Öykü

Düş Yiyen Cüceler

Tavan arasından bozma çalışma odamda dolanıp duruyordum. Neden böyle oluyor? Kafamın içinde, gözlerimin önünde tüm hikâye. Başı sonu kusursuzca, tüm vuruculuğuyla ortadayken, şu aptal bilgisayarın, beyaz kâğıdına geçemiyor. Hele o ilk cümle, neden kulaklarımda çınlayıp durduğu halde görünmez olmaya inat ediyor? Melankoli, hüzün, yalnızlık gibi koşulları sağlamışken, beni Virginia’dan eksik kılan ne olabilir? Ya da diğerlerinden? Daha ne kadar saklanabilirim bu izbelikte? Yeni nesil, çok satan yazarların sabah sekiz akşam beş mesai mantığını neden küçümsüyorum? Onların, sağlıklı benlikleriyle, gayet mutlu bir hayat sürdüğüne, bir daha çıkamayacakları bir göle girip, son noktayı koyamayacaklarına olan inancım yüzünden mi? Takılıp kaldığım şey de ne? Mutlu insanların aptal oldukları mı? Aptalların, yazar olamayacakları mı? O halde ben, bu yüzden mi, hayatımdaki güzellikleri gömmeye çalışıyorum?

Tüm bunları ölçüp biçerken, son vuruşları geldi aklıma. Elimde ağırlaşan çay fincanını, verniği soyulmuş masama bıraktım. “Nasıl yaptılar?” Sürekli aklımda dönüp duran bu son vuruşu çözümleyecek bir yol bulmalıydım. Kim, hangi duygunun pençesindeyken karar verebilirdi böyle bir yok oluşa? Bu delicesine bir eylemdi; geri dönüşü olmayan, bilinmezliğe yol alan. Ben asla onlar kadar yürekli bir yazar olamam. Yaşayamam ve onlar gibi ölemem. Ama…

Masanın gerisindeki sandalyeyi çekiverdim ortaya. Üçgen çatının tek kalasını gözüme kestirdim. Öteberi yığını olan dolabı kurcaladım. Halat oradaydı. Enini boyunu hesapladım. Gel gör ki, düğüm yapmayı beceremedim. İnternetten baktım. Onu da hallettim bir güzel. Dört ayağı da farklı uzunluktaki dandik sandalyeye çıktım. Boynuma geçirdiğim halkadan elimi çekmeye cesaret edemeden, dengesi Allah’a kalmış sandalyeden güç alarak sallamaya başladım kendimi. Bir yandan da düşünüyordum. Yazmaya heves ettiğim ilk günler geldi aklıma. Ailem bile “Abuk sabuk şeyler yazma sakın ha!” diye kırk kere kulağımı çekmişti. Ben, zavallı ben… Öpüşmek, sevişmek gibi sözcüklere edepli eş anlamlar bulmaya çalışarak yok etmiştim ilhamımı güzelce. Ben kim yazmak kim? Ben, bu saçmalığı deneyimlediğimde, olmuş mu olacağım? Buna bir son verip, halatı boynumdan çıkaracaktım. Bilgisayarımın başına oturacak, bir müddet daha pinekleyecektim. Aşağıya seslenecek, yalapşap temizlik yapan yardımcımdan defalarca kahve isteyecektim. Eksik bir şeyler hissedecek, tek kelime yazamadan kalkacaktım. O sandalye, bir anda ayakucumdan fırtmasaydı eğer!

Saniyeler süren mücadelemi kaybederken, kütürdeyen kemiklerimden, titreyen ayaklarımdan, ciğerimdeki son nefesin buharlaşmasından, iki yanıma düşen kollarımdan sıyrıldım. Ağzım açık bakakaldım. Kan yürümüş, kocaman gözlerimle ne kadar da şapşal görünüyordu ölü bedenim.

