca küçücük bir şiir uçuşur ortalıkta, cesur bir şimdicinin yazdığı

 

BAKIŞ

Nereye bakıyorum?

Önümde duran çocuğumun gözlerine mi?

Ya da bir ekranda olan,

Yansımasına mı?

 

Sahi neden fotoğraf çekmekteyim?

Tabii ki anı ölümsüzleştirmek için

O halde çocuğum öldüğünde

Fotoğraf onun yerini alabilecektir

 

Sevgi göstermemede lüzum yok zaten

Zira benden ayrıldığında çocuğum

Yerine koyup sevgi gösterebileceğim

Bir fotoğrafım var elimde

 

Güzel mi güzel bir kare görüyorum

Fotoğraf karesi

Ve hemen çekiyorum

Ölümsüzleştiriyorum…

 

Şu deniz havasını doyasıya içime çekmek

Şu manzarayla büyülenmek

Şu martı ve vapur seslerini işitmek

Hareketliliği ve canlılığı takip etmek

 

Ne de saçma şeyler bunlar!

An kaybolur ve kaçar böylelikle

Oysa ben anı sonsuzlaştırıyorum-soysuzlaştırıyorum-

Durgun bir fotoğraf karesinde

 

Ama anlattıklarıma inanmaz insanlar

Bu yüzden çekiyorum

Onları inandırmak için

Mühim olan da bu değil mi zaten?

 

Ne önemi kalır ki!

Benim inanıp inanmamamın

Diğerleri

İnanmadıktan sonra

 

Bir sebebi daha var aslında

Tüm bunları biliyor olmama rağmen

Yanlışı seçmemin sonucudur

İşte bu fotoğraflar!

 

E ne yapmalıyım o zaman?

Doyasıya yaşamalıyım anı

An be an anı yaşamalıyım

Büyük bir ciddiyetle yaşamalıyım anı!

Serkan Bozkurt