Öykü

Derindeki Gerçek

Karla kaplanmış olan arabasının üzerini temizlemek için dışarı çıktığında tipi yüzünü tokatladı. Soğuktan pek hazzetmezdi ama bugün iyi gelmişti. Mazoşist bir tarafı vardı da yeni mi keşfediyordu? Yoksa bugüne, bu ana ait bir istisna mıydı duyduğu haz? Kafasında dolanan sorular gök gürültüsüyle kesildi.

“Post modern şeyler karalıyor, kendi çapında, anlamsız, işe yaramaz.”

Ünlü eleştirmen Fikret Telkin’in cümlesi; tüm hayatını adadığı cümleleri bir çırpıda silen bir yazıda yer alan acımasız bir saldırı. İlk okuduğunda nasıl da kızarmıştı. O an öfkeyle alakalı bir şiir yazmış olsa dünyanın en hararetli şiiri olur muydu? Bilemezdi. Yazmamıştı. Ertesi gün oturmuş, “post modern zırvalar” karalamıştı yine. İnsan yedisinde neyse yetmişinde oydu. Kızgın cümleler yazmalıydı oysa. Memleketin dört köşesini bir yudumda anlatan dizeler çıkmalıydı kaleminden. Ama bu gerçek olmazdı. O, kişisel zırvaların, yalnızlığın öznel ayrıntılarının adamıydı.

Arabanın üzeri kardan tamamen temizlendiğinde tipi de durdu. Uzaklarda bir yerlerde şimşekler gökyüzünü yalıyordu. Sessizlik; kışın donduran sessizliği ve temizlenen arabanın üzerine tekrar kar yağmaya başladı.

“Madem bankada çalışmayacaktın neden iktisat okudun?”

Meltem’in can yakan sorusu; belki de hayatında cevaplayamadığı tek soru. Sahi neden okumuştu? Bazen nedenler o kadar derine gömülüyordu ki sen bile bulamıyordun? “Keşke,” diye düşündü, “arkeolog olsaydım.” Derinlere ve kazarak çıkarılan bilinmeyenlere duyduğu müthiş merakı ancak arkeoloji paklardı.

Meltem çokça konuşurdu.

“Bir roman yazsan,” derdi, “şu çok satan havalı romanlardan. Ünlü olsan, tanımadığın insanlara kitaplarını imzalarken sevgi sözcükleri sarf etsen, duymak istedikleri cümleleri onlara hediye etsen, daha gerçek olsan ne güzel olurdu?”

“Güzel olurdu.” diye cevaplardı Karun. Adı Karun’du.

“Hiç şairane bir isim değil. Müstear isim kullanmalı. Bu isimle onu sunamayız.”

Meltem istedi diye kütüphanenin yarısını bodrum katına indirmişti Karun. Derinlere olan merakı ve kitapların tozlanan sayfalarını izleyen kömür torbaları, post modern zırvalar, imgeler migren gibi kafasında vızıldıyordu.

“Çaba sarf etmelisin, daha anlaşılır cümleler, bulanıklık seni piyasadan silip atacak.”

“Piyasaya merakım olsa lisans diplomam evimin ücra köşelerinde eskiyor olmazdı.”

“Senin zırvalarına harcayacak vakti yok insanların.”

“Benim var.”

Bodrum katına indi. Tipiden kızaran burnunu ısıtmak için sobayı yakmalıydı. Bodrumdan kömür çıkarmak zahmetli bir işti. Ama seviyordu bu işi. Sobanın kovasını tıngırdatırken bir şarkıya girdi. Devamını getirmedi.

“Sana daha fazla katlanamayacağım.” demişti Meltem. Sonra da çekip gitmiş miydi? Hatırlayamadı. Bodrum katında soluk gözlerle kitaplarını izledi. Geri planda kalmış, unutulmuş onlarca kitap, Meltem’in ve insanların işine yaramayacak onlarca cümle bodrum katını doldurmuştu.

