Sabahın köründe uyanmıştı Ayşe her gün yaptığı gibi. Hâlâ uyuyan erkek kardeşlerini uyandırmamak için küçük adımlar ata ata mutfağa yürüdü, dünden kalma tarhana çorbası dışında yiyecek bir şey yoktu, o çorbayı da kendisi yapmıştı zaten. Isıttığı çorbadan bir yudum alamamıştı ki ahırdan gelen ses ile irkildi, kendi tabiriyle “deli öküzün” bağırışları olmalıydı bu. Yine sabah sabah ne oldu diye düşünürken sesler yükseldi, ortalık ayağa kalkmamalıydı Ayşe mecburen süratli biçimde ahıra yöneldi.
Evden henüz birkaç adım uzaklaşmamıştı ki ayağına batan şeyin acısını hissetti Ayşe, ilk önce geç kalmamak için birkaç adım daha atmaya çalıştı ama olmadı. Geç kaldığı her saniyede var olan sorunun daha da büyüyeceğini biliyordu ama artık kaç zamandır üzerine binen bıkkınlığın da etkisiyle bunu umursamadı, bir kayanın üzerine oturup çizmesine sıkışmış dikeni çıkarmaya çalıştı. Diken baya derin saplanmıştı, bir müddet uğraştı ve o uğraştıkça ahırdan gelen sesler yükseldi, sonunda korkusu bıkkınlığına galip geldi ve tuttuğu çizmeyi giymeden elinde götürerek hızlıca ahıra doğru koştu.
Ahırın kapısını açıp içeriye girer girmez sert bir darbeyle yere devrildi Ayşe. Ayağa kalktı etrafında dolanan deli öküzü nasıl sakinleştireceğini düşünüyor bir yandan da ondan darbeler yiyip tekrar yere devriliyordu. Bu başına daha önce de gelmişti, direnmenin faydası yok bunu biliyordu öte taraftan onu dövmekte olan öküzü bu kadar kızdıran şeyin ne olduğunu anlamak için etrafa bakınıyordu. Bakınırken dün gece yerleştirdiği yemliği gördü, devrilmişti, gece yatağa biraz olsun erken gidebilmek için acele etmişti. “Demek ki iyi yerleştirememişim ondan devrilmiş bu” diye düşünürken kafasına bir toynak darbesi daha aldı.
Kafasındaki kan yüzüne doğru akarken, “Bir yemlik için bu kadar da sinirlenilmez ki canım,” diye düşündü. Yine de iyi niyetinden ödün vermedi. “Belki başka bir şeye sinirlenmiştir hayvancağız,” diye iyiye yormaya devam etti. Yemliğe doğru yürüdü, yürürken sırtından iteklenmenin etkisiyle yere düştü, yerdeyken üzerinde tepinen öküzün vereceği hasarı azaltmak için yüzünü elleriyle kapadı. Öküzün hıncını alıp ondan uzaklaşmasını bekledi, uzaklaştığı anda ayağa kalktı. Dakikalardır başına gelen şeylere rağmen ona çocukluğundan itibaren öğretilmiş olan görev bilinci hâlâ devredeydi, Ayşe yemliğe yürüdü, olayın heyecanıyla elinde tuttuğunu bile unuttuğu çizmesine baktı. Çizmeyi kullanarak kendini koruyabileceği düşüncesi geldi aklına ama yıllardır kendisine dayatılmış öğretiler hemen devreye girdi, “Yok canım öküze vurulur mu hiç,” diye düşündü, “kendini savunmak için bile olsa” Usulca çizmeyi yere bıraktı. Yemliği düzeltti, ahırın ortasında duran deli öküzün keskin bakışlarına aldırış etmeden yemliği tekrar doldurdu. Hafif topallayarak ahırın ortasına doğru yürüdü.
Artık ahırın ortasında Ayşe ve deli öküz yan yana duruyorlardı, öküz hâlâ burnundan soluyordu. Ayşe, “Tamam canım hâlâ sinirli olman için bir sebep yok” diye mırıldandı. Bu mırıldanış beklediği gibi olumlu bir geri dönüşe sahip olmadı. Ayşe bir kez daha kafasına doğru bir darbe aldı, sırt üstü samanların üzerine devrildi, şuuru bir anlığına kayboldu, gözleri çok kısa bir süreliğine kapandı. Gözünü açtığında karşısında babası duruyordu, az önce onu dövmek için kullandığı kemerini yeniden takmaya çalışan babası. Babası onu döverken yorulmuş olacak ki yere düşen şapkasını almadan önce elini beline koyup birkaç saniye soluklandı. Gördüğü şey hoşuna gitmedi Ayşe’nin. Hemen gözünü tekrar kapattı, açtığında yine kendi oluşturduğu gerçeklikteydi, deli öküzün ahırın kapısına doğru yöneldiğini gördü. Sonra ona yapması gerekeni hatırlatan bir ses duydu, “Oyalanma kalk hadi! Anana yardım edecen daha.” Biraz daha nefeslendikten sonra doğruldu Ayşe, dışarı doğru birkaç adım attı, ahırın kapısında duraklayarak köyün içine doğru baktı ve gülümseyerek kendisini teselli edecek cümleyi kurdu, “Bu da bizim deli öküz işte napcan, atsan atılmaz satsan satılmaz.”
Öykünün sonu sağlam vurdu! O son cümleyi ne çok duydum küçükken etrafımdaki kadınlardan, okuyunca geçmişe gittim resmen. Emeğinize sağlık