Ağzıma sıçayım! Bok gibi kalmıştım. Bok gibi ölmüştüm daha doğrusu. Hayretler içindeydim. Ben ne yaptım? Ne yaptım ben? Allah’ım…

Dönüp duruyordum. Kendime baktıkça bir tuhaf oluyordum. Beni ne zaman bulurlar acaba? Akşam yemeğine kadar, beni kimse rahatsız etmesin diye buyurmuştum odama çıkarken. Milim milim sallanmaya devam eden bedenimi görmesem, telaşım, korkum tüm şaşkınlığımla gayet canlı olduğuma yemin edebilirdim. Sırı dökülmesine rağmen duvardaki varlığını koruyan aynaya koştum. Ruh dedikleri şey görünmüyormuş gerçekten. Aynada yoktum. İçimi dolduran dehşetle gidip yerdeki mindere attım kendimi. Bacaklarımı karnıma çekip, gözlerimi gözlerime diktim ve beklemeye başladım. Zaman akmıyordu. İnsanlar gerçekten kendini tanıyor muydu? Yansımalar, ne kadar da yanıltıcıymış! Şimdi tam karşımdayım. Asılı kalmış bedenime ne kadar da yabancıyım. Boyutlarım, saçlarım, duruşum… Ne kadar farklı. Halbuki kendimi çok başka biri sanıyordum. Dünyadaki varoluşa netlik kazandıran şey, iç ile dışın ayrışmasıymış! Demek ki; başkaları için şu ipteki kadınım. O yüzden bir türlü tutturamadım. Dahil olamayışlarımın nedeni, kabuğumla senkronize olamayışımmış anladım.

“İyi misin?”

Zar zor araladığım gözlerimin bulanıklığında birinin omzuma dayadığı yaba gibi eli gördüm.

“Adım, Cücebir. Nah boyutundan geldik. Olay yerini inceliyoruz. Bilirsin işte, birkaç kanıt ve fotoğraf alacağız. Sonra seninle birlikte Pırt kanalına geçeceğiz.”

Ayakta duran yaklaşık iki metrelik varlık, sağdan soldan usulen topladığı ıvır zıvır şeyleri bir poşete dolduruyordu. Ona baktığımı görünce,

“Adı Cüceiki. Ama biz Cücemsi diyoruz.” dedi gülümseyerek.

Cücemsi, isteksiz bir selamlama ile karşılık verdi. Neler olup bittiğini asılı kalmış bedenimi görünce anımsadım.

“Nah boyutu mu? Pırt kanalı mı? Ne bu, şaka mı?” diye sordum.

Cücemsi ve Cücebir birbirlerine bakıp güldüler. Cücemsi, bana doğru birkaç adım atıp, “Bizim işimiz, intihar edenleri taşımak. Hazırsan gidelim.” dedi.

“Ben intihar etmedim. Bir kaza oldu. Çok aptalca!”

“Geri zekalıca!” diye düzeltti beni Cücemsi.

“Birazdan Pırt kanalında olacağız. Dikkatli ol! Bence çok fazla konuşma. Başına üşüşecekler.” dedi Cücebir.

“Kimler?”

“Pırt Gazetecileri. Biz Nah boyutuna varana kadar haberleri çoktan göndermiş olurlar. Zaten ölümün yeterince salakça bir de orada uğraşmayalım!”

Dediği gibi de oldu. Kanaldan geçerken, tüm vücudumu istila eden karıncalar meğer gazetecilermiş. Beni zıvanadan çıkaran sorulardan Nah boyutuna nasıl geldiğimizi anlayamadım. Cücemsi’nin elindeki dosyayı göğsüme bastırmasıyla kıçıma tekme atması bir oldu. Neon ışıkların yanıp söndüğü hortum gibi bir şeyin içinden kaydım. Basınçtan kulaklarım tıkanmıştı. Nereye uçtuğumu anlamdan bir kadının yanına düştüm.

Ensesinde topladığı saçlarıyla, kitap kapağındaki haliyle öylece oturuyordu.

“Aman Allah’ım! Virginia?”

Emekleyerek gittim ayağının dibine. Sevinçten deliye dönmüştüm. Bu boktan ölüm, en azından böyle bir sürprizle taçlanmıştı.