Sobasını yaktığında mutlu oldu. Sonra beş dakika geçmemişti ki korkunç bir sızı yılan gibi damarlarında dolanmaya başladı. Nikotin krizi mi? Hayır değil. O mereti özlemiyordu artık. Başka bir şey. Belki anlamsız bir şiirin doğum sancıları. Canı kestane çekti. Aşeren bir şair, birazdan doğuracak. Anlamsız, çirkin dizelerden mürekkep bir bebek. Kimsenin sevmeye yanaşmadığı çirkin bir yaratık. Sadece ona güzel gelen gözler. Artık bu sebepsiz mücadeleye bir son vermeli. Akıl kârı değil. Yaşamın orta yerine düşüvermek için “daha gerçek” olmalı.

Bir kutu kibrit ve bir bidon benzin alıp bodrum katına indi. Benzinle bütün bodrum katını ıslattı. Tek kibrit yetmişti tutuşturmaya. Kömür torbaları ve anlamsız dizeler alev almaya başladı. Duman rahatsız edici bir cümle gibi uzuyordu.

Yukarı çıktı. Telaşsızca birkaç eşyasını alıp evden çıktı. Tipi durmuştu. Bodrum katı saran alevler yavaşça yukarı çıktı. Bir saat sonra tüm ev alevler içindeydi. Kızıl bir cümbüşün ortasında yanan anlamsız bir hatıra. Gök gürlemiyordu. Kendini sokaklara attı.

“Evde herhangi bir elektrik kaçağı var mıydı? Muhtemelen bu yüzden çıkmıştır yangın?”

“Bilmem öyledir.”

Sorgulamamışlardı bile. Hangi dengesiz kendi evini yakmak gibi bir anlamsızca eylem içerisine girerdi ki. Elektrik kaçağının yaktığı anlamsız birkaç dize. Post modern bir yok oluş.

“Geçen yıl bankamızın yaptığı iş teklifini reddetmiştiniz. Ne değişti?”

“Bilmem, böylesi daha anlamlı geldi.”

İş görüşmesi. Özenle bağlanmış kravatlar, anlaşılır cümleler, modern bir masal. Bankanın metal rengi sıradanlığı içerisinde koşuşturan, “gerçek” insanlar.

Bankadaki işi kaptıktan sonra güzel bir apartman dairesi kiraladı. Kitaplarını koyacak yeri yoktu. Vitrini vardı, gerçek bir ev. Anlamsızlıktan uzak.

Akşamları bankadan geldiğinde boş zamanlarını gerçek cümlelerle yazdığı çoksatar tarzda bir roman yazarak geçiriyordu. Gerçek karakterlerin derinlere inmeyen hikâyelerini anlatıyordu. Tam da Fikret Telkin’in istediği gibi. Zaten üç ay sonra romanı bitirdiğinde ilk yolladığı yayınevi Telkin’in ki olmuştu. İki ay içerisinde geri döndüler. Romanı basılacaktı. Yayınevindekiler birlikte çok para kazanacaklarından emin olduklarından bahsediyorlardı.

Bir Yıl Sonra,

Elindeki gazetede ilk gözüne çarpan Fikret Telkin’in yazısı oldu.

“Gerçek bir şaheser, gerçek karakterlerin nefes kesen gerçek hikayeleri, bulanıklıktan uzak, elinizden bırakamayacaksınız…”

Gülümsedi. Karşısında oturan Meltem’e uzattı gazeteyi.

“Al şunu sobaya at, kömürler tutuşmadı, böyle giderse bu akşam kestane yiyemeyeceğiz.”

Mümin Can

Mümin Can 89’un Mayıs’ında Kahramanmaraş’ın bir köyünde dünyaya geldi. Aslen Karamanlı olup şu günlerde eğitim uğruna Ankara’da takılmakta ve Kimya Mühendisliği bölümünü bitirmeye çabalamaktadır. Öyküler, şiirler yazmaya uğraşır, rock’n roll dinler, film izler, futbolla alâkadardır. Değişik coğrafyalardan bahseden, insanı hayal gücünün rıhtımından alıp düşlerin fırtınalı denizinde maceradan maceraya koşturan kitapları sever, sayar.

Derindeki Gerçek” için 6 Yorum Var

  1. “Senin zırvalarına harcayacak vakti yok insanların.”

    Benim var, senin var. Bu kadarı da Karun’a yetmeliydi aslında. Bana olsa yeter miydi, bilemiyorum. Bu kesinlikle çok ustaca ve çok karamsar bir öykü olmuş. Sanırım Mümin Can’dan okuduğum ilk öykü ama sonuncu olmayacak. Böyle bir şey daha iyi anlatılabilir miydi, onu da bilemiyorum.

    Öyküdeki kısalığı, derinlik yüzünden bir an bile hissetmedim, roman gibi bir şeydi. Geçişlerin mükemmelliği ve son zamanlarda okuduğum en iyi öykülerden biri olması bir yana, öykünün edebi boyutu çok büyük. İnsanların zırva dediği şeyleri yazan bir edebiyatçının sonu bu mu olmalıydı? Mesajını vermek konusunda bu yazdığını Albert Camus’nün Yabancı’sına benzetiyorum. Sonu kötü bitiyor, ama sadece yazım şekliyle bile aslında öyle olmaması gerektiğini savunuyor. Sonuçta öykünün yazım şekli de diğer insanların “zırvalık” dediği türden. Bu kelimeyi kullanmak bile bana acı veriyor, eminim sana da veriyordur.

    Okurken gerçekten içimi sıkmayı başaran bir öyküydü bu. Çok çok iyiydi. Tebrikler Mümin…

  2. Öykünüzü okudum. Şahsi fikrim; konusu bir roman için daha iyi. Belki bu yüzden siz de öyküde aceleci davranmış olabilirsiniz. Yani çok fazla ani geçiş var. Geleneksel gelecek ama basit olan her zaman en iyisidir. Hayal edin, görün, gördüğünüzü anlatın. Amacım sadece eleştiri yapmak değil tabi, bu yüzden emeğinize sağlık.

  3. Öykü şahaneydi. Ne yazık ki, seçkide bunun gibi içinde mesaj barındıran öyküler bulmak çok zor. Elinizi ve kaleminize sağlık.

  4. Meltem’in can yakan sorusu; belki de hayatında cevaplayamadığı tek soru. Sahi neden okumuştu? Bazen nedenler o kadar derine gömülüyordu ki sen bile bulamıyordun? “Keşke,” diye düşündü, “arkeolog olsaydım.” Derinlere ve kazarak çıkarılan bilinmeyenlere duyduğu müthiş merakı ancak arkeoloji paklardı.

    ____Bu ay okuduğum ilk hikaye ve tercihimi sizin ikayenizden yana kullandığım için memnun bitirdim hikayeyi. Başkalarını bilmem ama içinde tanıdık bir ben görür gibi olduğum için olabilir mi acaba? Bir çok insan yapmak istedikleriyle yapmak zorunda oldukları arasında sıkışmıyor mu zaten? Loreena Mckennitt – Nights From The Alhambra eşliğinde okuduğumdanmıdır nedir çok daha anlamlı geldi her satırı. Kaleminize sağlık. Başarılar dilerim.

  5. Karlı bir havada şimşek yahut yıldırım olayı görülmez. Ani hava değişimlerinde belki ama açılışta arabanın üzerinin karla kaplı olduğu söyleniyor o yüzden mantık hatası var yazıda 😉

  6. Hep ünlü şair veya yazarların hayatlarını okuruz. Başarı hikayelerini dinleriz. Oysa başarılı olanların en az on misli kadar başarısız yazar vardır bodrum katlarında. Okunmayi bekleyen kitaplarıyla bekliyorlardir. Tabii başarısız derken ünlü olmakta başarısız olduklarını söylüyorum. Mümin yine etkileyici ve dolu dolu bir öykü yazmışsın. Tebrik ederim.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *