“Arıyoruz bir meftayı
Randevumuz var akşama
Sen ölüsün aslında
Yaşıyorsun rüyalarında”
Hani bu piramitler vardır ya, o günler içindir ki, soy sop kırıldığında, ölüler yaşayanlardan çok olduğunda sığınılacak tek liman olmuştu. Üçüncü milenyumun başlarında bir vakit pipolular ve Cleopatra saçlılar bir araya gelmiş, smokinler ve ifadesiz maskelerle bir ritüel düzenlemişti. “Ben!!!” dedi içlerinden pek bir alımlı olanı, sırtını açık bırakan şık elbisesinin peşi sıra tüttürdüğü uzun-ince sigarasına aristokrat anlamlar yükleyerek. Döndü yüzünü maskeli baylara, “Hem Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisine göre hem de besin piramidinin en üstündeki yırtıcıya göre tepelerin de tepesindeyim. Piramidin en üstündeyim. Hepinizi görüyorum. Maskeleriniz sökmüyor bana baylar! Aç köpekler gibisiniz. İstediğiniz burada ve bu kadarcık…” diyerek sol eliyle bedenini işaret etti zarif bir hareketle. Sonra o kendinden emin ve ihtiraslı ses tonu alçaldı, başı yere eğildi. Üzgün ve titrek konuştu bu defa, “Ölümün kol gezdiği, evladı anadan ayırdığı, bedenleri çürütüp korkunç yaratıkların insafına bıraktığı, bir kere yakaladı mı bir daha bırakmadığı o yok oluş anından kaçamadıktan sonra neye yarar tüm bunlar? Ne yani şimdi bir gün ben de pis, nefes aldırmayan, daracık toprağın altına mı gireceğim? Hem de çok yakın bir zamanda, göz açıp kapayıncaya dek yaklaşan bir vakitte… Öyleyse iyi yaşanmış bir hayattan kasıt nedir? Kısacık bir an sonrasında sonum bu olacaksa hangi amaç için koşturmalı ya da hangi uğraş bana bu sonu unutturabilir? Unutmak gerçeği değiştirir mi ki hem?” dedi ve sendeledi elini alnına götürürken. Maskelilerden biri hemen atıldı, “Ama kraliçem, neler söylüyorsunuz öyle? Bugün en mutlu olmanız gereken, pek büyük bir gündür. Bugün, milyarlarca insan hayvanlar gibi katledilmekte. Birkaç saat içinde insanlık nüfusu yüz milyonlara düşecek. Tüm bunlar sizin için, bizim için…” dedi. Bunun üzerine kadın çığlıklara boğuldu, ağlaya ağlaya konuştu. “Zaten hayvanlar! Hem onların ölümü benim yaşamamı, sonsuz hayata kavuşmamı sağlayacak mı?!” Maskeli adamlardan biri kadının yanına gitti. Elini tuttu. “Bir gün ölümsüzlüğü bulduğumuzda söz veriyorum herkesten önce sen olacaksın onun taliplisi. Fakat o vakit gelinceye dek bedenin toprağa değmeyecek. Seni vahşi yırtıcıların, çirkin böceklerin insafına bırakmayacağım,” dedi. Kadın ikna olmuş küçük bir çocuk gibi gözyaşlarını sildi. “Tamam ama onları izlemek istiyorum,” dedi. “Onları ölürken görmek istiyorum.”
“Şu an belki sana onları gösteremem ama senin için bir sürprizim var,” dedi maskeli adam ve el ele yürüdüler. Onlar piramit içinde bir mekândan diğerine meşaleli yürüyüşler yaparken dışarıda nükleer bir fırtınada kâğıt gibi dökülen insanlık bitmek üzereydi.