“Bayan Virginia?” diye usulca seslendim.

“Yok deve!” diye kahkahalar attı kadın. Sonra eteğini toparlayıp, oturduğu koltukta bağdaş kurdu. Bir de sigara yaktı ki; sigarayı avUcunda saklaması da yurdum insanına mahsus bir şeydi.

“Ulan sen ne bok yedin? Ne demeye sidik yarışına girdin? Sen kim, Virginia kim? Hadi canım, naş! Virginia’ymış!”

Kafamdan kaynar sular döküldü. Tüm olanlara rağmen üzgün olduğumu şu kadından sonra hissediyordum. Koridorda yürürken, Pırt kanalında yapılan haber bandı akıyordu ayaklarımın altında.

“Başarısız bir yazar olmaya dayanamayan zavallı kadın intihar etti.”

“Eşi, karısının ölümünü, başkalarının etkisinde kalmasına, içinden bambaşka şeyler gelirken, kendisi gibi olamamasına bağladı.”

“İntihar eden kadının, kocası konuştu: “O, hep araftaydı. Ne bu dünyaya ait oldu ne de diğerine. Ne cenneti yaşadı ne de cehennemi. Ne olmuşlara yetişebildi ne de olmamışlar kadar hamdı. Ne hissettiğini, neyi sevdiğini, nelerden nefret ettiğini kendisi de bilmiyordu.””

Koridorda akan haberlerden sinirim tepeme çıkmıştı. Açılan kapıdan biri seslendi.

“Ben Cüceüç! Bu tarafa lütfen!”

Girdiğim odada beş masa ve masaların üstünde beş kafa vardı. Tam karşılarındaki sandalyeye oturdum.

Şekil kafası, intihar nedeniyle bundan sonra Nah boyutunda yaşayacağımı söyleyip, savunmamı istedi.

Ona, intihar etmediğimi sadece empati yapmak istediğimi, bir kaza sonucu öldüğümü anlatmaya çalışırken Niyet kafası lafa girdi.

“Bu olayı intihar sayamayız. Ortada deliller var sayın jüri üyeleri. Bakın not bile bırakmamış. Ayrıca görevli arkadaşlarımızdan Cücemsi’nin dosyadaki görüşleri, kişinin ehliyetlerine, kendi hür iradesi ile ket vurmak suretiyle benliğini arada bırakmaya yatkınlığı olduğu ve bu nedenle basiretsiz bir hayat sürdüğü yönünde. Ayrıca olayı tam bir geri zekalılık olarak değerlendirmiş.” Sözü bitince burnuna indirdiği yuvarlak merceklerin üzerinden bana bakıp ekledi.

“Kusura bakmayın ama ben de aynı fikirdeyim.”

Önemli değil anlamında başımı salladım sadece.

Birden fısıltı halinde bir gürültü koptu. Kafalar, kafa kafaya verip tartışmaya başladılar. Aksi kafası masaya vurduğu yumrukla susturdu hepsini.

“Bana bir bak bakayım sen!”

Hemen ayağa kalktım. Elim ayağıma dolandı. Gıkımı çıkarmadan boynumu eğdim.

“Çay mı, kahve mi?” diye sordu.

Ne diyeceğimi bilmiyordum.

“Kızım sana soruyorum. İyi düşün öyle cevap ver!” Kaşlarının uçları burnuna dik inen Aksi kafası, homurtulu nefesiyle bana bakıyordu.

“Zahmet etmeyin. Ben bir şey almayayım.” deyip hemen sustum.

Diğer kafalar kah kah gülerken, Aksi kafa, “Önündeki dosyayı kapatıp, Niyet kafasına uzattı.

“Her zaman, bir seçim yapmak gerekir. Çünkü yaşam bundan ibarettir! Sana tavsiyem; yaptığın seçimlerin bedelini ödemek, tercih hakkını kullanmamaktan iyidir!” diyerek merceklerini yukarı itip, eliyle oturmamı işaret etti Niyet kafası.

