Motosiklet mahalleye girmek için, köşeyi dönerken üç el silah sesi duyuldu. Saatler akşam sekizi gösterirken, belki de bebeklerin uyuduğu, çoğu kişinin akşam yemeğini yediği saatlerdi.
Herkes pencereye çıkıp, silah sesinin geldiği yöne doğru baktı. Mahallenin evde kalmış, hangi evde ne oluyor, mahalleye hangi yabancı ne zaman teşrif etmiş bilen şahsına münhasır kadın, Mualla Abla. İlk polisi ve ambulansı çağıran kişi oldu. Tabi ki pijamalarının altına terlik geçirip, motosikletin yanına gelen ilk kişi olmayı da başardı.
Motoru kullanan bir erkekti. Mahallenin Mualla ablası devrilen motorun yanına geldiğinde, sesinden anladı. “Sanırım kolumdan yaralandım. Arkadaşım ne durumda?”
“Bilmiyorum ama ambulans ve polisi çağırdım. Birazdan burada olurlar.”
Mualla, motorun devrilmesi ile kaldırıma savrulan diğerinin yanına gittiğinde, motor kaskını çıkarttığında, gözlerine inanamadı. Yan komşularının kızı Kezban idi.
Yıllık izni bitmişti. Memleket hasretiyle ailesinin hasretini harmanlayıp, iyice gidermişti. Otobüse bineli tam beş dakika olmuştu ki telefonu çaldı.
“Neredesin?”
“Denizli’den otobüse daha yeni bindim.”
“Sen izinli miydin?”
“Evet müdürüm.”
“Tüh ben senin izinli olduğunu unutmuşum. İkinci sayfa haberi vardı. Motosiklet üzerinde vurulup, kaza geçiren bir çiftin haberiydi. Neyse yarın erkenden gazetede ol.”
İbrahim telefonu kapattığı gibi kucağında duran fotoğraf makinasına, sıkı sıkı tuttu. İstanbul’a öğrenci olarak geldiği on sekiz yaşını hatırladı.
İstanbul otogarında, otobüsten ilk indiğinde kendini aslanın önünde ki yem gibi hissetmişti. Devletten aldığı bursla, ailesinin çiftçilikle kazandığı parayı İbrahim’e göndermesi ile yokluk içinde üniversiteyi bitirmeye çalışmıştı.
Sıra iş bulmaya geldiğinde, pek zorlanmamıştı çünkü staj yaptığı yerde üçüncü sınıftan sonra yarı zamanlı zaten çalışmaya başladığından okul bittiğinde de şu anda çalıştığı gazetede yoluna devam etmişti.
Kalacak yere ihtiyaç duyduğunda, şimdi oturduğu çatı katı dairesini bulmuştu. Küçüktü ama bütçesine en uygun evdi. En büyük şansı mahallesinde yaşayanların, dedikodusuna, iç içe geçmiş yaşamlara rağmen, eski mahalle anlayışının hala devam ediyor olmasıydı.
Hatta iş icabı, pikseli yüksek fotoğraf makinasına ihtiyaç duyduğunda, hiç evlenmemiş ama erkek çocuğuna hasret, kiracısı olduğu ev sahibi Ediz Amca iş hediyesi olarak almak istemişti.
15.1 mega piksel nikon fotoğraf makinasıydı. İbrahim bu hediye için teşekkür edip, aydan aya fotoğraf makinasının taksitini ödemek şartıyla kabul etmişti. Bu ikisi arasında pazarlığa dönüşmüş, pazarlığı İbrahim kazanmıştı.
İbrahim için fotoğraf makinası, ailesinden bir parça gibiydi. Arada dert ortağı olup dertleşirlerdi. Hatta isim bile koymuştu, “İstanbul Piksel”
İbrahim fotoğraf makinasına sıkı sıkıya tutup, hayallerini, anılarını rüyasının içinde harman ettikten ne kadar sonra bilmiyordu, muavinin “Geldik abi.” diyerek uyandırmasıyla gözünü açması bir oldu.
İstanbul’a gelişi sabaha karşı olmasına rağmen, küçük valizi, İstanbul piksel ile doğru gazetenin yolunu tuttu.
Gazeteler dağıtılmak üzere, araçlara yüklenirken, içlerinden bir tane alıp, kahvesini mutfakta hazırlarken hemen sorumlu olması gerektiği haberin yazısına, fotoğraflarına baktı.
Kazanın fotoğrafı, fotoğrafın yazısının yanında, iki vesikalık fotoğraf ve birinde genç bir kadın fotoğrafı vardı.
İbrahim genç kadını hemen tanıdı. O, karşı apartmanda oturan Leyla idi. Mahallenin en alımlı on sekiz yaşında ki, altı erkek kardeşin arasında kalan uğur böceği, örf ve adetleri yüzünden erkenden evlendirilmek isteyen, mahallede dedesi yaşında ki erkeklere bile selam vermesi yasaklanan esmer güzeli, etli dudaklı, mavi gözlü Leyla’sı.
İbrahim, İstanbul pikseline sarılıp, bir saat içinde makalesini tamlamış müdürünün masasına koyup, yanına bir not iliştirdi. “Öğlen katılmam gereken bir cenaze var.”
- Yok Oluş - 1 Mart 2021
- Matruşka’nın İçindeki Benler - 15 Ekim 2018
- Gece ve Gündüz - 15 Eylül 2018
- Yazgı’nın Sırrı - 15 Ağustos 2018
- Rüya - 15 Temmuz 2018
Durum hikayesinin tanımına tam anlamıyla uyan bir öykü olmuş. Keşke bu kadar kısa olmasaydı.