Tuhaf bir yere vardıklarında sıra sıra dizilmiş insanlar gördüler. Elleri kolları bağlı, çaresiz insanlardı bunlar. Maskeli adam kadına bir orak verdi eldivenli elleriyle. Kadın büyük bir heyecanla orağı aldı, bağlı adamlardan birinin gözüne sapladı. Adam çığlıklar atarken “Beni her zaman anladın aşkım,” dedi kadın maskeli adama. “Sana az önce ölümle ilgili anlattıklarımı kimsenin anlayamadığını düşünüyordum. Anlamış gibi yapsalar da anlayamıyorlar. Ölümü gerçekten de kavrayabilen birinin mutlu olabilmesi, mutlu ve pozitif bir ruh haliyle ortalıkta dolaşabilmesi mümkün değildir zira.” Sonra maskeli adama dönerek sulu gözleriyle gülümsedi. Gözü oyulan adamın çığlıklarına aldırış etmeksizin bir müddet birbirlerine baktılar. Esirlerden biri “Bunu neden yapıyorsunuz?” diye feryat etti. Kadın “Bir mahsuru mu vardı?” diye sordu. “Ölmek istemiyorum,” dedi adam. Tam o esnada gözü oyulmuş olan adam “Öldürün beni!” diye bağırdı. “Ahhh, görüyorsun değil mi? İnsan evladına yaranmak mümkün değil. Birbirlerinin tam aksi arzulara sahipler,” dedi kadın. Sonra elindeki orakla oyuk gözlü adamın boğazını kesti. Yüzüne fışkıran kanlar irkilmesine sebep oldu. Adam istemsiz kasılmalar eşliğinde son nefesini verirken diğer esirler de korkuyla çığlık attı. Kadın onları ağlayarak ve gülerek izliyordu. Maskeli adamın yanına kanlı yüzüyle gitti ve bir çocuk gibi sarıldı. “Sevgilim, şunlara baksana. Ne kadar da iğrenç ve korkutucu duruyorlar,” dedi. Gerçekten de, esirlerin yüzlerindeki korku ifadesinin ve yanlarındaki gözsüz cesedin görüntüsünün birleşimi; yüreklere dehşet salan, akıllardan çıkması imkânsız bir çılgınlıktı.
Kadın maskeli adama sulu gözlerle sordu, “Sevgilim, söyle bana, hayatı sevmemek ölümü kolaylaştırır mı?” “Elbette hayır” dedi maskeli adam. Az önce yalvaran esir tekrar “Ölmek istemiyorum,” diye bağırdı. Kadın yanına giderek “Kim ölmek istiyor ki? Mühim olan yaşamak isteyip istemediğin. Bir insan diğerlerinden farkını ortaya koymadıkça nasıl bir insandır ki hem? Alelade, zavallı bir yaratıktır o ancak,” dedi. “Söyle öyleyse, sen aslında yaşamak mı istiyorsun yoksa acı çekmek mi istemiyorsun?” diye sordu. Adamcağız tüm o sıkıntının ve acının ortasında kadının bitmek bilmez sorularını, yaşayabilme ümidiyle elinden geldiğince anlayıp yanıtlamak için çabalıyordu. “Her ikisini de birden… İkisini de istiyorum,” dedi. “Geri zekâlı, aptal hayvan!” diye bağırdı kadın. “Bir insan nasıl olur da ikisini birden isteyebilir,” dedi. “Acısız bir hayat mümkün mü sanıyorsun?”Sonra maskeli adama dönerek, “Sen ne düşünüyorsun bu konuda sevgilim, yaşamak mı daha mühim olanıdır… Yoksa bir daha asla acı çekmemek mi?” diye sordu. “Ben sonsuz bir mutsuzluk, keder isterim,” dedi maskeli adam. “Mutsuz anlar zaten üzücüdür. Fakat mutlu anlar da üzücüdür. Çünkü hemen sonrasında sizi bekleyen o hiç bitmeyen kederinizdir.”
Kadın gözlerinden akan yaşlarla hayran hayran maskeli adamı süzdü. Sonra aniden büyük bir öfkeye kapılarak “Ne yani, benim anlaşılması hiç de güç olmayan, çok basit bir kadın olduğumu mu ima ediyorsun? Nasıl olur da beni benden bile daha iyi anlıyor olabilirsin? Aptal biri miyim sence? Tüm sırları çözdün öyle mi? Sıradan insanların dertleri senin için bir anlam ifade etmiyor mu yani?” dedi. Maskeli adam başını hafifçe kadına çevirdi. Kadın yüzünde sinsi bir ifadeyle sallana sallana ona doğru yürüyordu. Yanına varınca adamın kulağına fısıldadı. “Sevgilim, aslında acıdan zevk almayı başaran hem bu hayatta hem de diğerinde mutlu olabilirdi. Biz bu esirlere yaptıklarımızla onları ödüllendiriyoruz yani. Fakat onlar nankör çığlıklardan başka bir şeyden anlamıyorlar.”
Maskeli adam “Acıdan zevk alınır mıymış hiç? O nasıl bir çelişki öyle?” diye sordu. “Neden olmasın? Tıpkı yaşamın kendisi gibi değil mi işte?” dedi kadın ve elindeki orağı hızla az önce yanından ayrıldığı esirin göğsüne fırlattı. “Hepsi illüzyon hayatım… Hepsi birer illüzyondan ibaret,” dedi.
Birkaç maskeli ve sağ adam birkaç başka maskeli ve ölü adamı piramidin dışına taşıdılar. Nükleer bir kıyamet fırtınasının sürüklediği milyarlarca cesedin arasına karıştı yeni ölüler. Ve böylece ölümsüz oldular.
- Küllerinden Doğan - 1 Kasım 2021
- Et Hırsızları - 1 Ekim 2021
- İblis Kaşif - 1 Eylül 2021
- Solucanımsı - 1 Ağustos 2021
- Bin İkinci Gece - 1 Temmuz 2021
Doğrusu bu da ilginç bir yaklaşım olmuş. Özellikle kötü kraliçe edalalarında gezinen tasvirler beni benden alınıyor, hele senin ki gibi başarılıysa. Ölümü farklı perspektiflerden incelemeni sevdim. Çünkü ölüm gerçekten de bazılarımız için sonsuz bir arayış hazırlığı gibi. Sürekli sürekli tüketiyoruz hiç ölmeyecekmişiz gibi. Bazılarımız için de aynı günün devamlılığı sadece. Minimalist bir düzen de yaşamaya devam ediyor bu kesimdekiler. Ben galiba ikisininde ortasındayım. Kalemine sağlık!
Merhabalar Oğuzhan,
Ben de ortadan hallice bir yerlerdeyim sanırım. Güzel yorumun için çok teşekkür ederim.
Öykülerim nasıldır kestiremiyorum pek çünkü kısa hikayeleri orta yaşta bir adamın içindekileri kustuğu bir mecra gibi kullanıyorum.
Uzun öyküler, romanlar hedefim. Onlar için de eseri ortaya çıkarmak yeterli olmuyor belli ki. Günümüzde anladığım kadarıyla güçlü bir sosyal medya ağına sahip olmak gerekiyor ki bir okuyucu kitlesine ulaşabilsin insan. Benim de o konuda pek iştahlı olduğum söylenemez.
Uygun, geniş bir zaman aralığı elde edince öykünü okuyup yorumlayacağım hemen.
Söylediklerinde haklısın aslında. Benimde önceliğim bio yazısında belirttiğim gibi en azından kendi kitlesine hitap edebilen bir yazar olabilmek. Dolayısıyla bende daha uzun kurguların, romanların aşkıyla yanıp tutuşsamda bir yerden başlayıp adımı duyurmamda gerekiyor. Bu platform bunun için en samimi ve emektar yer bence. Yorumunu bekliyorum!
Merhaba @Haluk_Cevik
Piramitin içinde geçen özgün bir hikaye kaleme almışsın. Emeklerine sağlık. Özellikle ölmek isteyen ve istemeyen esir bölümü etkileyiciydi.
Tanınmışlık ve sosyal medya konusuna gelince, bu kaygıya ya da düşünceye çok kapılmamak gerekir. İlla ki her yazar okunsun ister yazdıklarının, bilinsin ister kendisini ama bu sefer de yazar için edebiyat olur bu. Edebiyat edebiyat içindir bence. Sen hizmet edersen karşılıksız, toplum öldükten sonra da olsa seni bilir birgün, tanır. Tabi ki bunlar benim düşüncelerim
Sevgiler…
Merhaba @Arokan
Teşekkür ederim yorumun için.
Tanınma hususunu da güzel açıklamışsın. Zaten bunca yıl bunu umursamayıp kendime sakladım bazı şeyleri. Fakat başka bir durum da olduğunu fark ettim. Yazarken daha iyi anlıyor insan kendine ait bazı fikirleri, açılımlar oluyor. Ve bu durum diğer insanların geri dönüşleriyle bambaşka ve besleyici bir hal alıyor gibi. Burada tek önemli nokta kalabalıklara hitap etmekten ziyade kendi okuyucu kitleni bulabilmek olsa gerek bence.
Mühür teması için karşına uzun bir öyküyle çıkacağım, hazır mısın?