Dengesi Allah’a kalmış sandalyemin kırılmasıyla kıçımın üstüne düştüm. Ben toparlanırken kapımı tıklatan eşim, elinde iki kupa kahve ve sıcacık gülümsemesiyle, içeriye süzüldü.

“Nasılsın, bitti mi öykü?”

Neslihan Sezgin

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Bilimkurgu yazarlarının çok yaptığı bir hatayı yapmaman beni etkiledi. Özellikle Fantastik yazanlar, akıllarına bir fikir geldi mi hemen bu fikri genişletir, günümüzde her birinin bir İnternet Dizisi olan bir “evren” yaratmaya çalışırlar. Sense bu yaratıcı fikri sade ve akıcı bir anlatımla adeta bir “ekmek arası bilimkurgu” öyküsüne dönüştürmüşsün. Keşke senin gibi yazanlar daha da çoğalsa. Öykünü çok beğendim. Başka öykülerde karşılaşırız umarım. :slight_smile:

  2. Şimdi böylesine motive edici bir yorumu nasıl sindereceğimi düşünüyorum. Çok teşekkür ederim. Zaman ayırıp okuduğunuz ve hak edip etmediğime henüz karar veremediğim güzel yorumunuz için :pray:

  3. Avatar for KARAKOC KARAKOC says:

    Genelde aktüel bir dille hiciv, sık sık yanına eklemlenen konularla sırıtır fakat sizin çalışmanızda oldukça akıcı, uyumlu ve sürpriz sonuyla yaratıcı bir etki oluşturmuş. Kaleminize sağlık.

  4. Merhaba, çok teşekkür ederim. Yorumunuz beni çok mutlu etti. Sağolun, görüşmek üzere 🙋

  5. Başlığın ilgimi çekmesiyle ilk olarak sizin öykünüzü okudum. Öncelikle şunu söylemem gerekir ki sahneler arası geçişlerde okuyucu rahatsız etmeden, tabiri caizse uykusundan uyandırmadan hikâyeyi akıcı bir hâlde devam ettirmek benim gözümde müthiş bir iştir. Çoğu iyi yazar da bunu fark ettirmeden yapar. Düş mü gerçek mi derken o aralıkta da mizahî bir yöne kaymışsınız ki ‘‘Nah Boyutu’’ ve ‘‘Pırt Kanalı’’ gibi kavramlara da bayıldım :smiley:.

    Üslubunuz da yeterince berraktı. Hatta bir nesneyi okuyuca verirken onu sadece ismiyle değil özellikleriyle de vermişsiniz ve bu da benim dikkat ettiğim güzel detaylardan biridir. Ayrıca diyalogların bitiminde çoğu yazarın atladığı bir şeyi sizin atlamamanız da hoşuma gitti. Belki tarz meselesidir ya da değildir fakat diyalogların ardından karakterlerin ya da nesnelerin o anki durumunu, yüz ifadesini veya beden hareketini belirtmek okuyucuya daha iyi bir tahayyül ortamı sunuyor.

    Öykünün başında çokça soruyla karşılaşıyoruz. Karakter derin bir sorgulama içerisinde, bunu fark ettirmek istediğiniz çok açık. Fakat şahsi fikrime göre eksik bulduğum şey ise konunun özünün ağırlığı karşısında karakterimizin ruh hâlinin hafif kalması. Belki de bana öyle gelmiştir bilmiyorum ama kendi cansız bedenini dışarıdan gören bir insanın tepkisi o bir paragraflık kısımda hafif kalmış gibi geldi. Belki de biraz daha derin cümleler kurulabilirdi.

    Söyleyeceklerim bu kadar sanırım :slight_smile:. Güzel, kısa bir öyküydü. Kaleminize sağlık.

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

3 cevap daha var.

Yorum Yapanlar

Avatar for OykuSeckisi Avatar for Saralondes Avatar for Neslihandemirsezgin Avatar for Erdem_Tekin Avatar for TANveZER Avatar for KARAKOC

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *